Bürokrasi

Sözlük | | Ağustos 28, 2014 at 4:39 pm

Bürokrasi yönetim iradesini temsil eden çok sayıda büroda konumlandırılıp, hiyerarşik yetkilendirilmiş kişiler ve uygulanan mevzuatları ifade eder. Kırtasiyecilik diye itici bir karşılığı da bulunur. Ancak bürokrasinin asıl itici tarafı kayıt kuyut ve mevzuatlarından ziyade onlarda vücut bulmakta olan ve bireyi aşağılayan hükmedici iradenin ta kendisidir. Bugün bilgisayarlarımız ve yazılımları sayesinde kırtasiye işlemleri yok mertebesine indirgenebilmektedir. Ancak;
devletlilerimizin hükmetme arzusu ve ona güç veren mekanizmalar varlığını sürdürdükçe
bürokrasi de insanlık için çok büyük bir sorun olmaya devam edecektir.

Bürokrasi Sözcüğünün Halk Dilinde Taşıdığı Anlam

Bürokrasi ve bürokrat tabirleri özellikle İngilizcede hakaret kastiyle kullanılır. Hiç kimse kendisinin bir bürokrat olduğunu ve işlerinde kırtasiyeci zihniyetiyle hareket ettiğini kabul etmez. Bu kelimeler daima bir tezyif, bir alay etme manası taşırlar. Kişiler, kurumlar ve işlemler hakkında hakarete karışık bir eleştiri yapmak isteyenler, bürokrat ve bürokrasi kelimelerini kullanırlar. Herkes bürokrasinin hakikaten fena bir şey olduğu ve dünya yüzünden kaldırılması lazım geldiği kanaatindedir.
Bürokrasi kelimesinin ifade ettiği anlamın kötüye yorumlanması sadece Amerika’ya ve diğer demokrat memleketlere has değil, genel bir durumdur. Otoriter bir hükümet örneği olan Prusya’da bile kimse bürokrat sıfatını kabul etmezdi. Prusya kralının Wirklichergeheimer Ober-Regierungsrat (kraliyet danışma meclisi başdanışmanı) sözgelimi sahip olduğu mevkii ve yetkilerinden büyük gurur duyardı. Halkın ve emrinde çalışanların kendisine karşı gösterdikleri saygı, izzeti nefsini okşardı. Gayet önemli ve icraatında şaşmaz bir şahsiyet olduğu kuruntusunu beslerdi. Ama ona “bürokrat” demek nezaketsizliğini gösteren bir kimse, küstahlık ve saygısızlık yapmış addolunurdu. Kanaatine göre, kendisi bir bürokrat değil, Haşmetli Kral Hazretlerinin emrinde gece gündüz hizmet gören bir devlet memuru idi.

Bürokrasiyi eleştirenler , “sol tarafa eğilim gösterenleri” kırtasiyeciliğin yayılmasına sebebiyet vermekten sorumlu tutmaktadırlar. Oysa “solcu akımlar” bürokrasiyi asla savunmazlar. Tam aksine bürokrasiyi mahkûm etmek konusunda solcular “gerici” dedikleri kimselerle birleşmekte tereddüt göstermezler. Onlar, hedef tuttukları “ütopyayı” gerçekleştirebilmek için, bürokrasi usullerine gerek duymadıklarını ileri sürerler. “Solculara” göre bürokrasi, kendilerini mahva sürüklen akımlara karşı koymak üzere kapitalistlerin başvurdukları etkisiz bir araçtır. Onlara göre sosyalizmin nihaî zaferi bir alınyazısıdır ve sonunda yalnız kapitalizmi değil, bürokrasiyi de yeryüzünden silecektir. Geleceğin saadetli sosyalist dünyasında ve topyekûn plancılığın mukaddes cennetinde bürokrasiden eser kalmayacaktır. Halk adamı hükümran olacak ve kendiişlerini bizzat görecektir. Bürokrasiyi sosyalizmin insanlığa vaat ettiği geleceğin ilk alameti sayma hatasına düşenler, dar kafalı burjuvalardır.

Bürokrasinin bir kusur olduğunda herkes birleşmektedir. Fakat kimse bürokrasinin tam ve açık bir tarifini yapma girişiminde bulunmamıştır. Bürokrasi kelimesi daima belirsiz bir anlam ifade etmiştir. Bürokrasinin ne olduğunu tarif ve izah etmeleri istendiğinde, bu kelimeyi kullanan birçok kimsenin zor duruma düşecekleri açıktır. Anlamını bilmeyenler nasıl oluyor da bürokrasi aleyhinde hüküm verebiliyorlar?

Bireycilik (Individualism) Bakımından Bürokrasi

Bürokratik eğilimlerin her gün biraz daha güçlenmesi karşısında bir İngiliz’e ne düşündüğünü soracak olursanız size şu cevabı verecektir:

  “Anglo-Sakson anayasası, temsili hükümet sistemine dayanır. Bu anayasa, idare edilen sınıfın iradesine göre kurulmuştu. Halk ve seçmenler, egemenliğin hakiki sahipleri idi. Hükümet, vatandaşların hususi işlerine müdahale edemezdi. Yasalara itaat eden vatandaşlar hür insanlardı”.

