Adalet tanrının umurunda mı?

Adalet - Hak, Hukuk, Hakkaniyet | | Kasım 5, 2012 at 4:28 pm

Akbaba yemek için çocuğun ölmesini bekliyor. Peki tanrı?

– İslam hukuku demek olan şeriat aslında, uygulayan ülkelerin “yasa düzenleyicilerinin” elinde oyuncak olmuş bir sistemdir. Bu da şeriatı koruyacak bir sistemin yokluğundan ve güncelleştirilemez olmasından kaynaklanıyor. Aynı şeyler diğer dinlerin şeriatları için de söylenebilir.

İslam kelimesi kökeni itibariyle teslim kavramından geldiği için – inanan açısından bu teslim olunan yücelikten gelen emirlerin hikmetinden hiçbir vakit sual olunamaz. Bu bir yana, mümin o emirleri veren tarafın bir uzantısı haline geldiği için bizzat o emirleri diğerlerine de “gerekirse zorla” uygulatmak zorunda olur. Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker bununla ilgilidir. “Maruf” (arif olanın bildiği) yapılması gereken, “münker” asla yapılmaması, hep uzak durulması gereken şeyler. “Emr” ise en korkutucu yücelikten gelen ve asla reddedilemeyecek bir teklif.

– Maruf yani “iyi” olan şeyleri yapmamız caiz, münker yani “kötü” olanları değil.

– Hayır. Yapmamıza izin verilen (dinen bir sakıncası olmayan) şeyler için “caiz” tabiri kullanılır. Oysa “maruf” olan şeyleri yapmaya mecburuz. Söz gelimi, putların (yani başka bir dinin sembollerinin) kırılması maruftur. Ayeti kerime gereği bunu yapmamız bize emredilmektedir. Örneğin bir Buda heykelini – aksine söylemlere kulak asmaksızın – gördüğümüz her yerde kırmalıyız. (İslamın saf talebeleri (Taliban) Afganistan’da tam olarak bunu yapmıştır. Kurdukları “emr-i bil maruf” bakanlığı da zaten ilgili ayet gereği emredilen bu tarz şeyleri yapmak için kurulmuştur.)

– İslam epey otoriter bir hukuk sistemi getiriyor yani

– Evet hem çok otoriter, hem de hiç adil değil. Cihad edip Allah için birilerini öldürürken ölenlere cennetin parsellenmesi, hepsine 72şer huri, ve Kevser şaraplarının su gibi aktığı çeşmeler vaat edilmesi, İslam’a inanmayanların ise sonsuz ateşlerin içinde yanması nasıl bir adalet olabilir ?
Şeriat hayatın her safhasıyla ilgili mutlak emirleri olan bir hukuk sistemidir. Maruf olanları meşru, münker olanları gayr-i meşru kılar. Buna göre aksini yapanlar için oldukça vahşi bir yargı ve cezalandırma sistemi de mevcut.

Öte yandan neyin maruf, neyin münker olduğu pek o kadar sabit ve kesin de değildir. Siz ulul emre itaatle yükümlüsünüz, ama tepenizdeki otoriteler tanrıyı temsil ederler ve onlar her an neyin maruf neyin münker olduğunu 180 derece değiştirebilirler. Şeriatin halen yürüyen dört (Hanefi, Maliki, Şafi, Hanbeli) ayrıca 5-6 tane de daha önce soyu tükenmiş ekolü(mezhebi) var. Bunları sen siyasi partiler gibi düşünün, her biri farklı şeriat yasaları güderler. Üstelik herhangi birinin içinde de zamandan zamana, liderden lidere değişen tamamen farklı tutumlar da söz konusudur. Neyin haram/helal veya günah/sevap olduğu tanrı kelamıyla değil din adamı siyasetçinin iki dudağının arasında günlük siyasete göre belirlenir.

– Bir tek İslamda mı böyle?

– Hayır.. Değil tabii ki. Tüm diğer dinlerde de bu aşağı yukarı böyledir. Din ahlakının sürekli yücelttiği ve koruduğu doğru hiçbir temel değer yoktur. Tam aksine insan aklı ve vicdanıyla kabul edilemez olan en büyük kötülükler bu dinler tarafından caiz ve meşru hale getirilmiştir.

