Bilgisayar

Münakalat – Muhaberat Mevzuatı | | Ağustos 10, 2010 at 6:52 pm

Thomas J. Watson


önceki yazı

önceki yazı

Artık bilgisayar diyoruz her nedense, ama eskiden “elektronik beyin”, “kompüter” veya “Aybiem” derdik. Analog/Dijital yol ayrımının “Dijital” lehinde sonuçlandığı en eski zamanlardan bu yana International Business Machines (IBM) bu alanda faaliyet gösteren en büyük kuruluş. Bu şirketin 1914 – 1956 yılları arasında başında bulunan ve getirdiği yönetim tarzıyla şirketin kurumsal kültürünün oluşmasında birinci derecede etkili olmuş çok başarılı ve ünlü bir kişi var. Duvarlarda yazılı tek kelimelik “Think”(Düşün) sloganını bulan da aynı kişidir. Zamanının en zenginlerinden olan ve öldüğünde “dünyanın en büyük satıcısı” olarak nitelenen bu kişinin ismi Thomas J. Watson.

Bu kişi aynı zamanda 1943 yılında söylediği “I think there is a world market for maybe five computers” (Sanırım, dünyada belki ancak 5 adet bilgisayar için bir pazar olabilir) sözüyle tarihe geçmiştir.

O tarihler itibariyle (taa 70’lere kadar) bilgisayarların ne kadar gelişirse gelişsin, ileride hiçbir zaman insanlar gibi “düşünen” makineler haline gelemeyecekleri sektördeki tüm yetkililerin ortak görüşü.

70’lerin başlarında A.B.D.’nin namlı bir üniversitesinde bilgisayarla ilgili bir kürsü başkanı (aynı zamanda amatör satranç meraklısı) profesör bir sektör dergisinde çıkan yazısında “bilgisayarların ‘zekâ’ yetisi olmadığı için ne kadar gelişirse gelişsin asla amatör bir satranç oyuncusunu bile yenemeyeceği” görüşünü açıklıyordu. Hoca birkaç ay sonra aynı okulun bir öğrencisinden kendi yaptığı yazılımla bir maç yapması teklifini alır. Hınzır öğrenci aynı mektubu basına da gönderdiğinden gazeteciler işin peşine düşerler ve hocayı zorla makineyle maç yapmaya oturturlar. Herkes için sürpriz olacak şekilde makine hocayı döve döve yener. Nitekim o tarihten çok sonraki bir tarihte (1997) IBM’in yaptığı Deep Blue isimli bir makine de dünya şampiyonu Garry Kasparov’u da yenip dünya satranç şampiyonluğunu ele geçirecektir.

Robert Kennedy

Irk ayrımcılığının A.B.D.’de resmen devam ettiği (siyahların beyazlarla aynı mekânlara girip oturamadığı, aynı okullara gidemediği) 68 yılında Robert Kennedy konuşmasında şöyle demişti; Things are moving so fast in race relations a Negro could be president in 40 years. There’s no question about it..  In the next 40 years a negro can achieve the same position that my brother has – Irk konusundaki sosyal gelişme o kadar hızlı ki bundan 40 yıl sonra bir zenci şimdi benim ağabeyimin oturduğu başkanlık koltuğuna oturabilir) . . Bu inanılmaz kehaneti aynen gerçekleşti.

Öte yandan aynı yıllarda en büyük petrol şirketlerinden birinin başı olan bir kişi de 30-40 yıl içinde dünyadaki “tüm petrol rezervlerinin tükeneceğini” söylemişti. Gerçekleşmedi. (Günümüzde hala 30-35 yıl içinde tükeneceğini söylüyorlar).

1977 yılında o zamanlar abone olduğum sektörün en önemli dergisi “Electronics”in bir sayısında fiber optik kabloların veri iletişiminde kullanılmasıyla ilgili bir araştırmanın sonucu yayınlanmıştı. Buna göre fiber optik veri iletişimi için çok kötü bir ortamdı ve bir ses kanalının Hi-Fi iletişimi için gereken hızı bile taşıyamayacak kadar elverişsizdi.(Günümüzde bunun birkaç milyon kat kadar hatalı bir bulgu olduğunu biliyoruz). Derginin aynı yıla ait bir başka sayısının kapak yazısı da ”Bu kadar işlemci gücünü ve belleği ne yapacağız ki?” şeklindeydi.

