Devletin paraya karışması II/III.

Para, Devletler ve Biz | | Temmuz 24, 2013 at 3:14 pm

Hükümetlerin para basma tekeli ve yasal ödeme aracı tanımlama yetkisi bir ulusun parasının kontrolünü ele geçirme konusundaki nihai araçlarıdır. O yüzden çoğu ülkede bu önlemler takviye edilerek rakip paraların tedavüle girmesi engellenmiş ve içeride sadece tek paranın hükümran olması, uluslar arasında ise külçe altın ve gümüş kullanılması sağlanmıştır.

Bu durum dünya pazarının farklı bölgeleri arasındaki bağları kopartıp, ülkeleri birbirinden ayrılarak uluslar arası iş bölümüne büyük ölçüde engel oldu. Yine de tamamen katı para ile hükümetlerin yapabileceği enflasyon miktarı sınırlı idi. Hükümetlerin tasarımlayacağı tağşiş oranında sınırlar bulunmaktaydı. Her ülkenin altın ve gümüşü kullanmakta oluşu hükümetlerin kendi bölgesi içindeki parasal kontrollerini sınırlıyordu. İktidarlar değerli metal paraların sahip olduğu uluslar arası disipline mecburen tabi kalmak zorundaydılar.

Ocak 2013 itibariyle Türkiyede 49 banka bulunuyor. Bankacılık doğrudan ve dolaylı olarak tamamen devletin kontrolu altında yapılan bir iş. Her türlü işlemi banka üzerinden yapma yükümlülüğü getiren yasal mevzuatlar ve oligopolistik yapısıyla ülkedeki en karlı sektör. Ülkede bire alınıp üçe satılabilen tek mal para (sözgelimi mevduat %6, kredi %18 gibi). Mesela ABD'de %1.13 olan 15 yıllık konut kredisi faizi Türkiye’de 9.62. Yani banka faizleri ABD’nin 8, İtalya’nın 15.7, İngiltere’nin 19.7 katı. Ayrıca bankalar müşterilerinden hesap işletim veya işletimsizlik ücreti gibi altmış küsur kalem masraf daha alıyorlar. Ancak, bankalar bu yüksek karlarını hükümetle paylaşmak zorundalar. Kurumlar vergisi mükellefleri listesinde net kârı 1 milyarı aşan ilk 7’nin hepsi, ilk 10’un 8’i, ve ilk 30’un 15’i bankalar. Daha ne olsun?


Hükümetlerin ulusların parasını tam olarak kontrol altına alabilmeleri, yani enflasyon (tağşiş ve kalpazanlık) konusunda tekel olup sınırsız ve mutlak bir güce erişmeleri ancak “temsili” paraların öne çıktığı son yüzyıllarda mümkün olabilmiştir. Temsili para dediğimiz şey altın ve gümüş gibi özgün ve küresel bir değeri olmadığı halde hükümetler tarafından izafe edilen temsili bir değeri taşıyan kâğıt paralar ve mevduat hesapları gibi arkasına altın ve gümüş desteği verildiğinde hükümetlerin paranın ve tüm ekonomik sistemin üzerinde tam bir hâkimiyet kurmalarının yolunu açan açıl susam açıl mekanizmalarıdır. Bu sayede hükümetler sadece kendi cebindeki paraları değil halkın cebindeki paraları da istedikleri gibi harcayabilir olmuşlardır.

Bankaların ödemeyi reddetme haklarının olması

Günümüz ekonomisinde bankaların ve temsili paraların kullanımının yaygınlık kazanmış oluşu hükümetlere para arzını kontrol etme ve istediği zamanda istediği miktarda enflasyon yapabilme fırsatını vermektedir. Serbest bankacılık sisteminde bir bankanın enflasyon yapma gücünü sınırlayan üç önemli tahdit bulunmaktadır;
(1)Bankanın müşteri sayısı, (2)Sistemdeki tüm bankaların toplam müşteri sayısı, (3)Müşterilerin bankaya olan güveni.
Bu üç maddeden herhangi birindeki azalma ekonomideki enflasyon gücünü sınırlar. Oysa hükümetlerin bankacılık sistemi üzerindeki kontrol ve imtiyazları sayesinde bu sınırlamalar tamamen aşılabilmektedir.

Sözünü ettiğimiz bu sınırlar kuşkusuz ki bankaların yeminli taahhütlerini her halükarda yerine getirmelerinin gerekliliğine bağlıdır. Öte yandan kısmi yedek ile çalışan bankacılık sisteminin bunu yerine getirmesinin mümkün olmadığını, yine de her bankanın mudi parasıyla krediler açarak böyle bir riske girdiğini biliyoruz. O halde hükümetlerin enflasyonu teşvik konusundaki en doğrudan ve bariz girişimi bankaların yükümlülüklerini yerine getiremeyecek durumda oldukları halde faaliyetlerini sürdürebilmelerine imtiyaz tanımasıdır.

