Bilim Nedir Ki?

Sürekli Söyleşi | | Nisan 18, 2018 at 3:16 pm

– Biyoloji, sosyoloji, psikoloji, paleoloji, ihtiyoloji…

– İdeoloji, metodoloji, totoloji, antoloji, triloji yani sonu lojiyle biten tüm sözcükler oluyor öyle mi?

– Yok, öyle değil.

– Dün, TV’de “Kim Milyoner Olmak İster” yarışmasına bakıyordum. Yarışmacı otuz küsur senelik hekim bir hanımefendi. Soru sesli: ikizler burcundaki ay 0:29’da yay burcundaki Satürn ile karşıt açı yapacak ve boşluğa girecek. Gece saatlerinde ciddi ve karamsar enerjiler yalnız kalma eğilimini arttırabilir. Ay sabah 4:50’de yengeç burcuna geçecek. bla bla şeklinde devam ediyor. Dinlediğiniz konuşmada hangisinden bahsedilmektedir? Yarışmacı hiç tereddütsüz “Astroloji” dedi ve bildi. Sunucu “”Astroloji gerçekten bir bilim dalı tabii”” dedi. Yarışmacı doktor da “kesinlikle” diyerek ona katıldı. Şaşırdım kaldım. Ürün yerleştirme midir? Sunucu durup dururken neden böyle bir açıklama yaptı ve sözbirliği etmişcesine yarışmacı da kendisini hiç tereddütsüz onayladı ki, hiç anlayamadım.


– Ne var bunda?

Çok izleyicili bir program olduğu için eğer bir yarışmacı veya sunucu büyük bir gaf yaparsa veya orada büyük bir cehalet örneği sergilerse ertesi günü mutlaka sosyal medyaya düşüyor. Birçok kişi birden açıkça sarakaya alıyor. O yüzden baktım sosyal medya hazretleri ne demiş diye. Birkaç astologdan övgü var. Bir de foruma düşmüş orada da “bilim midir ki acaba?” diye sorgulamaya kalkanların üstüne gidilmiş sindirilmiş. Şurası muhakkak ki Türkiye okumuşlarının kâhir ekseriyeti astrolojinin bir bilim olduğunda hemfikir.

– Sen bunun neresine takıldın? Astroloji sence bilim değil mi?

Aslında bu kelimenin anlamını bilmeyen ve ilk defa duyan birisi rahatlıkla bilim dalları olarak bize öğretilen ve sonu lojiyle biten (biyoloji, jeoloji, ihtiyoloji gibi) pek çok disiplinden birisi olduğunu düşünebilir. Ama doktor da sunucu da bu kelimenin asıl anlamının “müneccimlik” yani yıldız falcılığı olduğunu biliyorlar. Anlamını bildikleri halde bilim olarak tanımlamaları beni çok şaşırttı. Çünkü bu kişiler siyasal İslâm’ın farklı amaçla her konuya çok tuhaf yorumlar getirebilen misyonerleri değil. Modern Türkiye’nin laik, batılı değerlere hâkim, Atatürkçü aydın insanları.

– Atatürk “En Hakiki Mürşit İlimdir” demiştir.

– Evet, demiş ama “”en gerçek aydınlatıcı bilimdir”” derken acaba neyi kastetmiş. Bunu tam olarak biliyor muyuz? Mesela o öldükten sonra 1951’de kurulan “İlim Yayma Cemiyeti”nin yaymaya çalıştığı ilim, milli ve manevi değerler acaba Mustafa Kemal’in kastettiği ile aynı şeyler midir? Birbirinden bu kadar farklı hatta taban tabana zıt iki şey ayni adla adlandırılabilir mi? Ben bu ikiz anlamlı sözcüklere fena halde takıntılıyım.

– Farklı hatta taban tabana zıt derken?