Tüm bilgisayarların beyni (CPU) kabul edilen ilk mikroişlemci (Intel 4004) çipi 1971’de bellek çipleri ise ondan daha önceden yapılmış, bilgisayar prototiplerinin ve tüm yapıtaşlarının ortaya çıkmasının üzerinden yıllar geçmişti. Bir aralar bellek üretimi konusunda bir darboğaz yaşandıktan sonra çok daha küçük hacimli, yüksek kapasiteli ve ucuz çiplerin ortaya çıkması ve bol miktarda piyasaya sürülmesiyle sektör duayenlerinin kafası karışmış durumdaydı. 1977’deki yazı bunun üstüne geldi. Yazıda önemli bir kuruluşun tepe yöneticisi diyordu ki; “Tamam, artık çok yüksek bir işlem gücüne ulaşmış durumdayız. Ama bununla ne iş yapılabilir ki… Bu kadar yüksek kapasiteyi doldurabilecek ne gibi bir yeni iş alanı yaratılabilir ki??”

Söz edilen işlemci gücü günümüzde her birimizin bilgisayarındaki gücün yaklaşık milyonda biridir. Ve bugün o sırada çokluğundan ürkülen kapasitenin yaklaşık milyarlarca katı bir kapasite üretilmiş ve kullanılır durumda. Evdeki bilgisayarlarımızda tek başına (hiçbir network bağlantısı olmadan) 70 milyon vatandaşın her biriyle ilgili tüm önemli bilgileri saklayıp gerektiğinde çıkartıp bize gösterebilecek birer kapasite mevcut. Bu kapasitenin ne kadarını gerçekten etkin bir şekilde kullanabildiğimiz ise tamamen ayrı bir konudur.

Genellikle bilinenin aksine evlerimizde kullanılan bilgisayarların atası IBM PC 5150 (1981) değil bir merdiven altı tasarımı olan Apple II (1977). Teknik tasarımı yapan Steve Wozniak ile pazarlama fikrinin mucidi Steve Jobs fikirleriyle bu alandaki devrimi yaratmışlardır. Ondan daha önceleri “mikrobilgisayar” adıyla çıkmış evlerde ve küçük işyerlerinde kullanılamayacak kadar iri, pahalı ve kullanışsız makineler mevcuttu. AppleII’nin hemen ardından da (77-81) Commodore, Tandy v.b. gibi birçok marka model ev bilgisayarı sökün etti.

Daha önceleri hemen her konuda çok daha milliyetçi, kolektif, merkezi devletçi çözümler geçerli iken en çok bu devrim sayesinde insanların zihniyetini daha “bireyci” bir istikamete çevirmek mümkün olabilmiştir diye düşünüyorum. Yine de, kurumsal kültüre ve yapıya sahip bir büyük şirket olan IBM’in buradaki potansiyeli fark edip pazara girmesinden sonra pazarın rengi epey değişti. AppleII’yi temel alan pazar modelinde IBM, Intel ve yeni kurulan Microsoft ile birlikte çalışarak kendi çip ve konstrüksiyon mimarisini oluşturdu. Ardından da tüm dünyaya onu model alan seri üretimleri yayıldı. Olay global bir fenomen haline geldiğinden IBM’in çokuluslu büyüklüğü de aşıldı ve pazarın içindeki payı önemsiz kaldı.

İlk Apple’ı kendi başına tasarlayan kişi  “Woz” Steve Wozniak

Bu alandaki girişim ondan sonra gelecek çeyrek yüzyıl boyunca her yıl iki misli daha küçük, iki misli daha ucuz, iki misli fonksiyonel, iki misli hızlı modeller oluşturarak seyretti. Global pazarların canlanmasıyla büyük çokuluslu dev firmaların piyasadaki kahredici ağırlığı da aşıldı.

Kendi topladığımda bana binlerce dolara mal olan ilk bilgisayarım (1986) sadece DOS komutlarıyla bazı işlemler yapabiliyor, grafik hiçbir işlem yapamıyordu. Her biri yüzlerce dolara patlayan 10MB hard diski, nokta vuruşlu yazıcısı, 14” tek renkli(yeşil) ekranı ve kilobaytlarca (64kiB) RAM belleği vardı. Günümüzde bana ne işe yaradığını soracaksınız.

Aslında onca aletin basit bir not defteri ve daktilodan pek az fazlası vardı ve mantıklı bir yatırım olmadığı çok açıktı. Daha da kötüsü her yıl özellikleri emsallerinin çok gerisinde kaldığı için upgrade (yeniden yatırım) gerektirmekteydi.