Bankalardaki yüksek kârlılığa karşın Ülkemizde kamusal rantlar ve yükümlülükler nedeniyle sanayi ve ticarette çok düşük kârlılık oranları söz konusu. Örneğin Amerikan Apple şirketi 2012 yılında 157.5 milyar dolarlık satış ve 41 milyar dolarlık net kâra ulaşmış. Türkiyenin en büyük 500 sanayi kuruluşunun yer aldığı ISO500 şirketlerinin ise toplam 196.5 milyar dolar satış ve 13.4 milyar dolar net kârı var. Yani en büyük 500 sanayi şirketimiz toplam Apple kadar olan cirosuna rağmen onun ancak üçte biri kadar para kazanabiliyor. Ortalama ücretler ise çok çok daha düşük. Türkiyenin tek rafinerisi ve sanayi şirketlerimizin en büyüğü Tüpraş'ın 2012 net karı 1,46 milyar lira. Ayni yıl devletin petrolden elde ettiği dolaylı vergilerin tutarı ise 43,5 milyar (43,500,000,000) liradan fazla..


Ekonomik faaliyet sürdüren herkes tüm borçlarını vadesinde ödeyebilmek, yahut da iflas etmek durumunda iken, ayni şekilde bankalardan kredi alan herkes de vadesi gelince borcunu mutlaka ödemek yükümlülüğünde iken bankaların böyle bir yükümlülüğü yoktur. Bankalar vadesi gelen borcunu ödemeyebilme, sarkıtma, askıya alma, buna rağmen faaliyetlerini sürdürme hak ve imtiyazlarına sahiptir. Buna “devletten müsaadeli soygun” demek gerekmez mi?

ABD’de 1812 savaşı sırasındaki banka krizleriyle başlayan bankanın borcunu sarkıtma ve askıya alma uygulamaları günümüze kadar neredeyse bir gelenek halini almıştır. O zamanlar bankaların çoğu savaşa pek sıcak bakmayan New England’da bulunmaktaydılar. Kredi vermeyi reddetmeleri üzerine hükümet başka eyaletlerden borç aldı. Hükümete borç veren bu bankalar da bu krediyi verebilmek için yeni senet bastırdılar. Hükümet bu paraların çoğunu New England’da harcadığı için o bankalar krediyi veren diğer eyaletlerin bankalarına itfa için başvurdu. Devlete borç vermiş olan bankalar ellerinde para olmadığı için bu ödemeleri yapamadılar. Dolayısıyla 1814 yılında bu bankaların topluca taahhütlerini yerine getirememe durumu oldu. Savaş bitiminin epey sonrasına kadar 2 yıl süren ödememe, askıya alma, sarkıtma durumu sırasında birçok da yeni banka kuruldu. Bu bankaların da verdikleri kredilerin karşılıklarını gümüş veya altın olarak ödeyebilecek gücü yoktu.

Bu ödemeyip sarkıtma imkanı daha sonra ortaya çıkan 1819, 1837, 1857 ve daha sonraki ekonomik krizler için bir nevi emsal ve gelenek oluşturmuş oldu. Bankalar bir enflasyon ve ekonomik kriz durumunda iflas etmekten korkmaz hale geldiler. Rizikolu bankacılık sistemi yerleşti. Şimdi bazı yazarlar ondokuzuncu yüzyıl ABD bankacılığını “özgür bankacılığın korkunçluğu” olarak anlatırken eyalet devletlerinin o krizler sırasındaki resmi görevlerini ihmal ve inkar edişlerinin bu sonuçtaki hayati öneminin hiç farkında değil görünmektedirler.

Hükümetler ve bankalar kamuoyunu yaptıklarının adilliğine ikna ettiler. Kriz sırasında parasını kurtarmaya ve geri almaya çalışanlar vatansever olmamakla, kendi vatandaşını yağmalamaya çalışmakla suçlandılar. Bankalar ise ülkeyi kahramanca ekonomik krizin içinden çekip çıkardıkları için alkışlandılar. Yine de çok kimse olan biteni acıyla yadetti ve iç savaş öncesindeki (Jacksoncu) “sağlam para” hassasiyeti ortaya çıktı.

