Themis Varken Tam Özgürlük İmkânsız Mıdır?

Adalet - Hak, Hukuk, Hakkaniyet | | Nisan 7, 2018 at 4:59 pm

― Evet. Bana imkânsız görünüyor.

― Neden? Özgürlüğü nasıl tanımlıyorsun?

― Özgürlük bana göre hiçbir baskı altında kalmadan her alanda ve her konuda kendi seçimlerini yapabilmektir. Seçenekleri de başkalarının değil kişinin kendisinin belirlemesidir. Çoğumuz bunu bugün yapabildiğimizi düşünebiliriz. Ancak tabloyu öyle görmüyorum. Tam özgürlük ise bu tanımdan yola çıkarak bana göre imkânsızdır.

― Hakikaten, böyle bir tanıma göre bence de özgürlük imkânsızdır. Hatta yarım veya çeyrek özgürlük de imkânsız olur. Çoğumuz özgürlüğü böyle senin söylediğin gibi tanımlıyoruz ve o yüzden özgürlük tamamen anlamsız ve gereksiz bir kavram haline geliyor. Gerçek koşullara uygun bir özgürlük tanımı yapamadığımız için de ona tam olarak ulaşmamız imkânsız bir hayal haline geliyor.


― Gerçek koşullara uygun bir özgürlük tanımınızı merak ettim.

― Seçeneklerini belirlemek, olmayanlarını yaratmak, olanlar arasında da en uygununu tercih edebilmek büyük ölçüde güç ve imkân meselesidir. Dış etkileri de içgüdülerini de sürekli kontrol altında tutabilen böyle Nietzche’nin ÜberMensch’i gibi öyle sürreel bir yaratık değiliz. Kararlarımızı kendi özel koşullarımızın içgüdülerimizin, zaaflarımızın, hatta özel etkilenme ve koşullanmalarımızın doğrultusunda alıyoruz. Bunların oluşu bizim özgür irademizin (veya özgürlüğümüzün) var olmadığı anlamına gelmez. Seçenekleri doğa önümüze sunuyor, biz de karar veriyoruz. Kuşkusuz ki tüm kararlarımız her zaman bazı insanların baskısı ve etkisi altında olacaktır. Eğer etrafımızdaki bu baskı ve etkiler tam bir serbest piyasa oluşturuyorsa, yani “”üzerimizde bir baskı ve etki tekeli”” yoksa o zaman özgürlüğümüz tamdır.

Benim özgürlükten anladığım şey; “”Bir hükümet ya da diğer gücün baskıcı sınırlamalarından azade olmaktır.“” Batı dillerinde Liberté/Liberty olarak anılan bu kavram sadece “”negatif özgürlükleri”” yani üzerimizde hayatımızı tek taraflı olarak sınırlayabilen bir güç tekelinin bulunmaması halini tanımlar.

Eğer özgürlük kavramını sadece negatif özgürlüklerle ve bir hükmedici kolektif güç ile sınırlı olarak tanımlamaz isek o zaman kendi seçeneklerimizi belirleyip, engellerimizi bertaraf ederek seçimlerimizi gerçekleştirebilmemiz için sınırsız güç ve imkânlara sahip olmamız gerekir. Böyle bir şey mümkün olmadığından, o zaman tam özgürlük gerçekten “”imkânsız”” bir hale geliyor. Böyle bir durumda bu imkânsızlığı tanımlayan bir özgürlük kavramına da ihtiyacımız yok demektir.

―Neden?

―Çünkü; özgürlüğü özgürsüzlüklerden arta kalan yer olarak tanımladığında(Hegel) herhangi köle de özgür sayılabilir. Padişah da özgürlüksüz bulunabilir. Özgürlük kavramı anlamlı bir siyasi değer ifade edemez hale geliyor.

― Peki diyelim ki özgürlük kavramını dediğin gibi sadece “negatif özgürlükler” ile sınırladık. Bu durumda dahi tam bir özgürlük bana yine de imkânsız görünüyor.

― İmkânsız görünmesini anlayabiliyorum. Çünkü başta bizim coğrafyamız olmak üzere dünyanın her tarafında kural/yasa koyucular var, denetleyici/düzenleyiciler var, yargılayıcı ve cezalandırıcılar var.