Kan dökmek ve şiddet belirli durumlar için hemen tüm dinlerde caiz ve helaldir. Mesela dinlere göre kölelik düzeni meşru bir sistemdir. İnsan hakları ve her türlü insanlık değeri bütün dinler tarafından ve sürekli olarak ayaklar altına alınmıştır. Tarih boyunca tüm dünyada işlenen cinayetlerin en büyük kısmı bizzat dinlerin doğrudan veya dolaylı olarak etkili olduğu kandırma korkutma ve kışkırtmalar yoluyla gerçekleştirilmiştir. Birilerinin cadı olduğunu belirleyip ateşte yakılmasına karar verebilen rahiplerin idaresindeki engizisyon mahkemelerinin 1200 yıl kadar süren iktidar döneminde avrupa’da yaklaşık 75 milyon kişinin katlinden sorumlu olduğu hesaplanıyor. Tapınak fahişeliği, insan kurban etme törenleri, cennetin anahtarlarını satma, bitmez tükenmez savaşlar, cadı kazanları, kazığa geçirme, gözüne mil çekmeler, iğdiş etme, recm, el, ayak, baş kesmeler hepsi din siyasetlerinin eseri değil midir?.

– Bize din iyi ahlaktır diye öğretildi. Vur, kır, öldür demez. Zulmü savunmaz. Recm cezası kuranda hiçbir yerde geçmez mesela. Eğer bir yerde insanlar kötü şeyler yapmışlarsa bundan din niye sorumlu olsun ki? O insanların (velev ki din adamı dahi olsalar) dine aykırı şeyler yapmış olduklarının kabul edilmesi gerekir.

– “MÜŞRİKLERİ NEREDE GÖRÜRSENİZ ÖLDÜRÜN”” (Tevbe 5) Bu konu büyük islam alimlerinden İbni Rüşd’ün Tahafut al-Tahafut adli kitabinda “Islam dini’ni yaymak amaciyle öngörülen savaslar(cihad) ile ilgili bahislerde “ seriat hükümlerine karsı çıkanların “öldürülmelerini, el ve ayaklarının çapraz kesilmesini emreder” şeklinde geçmektedir. Nitekim pratikte de çoğu zaman böyle yapılmıştır.

“CADILARIN YAŞAMASINA İZİN VERMEYİN” (Exodus 22:18) İncil’in halen gelişmiş batı ülkelerinde geçerli ingilizce çevirilerinde”Thou shalt not suffer a sorceress to live.” Şeklinde geçmektedir. . Yani; Tanrı hıristiyanlara bunu emretmektedir. Bu kısım İsa’ya bildirilen vahiylerdendir. Bu emrin gereği olarak hıristiyan dünyasında yüzbinlerce kadın (cadı olduğu iddiasıyla) engizisyon mahkemeleri tarafından yakılarak ve diğer şekillerde öldürülmüşlerdir.

Bir dini savunanlara çeşitli zulüm örneklerinden söz ettiğinizde size onların dinden değil kötü niyetli kimi din adamlarından kaynaklandığını, hak dininin aslında böyle kötülüklere ve haksızlıklara asla izin vermediğini söylerler. Bu doğru değildir. Bizzat kutsal kitapta ötekileştirilenlere (inançta kusur edenlere) uygun görülen ceza ve zulüm örnekleri var. Cihad, kölelik, ganimet, vb kavramlar resmen var. Kutsal kitabın hukukuna göre (de jure) olan uygulamaların dışında bir de İslam yetkililerinin fiilen (de facto) yaptıkları ve var ettikleri uygulamalar var. Uzun dönemler boyunca ulemanın tavsiyesi, halifenin fermanı ve şeyhülislamın fetvası ile fiilen yapılan şeyler İslam’dan ayrı tutulabilir mi?

– İnsanın Allahın kulu olduğu, sadece onun veya peygamberinin veya gönderdiği kitabın emirlerinin yerine getirileceği doğru değil mi?.

