Osmanlı Sultanlarının Dördüncüsü Yıldırım Bayezit’in Saltanatı

Tarihte Neler Oldu | | Nisan 3, 2018 at 10:44 am
Çelebi, ‘soylu’ anlamına gelir. Eskiden bu ünvan babalarının sağlığında padişahın erkek evlatlarına verilirdi; sonraları, yeterince yüce ve parlak bulunmamış olacak ki yerine ‘Efendi’ sözcüğü kullanılmaya başlandı. Efendi, Yunanca authentes’in muharref bir şeklidir. Cantemir.

Bayezit’in küçük kardeşi Yakup Çelebi Bayezit’in tahta çıkmasını hazmedemeyerek orduyu ayaklandırmaya çalıştı. Fakat buna vakti olmadı. Yeni Padişah, ileri gelenlerin tavsiyesi üzerine, kardeşini bir yay kirişiyle boğdurdu.

Murat’ın ölümüne sebep olmuş olan Sırp Kralı Lazar bundan sonra Bayezit’in huzuruna getirildi ve onun tarafından başı kestirildi. Sultan daha sonra ordusunu dağıttı ve babasının naaşını Bursa’ya naklettirdi. Murat burada Selatin Camii’ne gömüldü. Kafileye eşlik eden Bayezit babasına muhteşem bir kubbe, yani en ince mermerden bir anıt yaptırttı. (Vezirlerin ve devlet ileri gelenlerinin mezarları üzerine yaptırılan kule veya anıta ‘kubbe’ denir.)

Yay kirişiyle boğdurulma Türklerde şerefli bir ölüm şekli sayılır ve sadece büyüklere uygulanır. İnsanın kafası balta ile kesilmek suretiyle öldürülmesi ise küçültücü ve yüz kızartıcı sayılır. Cantemir. Ducas, Murat’ın küçük oğlu olarak kabul ettiği Bayezit’in hakkı olmadığı halde tahtı ele geçirdiğini ve Yakub’un gözlerini oydurttuğunu yazar.

Bu ülkeler, Selçuklu olan ilk hükümdarlarının adlarını taşırlar. Ducas, kitabının dördüncü bölümünde, Bayezit’in önce Sırpları ve Karamanlıları hâkimiyeti altına aldığını; daha sonra Ionia’yı ele geçirerek Aydınoğlu İsa Bey’i esir aldığını ve hayatının geri kalan kısmın, orada geçirmek üzere İznik’e sürgün ettiğini anlatmaktadır. Ducas’a göre, Bayezit daha sonra Karia ve Lycia’yı ele geçirmiş, Lycia Valisi Elias, İranlılara sığınmıştır. Sardes’ten Manisa veya Magnesia’ya giderken Saruhan Beyi Hızırşah Bey, Bayezit’i metbu tanımıştır. Bayezit de kendisine kızını vermiş, Bursa’ya göndermiş fakat bir süre sonra zehirleterek ortadan kaldırmıştır. Daha sonra Philadelphia’ya (Alaşehir) doğru yürümüş ve o zamana kadar bağımsızlığını korumuş olan bu şehir açlık yüzünden teslim olmak zorunda kalmıştır. Avrupa’ya dönerken Türklerin ve Katalanların yıkmış oldukları Gelibolu kalesini yeniden yaptırmıştır. Kadırgalar için bir liman ve limanın güvenliğini sağlamak için bir kule inşa ettirmiştir.

(Dircos, Germiyanoğlu’nu tutsak aldıktan sonra onu Bursa’ya gönderdiğini, fakat berikinin Bursa’ya gitmeyerek İran’a kaçtığını yazmaktadır. İsfehan çağının en ünlü kahramanıydı; Macarlara ve Lehlere karşı büyük zaferler kazanmış, başkent Bükreş’e kadar Eflak’ı Besarabya’yı, Tuna ağzında Kili şehrini, Akkerman, ve Belgrad’ı (eskilerin Alba, Graeca ya da Oxium’u) egemenliği altına almıştır. Kırk yedi yıl hüküm sürmüştür. Oğlu Boğadan, Türklerin metbuluğunu kabul etmiştir. Onun adına izafetledir ki ülkenin ahalisine Boğdanlılar adı verilmiştir. Eski adlan Akeflak, ya da daha sık kullanılan bir deyimle Ak Valak veya Beyaz Valaklar’dı. Bugün hâlâ Valak (Eflak) adını muhafaza etmiş olanlara Kara Eflak, veya Siyah Valak’lar denilmektedir. Cantemir.)

Fetihleri 1389 -1390

Ertesi yıl, Bayezit babasının fetihlerini sürdürdü ve önce Avrupa’da Karatova (Kratovo) ve lsseb’i, Asya’da ise Aydınoğullarının, Saruhanoğullarının, Karesioğullarının ve Menteşeoğullarının ülkelerini ele geçirdi. Çok geçmeden kayınpederi Germiyanoğlu ile bozuştu, üstüne yürüdü ve galip geldi. Topraklarını elinden aldı ve kendisini İpsala’ya sürdü. (Ducas, Germiyanoğlu’nu tutsak aldıktan sonra onu Bursa’ya gönderdiğini, fakat berikinin Bursa’ya gitmeyerek İran’a kaçtığını yazmaktadır.)
Sultan’ın kız kardeşiyle evlenmiş atan Karaman Beyi de Bayezit, Boğdan’la hesaplaşmak için Avrupa’ya geçmemiş olsaydı aynı akıbete uğrayacaktı. İki yıl önce, Boğdanlılar Hierasus veya Prut ırmağı üzerinde Serasker Süleyman Paşa’yı yenmişlerdi. Yıldırım Bayezit bizzat gidip öç almaya karar verdi. Avrupa’ya geçti, Tuna üzerine bir köprü kurdurdu, Boğdan’a girdi, her tarafa yakıp yıktı ve Siretus (Siret) nehri kıyısında Razboe adında bir köyde konakladı. Kısa bir süre sonra, Boğdan Hükümdarı İstefan veya Etienne aynı yere geldi; muharebeye tutuşuldu ve çetin bir savaştan sonra Boğdanlılar bozguna uğradı. İstefan, kuvvetli bir garnizonun himayesinde annesini bırakmış olduğu Nemse şehrine kaçtı; fakat annesi surların üzerine çıktı, içeri girmesini yasakladı ve geri dönüp uğradığı yenilginin utancını silmesini emretti. Düşman elinde ölmesini, hayatını bir kadına borçlu olmanın utancına yeğ tuttuğunu söyledi.

Bayezit’in Boğdanlılara Yenilgisi

İstefan, annesinin sitemlerinden yüreği yaralı, şehirden uzaklaştı. Bir borazancıya rastladı ve yeniden hücum borusunu çalmasını emretti. Kıyımdan kurtulmuş olan on iki bin Boğdanlı bir çırpıda bir araya geldiler. Başlarında hükümdarları olduğu halde, ganimet toplamak için muharebe meydanına dağılan düşmana saldırarak bu kez onlar Türkleri hezimete uğrattı. İstefan bunun üzerine Boğdan’ın başkenti Jassy’ye (Yaş) yirmi mil mesafedeki Vaşluy’a kadar düşmanı takip etti, burada Bayezit’in otağı hümayununa girdi, kendisine karşı koymaya kalkışan herkesi yıkıp geçti, ve tüm yeryüzüne korku salmış bu imparatoru çok az sayıda adamıyla Edirne’ye kadar geri çekilmek zorunda bıraktı.

Karamanoğlu’nun Öldürülmesi

Bayezit’in bu yenilgisinden sonra Karamanoğlu, Osmanlı gücüne meydan okuma zamanının geldiğine hükmetti. Asya’daki tüm Türk topraklarını kasıp kavurdu ve Kütahya’yı kuşattı. Bu durum karşısında yılmaktan çok öfkelenen Bayezit her zamanki çabukluğu ile Avrupa’da bir ordu devşirdi.

Bu ikinci savaş tam bir bozgunla sonuçlandı; gerçeği söylemekten çekinmeyen Türk tarihçisi Hezarfen’in anlattığına göre, yedi kocaman yığın halindeki Türk ölüleri bu ünlü zaferin en parlak kanıtlarıdır, Cantemir.
Türk tarihçileri, bu Padişahın nasal kuvvetlerini çarçabuk toparlayıp yürüyüşe geçerek düşmana saldırdığını övmek için, Tatar akınlarının Bayezit’ın hızına oranla salyangozlann yürüyüşüne benzediğini söylerler. Bu hükümdar Avrupa’da sanıdığı zaman Asya’ya geçer ve yürüyüşe geçtiğinden kimsenin haberi bile olmazdı. Bu yüzden Türkler kendisine ‘Yıldırım’ yani ‘şimşek’ lakabını vermişlerdir. Tasarılarını kimseye haber vermez ve en zor işleri bile kendi başına yürütürdü, Cantemir.

Asya’ya geçti ve hareketinden Karamanoğlu’nun daha haberi bile olmadan düşmanla boğaz boğaza geldi; ilk çarpışmada Karamanoğlu’nun ordularını dağıttı ve yendi. Karamanoğlu, oğullarıyla kaçtı, fakat takipçileri tarafından yakalanarak Bayezıt’in huzuruna getirildi ve hemen orada başı kesildi; oğulları ise müebbet hapse mahkûm edilerek Bursa’da bir kaleye kapatıldılar. Böylece Karaman Beyliği’nin tümü Osmanlıların hakimiyetine geçmiş oldu.

Avrupa’da, Bayezit Tuna üzerinde Niğbolu, Silistre ve Rusçuk’u ele geçirdi. Ertesi yıl Asya’da Amasya, Tokat, Niksar, Samsun ve Canik’i Sultan Burhaneddin’in elinden aldı.

Cantemir, “Önsöz’ünde Karamanlılar konusunda şunları söylemektedir: “Karamanlılar, aklın kabul etmeyeceği şekilde, Oğuz Türklerinden sayılmaktadır. Bu ailenin başı olan Karaman, aslında Cengiz Han’ın istilâsı sırasında boyunduruktan kurtulan İran Satraplarından biridir: Fakat Cantemir, İranlılar diye adlandırdıklarının gerçekte Selçuklular olduklarını ve Selçukluların da Oğuz kökenli olduklarını ya dikkate olmamıştı ya da bilmiyordu. Osmanlıların da Selçuklulara öykünerek Oğuz Kağan’ı ataları olarak kabul ettikleri anlaşılmaktadır.

Yazar bu şehirlere, kısa bir süre sonra aynı şekilde Bayezit’in egemenliği altına giren Sivas ya da Sebaste’yi de ekleyebilirdi. Nitekim Gaudier’nin Türk Tarihi’ne göre, Sultan Bayezit, 797 veya 1394 yılında, bu şehre yürümüş ve Kadı Burhaneddin şehri kendisine teslim etmiştir; Padişah oğlu Süleyman’ı Sivas Valisi yapmıştır.