İnsanların toplu olarak yaşadığı, ama bütün bunların hiç olmadığı bir toprak parçası bulmak neredeyse imkânsız. Üstelik temel toplumsal fonksiyonların(para, güvenlik, eğitim vb) başında tekel olarak yer alıyorlar. Bunların hepsinin gayrimeşru hale gelmesini ve ortadan kalkmasını imkânsız görmekte haklı olabilirsin. Ama bu tamamen bir süreç ve kapasite sorunu. Öncelikle toplum için gerekli temel fonksiyonların bireysel esaslı alternatiflerinin ortaya çıkıp yaygınlaşmasından önce bireysel özgürlüklerin konuştuğumuz anlamda sağlanabilmesi hakikaten imkânsız.

Bir babanın, eşin, ağabeyin diğer aile fertlerine bazı kurallar koyması, kurallara uyuluşunu denetlemesi ve uyulmadığını gördüğünde kendince belirlediği cezaları uygulaması kültürel bir konu. Bireysel olarak işlenen bir suç kapsamında değil. Eğer orada “kızını dövmeyen dizini döver”, “karnından sıpayı sırtından sopayı eksik etmeyeceksin” gibi kavramlar geçerli ve toplumsal kabul görmekte ise bunlar devletin ve toplumun bir kısmının desteğiyle olacaktır. Toplumda kandırma, korkutma, kışkırtma, cebir ve şiddetle yönetme meşru bir yöntem olarak kabul gördüğü müddetçe insan hak ve özgürlükleri pervasızca ihlal edilebilecektir. Toplumun bunlara hoşgörüsü toleransı, bunlar karşısındaki çaresizliği ne kadar yüksekse özgürsüzlüğün o kadar yaygın ve yoğun olarak yaşandığını görüyoruz.

― Peki, ama eğer tam özgürlük benim üzerimde devletin, (babamın, patronumun, öğretmenimin) baskıcı sınırlamalarının hiç olmaması durumu ise, açık söylemek gerekirse ben böyle bir sistemi hayal bile etmekte zorlanıyorum. Bakın ‘sistem’ dedim. Yerine başka sözcük bulamadım. Oysa sistem tanımı da özünde bir otorite tarafından konulmuş kuralları içerir.

― Temel yanlışımız tüm akıllı sistemlerin “”otoriteler”” tarafından kurulmuş olduğunu zannetmemizde yatıyor. Oysa asıl gerçek bunun tam tersi. Bir cangılda her şey ama her şey tam olması gerektiği gibi işler. Yönetici yoktur, kaos da yoktur. Sayısız aktör kendi bildiği gibi hareket eder ama ortaya interaktif olarak mükemmel bir performans çıkartırlar.

Öncelikle senin üzerinde birilerinin “hak sahibi” olduğunu düşünebilir misin? Böyle bir şeyi kabul edebilir misin? İnsanlarla ve insan guruplarıyla olan TÜM ilişkilerin senin rızanı gerektirir. Tabii ki onların da sana rızaları gerekir. Sana rızan olmadan bir şey yapmayı, yaptırmayı kendine hak gören birisi (kurum, gerçek kişi veya hükmi şahsiyet) varsa eğer o ancak senin düşmanın olabilir. Sosyal bir yaratık olduğumuza göre insanlarla sürekli interaktif ilişki içindeyiz. Ama hepsi de sonuçta ortak kabule ve rızaya dayalı olmak durumunda.

― Şu an içinde bulunduğumuz durumda her toplum için bu mümkün değil gibi düşünüyorum. Çünkü varoluşumuzdan bu yana genlerimize işlemiş (çeşitli isimlerle ve şekillerde) boşluğu sadece “”özgürlük”” kavramı ile doğru olarak doldurabileceğimizden emin olamıyorum. Herkes özgür iken, kurallar, yasalar nasıl oluşacak, nasıl işleyecek?

