Benzinin litresi 5 lirayı geçti

Gelecek De Gelecek | | Temmuz 17, 2013 at 3:33 pm

27 Mayıs 1960 ihtilalinin şokunu hâlâ yaşamakta olduğumuz yaz günleri idi sanıyorum, benzinciler fiyat tabelalarındaki rakam plakalarını hızla değiştirmeye koyuldular. Benzin artık 52 kuruş olmuştu. Ben daha çocuktum ama gayet iyi hatırlıyorum. Üzerinden yarım yüzyıldan fazla zaman geçmiş olduğu halde.

Hükümetin açıkladığı on milyarlarca dolar maliyetli kimi projeler halk arasında şimdiden alay konusu olmuş durumda.


Salçalık domates hala beş kuruşa alınabiliyordu. İthal CocaCola o tuhaf şişesinde 125 kuruştu. Simit 10 kuruş olmasına rağmen, ekmekler biraz büyümüş ve tanesi 30 kuruşa çıkmıştı. Bugünkü rakamlarla karşılaştırınca fiyatların yaklaşık 10 kat artmış olduğu görülüyor. Ama daha önce attığımız 6 sıfırı da hesaba katarsak 10.000.000 (onmilyon) kat bir enflasyon yaşanmış demek ki.

Yıl 2013. Benzin fiyatları 5 TL’nin üstüne çıktı. Bu fiyat tüm dünyadaki fiyatların en yükseği. Türkiye’de depoyu doldururken litresine ödediğimiz 2.66 dolar yerine Venezüela’da sadece 8 cent ödeniyor. Yani Türkiye fiyatı oradakinin 33 katından daha fazla. Diğer ülkelerdeki fiyatlar bu iki rakamın arasında bir yerde duruyor. Mesela Suudi Arabistan’da 11 cent yani bizden 24 kat daha ucuz.. 70’li yıllarda Türkiyede de benzinin sübvansiyonlu bir fiyattan (yani maliyetinin altına) satıldığını hatırlıyorum. Her ne hikmetse şimdi tam tersine vergileriyle benzinin maliyetinin dört katı bir fiyata satılıyor. Pahalılığı ülkedeki tüketimi azaltsa idi bu yaklaşımın bir anlamı olurdu. Ama tam tersine fiyatı ne kadar artarsa artsın petrol tüketimi azalmıyor, onun yerine her türlü üretim maliyeti artıp ekonomi zarar görüyor. Araçlarda da benzer bir durum olduğu için devletimiz yollarda araç trafiği ne kadar artarsa, ne kadar çok petrol harcanırsa o kadar zengin oluyor. O yüzden bu durumu alabildiğine teşvik ediyor. Sürekli petrol tüketimini hızla arttıracak yatırımları yapıyor ve teşvik ediyor.
Ayni yaklaşım bina yalıtımları konusunda da geçerli. Binalarımızın tamamına yakını yalıtımsız. Yazın soğutmaya, kışın ısıtmaya acaip enerji harcıyor, gökyüzünü CO2 ile dolduruyoruz.

Enerjide hala dışa bağımlıyız ve bu bağımlılığımızın ekonomi üzerindeki ağırlığı eskisinden de fazla hissedilmektedir. Devletimiz çevre etkisi değerlendirmesine bakılmaksızın, köylülerin isyanlarına aldırmaksızın, aklı başında tüm uzmanların uyarılarına kulak asmaksızın doğal varlıkların ekolojik bütünlüğüne ve, doğal yaşamın döngüsüne ciddi zararlar verecek şekilde hidroelektrik santraller kurdurma hırsını sürdürmektedir.

Almanya elindeki kurulu faal arızasız çalışır durumda olan nükleer santrallerinin hepsini birer birer kapatıp fişini çekmeye hazırlanırken, dünyanın geri kalan tüm aklı başında ülkelerinde nükleer santraller sökülür veya en azından yenisi yapılmaz iken bizim devletimiz sıfırdan yeni yeni nükleer santraller yapmaya başlamaya karar verdi.

Tüm aklı başında ülkelerde karbondioksit salımı azaltılmak için proje üzerine projeler hazırlanırken (herkes Mersin’e giderken biz tersine gideriz hesabı) bizim devletimiz karbondioksit salımını en az iki kat arttıracak rafineri, kömür, petrol ve doğalgaz çevrim santralleri projelerine girişti.

Bir kısmı bizim namımıza doğrudan “borçlanma” diğerleri ise bizim namımıza “imtiyaz taahhütleri” ile gerçekleştirilmekte olan 7 büyük projenin (Marmaray, Hızlı Tren, İkinci Tüp Geçit, Büyük asma köprülü körfez geçişli İstanbul-İzmir otoyolu, üçüncü boğaz köprüsü, dünyanın en büyük havaalanı, vee Kanal İstanbul Procesi.) özellikle de son 5 tanesinin (eğer sahiden gerçekleşecek olursa) tamamlanmasından çok kısa bir süre sonra Türkiye ekonomisi tamamen çökebilir. Çok ciddi söylüyorum hesap bunu gösteriyor.