– Değil. İslam özellikle ümmi bir dindir. Pratikte tanrı, resul ve kitap kendileri pek ortada olmadıklarından Ulül Emre İtaat (kula kulluk etmek) esastır. Yani bu üçü adına birisi size buyuracak, siz de gerekeni yapacaksınız. Aslı budur. Yoksa ortada bir kitap olur, herkes ona bakar, ve ona göre hareket ederdi. Oysa böyle birşey yoktur. Ortada herkesin başvurabileceği açık seçik bir kitap yoktur. Olsa da herkes okuyamaz, okusa anlayamaz. Ucu açık bırakılmıştır. Orada ne söylediğini bir yerel hakim size tercüme edip söyleyecek, siz de onu yapacaksınız. Karar hakimden hakime 180 derece değişebilir. Bilhassa böyledir.

Yani din kutsal kitaptan ibaret bişey değildir. Emirlerin esas anlamları büyük islam alimlerinin açıklamalarıyla oluşmaktadır. Yoksa yarım yamalak islami bilgilerimizle İbni Rüşd’ün üstüne çıkıp “”İslam’da böyle vahşi bir emir yoktur”” diyemeyiz. O islamda böyle bir emir var diyorsa vardır. (Bu suçun halen günümüz İran’ında idam gerektiren suçların başında gelmesi de bunu göstermektedir.)

Mesela sen diyebilirsin ki İslam’da çocuklara (sabi sübyan’a ) zulüm edilmesi (hadım felan) kesinlikle haramdır. Hakikaten buna ilişkin ayetler de var. Peki o zaman İslam’ın Altın Çağı olarak nitelenen bir dönemde Bağdat Halifesinin sarayında 7 bin siyahî ve 4 bin beyaz hadım edilmiş saray oğlanı bulunmasına ne diyeceksin?

8 yaşındaki siyahî erkek çocuklar ülkelerinden zorla kaçırılıp başında Hıristiyan keşişlerin bulunduğu bir manastıra götürülüyorlar. Orada bunlara çok ilkel yöntemlerle hadım etme işlemi uygulanıyor. Operasyon sonucunda on çocuktan dokuzu büyük acılar içinde ölüp giderken aralarından ancak birisi hayatta kaldığından dolayı hayatta kalanı İslam’ın halifesine çok yüksek bir bedelle satılmaktadır. Parça başı bu işlemi yapan ise başında Hıristiyan din adamlarının bulunduğu bir müessese.

– Peki, din ve tanrı tüm bu işlerin neresindedir? Eğer tüm bunlar günah değilse, caiz ve meşru ise o zaman biz nasıl bir tanrıyla karşı karşıyayız? “Şeriat isteriz” diyenlerin de esas maksadı “adalet” istemek kuşkusuz. Güçlü ve etkili bir kandırma, korkutma ve kışkırtma sisteminin mağduru olduklarından dolayı insanlar çok büyük bir saflıkla “tanrının adil olduğuna” ve onun hukuku demek olan “şeriatın” adaleti sağlayacağına inanmaktadırlar. Eğer adaleti tanrı sağlamayacaksa başka kim sağlayabilir?. Kime güvenebiliriz. Yeryüzünde tanrının bir sureti kalıbında oturan halifenin kendisi dahi aslında pisliğin tekiyse eğer onun bir alternatifi var mıdır?. Varsa nedir?

Adalet hiçbir zaman hiçbir tanrının umurunda olmamıştır. Dünyada dinlerin hukuka ve siyasete hakim olduğu çok uzun dönemler boyunca fukaralık, vahşet, zulüm, işkence ve savaş hiç eksik olmamış. İnsanlık adaletten yana hiç nasibini alamamış. Ancak on yedinci yüzyıldan sonradır ki dinin etkisi azalıp, ladini(din dışı) hukuk ve ahlak anlayışı yerleştikçe insanlar az da olsa gerçek adaletin nasıl olabileceğini görmeye ve kavramaya başlamışlar. Bugün insanlık suçu dediğimiz şeyler o zamanki iktidar sahiplerinin her gün en doğal olarak yaptıkları bir şey. Din tüm bu zulümlerin hep yanında ve arkasındaymış gibi bir durum var. Şimdi dünyanın her neresinde din hala çok etkin ise orada insani gelişmişlik zayıf, insanlık suçları, zulüm ve baskı hala en güçlü durumda.

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.