– Üretilen, promosyonu yapılan ve yayılan her bilgi bilimsel değil. Bunu bin dört yüz yıldır bize küçük yaştan itibaren zorla dayatılan geleneksel bilgilerden biliyoruz. Son birkaç yüzyıldır itibar kazanan bilimsel bilgiyle ise henüz yeni tanışıyoruz, ama onu daha henüz tam da anlayamadığımız anlaşılıyor. Mahiyet itibariyle geleneksel bilgiden çok farklı olduğu için elmalarla armutlar gibi ikisinin birbiriyle asla karşılaştırılmaması gerekir. Bilimsel bilgi zaman zaman geleneksel bilgiyle taban tabana zıt düşebiliyor. Bu durumda geleneksel olana itibar edilmesini ben çok aptalca buluyorum. Bilimsel bilginin itibarı doğrulanır/yanlışlanır olmasıyla güvenilirliğinde ve yarar sağlamasındadır. Geleneksel bilgide bu özellik olmadığı için akıl terazisine yerleştirildiğinde kıymetsiz kalıyor. Bu durumda geleneksel bilgiye bilimsel görünüm vererek kıymetlendirmeye çalışmak sahtekârlık değil de nedir? Sayısal değerler miktarlar tarihler yerleştirip, özel terminoloji, jargon geliştirerek tıpkı bilimsel bilgi formatına sokmak nasıl bir düzenbazlık. Ben bunu bazı hayvanların ve bitkilerin daha zengin kaynaklara erişebilmek için kendisinden farklı türleri taklit etmeleri, onun kılığına girmelerine benzetiyorum. İkna kabiliyeti olmayan, bilgi ve becerilerin bilim kılığına girerek o kisve altında pazarlanmasını ben böyle görüyorum. Tüketicisine gerçek bir getirisi ve yararlılığı olmayan meslekler kendisini başka kisve altında yeniden lanse ederek piyasa toplayabilme imkânı elde ediyor.

– Ne gibi?


– Mesela eskiden Müneccim deniyor yıldız falına bakanlara (batı icadı bir meslek) Remilci var kumla fala bakıyor cinciler, üfürükçüler, gaipten haber getiren medyumlar var. Olayları dine göre yorumlayan şeyhler, İmamlar, Vaizler, Kadılar, Mollalar, Başİmamlar, Müezzinler, Dervişler, Sufîler, Kuran Tefsircileri, Hafızlar, Hadis Aktarıcıları, Seyyidler (Resulullah hazretlerinin soyundan gelme iddiası taşıyanlar), Şerifler (Hz Hüseyin soyundan gelenler), Meddahlar (Taklit ve Övgü sanatçıları), Naatçılar (övgü düzenleyicileri, överek anlatıcılar)var. Böyle gelir ve menfaat kapısı sayısız meslek var. Bunların tüketicisine net bir yararı ve getirisi olmadığı sayısız kez ispatlanmış bir olgu olduğu halde varlığını asırlarca sürdürebilmiş. Bunlar tüketicisine olmasa da devlete kimi zaman bir şekilde yarar sağladığı için bazı yerlerde hâlâ himaye görüyor.

– Sen şimdi geleneksel bilgileri, mesela inanç, ibadet, hukuk, ahlak esaslarına dair on dört asırlık İslam ilim ve kültür mirasını İslam’ın ana kaynaklarına dayanarak vermeye çalışanların yaptığı işe bilim değildir mi diyorsun. Tefsir, Hadis, Kelâm, Tasavvuf, Kıraat ilmi Fıkıh (İslam Hukuku) disiplinlerini bilimden saymıyor musun?

– Benim saymam ve benimle beraber Türk ve diğer tüm Orta Doğu halklarının kâhir ekseriyetinin bunları bilim saymaları gerçekten bilim olmalarına yetecek mi? Bir bilgi işe yaramasıyla ve akla uygunluğuyla kendini ispat eder. İspatı ve akla uygunluğu olmayan, yararlı getirisi olmayan bilginin yani dogmalar ve doktrinlerin kendini ispat etmiş bilimsel bilgilerin kılığına sokulması eğer istismar amaçlı kandırma değilse nedir.