“Fakat şimdi, eski ve iyi sonuç veren demokrasi sistemi yerine bürokrasiyi ikame etmek doğrultusunda kuvvetli bir eğilim göze çarpmaktadır. Memurlar, vatandaşın yaşama şartlarıyla alakalı bütün işlere müdahale etmektedirler. Kamu makamları eskiden beri bireysel takdire bırakılması adet olan işlere karışmakla yetinmemekte; aynı zamanda yürürlükte bulunan kanunları nakzeden kararlar almaktadırlar. Bir çok önemli konuyu tamamıyla keyfi olarak, kendi takdirlerine göre halletmek suretiyle hakkı suiistimal etmektedirler. Kararlarıyla ilgili gözetim fiilî etkisini kaybetmiştir. Bürokratların nüfuz ve kuvveti her gün biraz daha artmaktadır. Yakın zamanda memleket idaresi tamamıyla onların eline geçecektir.”

“Bürokrasi sisteminin demokrasiye, liberalizm’e ve İngiliz Parlamento rejiminin ruhuna tam manasıyla aykırı bulunduğuna şüphe yoktur. Bürokrasi, serbest girişim ve mülkiyete karşı gösterdiği taassup ve düşmanlıkla belirginleşir. İşlerin sevk ve idaresini felce uğratır ve çalışma randımanını düşürür. Sebebiyet verdiği şuursuz israf ile milli serveti heba eder. Plâncılık iddiası gütmekle beraber, sınırları açık bir şekilde belirtilmiş bir program ve gayesi yoktur. Ahenk ve birlikten mahrumdur. Muhtelif dairelerin icraatı birbiriyle çelişir. Bu yüzden üretim ve dağıtım sisteminde aksaklıklar ortaya çıkar”. Fakirlik ve sefalet artar”.

 

Bürokrasi kavramının bu şekilde anlaşılması, İngiltere ve Amerika hükümet sistemlerinde hâkim bulunan eğilimleri canlı bir şekilde ifade etmektedir. Fakat asıl kaynaklarını başka yerde aramak gereken hadiselerden bürokrasiyi ve bürokratları sorumlu tutmak hatalı bir görüştür. Bürokrasi; gerçek nedenleri çok daha derin olan bazı bünyevî eğilimlerin sonucudur.

Bugün siyaset hayatında, girişim özgürlüğü yerine devlet kontrolünü ikame etmek doğrultusunda bir eğilim vardır. Kuvvetli siyasî partiler ve nüfuzlu zümreler ekonomik hayatın devlet kontrolü altına alınmasını, faaliyetin hükümet tarafından planlaştırılmasını ve işletmelerin devletleştirilmesini hararetle istemektedirler. Eğitim işlerinin hükümet gözetimi altına sokulması ve tıp mesleğinin devletleştirilmesi gerektiği ileri sürülmektedir. Her alanda, devlet müdahalesinin zorunlu olduğu ileri sürülmektedir. Onlara göre devlet kontrolü her derde devadır.

Mutlak hükümet kudretinin bu hararetli savunucuları totaliterlik istikametindeki, akımın gelişmesinde oynadıkları rolün önemini belirtmek konusunda gayet mütevazı davranmaktadırlar. Görüşlerine göre sosyalizm doğrultusundaki gelişmeden kaçınmak mümkün değildir. Tarihi gelişim zorunlu olarak insanlığı sosyalizm’e sürükler. Karl Marx ile birlikte belirttikleri gibi; sosyalizm tabiatın bertaraf edilmesi mümkün olmayan mukadder bir kanunudur. Özel mülkiyet, serbest girişim, kapitalizm ve kâr sistemi ortadan kalkmaya mahkumdur. “Zaman” insanlığı mutlak bir hükümet kontrolünün hüküm süreceği bir dünya cennetine doğru götürmektedir. Totaliterlik cereyanının öncüleri, kendilerini “ilerici” (terkiperver – progresif) diye adlandırmaktadırlar. İnsan kudretinin durdurmaya muktedir olamayacağı sanılan sosyalizm cereyanına karşı direnmeye çalışanlara ise “gerici” (mürteci) damgası vurulmaktadır.

Solcuların “ilerici” politikası, devlet teşkilatında yeni kadroların bir mantar çabukluğu ile üremesine yol açmaktadır. Bürokratlar çoğalmakta ve bireysel hareket serbestisini adım adım daraltmak doğrultusunda harcanan gayretler artmaktadır. Solcuların “gerici” diye vasıflandırdıkları kimseler özel işlerinde maruz kaldıkları müdahalelerden olumsuz etkilenmekte ve bürokratların ehliyetsizlik ve israflarını acı eleştirilere hedef tutmaktadırlar. Ancak, bürokrasi ile mücadele edenler, küçük bir azınlıktan ibarettir. Bürokrasi sisteminin yayılması ile sonuçlanan siyasi cereyanların daima parlamentoçoğunluğuna dayandığı gözönünde tutulması gereken bir gerçektir. Bürokrasinin kanuna ve demokrasiye aykırı yollardan hedefine eriştiğini ileri sürmek doğru olmaz. Meselâ bürokrasinin henüz yeni gelişme halinde bulunduğu Büyük Britanya’da iktidar hâlâ parlamentonun elindedir. Seçimler tam bir serbesti içinde yapılır ve seçmenler hiçbir bakıya maruz kalmazlar. Halk, seçimlerde oyunu belli etmek suretiyle, diler ise tekrar liberal rejime dönebilme imkanına sahiptir.