Kadı Burhaneddin’in iran valilerinden biri olduğu sanılmaktadır. Ülkesi Yukarı Ermenistan’ın bir parçasıydı. Centemir. Arabşah’a göre (Timur Tarihi, IV), tam adı Kadı Burhaneddin Abul Abbas Ahmed idi. Anadolu’da Kayseri, Tokat ve Sivas şehirlerinin hâkimiydi. Babası, Kayseri ve kimi Karaman eyaletlerinin sultanı Artatas’ın Veziriydi. Artatas’ın ölümünden sonra yerine geçen oğlunun küçüklüğü sırasında Kadı Burhaneddin saltanat naiplerinden biriydi. Fakat küçük hükümdar da ölünce, Burhaneddin saltanatı ele geçirdi. Çok bilgili, cesurdu. Bayezit’in dostuydu. Timur’un egemenliğini kabul etmesini istemek için bu hükümdar tarafından gönderilen elçileri öldürttü. Ancak Kadı, Timur Bayezit’e saldırmadan önce Türkmen Osman (Akkoyunlu Karayülük Osman Bey) tarafından öldürüldü. Şerifüddin Ali, Timur Tarihi (k. V, b. Xlll), Kadı Burhaneddin’i Timur’un öldürttüğünü söylemektedir. Ancak biz Arabşah’ın rivayetini daha doğru buluyoruz. Çünkü Kadı’nın ölümünü bütün ayrıntılarıyla anlatan ve Timur’un amansız düşmanı olan Arabşah, eğer Kadı’yı sahiden Timur öldürtmüş olsaydı, bunu yazmaktan muhakkak büyük bir zevk alırdı. (Burada bir yanlışlık vardır, çünkü Şerifüddin Ali veya Şerafeddin, atıfta bulunulan yerde, Kadı Burhaneddin’i öldürtenin Bayezit olduğunu söylemektedir. Bu tarihçi ile Arabşah hiçbir konuda anlaşamamaktadırlar.) Notta adı geçen Artatas, Türk kaynaklarına göre, Kayseri’de hüküm süren Eretna Beyi Gıyasüddin Muhammed’dir.

Bundan sonra yeniden Avrupa’ya döndü, ancak Çanakkale boğazını geçer geçmez, Kastamonu Sultanı Kötürüm Bayezit’in kendi yokluğundan yararlanarak Anadolu’daki eyaletlerini yakıp yıktığını öğrendi. Yıldırım Bayezit Avrupa’daki işleri kumandanlarına bırakarak en seçkin birlikleriyle yeniden Asya’ya geçti. Fakat Kastamonu’ya varmadan Kötürüm ölmüştü ve oğlu İsfendiyar Bey, babası adına af dilemek ve kendisine tam bir bağıllık vaat etmek üzere Bayezit’e elçiler gönderdi. Sultan kendisini bağışladı, Kastamonu, Taraklıborlu ve Osmancık şehirlerinde birer garnizon bıraktı ve hemen ordusuyla birlikte Avrupa’ya dönerek burada Selanik’i aldı.

Nicopolis (Nikopol veya Niğbolu) Zaferi

Bu seferlerden sonra Bayezit, Bursa’ya döndü. Çok geçmeden Macaristan Kralı Sigismund’un Hıristiyan hükümdarlarla ittifak kurarak yüz bin kişilik bir ordu topladığını ve bu ordunun başında Türk topraklarına girdiğini ve Niğbolu’yu kuşatmaya başladığını öğrendi. Bayezit kuvvetlerini çabucak topladı, boğazı geçti ve topu topu altmış bin askeri olmasına rağmen Hıristiyanlara öyle bir şiddetle saldırdı ki karşısındakiler ilk darbeye dayanamadılar. Düşmanın kaçmasına fırsat verilmedi ve korkunç bir kıyım başladı. Kumandanların hemen hemen hepsi ya öldürüldü ya da esir alındı. Sadece Sigismund önce İstanbul’a, oradan da deniz yoluyla ülkesine kaçtı. (Bu, Hıristiyan tarihçilerinin ortak kanısıdır.) Ordugâhında çok sayıda savaş makineleri, cephane ve büyük servetler ele geçirildi ve Bayezit bu parayı Edirne de ve Bursa’da medresesiyle birlikte muhteşem bir cami ve hastalar için bir Darüşşifa (kapı anlamına gelen “dar” ve ilaç demek olan “şifa”dan, “Sağlık Kapısı”.) yaptırmak için kullandı.

Adı, bacaklarında veya mafsallarında bir sakatlığı ifade eder. Kötürüm Bayezit de belki başkaldıran satraplardan biriydi. Cantemir. Bu kuvvetle muhtemel görünmektedir, çünkü Selçuklu İmparatorluğu’nun çöküşü sırasında ve özellikle Tatarların çekilmesinden sonra ortaya birtakım bağımsız beylikler çıkmış ve Selçuklu toprakları bunlar arasında paylaştırılmıştı. Bizans ve Türk tarihçileri bu beyliklerden sadece batıda olanlarından söz etmektedirler.

Busbecq’e göre, bu Uludağ’ın ötesinde bir Bithynia şehridir. Osman tarafından kurulmuş olduğu için çok ünlüydü. Aynı zamanda, tüm imparatorluk içinde kurucusunun adını taşıyan tek şehirdi. Oysa, çeşitli sultanlar tarafından kurulmuş pek çok şehir var. Fakat Busbecq mevkii konusunda yanılmamışsa, Tosya ile Amasya arasında, Karadeniz’e yakın ve Kızılırmak üzerinde bir başka Osmancık daha vardır.

Güzelcehisar’ın inşası -797

Bu ünlü zaferden sonra artık Batı hükümdarlarından korkusu kalmayan Bayezit, bütün kuvvetleriyle Trakya’ya döndü. Karadeniz kıyısında, İstanbul’a altmış mil mesafedeki bir kaleyi zapt etti. Avrupa ile Asya arasındaki tüm bağlantıyı kesmek için bu kalenin karşısına isabet eden ve Boğaz Kesen denilen yerde bir müstahkem mevki ve şehir inşa ettirdi ve Güzelce Hisar adını verdi. (Bugün adına Boğaziçi yani Boğaz Geçidi denilmektedir. Marmara körfezi ile İzmlr Dağları arasında uzanır.(??) İstanbul’un büyük tersanesi olup gemilerin omurgası ve belli başlı parçaları burada imal edilir. Cantemir.

Aynı yıl içinde, büyük bir orduyla İstanbul surlarının altında konakladı. Saldırıya geçmek için her şey hazırken Sadrazam, yeni fethedilen ülkelerde henüz İslam yasalarına alışmamış olan halkın ayaklanmasından korkulduğunu ve bunun Hıristiyan hükümdarlarını harekete geçirerek kendisine karşı bir ittifak kurmaya sürükleyebileceğini ileri sürerek Sultan’ı bu tasarısından vazgeçirmeye çalıştı. Sadrazam, şehri ele geçirmekten umudu kesmemekle birlikte kuşatmayı ertelemeyi öğütlüyor, çok kazanmak isterken her şeyi kaybetmekten korkuyordu. Sadrazama göre yapılacak şey, İstanbul Tekfuru’na elçiler göndermek ve bazı isteklerde bulunmaktı. Böylece Türklere karşı şehri savunamayacaklarını bilen Bizanslılar, Türklerin bütün şartlarına boyun eğmek zorunda kalacaklardı. (İstambol, Konstantinopolis’ten galat gibi görünmektedir. Türkler arasındaki aydın ve bilgin kişiler, hatta padişahın kendisi bile, yazışmalarında Kostantiniye tabirini kullanırlardı. Tekfur, (metinde Tekkur denilmiştir) Vali demektir. Bazen de ‘Kaysar’, yani ‘Sezar’ denilirdi. Türkler, bu şehrin surları dışında hiç toprağı kalmamış olmasına rağmen, İmparatora ancak İstanbul Valisi unvanını lâyık görecek kadar ileri götürmüşlerdı küstahlığı.)

İmparator’un Haraç Ödemeyi Kabul Etmesi

Bayezit, vezirin görüşünü benimsedi ve Paleologos’a (Söz konusu olan, 1384’te imparator olan Manuel’dir.) elçiler göndererek İstanbul’u kendisine teslim etmesini istedi. Mektubunda Bizans topraklarının kalan kısımlarını ele geçirmiş olduğunu ve İmparator’a İstanbul surları dışında hiçbir şey kalmadığını anlatıyordu. Elçilere özel talimat verilmişti: Rumları, şehri savunmaya kararlı gördükleri takdirde, yıllık bir haraç ödenmesi şartıyla barış yapmakla görevlendirilmişlerdi. Padişahın başvurduğu bu çare başarıyla sonuçlandı. Şu şartlarla on yıllık bir barış imzalandı: Paleologos on bin Altın Flori (Filorin) haraç (Bu, Türklerin Rusp’udur ve Venediklilerin altın eküsüne tekabül edip üç yüz espres değerindedir. Cantemir.) ödeyecekti. Osmanlılar Konstantiniye’ye bir cami (Davut Paşa Camii o zaman inşa edilmiştir. Cantemir.) ve bir mahkeme (Davaların görüldüğü ve karara bağlandığı duruşma salonu. İstanbul’da yirmiden çok mahkeme vardır ve en büyüğü Mahmut Paşa Mahkemesi’dir. Cantemir.) inşa ettirebileceklerdi. Ayrıca Müslümanlar arasındaki anlaşmazlıkları çözmek için bir kadı bulundurabileceklerdi, ancak bir Hıristiyan ile bir Müslüman arasında bir anlaşmazlık çıkması halinde bunu patrik halledecekti. Aynı düzen Edirne’de de uygulanacaktı.

Rum Tarihçilerin Anlattıkları

Bizans sorunu ile ilgili olarak Türk tarihçilerin anlattıkları işte bunlardır. Şimdi de Rum tarihçilerin bu konuda neler söylediklerine bakalım: Ducas’a göre, Bayezit, Bithynia, Frigya, Bulgaristan ve Karia’yı (Başkenti Molossus (Milas) şehriydi. Duces, eh. XVII.) egemenliği attına aldıktan sonra, İmparator Joannes Paleologos’a haber göndererek kendisine haraç ödemesini ve Pamfilya Türklerine karşı açacağı savaşta ordusuna yardım etmek üzere yüz kişiyle oğlu Manuel’i göndermesini istedi. Hiçbir devletten yardım umudu olmayan imparator, boyun eğmekten başka çare görmedi. Daha sonra Sultan, her yıl Asya ile Midilli, Sakız, Limni ve Rodos adaları arasında yapılması adet olan buğday ticaretini yasekladı. Sakız adasına altmış büyük gemi gönderdi, şehri ve civar köyleri yaktı. Ege takımadalarını, Euboia (Eğriboz) adasını ve Attika’nın bir kısmını yağma etti. Büsbütün telaşa kapılan İmparator, şehrin güney yönündeki sahil boyu tahkimatını pekiştirmek gereğini duydu ve Yaldızlı Kapı’nın yanında, yıktırdığı bir kilisenin enkazından iki kule yaptırdı.