Sonuçta bankaların bu sallayıp askıya alabilme imtiyazı krizler sırasında defalarca tekrarlanmasına rağmen modern çağın kalıcı bir enstrumanı haline gelmedi. Bunun nedeni kaba bir sistem olması ve hükümetlerin bankacılık sistemi üzerinde tam bir kontrol sahibi olmasına bir faydası olmamasındandı. Çünkü sonuçta hükümetler enflasyon yapabilmeyi ister ama bunun tamamen kendi kontrol ve yönetimleri altında olabilmesini de isterler. Bankaların kendi inisiyatifleri ile gündemi yönetmelerini istemezler. O yüzden bu konuda daha maharetle ve kurnazca hazırlanan, düzgün ve kalıcı bir sistem geliştirdiler. Adı Merkez Bankacılığı idi ve hükümetler bunu “medeniyetin simgesi” olarak piyasaya lanse ettiler.

Merkez Bankacılığı: Enflasyon üzerindeki tahditlerin kaldırılması


ABD’de Merkez Bankası Federal Reserve System ya da kısaca “FED” 1913 yılında büyük bir ilericilik olarak kuruldu. Merkez Bankaları genellikle özel kişilerin sahipliğindedir, ya da ABD’de olduğu gibi birkaç özel bankanın ortaklığıyla kurulmuştur. Ancak, daima hükümetin atadığı bürokratlar tarafından yönetilirler ve hükümetin bir kolu olarak işlev görürler.

Bir merkez bankası gücünü devlet tarafından kendisine bahşedilen “banknot basma tekeli” yetkisinden alır. Çoğu zaman dile getirilemeyen gücünün asıl kaynağı budur. Diğer bankaların mevduat kabul etme yetkisi vardır ama hiçbirisi para basamaz. O yüzden eğer banka mudileri hesaplarındaki parayı nakite çevirme kararı verirlerse banka gidip bu nakit parayı merkez bankasından almak zorunda kalır. Merkez Bankasının azametli bankalar bankası konumu buradan gelir. Çünkü bankaların hepsi onunla iş yapmaya mecbur bırakılmışlardır. Munzam karşılıklar merkez bankasında sadece kağıt banknot olarak değil altın olarak da tutulur. Bunlar bankanın temsil ettiği yükümlülükleri ifade eder. Temsil ettiği haşmetli atmosfer buradan kaynaklanır. Sonuçta tüm banka görevlileri devlet tarafından atanır, politikaları hükümet tarafından belirlenir ve diğer devlet siyasetleri ile birlikte koordine edilir. Vergileri banknot olarak alır ve bu aldığı kağıtları resmi ödeme aracı olarak tanımlar.

Bu önlemlerin doğal bir sonucu olarak bir ülkedeki tüm bankalar Merkez Bankasının kendi tabiyetinde tuttuğu müşterileridir. Bu özel bankalardan (ve kuyumculardan) altın da merkez bankasına doğru akar. Propagandası yapılan resmi görüş kişisel yatırımı altında saklamanın eski moda, yararsız, getirisiz ve etkisiz olacağı şeklindedir. Yüksek enflasyon ortamında mevduat faizinin de aslında negatif olduğu hiç dile getirilmez. Altın paralar yastık altı yerine devletin kasalarında gömülünce bunun ekonomiye ne faydası olacak?. Faydası sadece devlete daha fazla enflasyon yapabilme gücü kazandırmasında.

ABD’de 1917’de çıkarılan yasa gereği bankalar karşılık akçelerini FED’de tutmak zorunda kaldılar ve bu karşılıklar altın olarak elde tutulamıyordu. Yasaya göre altınların fiilen FED’e teslim edilmesi gerekliydi. Tüm bu proses sonucunda halk elinde altın para tutamaz hale geldi. Vatandaşın altınları devletin pek de şefkatli olmayan (kolayca el koyabilme imkanı olan) koruması altına verildi. O sırada uluslararası ticarette hala külçe altın kullanılması yaygındı.

Halk Federal Rezerv Bankasına çok fazla güvenmeye koşullandırıldığı için pek bir sorun olmadı. Memleketteki hemen tüm altın FED’in eline geçti. Bu üstelik onun hiç batmayacağına olan güveni daha da arttırdı. Vatandaş onun tağşiş (yoktan para yaratma) yetkisiyle de donatılmış olduğunu görmedi. Üstelik diğer özel bankaların da arkasında oluşu ve herhangi birinin sıkışıklığı durumunda son çare olarak devreye gireceği inancı özel bankalara olan güveni de arttırdı. Ayrıca 1933’de çıkarılan mevduat sigortası kanunu ile herkeste tüm mevduatların sigorta altında olacağı inancı yaygınlaştırıldı. Oysa gerçekte söz konusu olan sigorta oranı banka mevduatlarının tamamı için değil sadece küçük bir kısmı içindi.