İngiltere’de Stuart’lar devrinden beri ilk defa olarak, bazı halkçı yazar ve politikalar – hükümet programı tahakkuk edinceye gadar- parlamento elindeki iktidarın sınırlanmasını ve fikir, söz ve basın özgürlüklerinin kontrol altına alınmasını teklif etmektedirler. Sosyalizm taraftarlarının bu hareketi, iktisadî devlet gözetiminin hürriyet, temsilî hükümet sistemi ve demokrasi prensipleri ile uyuşamayacağını açıkça göstermektedir. Ekonomik faaliyetleri devlet otoritesi altına sok mak yönündeki eğilimler eğer önlenemeyecek olursa, ileride büyük Britanya’da hürriyetin engelleneceği ve Rusya’yı veya Almanya’yı model alan bir diktatörlük kurulacağı muhakkaktır. Ancak, memnuniyetle kaydedelim ki, Büyük Britanya henüz özgür bir ülkedir ve totaliterlik cereyanları bütün halk tarafından desteklenmemektedir.

Güçlendirilmiş bürokrasi vatandaşı ayakları altında ezebilir, ancak yaygın bir deyişe göre vatandaşın bürokratın bir düğmesini koparması iki yıldan başlar


Bürokrasiyi eleştirenlerin en büyük hataları, hücumlarını hastalığın esas sebebine değil görünüşteki belirtilerine yöneltmiş olmalarıdır. Asıl mücadele edilmesi gereken hastalık totaliterlik eğilimleridir. Ekonomik faaliyetleri idari disiplin altına alan önlemlerin parlamentodan geçirilmiş kanunlarla veya idari kararlarla sağlanmış olması arasında hiçbir fark yoktur. İcra makamlarının yetkilerini genişletmek maksadıyla baş vurulan teknik formalitelerin nitelik ve türleri fazla bir önem taşımaz. Parlamentonun yasama yetkilerinden yürütme kuvveti lehine feragat edip etmemesi de, ikincil bir olaydır.

Hükümete ekonomik faaliyetleri düzenleme yetkisi verildikten sonra, serbest girişim sisteminde piyasa faktörleri arasıındaki otomatik dengeye bağlı bulunan işlemleri resmi makamlar marifeti ile düzenleyebilmek için birçok kararnameler çıkarmak gerekir. Üretimin talebe göre ayarlanmadığı durumlarda, devlet denetim ve gözetimine gerek duyulması gayet doğaldır. Bu durumda üretici, üretim türleri, fiyat tarifesi ve ham madde temini imkanları hakkında sürekli olarak hükümetten direktif almak zorunluluğunda kalır. Ücret meseleleri, tüketim maddelerinin dağıtımı, kamu makamlarının takdirine tabi tutulur. Ekonomik koşullarda meydana gelen her değişiklik sınırlama ve düzenleme önlemlerinin yeni baştan gözden geçirilmesini gerektirir. Ekonomik önlemler için sürekli şekilde parlamentoya başvurma zorunluluğu bürokratların gücünü azaltmaz. Çünkü bu durumda parlamento bir hükümet tasarısı sağnağına tutulacaktır. Milletvekilleri yetki ve uzmanlıklarının sınırını aşan konular karşısında kalacaklardır. Zamanın darlığı ve eldeki bilgilerin yetersizliği idari makamlar tarafından hazırlanan kanun tekliflerini ciddi vir tetkike tabi tutmaya imkan bırakmayacaktır. Tasarıyı hazırlayan idare amirlerinin verdikleri açıklama ile yetinmek ve hükümetin ekonomik konulardaki yetkilerini genişleten kanun hükümlerini bir bütün halinde (torba yasa) onaylamak zorunluluğu ortaya çıkacaktır. Vekiller yapılan tekliflerin bütün ayrıntısı üzerinde ayni dikkat ve hassasiyeti göstermeye imkan bulamayacaklardır.

Parlamentoların görüşme usulleri; üretimin özel mülkiyet elinde bulunduğu ve tüketim ihtiyaçlarının kıymet ifade ettiği özel teşebbüs rejimlerindeki şartlara uygun düşmektedir. Ancak, hükümet mutlak bir iktidara sahip bulunduğu zaman, parlamento çalışmalarının kalitesi düşmektedir. Bugünkü parlamento sisteminin esaslarını kuranlar; devletin bir gün gelip portakal, biber, traş bıçağı, boyunbağı veya sofra örtüsü fiyatlarını düzenlemeye kalkışacaklarını asla hatırlarına getirmemişlerdir. Eğer onlar böyle bir durumla karşılaşmış olsa idiler; iktisadi devlet kontrolünün meşrutiyet ve demokrasi sistemi ile telif edilemeyeceğini anlamakta zorluk çekmezlerdi.

Sosyalist ülkelerin diktatörler tarafından idare edilmesi bir tesadüf eseri değildir. Totaliterlik ve halk idaresi bir arada bağdaşamaz. Eğer Hitler ve Stalin ihtiyaç duydukları önlemleri “parlamento”ların onayına sunmak konumunda olsalardı Almanya ve Rusya’daki durum yine pek farklı olmazdı. İktisadî kontrol rejimlerinde, parlamentolar kavuk sallamaktan başka bir iş görmezler.

Totaliterlik aleyhtarları vatandaşların yaşama şartları bakımından hayatî önem arzeden konularda bürokratların takdir haklarını serbestçe kullanma imkanına sahip bulunduklarını söylemekte haklıdırlar. Makam sahipleri halkın hizmetkarı olmaktan çıkmışlar, keyiflerinin istediğini yapan sorumsuz birer zorba kesilmişlerdir. Fakat bu bürokrasinin kendi kabahati değildir. Esas sorumluluk hükümetin görev ve yetkilerini sınırsız bir şekilde genişleten ve halkın kişisel özgürlük alanını daraltan siyasi rejimlere aittir. Bu rejimlerin çoğunda ise halk hâlâ egemenliğini muhafaza etmekte ve mevcut sistemi yıkma gücüne sahip bulunmaktadır.