Manuel’in imparatorluğu

Pamfilya savaşı biter bitmez Bayezit, imparator’a bir mektup yazarak bu tahkimatı yıktırmasını yoksa oğlu Manuel’in gözlerini oyduracağını bildirdi. Boyun eğmekten başka çare yoktu. Kısa bir süre sonra, imparator öldü. Buna bir ölçüde işlerin kötü gitmesi, bir ölçüde de hastalığı neden olmuştu. Manuel babasının ölümünü haber alır almaz Bursa’dan kaçarak İstanbul’a geldi. Bayezit Manuel’in kaçtığını öğrenince öylesine öfkelendi ki kendisini öldürtmek istedi. Haber göndererek İstanbul’da yerleşip ticaret yapan Müslümanlar arasında çıkacak anlaşmazlıklara bakmak için bir kadı bulundurmak istediğini bildirdi. Ve haksızlığı gözlere batan daha birçok teklifte bulunarak şöyle dedi: “Emirlerime uymak istemediğiniz takdirde şehrinizin surları arkasına saklanınız, çünkü dışarıda her taraf benim egemenliğim altındadır.”

Zorba hükümdar, Bithynia’dan Trakya’ya geçerek Fanide ile istanbul arasındaki bütün kasabalara ve köyleri yakıp yıktı ve buralarda oturan halkı alıp götürdü. Daha sonra Selanik’i, ve civarındaki bütün kaleleri aldı. Abranese’yi Akhaia ve Lakedemonya’yı (Isparta) yakıp yıkması için Mora yarımadasına ve Tarkan’ı, ortalığı kasıp kavurması için Karadeniz dolaylarına gönderdi. Ayrıca İstanbul’un tüm giriş yollarını kapattı, sakinlerin içeri girip çıkmalarını yasakladı ve şehri abluka altına aldı. Çok geçmeden öylesine bir kıtlık baş göstermeye başladı ki yakacak odun bulmak için evleri yıkmaktan başka çare kalmadı.

Hıristiyan Hükümdarların İttifakı

Bu durum karşısında. İmparator Papaya, Fransa Kralı’na ve Macaristan Kralı’na birer mektup yazarak İstanbul şehrinin karşı karşıya bulunduğu güç durumu ve ivedilikle yardımına koşulmaması halinde Haç düşmanlarının eline düşme tehlikesini kendilerine bildirdi. Manuel’in mektubundan etkilenen Batı hükümdarları, İmparator’u savunmak için silahlandılar ve ilkbahar başlarında Burgonya Dukası ile birçok İngiliz, Fransız ve İtalyan soylusu Macaristan’a gelerek bu ülkenin ve Romenlerin kralı Sigismund’a katıldılar; Nikopol’de (Niğbolu)Tuna Irmağı’nı geçtiler. Bayezit imparatorluğunun tüm güçlerini topladı, Philippopolis (Filibe) yakınlarına geldi ve kendilerini beklemeye koyuldu.

Bozguna Uğramaları

Ertesi gün Hıristiyanlar, Türklerin karşısına çıktılar ve kalkanlarını kaldırıp bir araya getirerek oluşturdukları siper sayesinde düşman saflarını yararak artçıların üstüne kadar geldiler. Flamanlar, sapan veya yaylarla savaşan Türklerin kaçmaya başladıklarını görünce hemen peşlerine düştüler ve çoğunu kılıçtan geçirdiler. İşte o zaman Bayezit’in çeşitli Hıristiyan milletlerinden devşirilmiş olan saray muhafızları pusularından çıktılar, savaş naralarıyla ve büyük bir coşkunlukla Fransızların ve Macarların üstüne saldırdılar, hepsini kuşatıp kılıçtan geçirdiler, kalanları da kaçmak zorunda bıraktılar. Flamanlar, Macarların bozguna uğradıklarını görünce kendileri de kaçmaya başladılar ve Türkler tarafından Tuna’ya kadar takip edilerek ya kılıçtan geçirildiler ya da bu ırmakta boğuldular. Birçok büyük soylu ve bu arada Burgonya Dukası Flandre Kontu da esir düşerek Bayezit tarafından Bursa’ya gönderildi ve büyük fidyeler ödemek zorunda kaldılar.

Manuel’in Yeğeni İoannes Lehine Tahttan Feragati

Bu zaferden güç alan Sultan, İmparator’a bir daha haber göndererek İstanbul’u kendisine teslim etmesini istedi. Fakat imparator, cevap vermeye bile tenezzül etmedi. Bunun üzerine Andronikos’un oğlu İoannes’in imparatorluk üzerindeki hakkını destekler görünerek Manuel’e yeniden haber gönderip tahtı meşru varisine bırakmaya razı olduğu takdirde silahları bırakacağını ve İstanbul’u istemekten vazgeçerek barış yapmayı kabul edeceğini bildirdi. Akıllı bir hükümdar olan Manuel, kendi içinde bölünmeye başlayan halkın, günden güne artan açlık ve kıtlığın etkisiyle inancını yitirip ülkesini teslim etmesinden korkarak en ihtiyatlı kararı aldı; on bin Türkle İstanbul yakınlannda bulunan yeğeni İoannes ile görüşmek üzere elçiler gönderdi. Limanda duran kadırgalara binip istediği yere gitmesine izin vermesi şartıyla şehri kendisine teslim etmeyi önerdi. Böylece anlaştılar. Manuel sarayı loannes’e bıraktı ve kendisi de karısı ve çocuklarıyla birlikte kadırgalara binerek denize açıldı.
Manuel, önce Mora’ya giderek kansı imparatoriçeyi ve İoannes ve Theodoros adındaki iki oğlunu Modon’a bıraktıktan sonra kadırgaları geri yolladı ve büyük bir gemiye binerek Venedik’e gitti. Oradan bütün İtalya’yı dolaştı, daha sonra da Fransa ve Almanya’ya gitti. Ziyaret ettiği bütün hükümdarlar kendisine çok büyük bir saygı gösterdiler ve şahane hediyeler verdiler. Manuel, daha sonra Venedik’e ve oradan da Modon’a dönerek imparatorluk ha çöktü ha çökecek diye bekleyerek günlerini geçirdi.
Bayezit, loannes’in aralarındaki anlaşmaya uyarak İstanbul’u kendisine teslim edeceğini sanmış ve buna karşılık yeni imparatora Mora’yı bırakmayı ve barış içinde yaşamayı vaat etmişti. Fakat Ioannes sadece Silivri’yi teslim etmek ve imparatorluğun elinde kalan tek şehir olan İstanbul’a bir kadı göndermesine razı olmak suretiyle Sultan’la anlaşmaya varmanın yolunu buldu.

Timur Bey’in istilası

Bayezit zaferlerinin erinci içinde bir parça dinlenmeye karar verdiği sırada, Timur Bey’ veya Timurlenk’in kendisine saldırmak üzere ilerlediğini haber aldı. Kimi tarihçiler, Pateologos’un başını dertte görerek Tatar lmparatoru’na başvurup yardım istediğini, kendisini metbu tanımayı ve imparatorluğu ona bağımlı olarak yönetmeyi önerdiğini ve Timur’un Osmanlılara karşı zafere girişmesinin nedenlerinden birinin bu olduğunu ileri sürerler. Ancak Cantemir’in bu savına karşı, bütün Bizans tarihçileri içinde bu olayları en iyi anlatan Ducas, ona hak vermek şöyle dursun, Timur’un bu sefere Bayezit’in ülkelerini ellerinden aldığı Müslüman beylerine sevgisinden dolayı çıktığını ve Sultan’ı Hıristiyanlara karşı kazandığı zaferlerden ötürü överken Müslümanlara saldırıları yüzünden kınadığını yazar. Batılı tarihçiler de aşağı yukarı aynı şeyi söyler.
Türk tarihçilerine göre, Bağdad Hanı Ahmet Halamir (Celayiri veya Calair olacak) Hicri 800 yılında Mısır Sultanı’na karşı ayaklanmış ve Bayezit’e sığınmıştır. Bayezit, onun aracılığı ile Mısır Hükümdarı’nın elinden Elbistan, Malatya, Divriği ve Nebbi’yi almıştır. Bu seferden dönüşünde, Prens Tahrin Bey’in egemenliği altında bulunan Erzincan eyaletine saldırmış ve valileri bozguna uğrattıktan sonra prensi büyük bir haraca bağlamıştır. Kısa bir süre sonra, Tahrin Bey’in sadakatinden şüpheye düşerek karısını ve iki oğlunu rehine olarak Bursa’ya getirmiştir. Daha az güvenilir başka tarihçiler ise Bayezit’in bu kadına âşık olduğu için onu kocasından kaçırdığını yazarlar. Bundan fena halde gocunan Tahrin Bey Timur’un himayesine girdi ve kendisini Osmanlı Padişahı’na karşı savaş açmaya teşvik etti.

Bayezit’in Yenilgisi

Hicri 804 yılında Timur, Bayezit’le savaşmak üzere yürüyüşe geçti. İki ordu Bursa dolaylarında karşılaştılar, burada tarihin en kanlı savaşlarından biri cereyan etti; iki tarafın savaş alanında bıraktıkları ölü sayısı üç yüz kırk bini geçti. Sonunda zafer Timur’un oldu. Bayezit’in büyük oğlu Mustafa büyük bir kahramanlıkla savaşırken şehit oldu. Padişahın kendisi de esir edilerek demir bir kafese kapatıldı ve ölünceye kadar orada kaldı. Bu zaferden sonra Timur, Bursa’ya girdi ve tüm Asya’yı boyunduruğu altına aldı.

Türklerin Anlattıklarının Eleştirisi

Bu anlatı o kadar kısa ve doğruluktan o kadar uzaktı ki insanın Türklerin güçlü bir belleği olmadığına inanacağı geliyor. Ne savaşın cereyan ettiği zaman ve yer ne de Bayezit’in tabi tutulduğu muamele gerçeğe uygun olarak nakledilmişti. Prens Cantemir’in savaş yerini bir tahmine dayanarak saptadığı anlaşılmaktadır. Nitekim bir notta, Hıristiyan yazarlarına inanacak olursak bu savaşın Fırat kıyılarında meydana geldiğini belirttikten sonra, Türk tarihçilerinin hepsinin Timur’un savaşı kazanır kazanmaz Bursa’ya girdiğini yazdıklarını ileri sürmektedir. Bu da, demektedir, bu kanlı savaşan bu şehrin ovalarında cereyan etmiş olduğunun açık bir kanıtıdır. Oysa bu hem Doğulu hem de Bizanslı tarihçiler tarafından, hatta Cantemir’in o kadar küçümsediği Gaudier’nin Annales Sultanorum’unun yazarı tarafından yalanlanmaktadır. Bunların hepsi de muharebe alanının Engürü veya Ankara Ovası olduğunda ittifak etmektedir. Her ne olursa olsun, biz burada okurlarımıza bu unutulmaz olayı bir de Doğulu bir tarihçiye, Timur Bey tarihini büyük bir sağduyu, doğruluk ve tüm ayrıntılarıyla yazmış olan bir yazara dayanarak anlatmak istiyor ve okurlarımızın bundan memnun kalacaklarını umuyoruz.

