Bilinç nedir; bilgi nedir?

Sözlük | | Şubat 10, 2015 at 5:58 pm

Türklerin genellikle tarih ve hukuk bilincinden yoksun olduğu söylenir.
Ama “bilinç”in ne olup olmadığı üstünde kimse pek durmaz
.
Konunun felsefi ve psikolojik yönünü bir yana bırakalım ve toplumsal bir mayalanmadaki “pratik” özelliğine bakalım.
Bu anlamıyla “bilinç” gerek toplum, gerek birey olarak karşılaşılan “söylem” ve olayların nedenleriyle kaynaklarını daha geniş bir çerçeve içinde otomatik bir akıl dürtüsüyle hemen kurcalamaya ve sorgulamaya kalkmaktadır.
Diyelim bir siyasetçi hamaset duygusallığını gıdıklayıp alkış toplamak için “şanlı atalarımızın Viyana kapılarına kadar nasıl gittiklerinden” dem vuruyor.

Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık 29 Kasım 2014 günü “DÜNYANIN KÜRE ŞEKLİNDE OLDUĞUNU MÜSLÜMAN MATEMATİKÇİLER GALİLEO’DAN ÖNCE BULDU” şeklinde bir konuşma yapmıştı. Bu konuşmasına muhtemelen kaynaklık eden bilgi büyük matematikçi El Harizmi’nin Abbasi Halifesi El Ma’mun hizmetindeki 70 coğrafyacı tarafından üzerinde çalışılan bir haritanın hazırlanmasına yardım etmiş olması idi. Harita güneyi yukarıda olacak şekilde çizilmiş olan ve sadece Avrupa ile Orta Doğunun bir kısmını gösterebilen 20 cm çapında bir yuvarlaktan ibarettir. Tahminen 16. yüzyılda hazırlanmış ve üzerinde notlar bulunan bir kopyesi Topkapı Müzesi’nde olan bu haritaya bakarak şunları söyleyebiliriz;
1. Bu harita yuvarlak olmakla birlikte dünyayı bir tepsi gibi düz farzeden ve etrafı denizlerle kaplı olan Ptoleme haritasının biraz daha geliştirilmişi olup Galileo’nun heliosantrik bakışına dair en küçük bir iz taşımıyor.

2. El Harizmi gerçekten büyük bir matematikçi olmakla birlikte kendisinin müslüman inancına sahip olduğuna dair hiç bir bilgimiz yok. Zaten dünya küre şeklinde değildir ve dünyanın şekli matematikle bulunamaz.
3. Ayrıca Galileo Galilei’nin getirdiği Heliosantrik açıklama dünyanın küre şeklinde olduğu icadı demek değildir.

Bilim bakanı bir cümlede bu kadar çok yanılgıyı nasıl bir araya getirebiliyor ki?

Tarih bilinci pekişmiş bir toplumda hemen merak refleksi, açıverir sustalı çakısını.
Neden Viyana kapılarına kadar gitme gereği doğdu ki?
Böyle bir sefer bu halka neye mal oldu?
Beklenen sonuç alınabildi mi?

Alınamadıysa eğer, sefere çıkma gereğinin havada kalması ne gibi çözümsüzlükler yarattı?
Tarih bilinci kendiliğinden şahlanan öylesine kolektif bir meraktır ki sadece söylenenlerle yetinmez: “Neden – sonuç ilişkilerinin zincirini daha uzunlamasına merak etmeye başlar…

Ve bu merakı “sağlıklı bir tarih bilgisi” yanıtlar.
O nedenle de tarih bilinci başka şeydir, tarih bilgisi başka şeydir.
“Bilinç” hemen sorgular, “Bilgi” hemen yanıtlar. Demagojiye sapmadan ve propagandaya dönük yakıştırmalara kaymadan yanıtlar.

Örneğin gerek I. Süleyman’ın gerek IV. Mehmet’in Viyana seferleri sonuçsuz kalmış ve anlamsız bir savurganlıkla hazinenin boşalmasına neden olmuştur.
Her ikisinin de abartmalı övünmelere tramplen olarak kullanılması, toplumda tarihsel bir bilincin bulunmamasından ötürüdür.
Gelelim hukuka…
Hukuk bilinciyle hukuk bilgisi de ayrı ayrı kategorilerdir.
Bir toplumda hukuk bilinci yeterince kristalize olmuşsa, önüne gelenin önüne geleni suçlamasıyla hemen ortaklığa girmez.
Suçun hangi yasa maddesine göre suç sayıldığını merak eder önce…
Sonra da o maddenin gerçekten çiğnenip çiğnenmemiş olduğunu gösteren kanıtları…
Sonra da savunmayı….
Toplumsal bir hukuk bilincinin her siyasal suçlamada, suçlamanın dayanakları üstüne uyanan merakını hukuk bilgisiyle donatılmış olan kadrolar yanıtlar. Özellikle de savcılar, savunma avukatları ve yargıçlar…
Bir siyasetçi, suçsuz kişileri suçlayarak kamuoyunun önünde kendisini çürütmeye kalkmışsa, kendi çıkarı için iftiracılıktan medet umduğundan ötürü itibarını yitirir ve hatta siyasal yaşamını sıfırlamış olur.
Tabii hukuk bilincinin gelişmiş olduğu toplumlarda…
İddia edildiği gibi Türkler genel olarak tarih ve hukuk bilincinden gerçekten yoksun mudurlar?..
Yani karşılaştıkları “söylem” olay ve suçlamalara, daha geniş bir çerçeve içinden bakarak, bunların nedenleriyle kaynaklarını daha derinliğine merak etmez ve gerek tarih, gerek hukuk bilgisiyle donatılmış kadrolardan daha ciddi ve tutarlı açıklamalar beklemezler mi?
Tarihi çarpıtan demagojilere de kanıtsız suçlamalara da kafa sallamakla mı yetinirler?
Şayet öyleyse –ki sözlü dönemden yazılı döneme geçememiş köylü toplumlarında öyledir- ikide birde yanıltıla dolandırıla okkanın altına daha da bir hayli gidecekler demektir.
Egemen güçlerin toplumda tarih ve hukuk bilincini uyandırmaya çalışanlara neden öfkelenip durdukları şimdi bilmem daha iyi anlaşılıyor mu?
Yoksa o kadar kitap yasaklanır, o kadar yazı ve düşünce adamı kodeslere mi tıkılırdı?

14.04.1995

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.