Bürokrasinin serbest teşebbüs ve özel işletmeler aleyhinde amansız bir husumet beslediği bir gerçektir. Ancak, bürokrasiyi destekleyenler de bu düşmanlığı özendirmekte ve yüceltmektedirler. Özel teşebbüsü baltalamak maksadıyla girişilen icraat iftihar konusu olmaktadır. İktisadi faaliyeti tamamiyle devlet kontrolü altına sokmak gayesiyle hareket edilmekte ve bu kontrolü bertaraf etmeye çalışan iş adamları birer “halk düşmanı” ilan edilmektedir.

Bugünkü siyaset kavgalarının hedefi, özel mülkiyet (kapitalizm ve serbest piyasa düzeni) veya üretim araçlarının üzerinde mutlak devlet kontrolü (sosyalizm, komünizm, planlı ekonomi) rejimlerinden birini toplum düzenine temel olarak kabul ettirebilmektir. Kapitalizm; teşebbüs özgürlüğü ekonomik meselelerde tüketim ihtiyaçlarının üstün tutulması ve siyaset hayatında seçmenlerin iradelerini kabul ettirebilmeleri demektir. Sosyalizm ise; hükümetin özel girişime müdahalesi ve üretim mekanizmasının merkezi bir kuruluş tarafından idaresi ile belirginleşir. Her iki sistem arasında bir uyum ve denge kurabilmek mümkün değildir. Kapitalizm ile sosyalizm arasında bir tercih yapmak Amerikan halkının hayat tarzını yahut da Rusların tuttukları yolu model olarak seçmek demektir.

Doktrin mücadelesinde kapitalizm tarafını tutacaklar, bir an önce vaziyetlerini açıkça belli etmelidirler. Kendileri için, özel mülkiyeti ve girişim özgürlüğünü desteklemek zamanı gelmiştir. Sosyalizme zemin hazırlayan önlemlerin bazılarını tenkit ile yetinmekte fayda yoktur. Totaliterlik cereyanının gelişmesi karşısında hareketsiz kalarak, yalnız ikincil önemdeki olaylar üzerinde durmak manasızlıktır. Bu itibarla, asıl dava ihmal edilerek tenkitlerin bürokrasi rejiminin mahzurları üzerinde toplanması, beklenen semereyi vermemektedir.

Solcu Eğilimler Bakımından Bürokrasi

Bürokrasiyi eleştiren solcular, büyük işletmelerin bürokratlaştırılmasından şikayet ederler. Bu şikayetin dayandığı sebepler şunlardır. “Eskiden işletmeler hacim itibariyle daha küçüktü. Teşebbüs sahibi kendi işletmesindeki servislerin faaliyetlerini bizzat yakından takip eder ve mühim işlerde bizzat karar verirdi. Sermayenin tamamı veya mühim bir kısmı müteşebbise aitti. Teşebbüsün kar veya zararı işletmeyi idare eden şahıs için hayatî bir önem arzederdi. İsrafı önlemek ve tesislerden azami yararı temin etmek için mümkün olan herşey yapılırdı.

Bürokrasi tarafından ihracat amacıyla tohumluğuna varıncaya kadar köylünün elindeki tüm hasadın üzerlerine gönderilen şok tugayları marifetiyle zor kullanılarak ellerinden alınması (Bkz. Holodomor Olayı) ve köylünün tamamen yiyeceksiz bırakılması nedeniyle 1932 yılında sadece Ukrayna topraklarında yaşayan 5 milyon kadar köylü açlıktan öldü. Bürokrasinin senelerce gizlemeğe çalıştığı bu olayın bir soykırım olup olmadığı hâlâ tartışılmaktadır. Ancak, hükümet kararlarıyla bürokratik uygulamanın köylüleri aç bıraktığı ve 5 milyon kadarının açlıktan ölmesine neden olduğu açık bir gerçektir.


Ancak, ekonomik merkezileştirme hareketleri üretim koşullarını değiştirmiştir. Bugün üretim alanında büyük işletme sisteminin hakimiyet kurduğunu görmekteyiz. Sermayenin anonim bir mahiyet kazanmış olması asıl hisse sahiplerinin işlerde fiilen oy sahibi olmalarını güçleştirmiştir. İşletme faaliyetinin yürütülmesi, profesyonel yöneticilere bırakılmıştır. İşletme hacimleri son derece genişlemiştir. Yönetim mekanizmasını çeşitli kısım ve şubelere ayırma gereği ortaya çıkmıştır. İşlerin cereyanında kırtasiyecilik bertaraf edilememiştir.

Bugün teşebbüs özgürlüğünü savunanlar; ortaçağ sanatçıları için methiye yazanlar kadar romantik gözükmektedir. Onlar küçük veya orta çapta üretim girişimlerinin sahip oldukları vasıfları ayni zamanda dev işletmelere de atfetmekle ağır bir hata işlemişlerdir. Büyük işletmeleri parçalamak ve üretim birimlerinin çapını küçültmek artık söz konusu olamayacak bir şeydir. Tam aksine merkezileşme lehindeki akımlar gittikçe kuvvet kazanmaktadır. Tekel halinde çalışan büyük işletme esnekliğini kaybederek kırtasiye içine gömülmeğe mahkumdur. Dev işletmelerin sorumsuz yöneticileri irsî bir aristkrasi kurma eğilimindedirler. Hükümetler ise; kudretli mali klikler elinde birer oyuncak olma tehlikesine açıktır.