Savaşın Sebepleri

Şerafeddin Ali’ye göre, Bayezit ile Timur arasındaki savaşın nedeni şuydu: Bayezit, Kadı Burhaneddin’in ölümünden sonra Sivas ve Malatya’yı ele geçirince Erzincan Sultanı Taharten’e küstahça bir mektup yazarak sarayına gelmesini ve Erzincan, Erzurum ve mülhakatlarının haracını Osmanlı hazinesine göndermesini istemiştir. Taharten, durumu Timur’a bildirmiştir. Bu hükümdar, Osmanlı Sultanı’nın kendi himayesi altında bulunduğunu bildiği Taharten’e böyle tepeden bakmasını gururuna yediremedi. Kendisine son derece onur kıncı bir mektup yazarak karınca, küçük sultan ve Bayezit’in mutlaka en çok ağırına giden Türkmen gibi sıfatlarla hakaret etti. Bayezit elçilere, zaten çoktan beri efendileriyle savaşmak istediğini ve eğer Timur kendisini bulmaya gelmeyecek olursa kendisinin onu arayıp bulmak için İran’a kadar gideceğini bildirdi.

Timur’un Sivas’ı Alması -1 Eylül 1401

Elçileri geri döner dönmez o sırada Gürcistan’da bulunan Timur, Anadolu’ya doğru yürümeye başladı. Hicri 803 yılanın Muharrem ayının birinde Anadolu’ya ayakbastı. Sivas’a doğru ilerledi ve Kirişçi lakabıyla anılan Mehmet Çelebi’yi takip ettirdi. Tatarlar, Çelebi Mehmet’in askerlerini yakaladılar ve kılıçtan geçirdiler. Sonra Sivas’ı kuşattılar. Koçbaşıların şiddetli darbeleri ve kazmacıların faaliyetleri sonucunda kale duvarları on sekiz gün içinde öylesine harap oldu ki şehrin sakinleri valileri Mustafa’yı azlettiler ve Timur’un merhametine sığındılar. Timur, bütün Müslümanların canını bağışladı, fakat Hıristiyanların hepsinin köle haline getirilmelerini istedi. Garnizonun dört bin Ermeni süvarisini kuyulara attırdı ve üstlerine toprak döktürdü. Daha sonra da Sivas’ın surları Timur’un emri üzerine yerle bir edildi.

Timur’un Bayezit’e Barış Teklifi

Bu başarıdan sonra, belki de bir türlü Bayezit’in karşısına çıkmak istemeyen Timur, ileride anlatacağımız nedenle, Rum ülkesinin, yani Anadolu’nun daha içerlerine girecek yerde Suriye tarafına dönerek, Ahmet Celayir veya Halamir’e ve Karakoyunlu hanedanının kurucusu Kara Yusuf’a tanıdığı sığınma hakkının öcünü almak için Suriye’yi Mısır Sultanı’nın elinden aldı. Daha sonra gidip Bağdat’ı fethetti. Timur, Suriye’de bulunduğu sırada, Bayezit, Ahmet Celayir ile Kara Yusuf’un kışkırtmaları üzerine ve ayrıca Sivas’ın yıkılmasının intikamını almak için Erzincan üzerine yürüdü ve Taharten’i yendikten sonra bu şehri ele geçirdi. Taharten’in karılarıyla çocuklarını da Bursa’ya gönderdi. Bu haber üzerine, Timur oğlu Mirza Şahruh’un kumandasında bir birliği ordusundan ayırarak Osmanlıların üzeri ne saldırttı. Fakat Sultan elçilerle Timur’a uysal bir dille kaleme alınmış bir mektup gönderdi ve hatta Taharten’e de ailesini geri vermeyi vaat ederek lehine aracılık yapması için ricada bulundu. Tatar Hükümdarı diretmedi, fakat ayna zamanda elçilere, aralarındaki bütün anlaşmazlık konularını ortadan kaldırmak istiyorsa efendilerinden iki şey beklediğini bildirdi:
Birincisi, öteden beri kendi egemenliği altındaki ülkelere tabi bulunan Kemah Kalesi’nin kendisine teslimi; ikincisi, Kara Yusuf’u öldürtmesi ya da kendi deyimiyle yeryüzünün en aşağılık haydudu olan bu herifi ayaklarına zincir vurdurarak kendisine göndermesi veya hiç değilse ülkesinden kovması. Bu isteklerini yerine getirmesi halinde, sadece kendisiyle barış yapmayı değil, ayrıca kâfirlere karşı daha etkin biçimde savaşabilmesi için kendisine her türlü yardımı sağlamayı da vaat etti. Üstelik Bayezit’in açtığı cihat, kâfirlerin silahlarını Timur’a yöneltmelerine engel olduğundan bunu seve seve yapacağını da ekledi.

Bayezit’in İnatçılığı – 804/1402

Timur, Bayezit’in elçilerini büyük bir itibarla karşıladı ve dönüşlerinde Sultan’a bir mektup iletmesi için kendi elçilerinden birini de yanlarına kattı. Timur, daha sonra Bayezit’e başka elçiler de gönderdi. Aradan iki ay geçip de Timur elçilerinden hiçbir haber alamayınca, sabırsızlanmaya başladı ve Anadolu’nun yolunu tuttu. Kemah Kalesi’ni ele geçirdi ve kumandanlığını Taharten’e verdi.
Oradan Sivas’a geldi. Elçilerinden biri nihayet Sultan’ın yeni elçilerinin eşliğinde geri dönerek kendisine Bayezit’in kibirli ve küçük düşürücü cevabını getirdi. Timur buna öfkelenmekle birlikte, elçileri uğurlarken efendilerinin bütün kuvvetlerini kâfirlere karşı kullandığını bildiği için topraklarına saldırmak zorunda kalmaktan üzüntü duyduğunu, bu bakımdan hala kendisiyle uzlaşmaya hazır olduğunu, ancak bunun için Prens Taharten’in tutuklattığı adamlarını serbest bırakmasını, oğullarından birini kendi öz oğlu gibi bakmak üzere kendisine göndermesini şart koştuğunu bildirdi.

Timur’un Ankara’ya Gidişi

Sivas Ovası’nda ordusunu denetleyen Timur, Bayezit’in Tokat’a geldiğini haber aldı. Ancak yol ormanlarla kaplı olduğu için Timur, Kayseri yoluna saptı ve oradan Ankara üzerine yürüdü. Şehre şiddetle saldırmaya başlamışken Bayezit’in sadece dört fersah uzakta bulunduğunu ve Ankara Kalesi’ni kurtarmaya geldiğini öğrenince kuşatmayı kaldırdı ve kısa bir yürüyüşten sonra durdu.
Emri üzerine karargâhının etrafına bir hendek kazıldı, halkalar tedarik edildi, kazık duvarları yapıldı. Arkasında şehri sulayan nehir vardı, Osmanlıların ise ordularının geçiş yolu üzerindeki bir dağın eteğindeki küçük bir çeşmeden başka suları yoktu ve Timur bu çeşmeyi yıktırmak suretiyle onları bundan bile yoksun bıraktı

Timur’un Muharebe Düzeni

Tatar Hükümdarı geceyi zafer için Allah’a dua etmekle geçirdi ve ertesi sabah ordusunu muharebe düzenine soktu. Kuvvetlerini, her biri oğullarından ve torunlarından birinin kumandasında olmak üzere üç kısma ayırdı ve en tecrübeli kumandanlarını da kendilerine yardımcı olarak verdi. Sol kanat, Mirza Şahruh ve Halil Sultan’ın komutasında olup bu kanadın öncüsünü Mirza Sultan Hüseyin yönetiyordu. Sağ kanat, Mirza Miran Şah’ın emrinde olup bu kanadın öncüsüne Mirza Ebubekir kumanda ediyordu. Muharebe birliğinin başında Asya’nın en ünlü beyleri ve kumandanları bulunuyordu; sağda, alaylarının başında kırk miralay vardı, bir o kadarı da sol cenahta bulunuyordu. Birliğin başında ise Mirza’ Mehmet Sultan yer almıştı. Önünde askerler, ucunda kırmızı bir atkuyruğu ve tepesinde bir hilal bulunan bir çeşit sırık veya uzun sapa taşıyorlardı. Yardımcıları Mirza Pir Mehmet, Mirza Ömer Şeyh, Mirza İskender ve kardeşleri olan diğer şehzadelerdi. Timur, tam teşekküllü kırk bölükten oluşan yedek birliğe bizzat kumanda ediyordu. Birliğin başına, hem düşmanı ürkütmek hem de Hindistan’dan aldığı ganimetleri göstermek için birkaç sıra fil koydurmuştu. Bu fillerin sırtında muhteşem örtüler ve içinde okçular bulunan küçük kuleler vardı.

Bayezit’in Muharebe Düzeni

Bayezit de ordusunu etkin biçimde muharebe düzenine sokmak için elinden geleni yaptı. Sağ kanadı, karısının kardeşi Avrupalı Pasir Laus’un kumandasındaydı. Emrinde Avrupa’dan gelmiş yirmi bin savaş atı vardı ve bunlar tepeden tırnağa öylesine çelik zırhlara bürünmüşlerdi ki gözlerinden başka bir yerleri görünmüyordu. Zırhları ayak bileklerine bir asma kilitle bağlanmış bu kilidi açmadan cebe ve miğferlerini çıkarmak mümkün değildi. Anadolu birliklerinden oluşan sol kanat Bayezit’in oğlu Müslüman Çelebi’nin kumandasındaydı. Bayezit’in kendisi ise asıl muharebe birliğinin başında bulunuyor ve komutan yardımcılıklarını üç oğlu Musa, İsa ve Mustafa yapıyorlardı. Kirişçi lakabıyla anılan ve Bayezit’in beş oğlu içinde en yeteneklisi olan Mehmet Çelebi, artçı kuvvetlerin başındaydı ve emrinde altı paşa ve çok sayıda yiğit subaylar vardı.