―Tabii ki mümkün değil. Eğer bir toplumda otoriter bir düzeni kabullenmeyen, özgürsüzlüğe sürekli katlanmak zorunda olduğunu düşünmeyen yeterli sayıda insan olursa rejim buna direnemez, özgürlük hamleleri adım adım yer tutar. Özellikle kamusallığın giremediği özel alanlar kurulmak ve sürekli genişletilmek zorunda. Örneğin Sivil Toplum Örgütleri bireylerin kamu otoriteryenliğine karşı direnme ve gücünü gösterme alanlarıdır. Otoriteryen bir düzende devlet önce sivil toplum örgütleri yerine kendi organize ettiği GONGO (Government Organized NGO) yani sahte sivil toplum örgütlerini ikame eder gerçekten sivil olanlarını da kapatıp yok etmeye çalışır. Eğer her alanda devletin güç ve yetkilerini ikame edebilen güçlü sivil toplum örgütleri kurulmuş olsa o zaman bir noktadan sonra devlet gücünü onlara devretmek zorunda kalır. Özgürlük düzeyi bize göre oldukça daha yüksek olan ülkelerde bu durum büyük ölçüde sivil toplum örgütlerinin ve halkın bilinçlenmesinin sayesinde gerçekleşebilmiş. Bireylerin özgürleşmesinin yolu budur. Ama ilk adım bunun pekâlâ mümkün olduğunu kabul etmek. Siz imkânsız olduğunu düşünmeye devam ettikçe o zaman gerçekleşmesi sahiden hayal bile edilemez.

– Eski Yunan’ın adalet tanrıçası Themis’in gözleri kapalı, Roma’nın Justitia’sının ise gözleri bağlıdır, neden biliyor musun? Tarafsız olsun, ayrımcılık gözetmesin diye.

Themis\’in terazisinin içi boştur, gerçekte var olan hiçbir şeyi doğru tartamaz. Sadece aslında olmayan şeyleri tartabilir. Ama kılıcı geçektir. Sizi fena halde kesebilir ve kestiği yer fena halde acır.

– Tabii senin böyle düşünmen pek makbul bulunabilir ama hiç de makul olmadığını biliyoruz, çünkü asıl gerçek çok farklı. İşin aslı daha ziyade “kadı sağır, müftü kör” ya da körün tuttuğunu öpmesi” hadisesine benziyor. O tanrıça senin acılarını hiç duymaz, mağduriyetlerini bilmez, asla umurunda da değildir. Sen bir ölümlüsün ve bunu bilerek yaşamaktasın. O ise ölümsüz olduğu iddiasıyla senin önüne koyulan hayali bir yaratık. Onu bazı insanlar tasarlamış yaratmış ve sen inanasın diye önüne koymuşlar. Aslında pekâlâ o senden daha ölümlü, çünkü sen gerçeksin o gerçek değil. Bütün tanrılar gibi sen ona inanmadığında kendiliğinden yok olur gider. Psikolojin üzerinde hiçbir yaptırım gücü kalmaz. Onun hakkındaki her şey yalancıdır, sahtedir. Sen sadece adalet istemektesin, onun istediği şey ise kendi uygun gördüğünde seni gönlünce cezalandırabilmek. Üzerinde cebir ve şiddet uygulamaya hazır olanların yanında, onların emrine amade beklemektedir. Senin istediğin adalet ile onun istekleri çoğu zaman taban tabana zıt. Aksini düşünmeni isterler ama aslında o daima senin aleyhinde ayırımcı, onu kullananların yanında taraflıdır. Üstelik senden onun kararlarını hiç tartışmamanı, uysallıkla boyun eğmeni ve ona kölelik etmeyi adalet kabul etmeni isterler. Oysa sen otonom bir yaratıksın. Kendi aklın ve kararlarına göre yaşamak senin doğanın gereğidir. Özgürlük, yani “”Bir hükümet ya da diğer gücün baskıcı sınırlamalarından azade olmak.“” senin kendi doğanın bir gereği. Tamamen başkalarının kural ve kararlarına tabi bir yaratık haline gelmek ise senin doğal yaradılışına tamamen aykırı. Kandırma, korkutma, kışkırtma ile, cebir ve şiddet tehdidi ile yaşamını sınırlayan ve seni kendi seçmediğin bir hayatı yaşamaya zorlayanlar senin asıl doğal düşmanların değil mi? Onların adaleti nasıl senin adaletin olarak kabul edilebilir ki?

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.