“Sanayi liderlerinin kudretini kırmak üzere hükümetlerin harekete geçmesi lazımdır. Hükümet aleyhindeki itirazlar yersizdir. Sorumsuz sermaye sahiplerinin baskıcı kırtasiyeciliği ile halk hükümranlığı arasında bir tercih yapmak gerekir.”

Bu şekilde br muhakeme yürütmenin tek taraflı bir mahiyet taşıdığı aşikârdır. Hükümetlerin kırtasiyeciliği önleyemediklerine dair yapılan tenkitlere; solcular ve “NewDeal” taraftarları, bürokrasinin yalnız hükümet teşkilatına mahsus bir kusur olmadığını belirtmek suretiyle cevap vermektedirler. Kanaatlerine göre, bürokrasi, hem kamu teşkilatında ve hem de özel girişim alanında rastlanan genel ve geniş kapsamlı bir olaydır.

Bu yazının amacı; girişim faaliyeti devlet müdahalesinden masun kaldığı takdirde, kâr amacıyla çalışan bir işletmenin – hacmi ne olursa olsun – hiçbir zaman kırtasiyecilik tehlikesine maruz kalmayacağını ispata çalışmaktır. Esneklikten mahrum bir bürokrasi rejimine doğru kaydedilen ilerleme iş hayatıyla alakalı değildir. Bürokrasinin iktisadi hayatta kök tutması, devlet müdahalesinin bir sonucudur. Bürokrasi toplumun ekonomik yapısında kâr kavramının oynadığı rolü sınırlamak maksadıyla başvurulan hükümet önlemlerinin bir ürünüdür.

Bu satırlarda, işletmelerde görülen bürokrasi eğilimlerine dair yapılan şikayetlerden yalnız bir tanesi üzerinde duracağız. Halkın düüncesine göre; bürokrasi, “ehliyetsiz ve iyi bir şef vasfından mahrum” idarecilerin eseridir. İktisadî sahada “yapıcı ve yaratıcı vasıflara sahip” idarecilere ihtiyaç vardır.

Siyaset hayatında, başsızlıktan şikâyet etmek, diktatörlük partizanlarının klasik propaganda tarzıdır. Diktatörlük taraftarlarına göre, demokrasilerin başlıca kusuru, büyük bir “Führer” veya “Duçe” yetiştirememeleridir.

Ekonomi sahasında ise, üretim ve dağıtım sistemini arz ve talep değişikliklerine göre ayarlayabilen ve teknik yenilikleri pratik sahada uygulamayı başarabilen bir işletmeci, yapıcı ve yaratıcı vasıflara sahip bir idareci kabul edilir. Daha fazla, daha iyi ve daha cuza mal çıkaran ve halkın üretim hasılasından yararlanma imkânlarını arttıran bir sanayici, gerçek bir büyük iş adamıdır. Büyük iş adamı bir liderdir. Rakiplerini kendi izinden yürümeye ve aksi takdirde faaliyetlerini durdurmaya mecbur eder. Üretim birimlerini bürokrasi gelenekleri içinde paslanmaktan koruyan yaratıcı fikir ve yenilik ihtiyacıdır. büyük iş adamı, kapitalizm ve serbest girişim düzeninin sağladığı uygun koşullar sayesinde yorulmak bilmez bir enerji ile daima yeniliğe doğru gider.

Bugün İngiltere ve Amerika’da bu tip liderler bulunmadığı iddia olunamaz. İngiliz ve Amerikan iş çevrelerinin büyük şahsiyetlerinden bazıları hâlâ hayatta ve iş başındadırlar. Yeni yetişenler hakkında fikir yürütmek konusunda ise biraz ihtiyatlı davranmak gerekir. gençlerin ortaya çıkardıkları eserlerin değerini gereğince takdir edebilmek için, aradan zaman geçmesine ihtiyaç vardır. Hakiki dehalar, muasırları tarafından nadiren anlaşılabilirler.

Toplum dâhi yaratmak ve yetiştirmek konusunda hiçbir etki yapmak imkânına sahip değildir. Yaratıcı deha, kendiliğinden ortaya çıkar. Dehânın mektebi yoktur. Dâhi bütün mekteplere ve nizamlara meydan okuyan, geleneklerin ve göreneklerin etkilerini silkip atabilen ve yeni bir çığır açan adamdır. Dâhi, kendi kendini yetiştirir; o daima bir hocadır. Lâkin hiçbir zaman talebelik etmemiştir. Dâhi, başarılı olabilmek, için iktidar sahiplerinin lutfuna muhtaç değildir. Ancak hükümet yaratıcı zekanın gayretlerini felce uğratacak ve cemiyete faydalı hizmetlerde bulunmasına meydan bırakmayacak şartlar ortaya çıkartabilir.