Savaş Başlıyor

Sabah saat ona doğru, Tatar piyadesi kalkanlarıyla komşu tepeleri tuttu. Osmanlılar ise düzenli bir şekilde ve büyük bir coşku ile ilerliyorlardı: savaş boruları ve davulları çalınıyor ve kerrenay borazanının eşliğinde Surun narası atılıyordu. Timur, atından inerek namazını kıldı, sonra yeniden atına binerek hücum emrini verdi.
Sağ kanadın öncüsünün başında bulunan Mirza Ebubekir, Bayezit’in büyük oğlu Müslüman (Süleyman) Çelebi’nin kumandasındaki Osmanlı sol kanadına oklar yağdırarak muharebeyi başlattı. Süleyman Çelebi, yiğitçe savaşmakla birlikte, Tatarların sayıca üstünlüğüne ve gözü pekliğine dayanamayarak kaçmak zorunda kaldı.
Timur’un sol kanadının öncüsüne kumanda eden Sultan Hüseyin, düşmanın sağ kanadına saldırdı ve askerleri amansızca kılıçtan geçirdi. Timur, Sultan Hüseyin’in fazla ilerlediğini görerek bahadırların başında bulunan Mirza Mehmet Sultan’ı yardımına gönderdi.

Türklerin Boyun Eğmesi

Mirza Mehmet Sultan, dörtnala Osmanlı ordusunun ortasına daldı, saflarını dağıttı ve büyük bir kargaşa yarattı. Avrupalılar büyük bir yiğitlik örneği veriyorlardı: birkaç kez iki taraf sırayla birbirlerine saldırdı ve geri çekildi. Fakat sonunda, Pasir Laus’un ölümü ve Türklerin sağ kanat piyadesinin kıyımı üzerine Tatarlar üstünlüğü sağladılar. Mirza Pir Mehmet, Mirza Ömer Şeyh ve Mirza İskender Türk piyadesini mevzilendiği tepelerden püskürttüler. Timur düşmanın geri çekilmeye başladığını görür görmez, Mirzalara ve Emirlere tüm orduyla Osmanlıların üzerine çullanmaları için emir verdi. Bu komutanlar ellerinde kılıçları ilerlediler ve Türk ordusunun bir kısmını öylesine bir kıyıma uğrattılar ki sağ kalanlar kaçmak zorunda kaldı.

Bayezit’in Kesin Yenilgisi

Mirza Mehmet Sultan, düşmanın sağ kanadını bozguna uğratırken bu şehzadenin dört bölüğü aslında kendi mevzileri olan bir tepeye çıktılar. Bayezit sayılarının az olduğunu görünce, muharebe birliğinin başında bunlara saldırdı, mevzilerinden püskürttü ve mevzii ele geçirdi. Tatarların altı bölüğü Mirza’nın yanına dönerler ve birkaç alayla takviye edilerek Bayezit’in muharebe birliğine saldırmak üzere aynı tepeye çıkarlar. Ancak bu tepeden ordusunun düzenini inceleyen ve iki kanadının dağınık, daha doğrusu bozguna uğramış durumunu ve askerlerinin kendisine doğru kaçışmakta olduklarını gören Osmanlı Padişahı dehşete kapılır. Timur, Mirza Şahruh ile birlikte iterler ve kalabalığın arasına dalar; iki kanadın Mirzaları ve Emirleri de o tarafa koşarlar, hep birlikte Bayezit’a saldırırlar. Tarihçiye göre, Bayezit’i ordusuyla, bir av dairesi içinde kuşatılan hayvanlar gibi kuşatırlar.

Kaçışı ve Esir Alınması

İçinde bulunduğu zor duruma rağmen, Osmanlı Sultanı kendisini yiğitçe ve yetenekli bir savaşçı gibi savundu; bütün gün düşmana karşı koydu ve gece bastırınca tepeden inerek kaçmaya başladı. Fakat inatla takip edilerek sonunda yakalandı ve Sultan Mahmut Han tarafından esir alınarak yatma zamanında Emirler tarafından Timur’un huzuruna getirildi. Bu cihangir, bu kadar büyük bir hükümdarı bu acıklı durumda görmekten yüreği burkularak ellerinin çözülmesini ve kendisine saygılı bir şekilde davranılmasını buyurdu.

Kendisini çadırının kapısında büyük bir merasimle karşıladı, yanına oturttu ve saygılı bir dille, kendisine yapılan makul önerileri kabul etmemesi yüzünden kendi felaketine kendisinin yol açtığını anlattı. Bayezit, kusurunu kabul etti ve özür diledi. Timur kendisine muhteşem bir kaftan hediye etti, gerek şahsına gerek ailesine ve yanındakilere iyi davranacağına söz verdi. Gerçekten de Bayezit’e büyük bir imparator gibi muamele etti. Esir Sultan, Timur’un civanmertliğini görünce, savaş sırasında yanında bulunan oğulları Musa ile Mustafa’yı aratmasını rica etti. Adamlar her tarafı aradılar, fakat sadece Musa’yı bulabildiler. Timur ona da bir kaftan verdi ve kendi otağının yanına kurdurduğu bir otağa yerleştirdiği babasının yanına gönderdi.

Anadolu’nun Yakılıp yıkılması

Bu zaferden sonra, Ankara Valisi Yakup şehri ve kalesini Timur’a teslim etti; o da müfrezeler göndererek ülkeyi ve bütün Anadolu’yu yakıp yıktırdı. Tatarlar, o kadar çok ganimet ve servet ele geçirdi ki söylenildiğine göre, en basit asker bile güçlü bir bey olup çıktı. Mirza Mehmet Sultan, Bayezit’in hazinesine el koymak için Bursa’ya gönderildi, ancak Süleyman Çelebi bunu tahmin ettiği için hazineleri götürmüştü. Mehmet, Sultan’ın Yenişehir’e saklanmış karısıyla iki kızını ve Bayezit’in oğlu Mustafa’ya almak için istettiği Bağdat Sultanı Ahmet Celayir’in kızını, esir aldı, fakat Kara Yusuf savaştan önce Arabistan’a kaçmıştı.

Timur’un Civanmertliği

Bursa’da taş taş üstünde bırakılmadı. İznik yağma edildi ve Trakya’da Çanakkale Boğazı’na kadar bütün ülke yakılıp yıkıldı. Süleyman Çelebi Avrupa’ya geçti; karısı ve adamları Tatarların eline geçti. Timur, Bursa’ya iki günlük yolda sevimli bir şehir olan Kütahya’da bulunuyordu. Bir ay burada kaldıktan sonra, Laus’un kızı olan Bayezit’in karısı Destina’yı, kızı ve bütün hizmetçileriyle birlikte Sultan’a iade etti. Yalnız, o zamana kadar Hıristiyan olarak kalmasına izin verilmiş bu soylu kadının Müslümanlığı kabul etmesini istedi. On iki yıldan beri Bayezit’in esareti altında yaşayan Karamanoğlu Emir Mehmet de Timur’un sarayına getirildi. Timur ona bir kaftan ve kemer hediye etti ve Konya, Larende, Aksaray, Anzarya, Alaiye ve mülhakatları ile birlikte tüm Karamanoğulları ülkesinin yönetimini verdi.
Kütahya’dan ayrılan Timur Tangözlük’e gitti, burada ziyafetler verdi, eğlenceler düzenledi ve Bayezit’i de bunlara davet etti. Tatar Hükümdarı Bayezit’i eğlendirmek için elinden geleni yaptı, hatta ona yenilgisinden önceki haliyle Anadolu Sultanlığı’nı bile verdi; başına bir taç giydirdi ve etine öteki hükümdarlık belirtileriyle birlikte bir asa verdi.

Rum İmparatorun Timur’a Boyun Eğmesi

Timur, İstanbul’a da elçiler göndererek Bizans tekfur veya imparatorundan kendisine haraç ve geçiş hakkı ödemesini istedi. Sonra da, babasının İstanbul’ un karşısında inşa ettirdiği Güzelhisar’da (Güzecehisar olacak) oturan Süleyman Çelebi’ye iki elçi gönderdi.
Bu elçiler Süleyman’a derhal Timur’un sarayına gelmesini ya da kendisine para göndermesini, aksi halde Timur’un gelip kendisini bulacağını bildirmekle görevlendirmişlerdi. Bir süre sonra Timur’un Rum İmparatoru’na gönderdiği elçiler, yanlarında imparator’un elçileri olduğu halde geri döndüler.
Timur’a Bizans İmparatoru’nun iradesine boyun eğdiğini bildirdiler. Süleyman Çelebi’nin yanına gönderilmiş elçiler de, Bayezit’in Veziri ve imparatorluk Baş Kadısı Şeyh Ramazan’la birlikte geri geldiler. Şeyh Ramazan Süleyman Çelebi’nin bir mektubunu getirmişti. Süleyman Çelebi bu mektubunda, babasına yaptığı iyilikler için Timur’a minnettarlığını bildiriyor ve emrettiği anda sarayına gelmeye hazır olduğunu yazıyordu.

İzmir’in Yıkılması

Timur deniz kıyısında, İzmir veya Smyrna adında iki müstahkem mevki bulunduğunu, birinde Müslümanların, ötekinde ise Hıristiyanların oturduğunu haber aldı. Dinine aşırı bağlılığı nedeniyle bunlardan ikincisini kuşatmaya karar verdi ve iki hafta içinde şehri ele geçirdi. Yontma yapı taşlarından çok sağlam bir şekilde inşa edilmiş olduğu için kalenin zaptı Timur’a pahalıya mal oldu. Daha önce Murat l, bu kaleye birkaç kez saldırmış ve Bayezit’in kendisi de başarısız bir kuşatma harekâtına girişmişti.
Tatarlar, kaleye deniz yönünden saldırmak için denizin ortasında birbirlerine bitişik üçayaklı büyük iskeleler yapmışlardı; üzerlerine tahta parçalar döşediler ve sacayaklarını yerleştirdikleri yere kadar kalenin iki tarafını dolanan düz bir yol yaptılar; sonra bu iskelelerin üstüne çıkıp ellerinde kalkanlarıyla kaleye saldırdılar.
Deniz tarafındaki yol böylece kapatılınca, kendilerini yiğitçe savunan kuşatılmışlara yardım etmek olanaksız hale gelmişti. Kalenin içindekiler kuşatanlara durmadan oklar, kovalar dolusu neft, taş ve ateş yağdırıyordu. Fakat düşman, surları ve kuleleri dövüyor ve çökertiyordu; yıkılmaya yüz tutunca da Tatarlar destekleri kundakladılar ve surlar birdenbire çöküverdi. Ellerinde kılıçları kaleye girdiler ve halkı kılıçtan geçirdiler. Sadece birkaç kişi yüzerek gemilere çıkmak suretiyle canını kurtarabildi. Tatarlar, bunların evlerini yerle bir ettiler. İki Phokaia (Foça) şehrinin halkı haraç ödemeyi kabul etmekle aynı akıbete uğramaktan kurtuldu. Bu sırada, Şeyh Ramazan ikinci bir kez Süleyman Çelebi adına Timur’u ziyaret ederek kendisine değerli armağanlar sundu ve büyük bağlılık inancaları verdi. Timur bu şehzadenin Isra Yaka Beyliğini onayladı ve her zaman olduğu gibi kırmızıya boyanmış eliyle mühürlediği hükümranlık belgelerini gönderdi. Ayrıca altın yaldızlı bir kaftan, bir taç ve bir kuşak yolladı. Kısa bir süre sonra, Bayezit’in bir başka oğlu olan İsa Çelebi’nin bir elçisi geldi ve o da büyük bir itibar gördü.