Serbest bir banka sisteminde bir bankanın fazla açılması ve ödeme güçlüğüne düşmesi halinde bu doğal olarak bütün bankacılık sistemine sirayet eder. Merkez Bankası kurulmak istenmesinin temel amacı da zaten böyle bir tehlikenin önüne geçmektir. Ancak, Merkez Bankasının olduğu sistemde her bankanın ayni anda ve daha büyük ölçüde açılması mümkün ve birbiri üzerinden her bankanın müşterisi tüm ülke haline gelmektedir. Olayın çapı çok fazla büyümektedir. Şüphesiz sonuçta hiçbir banka merkez bankasının izin verdiğinden fazla büyüyemez ama ülkede bir merkez bankası olduğunda ülkenin enflasyon potansiyeli yok iken olduğuna göre çok daha artmaktadır. Merkez bankaları sayesinde devletler tüm bankacılık sisteminde enflasyonu yönetme ve kontrol etme gücüne kavuşmaktadırlar.

Enflasyonu Yönetme

Eğer FED para musluklarını kısarsa Borsa İstanbul çöker, kurlar yükselir, enflasyon azar, Türkiye ekonomisi çöker.


Merkez bankası özel bankaları nasıl regüle ediyor ? Tabii munzam karşılıklar yoluyla. Bankalar toplam mevduat yükümlülüklerinin belirli bir oranını ihtiyat akçesi olarak tutmak durumundadır. İşte ABD hükümeti bankaların tutmak zorunda oldukları bu karşılıkların oranını yasal olarak belirlemek suretiyle merkez bankasının işini kolaylaştırır. Merkez bankası da banka sistemine rezervler akıtarak, veya rezerv oranını düşümek suretiyle tüm ülkedeki kredi hacmini büyüterek enflasyonu uyarabilir. Sözgelimi bankalar eğer 1:10 bir rezerv/mevduat oranı tutmaktalarsa bu oranın üstünde tutulan 10 milyon dolar fazladan rezerv ulus çapında 100 milyon dolarlık bir banka enflasyonunu teşvik edecektir. Bankalar kredi hacmindeki büyümeden kar ettiklerinden ve hükümet bankaların iflas etmesini neredeyse imkansız hale getirdiğinden izin verilen azami miktarda parayı kredi olarak kullandırmak arzusundadır.

Merkez bankası piyasadan varlıklar satın alarak banka rezervlerinin miktarına bunu ekler. Bu durumda ne olur. Mesela Banka Mr. Jones’dan bir varlık satın alıp buna 1,000 dolar ödeyecek olsun. Bunun için Merkez Bankası Mr. Jones’a 1,000 dolarlık bir çek yazar. Merkez bankasında bireysel hesaplar yoktur. O yüzden Mr. Jones bu çeki alıp bankasına gider ve
bankasına verir, banka da çeki alıp ona 1,000 dolarlık mevduat açar. Banka çeki Merkez Bankasına verir. Karşılığında onun tuttuğu rezervlerine 1,000 dolar ekler. Bu 1,000 dolarlık rezerv daha çok sayıda banka kredisi genişlemesine fırsat vermektedir. Özellikle de bu şekilde eklenen rezervler ülke çapında pek çok bankaya sürekli olarak akmakta ise.

Eğer Merkez Bankası bir bankadan doğrudan bir varlık alımı gerçekleştirirse durum daha da açıktır. Bu alım doğrudan bankanın rezervlerine ekleneceğinden çoklu kredi genişlemesine bir baz oluşturulmuş olur.

Şüphesiz, Merkez Bankasının alacağı en favori varlık devlet tahvilleridir. Bunlar yoluyla devlet kendi tahvilleri için sürekli bir pazar bulmuş olur. Bu şekilde hükümet yeni tahviller çıkartmak suretiyle para arzını(enflasyonu) sürekli arttırabilir. Merkez Bankası bu tahvilleri piyasadan bedeli mukabili satın almak zorundadır. Ancak, bankaya doğru sürekli bir akış olmasını sağlayabilecek şekilde fiyatını belirli bir seviyede tutar ve bu şekilde enflasyonun sürekliliği sağlanmış olur.