Bugün, ekonomik faaliyetin gelişim ve ilerlemesini aksatan şartlar karşısında bulunuyoruz. Bir an için gelir vergisinin ekonomik etkilerini göz önüne getirelim. Artan oranlı vergi sisteminin henüz uygulanmaya başlamadığı çağda, birisinin yeni bir üretim yöntemi bulduğunu tasavvur edelim. Fakir, maddi imkanları sınırlı ve başkalarından ödünç aldığı sermaye ile çalışmak konumunda bulunan bir girişimcinin durumunu hayalimizde canlandıralım. Yeni girişimci, ilk başarısını kazandığı zaman, zati masraflarını artırmayacak ve kârının önemli bir kısmını işini genişletmeye hasredecektir. tesislerini az zamanda büyütecektir. Kendi sahasında bir lider mevkiine geçecektir. Rakipleri olan eski ve zengin firmalar, faaliyetlerini piyasa şartlarında ortaya çıkan değişikliğe uyumsağlama zorunluluğunu duyacaklardır.Üretim ve çalışma tekniğindeki ilerleme karşısında kayıtsız kalamayacaklar ve bürokrasinin rehaveti içine gömülemeyeceklerdir. Uyanık durmak ve yenilikleri takip etmek zorunluluğunu hissedeceklerdir. Eğer yeni girişimci ayarında bir organizatör veya teknisyen bulamazlarsa sermayelerini kurtarmak için rakiplerine sığınmak durumunda kalacaklardır.

Zamanımızda ise, gelir vergisi, henüz yeni faaliyete geçmiş bir girişimcinin elde edeceği kazancın %80’ini mükellefiyet altına almaktadır. İş hayatına atılan girişimci sermaye biriktirmekte ve eserini kendi imkanlarıyla genişletmekte güçlük çekmektedir. Eski kuruluşlar kıyasıya rekabet tehlikesinden kurtulmaktadır. Amortismanı tamamlanmış sermaye; yatırım imkanları bakımından sıkıntı çeken yeni teşebbüslere etkili bir koruma temin etmektedir. Üretim ve çalışma metotlarında devrim yapan girişimci gelir vergisinin baskısı altından çok güçlükle kalkabilmektedir. Bu durum eski kuruluşları tesislerini yenilemek külfetinden vareste kılmaktadır. Sınaî gelişme temposu ağırlaşmaktadır. Kazancın önemli bir kısmı devlet hazinesine devrolunduğundan yatırım sermayesi bulmak zorlaşmaktadır. Üretim bünyesi esnekliğini kaybetmektedir.

Hemen hemen bütün memleketlerde, vergi kanunları sanki sermaye birikimini önlemek maksadıyla kaleme alınmıştır. “Terakki severler” ekonomik alanda liderlik edecek ehliyete sahip yaratıcı zekâların yokluğundan şikayette haksızdırlar. Büyük eser kuracak kabiliyette insanlar vardır. Eksik olan, bu insanların kabiliyetleri ölçüsünde randıman vermelerine imkan verecek şartlardır. Çağdaş ekonomi siyaseti, mucitlerin ve devrimcilerin kollarını bağlamak konusunda Ortaçağ loncaları kadar başarılı olmaktadır.

Osmanlı başkentinin akdenizin büyük sanayi ve ticaret merkezlerinden biri haline gelememesinin esas nedeni olarak kent bürokrasisinin yasaklar ve kurallarla üretim ve ticaret hayatını bir cehennem haline getirmesi gösterilmektedir. Aslında ilk bakışta doğru ve haklı gibi görülebilen bu kurallar uygulamada bürokrasiye vatandaşı kırbaçlama, falakaya yatırma, rüşvet alma, malına el koyma gibi haklar verdiğinden sanayi ve ticareti bu kentten kaçırtmıştır.

Bürokrasi ve Totaliterlik

Bu yazıda bürokrasinin tarihi, kökleri ve hükümranlığı geniş bir saha üzerrine yayılmış her devletin idare mekanizmasında kırtasiyeciliğin yer tutmuş bulunduğu anlatılmaktadır. Mısır Firavunları Çin İmparatorları ve diğer büyük müstebitler, muazzam birer bürokrasi cihazı kurmuşlardır. Ortaçağ feodalitesi ise, büyük bir memleket içinde bürokratlardan ve bürokrasiden azade bir teşkilat kurma doğultusunda yapılmış bir girişimdir. Bu girişim başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Siyasî birlik parçalanmış ve yerini anarşiye terk etmiştir. Başlangıçta merkezi hükümete bağlı olan derebeyleri zamanla bağımsızlık kazanmışlar; kralı, adaleti ve kanunları çiğnemişler ve aralarında mücadeleye tutuşmuşlardır. derebeylerinin itaat altına alınması, onbeşimci asırdan itibaren Avrupa’daki kralların başlıca gayesini teşkil etmiştir. Modern devlet, feodalitenin harabeleri üzerinde kurulmuştur. Bürokratların nüfuz ve iktidarı derebeylerinin ve prenslerin hükümranlığı yerine kaim olmuştur.

Fransa Kralları, feodalitenin yıkılmasında önemli bir rol oynamışlardır. Alexis de Tocqueville‘in araştırmaları Bourbon Krallarının derebeylerini ve asilzadeleri ezmek maksadıyla harcadıkları gayretleri ortaya koymaktadır.

Fransız ihtilali ise, kralların başladığını tamamlamaktan başka birşey yapmamıştır. Devrim, kralların keyfî idaresine son vermiş, idarî işlerin kanun hükümlerine uygn olarak görülmesini sağlamış ve memurların takdir hakkını daraltmıştır. Fransız ihtilali, bürokrasiyi anayasa prensipleri ile sınırlamıştır. On dokuzuncu asır Fransız idare sistemi, bürokratların keyfî icraatını kanun kuvvetiyle, imkan nispetinde daraltmayı hedef tutan bir girişimdir. Bu sistem, Anglo-Sakson camiası dışında kalan diğer liberal memleketlere örnek teşkil etmiştir.