Bayezit’in Vefatı – 1403

İzmir’den ayrılmadan önce, Timur öbür müstahkem şehrin ahalisine silahlar verdi ve Hıristiyanların kalesinin bulunduğu yere, Avrupalıları oraya yer1eşmekten sürekli olarak alıkoyacak şekilde muhkem bir hisar inşa etmelerini buyurdu. Ondan sonra Sultanhisar’a gitti; Kütahya, Tangözlük ve Karaşehir kentlerini, Germiyanoğullarının topraklarıyla birlikte miras hakkı nedeniyle Yakup Çelebi’ye verdi. Hamidoğulları’nan ülkesinde Balad Abad Gölü’nün kıyısında bulunan Eğridir şehrini aldı ve Akşehire doğru yürüdü. Eğridir’de hastalanan Bayezit Hicri 805 yılının Şaban ayının on dördüncü Perşembe günü (23 Mart 1403) bir beyin kanamasından Akşehir’de öldü. Timur buna çok üzüldü, hatta bu büyük hükümdarın bu acıklı sonuna ağladığı bile söylenir. Timur, Anadolu’nun fethini tamamladıktan sonra, Bayezit’i yeniden tahta oturtmak niyetindeydi. Bayezit’in ölümü üzerine, komutanlarına değerli armağanlar verdi ve Musa Çelebi’yi yolcu ederken kendisine şahane bir kaftan, bir kuşak, bir kılıç, murassa bir sadak, bir kese altın ve kırk at hediye etti ve babasının cenazesinin Bursa’ya nakledilerek en büyük krallara layık bir törenle orada yaptırmış olduğu türbeye gömüleceğini bildirdi. Bir yıl içinde fethini tamamladığı Anadolu’yu terk ederken Timur, Amasya ve Kayseri civarında yerleşmiş Kara Tatarları beraberinde götürerek Tataristan’ın bazı bölgelerini onlarla yeniden iskân etti.

Mizacı

Bayezit on dört yıl ve üç ay saltanat sürdü ve elli sekiz yıl yaşadı. İnanılmayacak kadar faal, gözü pek bir hükümdardı. Çabuk öfkelenirdi, fakat çok geçmeden yatışır ve yüreğine öfke yerine merhamet hâkim olurdu. Binalara karşı büyük bir tutkusu vardı ve sene geçmezdi ki birkaç cami, medrese ve imaret yaptırmasın. Denizde savaşmış ilk Osmanlı İmparatoru’dur ve üç yüz gemilik bir donanma inşa ettirmiştir.

Çocukları

Hıristiyan yazarları, yanlış olarak Erdogul, lssa, Calepin, Cyricelebis ve Cibelin diye adlandırdıkları oğulları üzerine bir sürü masallar anlatırlar. Fakat bunlar tarihin akışı ve Türk yazarlarının tanıklığı ile yalanlanmıştır. Bunlar oy birliğiyle Bayezit’in dört oğlu olduğunu söylerler: savaşta ölen Mustafa, Süleyman, Musa ve Mehmet. Hayatta kalanların üçü de sultanlık yapmalarına rağmen, padişahlar arasında sadece Mehmet’e yer verilmiştir. Bunun da nedeni, Musa’nın sadece Avrupa’da ve Süleyman’ın sadece Asya’da saltanat sürmesine karşılık, Mehmet Çelebi’nin imparatorluğun tümüne egemen olmuş tek sultan olmasıdır.

Fetret Devri – Süleyman Çelebi

Bayezit’in ikinci oğlu Süleyman, babasının Vezir-i Azamı AI i Paşa ile birlikte savaştan sağ çıkıp kaçınca, önce İznik’e gitti. Bir süre sonra Edirne’ye geçerek orada Avrupa’da kalmış olan az sayıdaki asker tarafından padişah ilan edildi.
Rum tarihçisi Ducas, bunu başka türlü ve daha inanılır bir biçimde anlatmaktadır. Süleyman Asya’dan İstanbul’a geçince Bayezit’in yenilgisinden sonra büyüklerin rızasıyla mutlak hükümdarlığı yeniden ele geçiren imparator Manuel’in himayesine sığınır. Süleyman kendisinden sadece Trakya’nın ve daha birkaç eyaletin yönetimini ister ve Selanik’i, Zetunion’a kadar Strimon nehri boyundaki şehirleri, Mora’yı, Pamide’den kutsal ırmak ağzına kadar uzanan bütün müstahkem mevkileri ve Varna’ya kadar Karadeniz üzerindeki kaleleri kendisine iade etmeye söz verir. Anlaşmalarından sonra İmparator, Süleyman’ı Edirne’ye gönderir ve bütün bu şehirleri kendi adına teslim alıp Türkleri çıkarması için memurlar gönderir.

Timur’un Elçilerine Hakaret Etmesi

Timur, Bursa’ya varır varmaz Süleyman’a elçiler ve nazik bir mektup gönderdi. Mektupta, babasının başına gelenlerden üzüntü duyduğunu ve galip hükümdarın merhametine sığınmaları halinde oğullarına bir baba şefkati göstermeye hazır olduğunu yazıyordu.
Süleyman, bu teklifi sevinçle karşılayacak yerde Timur’un elçilerini küçümsedi ve Timur’a yüksekten atan bir cevap verdi. Bunun üzerine Timur, Süleyman’ın kardeşi Musa Çelebi’yi çağırttı, ona padişah unvanını verdi ve şöyle dedi:”Babanın mirası senin olsun. Gerçekten hükümdar olmaya layık soylu bir insan krallıklar fethetmesini bildiği gibi, onları geri vermesini de bilir. Benim özlemini çektiğim tek büyüklük işte budur.”
Burada, Türk tarihçilerinin anlattıklarını Osmanlı tarihinin akışını keserek Bizans tarihçilerinin anlattıklarıyla bir bağlantı kurmak zorundayız. Okurlarımızın bunları ayrı ayrı izleyebilmelerini sağlamak için Türklerin anlattıklarıyla Rumların anlattıklarım birbirine karıştırmamaya çalışacağız. Ducas’a göre, işkillilerin ya da Tatarların akınından sonra, Trakya’da tam bir barış hüküm sürerken Asya sürekli bir karışıklık içinde bulunuyor, açlık ve veba kol geziyordu. Alisar (Ali Şir) diye anılan Germiyanoğlu, Timur’un rızasıyla, atalarına ait toprakları yeniden ele geçirdi. Saruhanoğulları Lydia’yı Orhan ve Aydın’ın iki oğlu Umur ve İsa İonia’yı aldılar. Menteşeoğullarından İlyas Bey, Karia ve Lycia’yı aldı.

Mehmet’in İsa’yı Yenmesi

Mehmet Çelebi, kardeşlerinin en küçüğü Musa ile Ankara’da kalmıştı. Hiçbir egemenliği yoktu ve özel bir hayat yaşıyordu. Mustafa da daha parlak bir durumda değildi. Fakat Mehmet buna rağmen vaktiyle babasına hizmet etmiş Temirte’yi (Timurtaş?) İsa’ya karşı savaşmaya gönderdi. İsa’yı esir alarak başını kestirdi. Bu başarısı Mehmet Çelebi’nin Galatia’daki” şöhretini ve gücünü arttırdı. (Galatia: Antik çağda iç Anadolu’da, merkezi Ankara olmak üzere Sakarya ile Kızılırmak arasındaki bölgeye verilen ad.)

Cüneyd Bey’in Başarıları

Bu arada, uzun süre İzmir Valiliği yapmış Karasu Paşa’nın oğlu Cüneyd Bey cesaretiyle İonia’da ün yaptı. Aydın Cüneyd Bey’in babasının asıl adı İbrahim’dir. Yıldırım Bayezit tarafından eski Osmanlılarda bir görev ve onur olan Karasubaşı’lığına getirilmiştir. Metindeki bahsedilen Karasu Paşa sözü buradan anlaşılmaktadır. Bey’in iki oğluna karşı savaştı. Birkaç gün içinde Efes’i ellerinden aldı. Aynı zamanda Süleyman Çelebi’ye bir mektup yazarak Aydın beyliğini onun adına ele geçirdiğini bildirdi ve düşmanlarına kafa tutabilmek için kendisinden yardım istedi. Süleyman, Cüneyd Bey’e Gelibolu’dan yardım gönderdi ve bu sayede Aydın Bey’in oğullan işgal etmekte oldukları topraklardan kovuldular.

Babasının Esir Düşmesi

Tatarların istilasını izleyen ikinci yılın ilkbaharında, kardeşi ölmüş Umur Beyi Karia Sultanı amcası Menteşeoğlu İlyas Bey’e sığındı. İlyas Bey, kendisiyle birlikte altı bin askerin başında Efes’e doğru yürüdü. Üç bin adamıyla kalede bulunan Karasu Paşa, şehri şiddetle savundu. Ancak kuşatıcılar kenti ateşe verdiklerinden halk teslim olmak zorunda kaldı. Karasu, kaleye çekildi ve İzmir’de bulunan oğlundan yardım gelir umuduyla kuşatmanın zahmetlerine sonbahara kadar katlandı. Bekleyişinin boşuna olduğunu anlayınca sonunda kale kapılarını düşmana açmak zorunda kaldı. Esir olarak Karia’ya götürüldü ve burada daha başkalarıyla birlikte Mamal Kalesi’ne hapsedildi.

Kaçışı

Babasını karadan kurtaramayan Cüneyd Bey bunu deniz yoluyla yapmayı başardı. Bir kadırga ile Mamal’a geldi ve tutsaklara gizlice haber gönderdi. Muhafızları, şarap içirerek sarhoş etti. Ondan sonra gecenin karanlığında halatlara asılarak surlardan aşağı indiler ve kadırgaya binerek İzmir’e kaçtılar. Kış başlarında Cüneyd, Efes üzerine yürüdü: Umur Bey’i kaleye çekilmek zorunda bıraktı ve şehri yağma ederek korkunç zulümler işledi. Sonunda kendisine kızını vermeyi vaat etmesi üzerine Umur Bey kaleden çıktı. Cüneyd Bey’i kucakladı ve Aydınoğulları ülkesinin Genel Valiliği’ne atadı. Böylece Cüneyd Bey ve Aydınoğulları Süleyman’ın boyunduruğundan kurtulmuş oldular.
Cüneyd daha sonra Umur Bey’le birlikte gitti, ülkesini ziyaret etti, Menderes üzerindeki şehirlerle Hermon (Gediz) ırmağına kadar Philadelphia, Sardes ve Nymphaeum bölgelerinin kentlerini kendi tarafına çekerek hısım ve dostlarını Vali olarak başlarına geçirdi. Müstakbel damadıyla birlikte Efes’te bulunduğu sırada birdenbire Umur Bey’in öldüğü haberi yayıldı. Gerçekten de ertesi gün cesedi Tmolos (Bozdağlar) yakınındaki Pirgion (Birgi) kalesine getirilerek atalarının mezarına gömüldü.

