Birinci Dünya Savaşı ve Versay Anlaşması (1914 – 1919)

Para, Devletler ve Biz | | Ekim 1, 2012 at 4:55 pm

Versay anlaşmasıyla ilgili olarak alman halkının Fransa'ya 93.8 milyon dolar (bugünün parasıyla 400 milyar dolar) ödeyeceği de söyleniyordu. Antlaşmada rakam yoktu, üstelik ödenmedi de, ancak Fransızlar bizi kendilerine köle yapacaklar, üç nesil boyu biz hep onlara çalışıp para ödeyeceğiz, Alman'ın Alman'dan başka dostu yoktur, herkes bize düşman şeklinde halk sürekli gaza getirildi.


Ülkeler arası döviz savaşlarının başlamasını hazırlayan üç önemli koşuldan altın standardının kalkmasını, ve ABD merkez bankasının kuruluşunu burada size anlatmıştım. Üçüncüsü ise o dönemde yaşanan dünya savaşı ve ardından imzalanan Versay anlaşmasıyla ortaya çıkan parasal durumdur.

Birinci dünya savaşı bir teslim durumu değil de ateşkes ile sona ermişti. Aslında savaş durumunun sona ermesiyle ilk beklenen sonuç tarafların oturup bir barış anlaşması imzalamaları idi. Ama bazı durumlarda barış görüşmelerinin sona erip savaşın yeniden başlayabildiğini de biliyoruz. 1919 Paris Barış Konferansının asıl amacı da istikrarlı bir barış sonucu elde etmekti. İngiltere ve Fransa savaşın mali faturasının ortaya konulacağının farkındaydılar ve Paris Barış Konferansını yenik durumdaki Alman ve Avusturyalılara bu maliyetleri empoze etmenin bir fırsatı olarak görmekteydiler.

Paris görüşmeleri İngiltere ve Fransa açısından başarılı geçmiş olsa da ortada mutabık kalınmış bir sonuç yoktu. 1918 kasımı itibariyle Alman ordusu tamamen yenilmişti, ama 1919 ilkbaharına gelindiğinde hala tarafların imzaladığı bir barış anlaşması yoktu ve bir anlaşmayı empoze etmek için müttefik kuvvetlerin yeniden savaşa başlamaları da giderek olanaksız hale gelmekteydi. O yüzden savaş tazminatı görüşmeleri sadece görüşmeler olarak kaldı. 1918 kasımından 1919 nisanına kadar olan sürede müttefiklerin fiilen bir anlaşma dikte edecek gücü kalmamıştı. Artık bunu zorlayacak koşulların yeniden yaratılması gerekiyordu.

İstenen savaş tazminatlarıı boyutu ve nitelikleri itibariyle sinir bozucuydu. Almanyadan hem toprak hem de bazı sanayi kapasitesini bırakması talep edilmekteydi. Ayrıca talep edilen maddi tazminatın fazlalığı Almanya’nın elinde kalanlarla uzun vadede ödeyebileceğinin de üstüne çıkmıştı. Fransa Almanya’nın 1915 itibariyle 876 ton civarında olduğu bilinen altın rezervlerine göz koymuştu. Bu rezervler o an için ABD, Rusya ve Fransa’nın ardından büyüklüğü itibariyle dünyanın dördüncüsü idi.

Tazminatlar konusunda esas dikkat edilen şey Almanya’nın müttefiklere ne kadar ödeyebileceği olmakla birlikte hem galip hem de mağlup devletlerin zaten çok büyük borçlarının da olması nedeniyle tablo göründüğünden çok daha karışıktı. Hem İngiltere hem de Fransa’nın büyük krediler açmış oldukları Rusya ülkede gerçekleşen devrim sonrasında tamamen iflas etmişti. İtalya gibi diğer bazı borçlular da borçlarını ödeyemez durumdaydılar. İngiltere ABD’ye 4.7 milyar dolar borçluydu. Fransa ise ABD’ye 4, İngiltere’ye 3 milyar dolar takmıştı. Prensip olarak borçlu ülkelerden hiçbirinin borcunu ödeme gücü bulunmamaktaydı. Tüm kredi ve ticaret mekanizması tamamen çökmüştü.

Sorun Almanya’nın müttefiklere nasıl ödeme yapacağı değil, müttefik ülkeler arası karmaşık borç yapısının nasıl çözüleceği idi. Ülkeler arasındaki kredi ve ticaret sistemini çalıştıracak pompanın bir şekilde tamir edilip yeniden işe koşulması gerekiyordu.

En akla yakın görünen çözüm içlerindeki finans yapısı en güçlü ülke olan ABD’nin Avrupa ülkelerindeki mevcut alacaklarının üstüne yapılandırarak yeni kredi ve garantiler sağlamasıydı. Sağlanacak yeni likidite ve bir serbest ticaret bölgesi ile birlikte mevcut borç yükleriyle baş edilmesini sağlayacak gelişme teşvik edilebilirdi. . Anlamlı bir başka çözüm önerisi de mevcut tüm borçların affedilerek oyunun yeniden başlatılması idi. Böyle bir durumda aslında Fransa’nın Almanya’yı affetmesi güçtü ama, ABD tarafından borçlarının affedilmesi Fransa için çok rahatlatıcı olacaktı. Çünkü Almanya’nın nasıl olsa borçlarını ödeme gücü yoktu ama ABD’nin kendisinden alacaklarını tahsil etmesinin bir yolu bulunabilirdi.