Bu bilgilerle donanmış insanlar huzur ve refah üretebiliyorlar mı. Yaptıkları kehanet gerçek çıkıyor mu. “”Uçağa alternatif olarak uçan halı”” gibi bir şey icat etmek mümkün olabilmiş mi. Bilim sanat teknoloji alanlarında bunlar sayesinde ortaya çıkartılabilen işe yarar herhangi bir şey mevcut mudur? Kavgasız gürültüsüz adil ve huzurlu bir sosyal düzen kurabiliyorlar mı. Eğer böyle tanımlanabilen herhangi bir yararı yoksa eğer bu bilgilere niye yararlı bilimlerle ayni bilgi muamelesi yapalım ki?

– Senin yararlı bilim dediğin bilgi de temelde bunlara dayanır. Al Gebra, Al Chimie kelimelerinin kökenini düşün. Algoritma lafının Al Khwarismi’nin adından geldiğini, sıfırı da Müslümanların bulduğunu sen bilmiyor musun?.

– Biliyorum, ama bunların asıl tarihsel anlamı dinsel dogmaların bilimsel bilgi yerine geçmeye kalkmasının aklın önüne bir duvar çektiği ve nihayet insanlığın gelişmesini asırlar boyunca durdurduğu gerçeğidir. Yedinci yüzyılda ortaya çıkan İslamiyet’in (tıpkı Hıristiyanlık ve diğer dinlerde olduğu gibi) saltanatı ele geçirmesiyle oradaki bilimsel aydınlanma dokuzuncu yüzyıldan itibaren tamamen dejenere olmuş ve amacından sapmıştır. Abbasi halifeliği kendi döneminde ortaya çıkan Alşimiyi iki temel hedefe yönlendirdi.

Maddeyi altına çevirmek ve ölümsüzlüğü bulmak.

Altın ne işe yarar ki yenilmez içilmez. Tabii ki altın bir sultanın insanları kendine kul etmesi ve kullarının sayısını sınırsızca arttırabilmesine yarayacaktır. Ölümsüzlük de sultanın tanrılaşması ve bu durumu sonsuza kadar sürdürebilmesi içindir. Oysa bu iki şeyin insanlık için bir yararı yok, amacı böyle olan bir bilim de olabilmez. Nitekim insanoğlunun yaratıcılığını ifade eden bilim sanat ve teknoloji çalışmaları saltanat üzerinden kutsalın hâkimiyetine girince bir yerde tanrının eline geçmiş, daha önceki dinlerde olduğu gibi ”Yaratmak Allah’a mahsus” hale gelmiştir. Bu coğrafyadaki insanın yaratamama ve zihnini rafa kaldırma durumu o gün bu gün bin dört yüz yıldır hâlâ kilit altındadır. Diğer coğrafyalarda mesela Hıristiyanlığın dünyevi hayata hükmünün bir noktada zayıflaması ve göçmesi bilimsel düşünceyi ve birey insanın yaratıcılığını yeniden harekete geçirmiş, insanlığın muhteşem merhaleler kat edebilmesine yol açmıştır.

– Sen şimdi buradaki insanların fal gibi boş inançlara sahip olduğunu, bu yüzden gelişip ilerleyemediğini mi söylüyorsun?

– Hayır. Buradaki insanlar “Fala inanma, falsız kalma” görüşündeler. Batıl dini inançlara safsatalara kapılıp kalmış da değiller. Köhne geleneksel inançlara kapılıp kalmış bir çoğunluk asla söz konusu değil. Dünyada da böyle, o yüzden işin burasında hiçbir sorun yok. Sorun geleneksel bilgiyle bilimsel bilgiyi birbirine karıştırmalarında ve eşdeğer bir konuma sokmalarında.

– Nasıl yani?