Cüneyd’in Öteki Anadolu Beylerini Süleyman’a Karşı Kışkırtması

Bunun üzerine Cüneyd Bey, bir mirasa konar gibi hükümeti ele geçirdi ve kendi kendini hükümdar ilan etti. Bu küstahlığına katlanamayan Süleyman Çelebi gururunu kırmaya karar verdi Bursa’ya geldi ve burada büyük bir sevinçle karşılandı. Süleyman Çelebi, ilkbahar başında asker toplamakla meşgul bulunduğu sırada, Cüneyd Bey önce Konya’ya giderek Karamanoğlu ile sonra da Kütahya’ya geçerek Germiyanoğlu ile görüştü. Kendilerine Bayezit’in elinden çektiklerini hatırlattıktan sonra, arkasında bıraktığı yılanın büyüyüp kendilerini yutmasını beklemeden hemen harekete geçerek başını ezmeleri gerektiğini ekledi.
Cüneyd Bey’e hak veren Karaman ve Germiyan beyleri, birincisi otuz bin, ikincisi on bin adamın başında, Cüneyd Bey ile birlikte Efes’e hareket ettiler. Burada Cüneyd Bey’in de beş bin askeri kendilerine katıldı. Bu arada Süleyman Çelebi, Bursa’dan Lopadion’a (Ulubat) gitti, buradan da yirmi beş bin askerin başında Menemen üzerinden İzmir’e geldi. İki beyin kuvvetlerini birleştirmeleri kendisini kaygılandırıyordu; Efes yakınlarında Mesaulion’da konakladı ve düşmandan çekinerek sipere girdi. İki ordu birbirinden topu topu altı fersah uzakta bulunduğu halde hiçbiri saldırıya geçmeyi göze alamıyordu.

Süleyman Bey’e Sığınması

Bu bir çeşit ateşkes sırasında, Cüneyd Bey’in en yakın dostlarından biri Karamanoğlu ile Germiyanoğlu’nun kendisini ertesi gece yakalayıp Süleyman Çelebi’ye teslim etmeyi ve böylece Osmanlı Şehzadesiyle barış yapmayı tasarladıklarını haber verdi. Cüneyd Bey gece çadırında çok sayıda meşale yaktırdı ve en iyi atlarına binerek adamlarıyla kardeşi Bayezit’in kumandanı olduğu kaleye kaçtı. Kardeşinden ertesi sabaha kadar kaleyi yiğitçe savunmasını istedi. Ondan sonra bütün gece yürüyerek Süleyman Çelebi’nin karargâhına geldi, boynunda bir iple şehzadenin karşısına çıktı, suçunu itiraf etti ve insafına sığındığını bildirdi.
Süleyman Çelebi, Cüneyd Bey’i bağışladı ve kendisine güzel bir kaftan armağan etti. Sonra Efes üzerine yürüdü. Karamanoğlu ve Germiyanoğlu gece yansına doğru Cüneyd Bey’i yakalamak için çadırına gidip de kendisini bulamayınca bir sürprizle karşılaşmaktan korktular. Haber yayılınca askerler arasında karışıklık çıktı ve ordu dağılmaya başladı. Güneş doğarken Menderes dolaylarındaki dar boğazlardan geçtiler. Bu sırada Süleyman Çelebi ordusuyla Galesios (Alaman) dağı yakınlarındaki bir köprüyü geçerek Efes’e girmekteydi. Cüneyd Bey, kendisini düşmanı takip etmeye ikna etmek için elinden geleni yaptı, ancak Cüneyd Bey’e güvenmeyen Süleyman Çelebi sözünü dinlemek istemedi. Efes’te konakladı ve altı ay burada kalarak öteden beri aşırı derecede düşkün olduğu bir sefahat ve eğlence alemine daldı.

Süleyman’ın Musa’yı Bozguna Uğratması

Türk tarihçileri, Süleyman’ın, kardeşi Musa’nın Timur tarafından padişah ilan edildiğini duyar duymaz, Avrupa’da derlediği kuvvetlerin başında Asya’ya geçtiğini ve doğru Bursa üzerine yürüdüğünü yazmaktadırlar. Yeni kuvvetler toplamaya vakit bulamayan ve bu yüzden Süleyman’a kafa tutmak cesaretini kendinde göremeyen Musa, Karamanoğlu’nun yanına kaçtı. Fakat burada da kendini emniyette hissetmeyerek İsfendiyar Bey’e sığınmak istedi. Ancak İsfendiyar Bey, Süleyman’ın öfkesini üzerine çekmekten korkarak, gönderdiği elçiler aracılığıyla Musa’dan topraklarına girmemesini rica etti. Nitekim yanılmamıştı, Süleyman Çelebi harekete geçmişti bile. Fakat İsfendiyar Bey’in kardeşine sığınma hakkı tanımadığını öğrenince Bursa’ya döndü ve Musa’yı hafife alarak kendisin i eğlenceye, güzel yemeklere ve içkiye verdi. Amasya’da egemen olan kardeşi Mehmet, imparatorluğunu kutlamak için zengin armağanlarla gönderdiği elçileri çok kötü karşıladı ve cevap vermek gereğini bile görmeden geri gönderdi. Bu ihtiyatsız davranışı kendisine Mehmed’in sevgisini kaybettirdi ve geleceği bakımından çok olumsuz sonuçlar doğurdu.

Sefahati

Bu arada Musa Çelebi, İsfendiyar Bey’in kendisini kabul etmemesi üzerine İznik yakınlarında bulduğu küçük bir gemiye binerek Avrupa’ya geçmişti. Çeşitli eyaletlerde dolaştıktan sonra nihayet Eflak’ta karar kıldı. Kendisine sadık askerlerden oluşan bir birliğin başına geçti; bir süre sonra valaklar da kendisine katıldılar. Osmanlı İmparatorluğu topraklarına girerek Edirne’yi ele geçirdi. Bu işgalin haberi Süleyman’ın uyuşukluğuna ve vurdumduymazlığına son verdi. Asya’daki askerlerini toplayarak Hicri 809 yılında Avrupa’ya geçti. Fakat Musa ya doğuştan pısırık ve çekingen olduğu için ya da gücüne güvenemediği için muharebeye girişmeyi göze alamadı ve Eflak’a geri döndü. Başarılarını sadece ihtiyatkârlığına ve cesaretine borçlu olduğunu sanan Süleyman, her zamankinden daha çok sefahate daldı. Sarayı bir fazilet okulundan çok bir fuhuş yuvasına benziyordu. Zevkine alet olanlara ya da şarabını tedarik edenlere şan ve şerefler yağdırıyor, askeri disipline hiç önem vermiyordu.

Öldürülmesi -1406

Kardeşinin ölçüsüzlüğünden yararlanan Musa, el altından sarayın ileri gelenlerine haber gönderir, onlar da Süleyman’ın aşırılıklarından zaten usanmış olduklarından kolayca baş kaldırırlar. Musa kuvvetlerini toplar ve uzun bir yürüyüşten sonra kardeşinin ruhu duymadan Edirne’ye varır. Savunmasız kalan Süleyman İstanbul’a kaçar. Ancak yolda içip sarhoş olur ve bir köyde yıkanırken yakalanarak Musa’nın askerlerinden biri tarafından öldürülür. Musa’nın emriyle cesedi büyükbabası Murad Hüdavendigâr türbesine gömülür. Ducas, Süleyman’ın ölümünü biraz değişik bir biçimde anlatır. Ducas’a göre, Süleyman Çelebi birkaç süvariyle İstanbul’a gitmek üzere Edirne’den hareket eder. Fakat yolda askerler kendisini terk ederek kardeşi Musa’nın emrine girerler. Süleyman, küçük bir köye tek başına girince köylüler göz kamaştırıcı giysilerine bakarak bunun olsa olsa bir hükümdar olabileceğine hükmederler ve beş delikanlı, ellerindeki okları ve yaylarıyla önüne düşerler. Süleyman hayatına kast ettiklerini sanmış olacak ki onlara nişan alır ve ikisini yere serer. Diğer üçü kardeşlerinin öcünü atmak için bir araya gelerek hep birlikte oklarıyla Süleyman’a nişan alır, onu atının üzerinde öldürürler ve başını keserler. Bu arada Musa, halkın alkışları arasında Edirne’ye girmiş bulunur. Kardeşinin ölümüne ağlar ve onu büyük bir törenle Bursa’da gömdürür. Kendisini öldüren üç genci de yakalatır ve köy halkını toplayarak her birini karısı ve çocuklarıyla ayrı ayrı bağlatıp evlerine kapatılmalarını ve yakılmalarını emreder.

Mizacı

Süleyman, yedi yıl on ay saltanat sürmüştür. Bu genç şehzade hem iyi hem de kötü yönleriyle kardeşlerinden üstündü. Yiğit ve şanslı bir kumandandı. Cömert ve iyi kalpliydi; fakat sefahatten yakasını kurtaramamıştır.

Fetret Devri – Musa Çelebi

Musa, çalışmalarının meyvesini toplar ve ordu kendisini Avrupa Türkiye’sinde imparator olarak tanırken Amasya’da egemen olan Mehmet Çelebi ana bir kardeşi Süleyman’ın ölümünün intikamını almayı tasarlıyordu. Bu amaçla bütün güçlerini toplayarak Bursa’yı ele geçirdi ve burada ordu tarafından padişah ilan edildi. Fakat Musa’yı tahtından indirmeden önce Asya işlerini düzene sokmayı uygun buldu. İlkin, Timur’un istilasından bu yana Anadolu’yu kasıp kavuran Tatar kalıntılarını ve diğer eşkıya çetelerini takip etti. Saltanatının ilk yılında ülkeyi bunlardan temizledi. Timur’un Anadolu’da kalmış son Komutanı Kara Devlet Şah’ı bir baskınla esir aldı ve kendisi Bursa’dayken Amasya’yı talan ettiği için ceza olarak başını kestirdi. Böylece kısa bir zamanda Asya’da yeniden barışı kurdu ve bu sayede büyük bir ün kazandı.