İstanbul’a geçmiş zamanlarda olduğu gibi yakın gelecekte de hızlı nüfus akışının sürmesi, ve endüstrinin çarklarının ona denk gelecek şekilde hızlanması, üretilen milyonlarca yeni konutun metropole akan beyaz ve mavi yakalı yeni sanayi işçileri ile doldurulması artık pek mümkün olamayacak gibi görünüyor.

Halen her sene ithal değeri 70 milyar doları aşan miktarda fosil yakıtı ithal edip yakmaktayız. Devletimiz bu enerjiyi bize 4 katına satarak çok büyük bir para kazanmaya alışmış haldedir. Bu projeler de kağıt üzerinde 70 milyar dolar gibi görünüyor ancak bitirilmesi aşamasında maliyetlerin 2-3 kat daha artması da beklenebilir. Daha da önemlisi bu projeler tamamlandığında hem Marmara bölgesinin enerji ihtiyacı iki kat artmış, hem de bunlarla ilgili geri ödemeler başlamış olacak. Enerji ve diğer maliyetler yönünden kurulu ve kurulacak sanayilerin rekabetçi üretim yapabilmesi mümkün görünmüyor. Bu değirmenin suyu nereden gelecek?.

2006’dan bu yana dünyada güneş enerjisi sistemi maliyetleri tam yarı yarıya indi. 29.7GW kurulu gücü ile Almanya 2012 yılında elektriğinin %5.3’ünü güneş enerjisinden sağlamış. 2050’ye kadar da güneş enerjisinin payını %25’e çıkarmayı planlamış. Türkiye ise – tam tersine – 2023’e kadar sadece 3GW güneş enerjisi gücü kurmayı hedeflemiş. Almanya’ya göre çok daha yüksek güneş enerjisi potansiyeline sahip olduğu halde henüz hemen hiç kullanmadığı bu enerji için nihayet 10 Haziran 2013’de bir program başlattı. Şimdilik toplam yatırım kapasitesini sadece 0.6 GW ile sınırlandırdığı güneş enerjisine 500 yatırımcıdan toplam 8.9GW teklif geldi. Hükümet destek yerine zorlaştırıcı düzenlemeler uyguluyor.

Düşünebiliyor musunuz Türkiye’nin on yıl sonrası (2023) için hedeflediği güneş enerjisi bizimle hemen ayni nüfusa sahip Almanya’nın halen 2013’te kullanmakta olduğunun sadece onda biri olan 3GW. Daha yüksek bir kapasitenin gerçekleştirilmesi hükümetimizin planladığı fosil yakıt ve nükleer ithalatına(ve oradan alacağı vergilere) ket vuracağı gerekçesiyle reddediliyor. Böyle bir şey olabilir mi?. Devletten hiç para istemeden güneş santralı kurmaya hazır 500 yatırımcı var. İzin verilmiyor. Türkiye’nin halen elektrikte kurulu gücü 60GW’a yakın durumda ve bunun 6GW kadarı da şu an kapasite fazlası durumunda. Yani şu anda Almanya’da kurulu sadece güneş ve rüzgar santrallerinin ürettiği enerji miktarı türkiye’nin tüm elektrik ihtiyacını fazlasıyla karşılayabilir büyüklükte.

Almanya tüketiciye MegaWattSaat’ini €89.5, yani bugünkü kurlarla KiloWattSaat’ini 22.64 kuruştan satıyor. ABD’de ise bölgeye göre değişiyor ama genelde epey daha ucuz. Mesela eğer Washington’da bir konutta oturuyor olsaydınız 5.7 cent/KWh yani kilovatsaatine bugünkü kur üzerinden 11 kuruş ödeyecektiniz. Yani Türkiye’de iken ödediğinizin üçte birini. Tabii enerji fiyatları özellikle sanayide de her türlü üretim maliyetinin içine girdiğinden rekabetçi üretim yapmamızı tamamen engelleyen bir durum. Oysa devlet hiç gölge etmese idi, tamamen yerli yenilenebilir kaynaklardan üretilen temiz enerjiyi şimdi satın aldığımız fiyatın üçte birine alabilecek idik.

Ülkede üretilen katma değerin çok büyük bir kısmının vergiler ve rantlar yoluyla devlete akması, ve otoriter sistem sayesinde tüm akçalı yetkilerin tepede toplanması aktüaryası olmayan ve sonu fiyasko olmaya mahkum hesapsız kitapsız yatırımların önünü açmaktadır.


Yenilenebilir enerji yatırımlarına Almanya’da sadece 2010 yılında 26 milyar euro (65,8 milyar TL) harcanmış. Yani bizim AKP hükümetinin ÇILGIN PROCE yatırımları için planladığı kadar. Ama onların vizyonu ile bizimkilerin arasında sanki 180 derece bir zıtlık söz konusu. Onların yatırımı istihdam yoğun. Aktüeryası tam, döviz tasarruf ettiren altyapı ve enerji yatırımları. 370 bin kişi çalışıyor. Sektörde çalışan insan sayısı 5 yılda iki kat artmış. Bu işin en güzel bir tarafı da paranın tamamen yurt içinde kalması ve vatandaşa aş ve iş getirmesi. Bizimkilerde ise öyle bir durum yok. Uzun vadeli olarak döviz tasarrufuna da istihdama da hiçbir katkısı olmayan inşaatlar.

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.