– İkisinin birbirine katıştırılmalarına yönelik sistemli bir gayret var sanki. Dil bu işe koşulmuş. Bir şey ile onun esas muarızı (yani bir anlamda tam tersi) olan öbür şey ayni sözcükle ifade edilir olmuş. Bilim ile antibilim, bilgi ile antibilgi ayni kelimelerle ifade ediliyor. İlim, bilim, fen eşanlamlı. Safsata bilgi kisvesine girmiş. Demos, Halk ve Cumhur eş anlamlı. Cumhuriyet, Demokrasi denilince “halkın yönetimde söz sahibi olması” mı kast ediliyor yoksa tam tersi mi? Demokratik Halk Cumhuriyeti denilince bu durum aslında halkın kendi yönetiminde hiç söz sahibi olmadığı tam bir kölelik düzeninin ifadesi olmuyor mu? Hiçbir sanatsal üretimi olmayan şarkıcı türkücülere niye sanatçı diyoruz? Ayni şekilde aktör ve aktrislere (oyunculara) neden artist demekteyiz.

Siyasi bir kavram içeren tüm sözcüklerimiz sabunlanmış, kaygan akışkan hale getirilmiş. Özgürlük mesela bireysel güç ve imkânları da (pozitif ve negatif) içerecek bir biçimde öyle tanımlanmış ki “köleler de özgürdür” oluyor. Özgürlükler sınırsız değildir (özgürlüklerin kısıtlanması güç sahibinin hakkıdır) oluyor. Medeniyet kavramı mesela A Medeniyeti B Medeniyeti diye bir “çeşit” meselesi haline getirilmiş. Öyle ki hiçbir şey “”gayri medeni”” sayılamasın. Bilim, sanat, teknoloji üretimi olmayan ve insan hakları bilinci olmayan bir toplum “medeni” sayılabilir mi? Sayılabiliyor.

Din, dil, ırk çeşitlerine göre değişiklik arz etmeyen “evrensel bilgilerin üretildiği ve dağıtıldığı yer” olarak tanımlanan üniversite (Universe= Evren) ile yerel geleneksel bilgilerin aktarıldığı bir müessese olan Medrese eşanlamlı hale gelmiş. Daha doğrusu tamamen yerel, öznel, dini vb bilgilerin aktarıldığı yerlere de artık medrese değil Üniversite deniliyor. Oralarda öğretim yapan hacı hoca takımına da profesör vb bilimsel akademik ünvanlar verilmiş.

Uludağ Üniversitesinden Prof H.D. demiş ki “Çalgı aletleri, bunları çalmak, satmak, ya da şarkı söylemekten para kazanmak nefsi azdıran örneğin diri bir kadının ya da şarabın heyecan verici niteliklerini anlatan şarkılar, çalgısız dahi olsa caiz değildir””. Marmara Üniversitesi’nden Profesör B.E. de demiş ki; “şarkı ancak kadın sesi içermiyor, sözleri de dinen sakıncalı değilse dinlenebilir”. Selçuk Üniversitesi’nden Profesör O. Ç de ; ““Müzik için haram diyemeyiz ama helâl de diyemeyiz. İçeriği İslâm’a uygun olmalıdır. Ama kadın sesi içeren müzik kesinlikle caiz değildir””. İşte aynı konuda üç üniversitemizden üç profesörün “bilimsel” görüşü birbirini tutuyor. Test edildi onaylandı.

Peki, bu bilgiye güvenebilir miyiz? Hayır. Vatandaş onlara güvenmiyor ama onlar yüzünden (onlarla birlikte) pozitif bilgiye de inanmaz oluyor, yanılabilir yanıltabilir buluyor, kafası çok karışık. “”Batının icadı, tekin değildir, kandırabilir bana zarar verebilir”” diye düşünüyor. Milli marşımızın batı rasyonalizmine muhalif acıklı ve utanç verici bulduğum aşağıdaki dizeleriyle bitireyim.

Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
‘Medeniyet!’ dediğin tek dişi kalmış canavar?

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.