Mutlak hükümet iktidarı taraftarlarının hayranlıkla karşıladıkları Prusya idare sistemi, başlangıçta, Fransız teşkilatının bir kopyesi mahiyetinde idi. “Büyük”Kral Frederick II, yalnız Fransız usullerini kabul etmekle kalmamış, aynı zamanda bu usulleri uygulayacak personeli de Fransa’dan getirtmişti. Posta Nazırlığına (Ulaştırma Bakanlığı) ve Akademi reisliğine birer Fransız tayin etmişti. Bugün nasıl Amerikalılar bürokrasinin kendilerine yabancı bir hadise olduğunu söylüyorlar ise, On sekizinci yüzyıl Prusyalıları da aynı iddiada bulunabilme hakkına sahiptiler.

Anglo-Sakson memleketlerindeki idare hukuku tekniği Avrupa hükümetlerinde olduğundan çok farklıdır. İngilizler ve Amerikalılar, kendi sistemlerinin keyfi idare tarzına yer vermediği kanaatindedirler. Lâkin, son yirmi otuz yıl zarfında geçirilen tecrübeler gösteriyor ki; hiçbir hukukî bünye, kuvvetli ideolojilere dayanan cereyanların etkilerine karşı koyma imkanına sahip değildir. Ekonomiye devlet müdahalesi fikrinin halk tarafından pek fazla yadırganmaması ve sosyalizm akımları; Anglo-Saksonların yirmi nesilden beri keyfî idareye karşı kurmuş bulundukları emniyet duvarlarını tahrip etmiştir. Bugün çiftçi ve işçi sınıflarından oluşan büyük seçmen kitleleri ; geleneksel Amerikan hükümet sistemini bir plütokrasi olarak vasıflandırmakta ve birey lehine hiçbir koruma tanımkayan Rus siteminin uygulanmasını istemektedir.

Totaliterlik, yalnız bürokrasi demek değildir. Totaliterlik; bireyin yaşamak, çalışmak ve dinlenmek hakkını resmi makamlar emrine terk etmesi demektir. Bu ise insanlığı, her şeyi içine alan bir cebir ve sıkıştırma cihazının unsurlarından biri haline getirmektedir. Böyle bir durum karşısında, birey hükümetinin onaylamadığı şeylerden hiçbirini yapma yetkisine sahip olamaz. Vatandaş, aykırı fikir beyan etme özgürlüğünden mahrum bırakılır. Toplum – sosyalizm taraftarlarının kanaatince – disiplinli bir işçi ordusu veya – sosyalizm aleyhtarlarının söylediği gibi – bir hapishane haline gelir. Medeni milletler, kökleri geçmişin derinliklerine uzanan yaşayış tarzını terketmek konumunda kalırlar. Ancak, bu suretle – Hegel’in tasavvur ettiği gibi- tek bir insanın hür yaşadığı ve bütün milletin esaret altında süründüğü baskı rejimlerine dönüşmüş olacağını zannetmemelidir. Çünkü Asya’lı müstebit hükümdarlar tebaalarının günlük hayatlarına karışmazlardı. Asya memleketlerinde ; çiftçi ve esnaf kendi işlerinde tamamiyle serbestti ve Kral ile maiyeti tarafından rahatsız edilmezlerdi. Halbuki modern sosyalizm’de, durum bambaşkadır. devlt, insanları beşikten mezara kadar kendi müdahalesi altında tutar. “Yoldaşlar” iktidar sahiplerinin emirlerini yerine getirmek üzere “daima hazır” bulunmak zorundadırlar. devlet, vatandaşın aynı zamanda muhafızı ve efendisidir. Çalışma, gıda ve eğlence rejimlerini bizzat devlet tayin eder. Vatandaşın düşünmesi ve inanması lazım gelen şeyleri belirleme yetkisi de yine devlete aittir.

Halkı bombalayabilir, geniş ve verimli toprakları kara mayınlarıyla doldurabilir, ormanları, köyleri yakabilir, tüm bu yaptıklarının gizli kalması için yasama, yürütme ve yargı nezdinde çeşitli önlemler alır. kendisini engellemeye çalışanları şiddetle cezalandırır. Bürokrasi, bütün bu türden devlet tasavvurlarını yürürlüğe sokmakta kullanılan temel bir araçtır.


Bürokrasi, devlet tasavvurlarını yürürlüğe sokmakta kullanılan bir araçtır. Bu itibarla, sistemin kötülüğünden bürokratları şahsen sorumlu tutmak doğru olmaz. Kabahat, bürolarda görevli erkek veya kadın memurların değildir. Onlar, yanlış esaslar üzerine kurulmuş bir düzenin kurbanlarından başka kimseler değillerdir. Fena olan küçük memurlar değil, yürürlükte bulunan sistemdir. Bir hükümet, bürolardan ve bürokrasi usullerinden tamamiyle vazgeçemez. Bazı kamu kurumlarının varlığı devlet için hakikaten gereklidir. Mülkiye teşkilatı olmaksızın sosyal uyum sağlanamaz.

Halk, bu kurumların varlığından değil, bütün sosyal ve ekonomik faaliyet alanlarına müdahale etmesinden şikayetçidir. Bürokrasi aleyhine açılan mücadele, hakikatte totaliter diktatörlüğe karşı bir isyan mahiyetindedir. Hürriyet ve demokrasi uğrundaki savaşın bürokrasi aleyhinde bir mücadele olarak vasıflandırılması, ifade yanlışlığıdır.