Maalesef bu akıllıca çözümlerden ikisi de gerçekleşmedi. Onun yerine gücü olan İngiltere ve Fransa Almanya’ya yüklü savaş tazminatlarını mal ve altınla ödemesi için bastırdılar. Bu yola girilince de tazminat rakamlarının belirlenmesi ve mutabık kalınan bir ödeme mekanizmasının kurulması neredeyse imkansız bir iş haline geldi.

Fransa, Belçika ve İngiltere ödenecek tazminatın gerçek savaş tahribatları üzerinden hesaplanması gerektiğini savunmaktaydılar. ABD ise daha çok Almanya’nın fiili ödeme gücünün ne olabileceğini düşünmekteydi.. Ama o sıralarda Almanya’nın istatistik bilgileri öyle berbat bir durumdaydı ve gerçek ödeme gücünün ne olabileceğinin güvenilir bir biçimde hesaplanması mümkün olamamaktaydı. Ayrıca savaş tahribatının ne olduğunun makul bir sürede hesaplanmasının imkânsız olduğu da ortaya çıktı. Bazı bölgelere ulaşım bile çok güçtü ve kaldı ki hasar tespiti yapılabilsin.

Bu arada müttefikler savaş tazminatının verilen gerçek tahribatlarla mı sınırlı olacağı (Fransa ve Belçika) yoksa asker maaşları ve sosyal giderler gibi diğer finans giderlerini de mi kapsayacağı (İngiltere) gibi konuları hem kendileri hem de alman delegelerle tartışmakla vakit geçirmekteydiler.

Bürokrat ve siyasetçilerin para ve güç konusundaki basiretsizlikleri bütün ülkeleri sonunda savaşlara ve büyük ekonomik çıkmazlara soktu


Bütün bunların sonunda Versay anlaşmasında tazminat giderleriyle ilgili herhangi bir rakam deklare edilemedi. Bu hem doğru bir rakamın hesaplanmasındaki teknik imkansızlık, hem de herhangi bir rakamda mutabık kalmanın politik imkansızlığından kaynaklanmaktaydı. İngiltere ve Fransa için kabul edilebilecek büyüklükteki bir meblağ Almanlar için kabul edilemez olmaktaydı. ABD’nin itidalli davranma ve arabuluculuk yönündeki tüm çağrıları karşılıksız kaldı.

İç politika gereksinimleri uluslar arası ekonomik ihtiyaçlara galip geldi. Rakam belirlemek yerine bu sorunu çalışıp tazminat değerlerine esas teşkil edecek bulguları belirleyecek paneler teşkil edildi. Bu yöntem ilk etapta biraz zaman kazandırmış olmakla beraber, 1920’lerde uluslar arası mali sistemi yeniden çalışmaya başlayabileceği bir altın takas standardına kavuşturma çalışmaları ile iç içe girerek iyice karmaşık hale geldi. Daha sonraki on beş yıl boyunca da bu tazminatlar konusu uluslar arası finans sistemi üzerinde sürekli ayağa takılan bir engel oluşturdu.

1921 yılına gelindiğinde dünya ilk modern döviz savaşına sahne olmaya tamamen hazır hale gelmişti. Klasik altın standardı 1920’lerde dünya ticareti ve uluslar arası sermaye akışlarını başlatmada gerek duyulacak sistemi belirlemede (bir kutup yıldızı gibi kabul edilen) entelektüel bir mıknatıs gibiydi. Birinci dünya savaşı ve ardından gelen Versay anlaşması tartışmaya yeni bir unsur getirdi. Avrupa’daki, devasa boyutta, birbirine kilitli ve ödenmez durumda olan (ve bu yüzden ülkelerarası sermaye akışlarının önünde aşılamaz bir engel teşkil eden) devlet borçları. ABD’de merkez bankasının kurulması ve özellikle New York Fed’in ortaya çıkışı ABD’yi uluslar arası mali piyasaya yeni bir oyuncu olarak değil pazarı domine eden yeni bir konumda ortaya çıkarmıştı. FED’in bu yeni kimliğiyle uluslar arası piyasaya kendi bastığı likiditeyi pompalayabilir bir konum kazanması durumu berrak bir şekilde ortaya çıkmıştı. Yeni ortaya çıkan ABD merkez bankasının para gücü hakkındaki belirsizliklerin, yeni bir uluslar arası mali sistem ihtiyacının, savaş öncesindeki klasik altın standardı nostaljisinin ve avupa’daki ödenemeyen tazminatlar konusunun yarattığı belirsizliklerin hepsi bir araya gelmişti. Dünya birinci uluslar arası döviz savaşına artık tamamen hazırdı.

Siyasetçilerin bize vadettikleri nurlu ufuklar malesef yok. Ne 2023'de ne de 2071'de. Paramızı onlar idare ettikçe, ürünümüzün, emeğimizin ederini onlar belirledikçe, bizim cebimizden istedikleri gibi harcayabildikleri sürece çocuklarımıza da, torunlarımıza da nurlu ufuklar yok. Savaşlar var. Kandırma, korkutma, kışkırtma ve zulüm var.

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.