Cumhurbaşkanına dil uzatmaya cüret etmek

Zeitgeist / Denemeler | | Aralık 29, 2014 at 10:39 am

Buyurmuşlar ki “Her kim olursa olsun, cumhurbaşkanının makamına saygı göstermesi gerekir”. İşte Saltanat (Sultanate) hakikaten böyle bir şey. “her kim ki dil uzatmaya cüret eyleye, vay gör ki başına neler gele

Osmanlıda bir Sultan uzaktan geçerken halkın coşkuyla “padişahım çok yaşa” diye bağırması gerekirdi. Her kim ki o coşkuya iştirak etmez, işte o zaman hafiyeler onu mimler, aset’ler gelir yakalar ve götürürlerdi. NAZİ cumhuriyetinde sivil vatandaşların bile çeşitli durumlarda “Çok yaşa (Heil) Hitler” diye selam çakması gerekirdi. Duçe Mussolini’nin İtalyası böyleydi. Stalin Rusya’sında orada burada yer alan Marx heykellerinin önünden geçerken selam verme mecburiyeti vardı.

Tarihçi Rummel iktidarları döneminde hepsinin de 'makamına saygıda kusur edilmemesi gereken' bu büyük ulu önderlerin çıkarttıkları savaşların neden olduğu büyük yıkım ve zayiatların dışında 'sırf siyasi kararlarının doğrudan ve dolaylı sonucu olarak' kendi ülke vatandaşlarının savaş zayiatlarından da çok daha fazla sayıdaki ölümlerine neden olduklarını hesaplamış. Demosid (halk katliamı) olarak adlandırılan bu can kayıpları Mao'nun sorumlu olduğu Çin Halk Cumhuriyeti (1949-87) döneminde 76,7 milyon, Stalin’in sorumlu olduğu SSCB döneminde 62milyon, Hitler’in sorumlu olduğu Nazi Almanya’sı döneminde 21 milyon, Talat'ın başvezir olduğu son Osmanlı döneminde (1909-1918) 1,8 milyon kişi olarak hesaplanmış. Belgelere dayalı olarak kayda geçen bu sayılar devlet büyüklerinin siyasi kararlarıyla doğrudan ve dolaylı olarak ölümünden sorumlu oldukları kendi ülke vatandaşlarının sayısıdır.

Rahmetli Saddam Hüseyin’in Irak’ında mesela “itibardan tasarruf olmaz” kuramı geçerli olduğundan başkanlık saraylarının ihtişamı için hiçbir masraftan kaçınılmazdı. Gerçi biner odalı değildiler ama yüksek dış duvarlarının içinde uçsuz bucaksız yapay göller, adacıklar, palmiye ağaçları sekiz onar tane farklı binası olan onlarca saray yaptırmıştı. Sefalet içinde yaşayan Irak halkının gelirlerinden bu sarayların altın varak kaplı duvarları, kurnalar vb için milyarlarca dolar harcanmıştı.

Her şey halkım için demeyi çok seven Saddam’ın yabancı liderleri ağırlamak konusunda da aşırı bir hassasiyeti vardı. Saddam yakalanmasından idam edilmesine kadar geçen son üç yılını halktan kimsenin içini görmediği, gördüklerinde işgalci Amerikan askerlerinin bile ağzını açık bırakan bu saraylardan Bağdat havaalanı yakınında olanın gizli bir odasında hapis tutularak geçirdi. İşgalciler bu sarayın birine ait gizli bölümlerden birinde savaş sırasında ülkenin merkez bankasından kaçırılan milyar doları aşkın nakit parayı da tavanlara kadar dolu valizler içinde yerleştirilmiş halde buldular.


Uzun iktidar döneminde halkı nezdinde bir tür tanrı mertebesine ulaşmıştı. Kendisini değil açıktan açığa eleştirmek, övgülerini sınırlı tutmuş olan bir yetkilinin bile 'makul şüphe' gerekçesiyle birden ortadan kaybolduğu ve ertesi günü ailesine ulaşan kargonun içinden kesik başının çıktığı fısıltıyla anlatılan bir gerçekti. Saltanat hukukunda makul şüphe en hakikiki kanıttır. Psikopat büyük oğlu Uday’ın korumalarıyla birlikte sokaktan kızları kaçırıp tecavüz ettiği ve öldürdüğü, üstelik bunu da birden çok defa yaptığı bir vakıa idi. Babası gibi sürekli olarak silahıyla dolaşırdı ve bir gün kızgınlık anında ordunun başında yetkili bir general olan amcasını çekip vurmuş ve öldürmüş, ceza olarak da sadece babasından bir tokat yemişti.
Saddam Hüseyin’in iki büyük kızı Ragad ve Ranâ 1995 yılında babaları iktidarda iken kocalarıyla birlikte ülkeden kaçmaya cüret etmişlerdi. Kendilerine bir şey yapılmayacağına teminat verilerek ülkeye geri dönüşleri sağlandıktan sonra iki damat da (makul şüphe gereği) hemen oracıkta vurulmuşlardı. Tabii tüm bunlarla ilgili bilgiler basın ve medyada ancak başkanın izin verdiği şekil ve ölçüde değiştirilmiş olarak yayınlanabilmekte idi. Gerisi 'devlet sırrı' ve açıklamak 'vatana ihanet' idi. Doğal olarak bunlarla ilgili herhangi koğuşturma veya soruşturmaya cüret etmek 'hıyaneti vataniye' ve 'darbe teşebbüsü' kapsamında değerlendirilir ve ona göre gerektiği gibi en ağır şekilde tecziyesi yoluna gidilirdi.

Irak bir Cumhuriyetti ve seçimle gelmiş olan Saddam Hüseyin Irak halkının milli iradesini temsil etmekteydi. Çocukların okula başlarken her gün söylemek zorunda oldukları resmi marşta şöyle denilmekteydi;

Saddam Saddam ey Saddam. Sen bizim canımızsın, ruhumuzsun, kanımızsın.

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.