Fakat bürokrasi [/caption]
Bürokrasi, devlet tasavvurlarını yürürlüğe sokmakta kullanılan bir araçtır. Bu itibarla, sistemin kötülüğünden bürokratları şahsen sorumlu tutmak doğru olmaz. Kabahat, bürolarda görevli erkek veya kadın memurların değildir. Onlar, yanlış esaslar üzerine kurulmuş bir düzenin kurbanlarından başka kimseler değillerdir. Fena olan küçük memurlar değil, yürürlükte bulunan sistemdir. Bir hükümet, bürolardan ve bürokrasi usullerinden tamamiyle vazgeçemez. Bazı kamu kurumlarının varlığı devlet için hakikaten gereklidir. Mülkiye teşkilatı olmaksızın sosyal uyum sağlanamaz.

usullerinden ve muamelelerinden şikayet edilmesi de tamamiyle esassız değildir. Bürokrasi faaliyetinde göze çarpan aksaklıklar, aynı zamanda, sosyalist ve total/h6Halk, bu kurumların varlığından değil, bütün sosyal ve ekonomik faaliyet alanlarına müdahale etmesinden şikayetçidir. Bürokrasi aleyhine açılan mücadele, hakikatte totaliter diktatörlüğe karşı bir isyan mahiyetindedir. Hürriyet ve demokrasi uğrundaki savaşın bürokrasi aleyhinde bir mücadele olarak vasıflandırılması, ifade yanlışlığıdır. iter rejimlerin zaaf noktalarını teşkil etmektedir. Bürokrstrongasi sorunları üzerinde derinleştirilecek bir araştırma sosyalizm ütopyasının niçin uygulama kabiliyetinden mahrum bulunduğunu ve bu alanda girişilen tecrübelerin sadece sefalet doğurmakla kalmayarak, niçin karışıklığa ve sosyal uyumun bozulmasına yol açtığını da gösterebilir. Bürokrasi konusu üzerindeki araştırmalar, kapitalizm ve sosyalizm hakkındaki tetkikler için iyi bir hareket noktası teşkil ederler.

Ticaret Zihniyeti ve Bürokratik İdare Tarzı

Bürokrasinin gerçek anlamını anlayabilmek için, ticaret zihniyetinin kapitalist toplum bünyesinde oynadığı rolü analiz etmek gerekir. Kapitalizm’in ana hatları da bürokrasinin esas güdücü sebepleri kadar az bilinmektedir. demagojiye dayanan propaganda mahsulü yanlış rivayetler, kapitalizm hakkında gerçeklere uymayan kanaatler uyandırmıştır. Kapitalizm, insanlık refahını tarihin hiçbir çağında görülmemiş bir seviyeye eriştirmiştir. Kapitalist memleketlerin nüfusu, “sanayi devriminden beri” birkaç misli yükselmiştir. Kapitalizm sayesinde, halk eskisine oranla son derece zenginleşmiştir. Buna rağmen, bir çok kimseler girişim serbestliğini ve özel mülkiyeti iyi bir gözle görmemekte ve küçük bir zümrenin kütleyi bencil menfaatler uğrunda istismar ettiğini zannetmektedir. Yegâne eserleri tarımsal üretimi baltalamak ve teknik gelişme yollarını kapamaktan ibaret olan politikacılar, kapitalizmi bir tür “yoksulluk ekonomisi” olarak göstermekte ve sosyalizm’in bolluk ve refah getireceğinden bahsetmektedirler.

Avusturya doğumlu düşünür, ekonomist, sosyolog, ABD vatandaşı Ludwig von Mises, 1944 tarihli Bürokrasi isimli çalışmasında bürokratik idare ile kar ve zarar üzerine kurulu yönetim arasındaki farklara ve devlet bürokrasisinin ekonomik işletmelere müdahalesiyle ortaya çıkan kötülüklere işaret etmektedir. Bu yazının tamamı ilgi eserin giriş bölümünden alınmıştır.


ABD’de işçilerin bile özel otomobilleri vardır. Fakat buna rağmen, sendika şeflerinin, hâlâ paçavralar içinde yalın ayak gezen Rus işçilerine gpta ettikleri ve Rusya’da sendikalar lağvedilerek grevciler en ağır cezalara çarptırıldığı halde, çalışan sınıfın hakiki anlamda bir özgürlüğe sahip bulunduğunu söyledikleri görülmektedir.

Sosyalizm propagandacılarının okudukları masallar üzerinde daha fazla durmağa lüzum yoktur. Maksadımız sadece iki sistem arasında bir karşılaştırma yapmaktır.

İş hayatında iki ayrı sistem göze çarpmaktadır. Özel girişim ve (hükümet veya belediye) kamu işletmeleri. Kamu işletmeleri ile kâr amacı güden özel işletmeler arasında derin bir zihniyet ve mahiyet farkı bulunduğu açıktır. Bu itibarla, her iki faaliyet sistemini belirginleştiren usuleri incelememiz ve karşlaştırmamız gerekir. Bürokrasinin faydaları, sakıncaları ve işleyiş tarzı; ancak serbest piyasa düzeni içinde kâr maksadıyla faaliyette bulunan kuruluşların durumunu gösteren bir karşılaştırma sonucunda belirtilebilir.

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.