Macarları Bozguna Uğratması – 1411

Kardeşinin başarılarından telaşa kapılan Musa Çelebi, imparatorluğun batı kısmına karşı herhangi bir harekata girişmemesini sağlamak amacıyla tüm Asya’yı kendisine bırakmayı önerdi ve bu önerisinin ciddi olduğunu göstermek için, 1411 yılında Hıristiyanlara karşı savaş açtı. Talihi yaver gitti ve o yıl Mora yarımadasında Peraverd ve Matrune’yi aldı. Bu zaferlerin sarhoşluğuna kapılarak ertesi sene daha büyük işlere girişti; yeni bir ordu toplayarak Kral Sigismund’un kumandasındaki Macarların üzerine yürüdü, Tuna nehri üzerinde bir şehir olan Semendri’de saldırıya geçti ve Macarları öyle bir kıyıma uğrattı ki bu felaketin haberini götürecek tek bir kişi bile kalmadı. Macarların en büyük sıkıntısının beraberlerinde getirdikleri çok büyük servetlerden ileri geldiği söylenmektedir. Zaferden sonra çadırlarda o kadar çok altın ve gümüş bulunmuş ki yeniçeriler bunları şapkalarına doldurup öyle götürmüşler. Ganimetin arta kalan kısmı da kapısının üzerindeki levhada Musa adı yazılı olan Âtik Cami, yani Eski Cami adında büyük bir camiin yapım masraflarını karşılamış.

Komutanlarının ihaneti

Musa Çelebi’nin Osmanlı ordularına kazandırdığı şan ve şeref, bu şehzadenin üstün yeteneklerine, adaletine ve ılımlılığına rağmen, talihinin ters dönmesine engel olamadı. Kendilerini gücendirecek hiçbir şey yapmadığı halde Körşah Müluk ve ünlü komutan Ornus Bey Musa Çelebi’yi terk ettiler. Gizlice Mehmet’le anlaştılar, kendisine gönderdikleri mektuplarda iç çekişmeler yüzünden zayıf düşmüş Osmanlı İmparatorluğu’nun iki öndere tahammülü bulunmadığını ve tüm ordunun, Musa’nın pısırık ve çekingen kişiliği karşısında, imparatorluğun başında Mehmet Çelebi’yi görmek istediğini bildirdiler. Bu bakımdan hemen Avrupa’ya geçmesini dileyerek kendisini babasının tahtına oturtacaklarına söz verdiler.

Mehmet Çelebi’ye Yenilmesi

Mehmet Çelebi, hiç vakit kaybetmeden Avrupa’ya geçmek için gerekli hazırlıkları yaptı. Musa da ordusunu topladı ve kardeşinin eline geçmeden Gelibolu Boğazı’nın güvenliğin, sağlamak için elinden geleni yaptı. Fakat çarpışma başladığında komutanları yapmacık bir çaba göstermekle yetindiler. Bu yüzden Musa savaşın en hararetli anında muharebe meydanını bırakarak laz vilayetine, yani Sırbistan’a kaçtı. Mevsim orduların daha fazla ilerlemesine elverişli olmadığından Mehmet Çelebi kışı Bursa’da geçirmek üzere geri çekildi. Sırbistan Kralı eski dostu Musa Çelebi’ye elinden gelen yardımı yaptı ve kışın savunmasız kalan Edirne’ye dönmesini ve yeniden imparatorluğun başına geçmesini sağladı. Burada, Mehmet Çelebi’nin halkı ayaklandırmak için Avrupa’da bırakmış olduğu Körşah ve Evrenos Bey’i buldu. Ya kendisine karşı entrika çevirecek durumda olmadıklarına inandığından ya da yufka yürekliliğinin sonucu, kendilerini bağışladı ve iyi niyetini esirgemedi.
Fakat sonraki olaylar göstermiştir ki merhamet hükümdarların şanına layık bir erdem olmakta birlikte, hiçbir zaman bir haine güvenmeye varacak kadar ileri götürülmemelidir. Bu iki nankör komutan, bir ikinci kez Mehmet’e çağrıda bulunarak imparatorluğun başına geçmesini istediler. Mehmet Çelebi ilkinden daha güçlü bir orduyla İznik’ten hareket ederek Rum İmparatoru’nun izniyle Boğaziçi’ni geçti. Aynı gün İstanbul’a girdi ve burada şanına layık bir debdebeyle karşılandı, imparator kendisine zengin armağanlar verdi. Üçüncü gün Edirne’ye doğru yürüyüşüne devam etti. Ayrılışının ikinci günü, geceleyin Edirne’den çıkan Körşah Müluk ve Evrenos Bey kendisini karşıladılar, ayaklarına kapandılar, gelenek uyarınca toprağı öptüler ve Avrupa ordusu adına kendisini padişah olarak selamladılar.

Esir Alınıp Öldürülmesi

Tebaası tarafından terk edilmiş olan Musa Çelebi’nin yeniden Sırbistan Kralına sığınmaktan başka çaresi kalmamıştı. Ancak şehrin varoşlarından çıkarken yanına seçkin askerlerden bir müfreze alarak daha önce davranan Mehmet Çelebi’yi karşısında gördü. Umutsuzluk Musa’ya cesaret verdi. Peşinden gelen az sayıdaki askeri düzene soktu ve kendisinden beklenilmeyen bir cesaretle dövüşmeye başladı. Fakat sonunda sayı üstünlüğünün karşısında boyun eğmek zorunda kaldı ve kaçmaktan başka çare bulamadı. Bir süvari tarafından yakalanarak Mehmet’in huzuruna getirildi ve kardeşi tarafından hemen orada öldürtüldü. Musa Çelebi üç yıl altı ay saltanat sürmüştü. Bu olay Hicret’in 816. yılında meydana gelmiştir. Mehmet süvariyi cömertçe ödüllendirdi; önce musahip, sonra da vezir yaptı. Türklerin en büyük komutanlarından biri sayıldı.

Ducas’a Göre Musa Döneminin Tarihi

Ducas, Musa’nın hayatını her bakımdan o kadar değişik bir şekilde anlatmıştır ki okurlarımızı tekrarlarla sıkmaktan çekinmeyerek bu yazarın anlattıklarını ayrı olarak vermek gereğini duyuyoruz. Ducas’a göre Müslüman veya Süleyman’ın ölümünden sonra, Musa Trakya, Makedonya ve bütün öteki eyaletlerdeki ileri gelenleri toplamış ve Tatarları, İranlıları ve başka ulustan Osmanlılara karşı kışkırtmış, onların Bizans imparatoru ve Rumlardan başkası olmadığını söylemiş. Bizans’ın İmparatorluğun sınırlarını bu kadar genişletmesinin ve bu kadar çok sayıda kenti ve özellikle babası Bayezit’in o kadar emek verdiği Selanik’i elinde bulundurmasının doğru olmadığını belirtmiş, bu nedenle de Kentlerin Anasını, yani İstanbul’u, ele geçirmeyi ve putların mabetlerini Allah’ın ve Peygamberin mabetlerine çevirmeye karar verdiğini bildirmiştir. Konuşmasını herkes alkışladı ve Musa Çelebi ordusuyla yürüyüşe geçti. Lazar’ın oğlu Etienne’in daha Musa’nın yola çıktığını haber alır almaz bırakıp kaçtığı Sırbistan’ı çabucak ele geçirdi. Köyleri yağma etti, gençlerin en sağlam yapılı, en boylu puslularını seçip geri kalanları kılıçtan geçirdi. Sonra Hıristiyanların cesetleri üzerinde sarayın ileri gelenlerine muhteşem bir ziyafet çekti.

Bu yazının (görseller ve posterler hariç) tamamı Historia Üniversitesi Tarih Kurumu (Historia Universitatis Parisiensis) tarafından kaleme alınan ve 1783 yılında Paris'te kralın onayı ile yayınlanan 30 ciltlik Dünya Tarihi eserinin Osmanlı İmparatorluğunu anlatan 19. cildinin beşinci bölümünden alınmıştır.)

Bu seferden döndükten kısa bir süre sonra, Selanik’i kuşattı ve Setunion dışında Strimon’un ötesindeki bütün şehirleri aldıktan sonra İstanbul üzerine yürüdü. İmparator Manuel’in şehre getirdiği sakinleri tarafından terk edilen bütün köy ve kasabaları ateşe verdi. Şehir içinde kuşatılmış olanlar o kadar başarılı çıkışlar yapıyorlardı ki kaledeki yerini koruyan bir Rum’a karşılık üç Türk ölüyordu. Fakat Musa İmparator’un bir askerine karşı kendi on askerinin ölümünü kolaylıkla göze alabildiğinden düşmanın kuşatmayı büyük bir şiddetle sürdürdüğünü gören İmparator, Musa’nın kardeşi Mehmet’i yardımına çağırdı ve imparatorluğa hâkim olmaya çalışmasını istedi. Mehmet Çelebi Bursa’dan hareket ederek ordusuyla Üsküdar’a geldi. İmparator kendisini kadırgalarla karşıladı ve İstanbul’a girerek şahane bir şekilde ağırladı. Kuşatmayı yarmak için yaptığı iki teşebbüs olumlu bir sonuç vermeyince Manuel’den askerlerini Edirne’ye götürmesine izin vermesini istedi, bunun her ikisi için de İstanbul’da kalmasından daha hayırlı olacağını söyledi. İmparator Mehmet Çelebi’yi kucakladı ve ayrılmasına razı oldu. Ertesi gün Mehmet, iki birliğe ayırdığı ordusuyla yürüyüşe geçti. Birini Karadeniz yönüne gönderdi ve ötekini bizzat Edirne’ye sevk etti. Musa, Karadeniz’e doğru giden askerleri takip etti, onlara yetişti, muharebe verdi ve yenildi. Askerleri hemen Mehmet Çelebi’nin tarafına geçtiler. Musa kaçarken bir bataklığa düştü ve burada Mehmet Çelebi’nin kendisini takip eden subaylarından birini öldürdü. Subayın uşaklarından biri efendisinin intikamını almak için şehzadenin üzerine yürüdü, bir kolunu kesti ve gelip imparator’a olup bitenleri anlattı. Musa o kadar çok kan kaybetmişti ki kendisini aramak için gelenler atından düşmüş ve ölmüş buldular. Cesedini Mehmet Çelebi’ye götürdüler. Mehmet, Türk adetleri gereğince yasını tuttu ve Edirne’ye döndü, devlet ileri gelenlerinin tebriklerini kabul etti. Türk veya Rum tarihçilerinden hangilerine daha çok güvenmek gerektiğine karar vermeyi okurlarımıza bırakıyoruz. Biz sadece Ducas’ı, özellikle Mehmet Çelebi’nin imparatorluğa Manuel’in bir çağrısı sonucu olarak nasıl hâkim olduğu konusunda ve bir de Musa’nın ölüm şekli konusunda sözüne güvenilir burduğumuzu belirtmekle yetineceğiz. Nedenine gelince, bu tarihçi olay yerinde bulunmuş, anlattığı olayları bizzat yaşamıştır. Kaldı ki Mehmet Çelebi’nin İmparator’a yaptığı büyük toprak bağışları ve saltanatı boyunca kendisine gösterdiği büyük saygı da Ducas’ın anlattıklarını doğrular görünmektedir.

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.