Varlık satın almaları dışında Merkez Bankası bir başka yolla da yeni banka rezervleri yaratabilir. Onları ödünç verme (ikrazat) yoluyla. Merkez bankası bankalardan bu hizmetine karşılık (reeskont oranı) bir bedel alır. Tabii bankalar açısından(geri ödeme baskısı nedeniyle) tamamen kendilerine ait olan rezervler kadar cazip değildir. Reeskont oranlarındaki değişikliklerin piyasada çok fazla sözü edilir ama aslında banka rezervleri ve rezerv hadlerine göre ekonomideki gerçek önemleri çok daha azdır.

Merkez Bankası bankalara veya halka varlık satışı yaptığında ise bu durum banka rezervlerini azaltır ve kredi hacminde ve para arzında daralma (deflasyon) baskısı yaratır. Tarihsel olarak hükümetler enflasyoncudurlar. Deflasyon yaratan eylemleri ihmal edilebilir orandadır ve geçicidir. Şu gerçek genellikle unutulur. Deflasyon sadece daha önce gerçekleşmiş bir enflasyonun ardından gerçekleşebilir. Çünkü deflasyonun gerçekleşmesi için toplanıp imha edilebilecek varlıklar daha önce kaynaksız karşılıksız üretilmiş paralardır. Gerçek altın paraların tedavülden kaldırılıp ayrılarak imha edilmesi mümkün değildir.

Altın Standardının Terk Edilmesi

Merkez Bankasının kurulmuş olması bankların kredi genişlemesinin üzerindeki sınırlamayı kaldırmakta, enflasyon makinesini çalışır halde faaliyete koymaktadır. Yine de kendi başına tüm sınırlamaları kaldıramaz. Bir problem vardır o da bankanın kendisi. Yani mesela vatandaşın kriz durumunda (bankalardan tahsil edemediği parasını tahsil için) merkez bankasına hücum etmesi. Gerçi bu pek olası bir durum değildir. Daha korkunç olan olasılık ülkenin altınını yabancı ülkelere kaybetmesi. Bir banka nasıl genişlerken diğer genişlemeyen bankalara altın kaybederse, ayni şekilde bir ülke de ekonomik genişleme sonucu bir başka ülkeye altın kaybedebilir. Ondokuzuncu yüzyılda bu klasik döngüsel bir durumdu. Ülkenin merkez bankası kredi genişlemesi yaratır, fiyatlar yükselir(enflasyon), yeni para yurt içi oyunculardan yurt dışına atlar, ama yurt dışındakiler o ülke parası yerine altınla ödeme isterler, ülkeden altın eksilirdi. Sonunda merkez bankası devreye girer ve parasal standardı yeniden kurmak için kredileri(parasal genişlemeyi) kısardı.

Ülke dışına altın kaçmasını önlemenin bir yolu Merkez Bankaları arasındaki yardımlaşmadır. Eğer tüm ülkelerin Merkez bankaları eşit oranda enflasyon yapmakta anlaşırlarsa hiçbir ülke diğerine altın kaybetmez. Bu şekilde tüm ülkeler hep birlikte istedikleri kadar enflasyon yapabilirler. Ancak, her hükümetin kendi gücünü diğerinden kıskanması ve farklı baskılara muhatap olmaları nedeniyle böyle kaz adımlarıyla koordine hareket etmelerinin bu güne kadar hiçbir zaman mümkün olmadığı görülmüştür.

Yirminci yüzyılda hükümetler yoğun altın talepleriyle karşılaştıklarında enflasyonu sınırlama ya da deflasyon yapma yerine doğrudan altın standardının dışına çıkmayı tercih ettiler. Tabii bir merkez bankasının bastığı kağıt paralar ülke parası oldukça merkez bankasının batması düşünülemez. Paranın karşılığı olan altını ödemesi gerektiğinde de merkez bankaları hiç utanmadan bu yükümlülüğünü reddedip ödemeyeceğini ve banka sisteminin kağıt paralara altın karşılık ödeme yükümlülüğünün kaldırıldığını ilan ettiler. Şu anda dolar, pound, mark gibi ulusal paraların hiçbiri altın veya gümüş karşılığı değildir.

Hükümetler önceleri kağıt paraların kıymetli metal karşılığı olması yükümlülüğünün kaldırılmasının “geçici” olduğunu söylediler. Sanıldı ki savaş bittiğinde, ya da olağanüstü durum geçtiğinde paraların altın ve gümüşe dayalı olma hali yeniden geri kazanılacak. Oysa sonunda hükümetler (yabancıları, vatansever olmayan ülke düşmanlarını suçlayarak) altın standardını resmen ve fiilen kaldırdılar. Paralar “resmi irade” (hükümet iradesi) parası haline geldiler. Böylece hükümetlerin paramız üzerindeki saltanatı onları sultanların bile sahip olduğundan çok daha güçlü bir konuma getirdi.

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.