Sakin kafayla düşününce hiç de mantıklı görünmeyen bu yatırımı ben ve benim gibi sınırlı geliri olan dünyadaki milyonlarca insanın niye yaptığı ve yapmayı sürdürdüğünün mantıklı bir açıklamasını bulmakta zorlanabilirsiniz.

Benim açıklamam “bireyselleşebilme” yani “bireylerden oluşan bir dünyanın parçası olabilme” ihtiyacından kaynaklandığı şeklindedir. Bu aslında fiziksel değil, psikolojik bir ihtiyaç ve PTT’nin T’si (TT) gibi devletçi tekel kurumlarının hayatımızdaki bunaltıcı ağırlığına karşı birey olarak kendimizi savunma gereksinimimizle doğrudan ilintilidir. Bedeli onun için ödenmiştir.

“Düşün” sloganının mucidi ve işi “bizim namımıza düşünmek” olan T.J.Watson gibi kişilerin hayatımızda çok büyük bir yeri var. Siyasi liderler, yüksek makamlardaki bürokrat ve komutanlar, büyük şirketlerin CEO’ları tarih boyunca hep bizim yerimize düşünüp, bizim nam ve hesabımıza (bedeli bizim tarafımızdan ödenmek üzere) bir takım kararlar verdiler. Gelecekle ilgili vizyonları konusunda (tüm dünyaya 5 bilgisayar) gibi çok büyük yanılgılara uğradıkları ve bizi büyük zararlara duçar ettikleri çoktur. Öyle çoktur ki sıradan insanlardan daha iyi bir vizyona sahip olduklarını gösteren sayılı örnekleri bile bulmakta zorluk çekersiniz.

Türkiye’de ilk Merkezi Nüfus İdaresi Sistemi (MERNİS projesi) fikri 1972 tarih ve 1587 sayılı Nüfus Kanunu ile bir bilgisayar projesi olarak doğdu. 1976 yılında Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) tarafından projelendirildi. 1980 yılında proje Ortadoğu Teknik Üniversite’sine (ODTÜ) ihale edildi. 1982 yılında uygulama çalışmaları başlatıldı. Kasım 2002 sonu itibariyle (yani tam 30 yıl sonra) veri tabanı kurulup online olarak faaliyete geçti.

80’li yılların sonlarından itibaren bizim büyük devlet büyüklerimiz de bilgisayar konusunun dışında kalmamış görünmenin (kendi imajları bakımından) gerekli olduğuna karar vermişlerdi. Yabancıları ziyaretlerinde gördükleri gibi ofislerine birer (en son model) bilgisayar edinip kullanımının kendilerine de öğretilmesini istediler. Çocuklar anlattıkça içinde adı geçen bir sürü İngilizce yeni kavram, v.b. zor geldiğinden konudan yılgınlık getirdiler. Samimi olduklarında “Evladım sen bana birkaç tuşa basmasını öğret, basınca ekranda bir şeyler değişsin felan…, daha fazlasına şimdilik gerek yok”, şeklinde konuyu özetlemekteydiler.

Medya için yapılan çekimler sırasında ekran başında tuşlara basarken görünmeleri gerekiyordu. Ama bu bilgisayarların birbiriyle ve yurt dışıyla da bağlanabildiğini öğrendiklerinden itibaren konuyu Milli Güvenlik Kurulu (MGK) gündemine de getirdiler. Aklına gelenin yurtdışına bağlanabilmesinin milli güvenliğimiz için doğurabileceği sakıncalara değinip tüm bağlantıların tek omurga üzerinden ve yurt dışıyla tüm bağlantıların da devletin kontrolü altındaki tek nokta üzerinden yapılması yönünde karar çıkardılar. Teknoloji riskleri, hız ve maliyet yönünden en hatalısı olduğu açıkça görünen bu yaklaşımdaki ileri görüşlülük daha sonra, tüm aboneleri proxy’lerin arkasına taşıma ve dns üzerinden web filtreleme ve engelleme çalışmaları sırasında ispatlanacaktı.

sonraki yazı

Sonraki yazı

İş (biznes), ekonomi, siyaset, askerlik gibi alanlarda “bizim yerimize düşünüp karar verenlerin” sıklıkla mağduru durumuna düşmekteyiz. Bizim yerimize düşünen “büyüklerimiz” yerine hepimizin küçük küçük bilgisayarlarımız olsa çok daha iyi olmaz mı?

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.