İnovasyon, Elon Musk ve Biz

Para, Devletler ve Biz | | Ağustos 21, 2020 at 5:35 pm

Kalkınmaya çalışan ülke halkları olarak zenginliğin, umurun ve refahın asıl kaynağının adına inovasyon denilen ve bizde pek kıt olan bu şeyde olduğunu biliyoruz. Ancak bu ne mene bir şeydir, kim yapar, nasıl ortaya çıkar onu hemen hemen hiç bilmiyoruz.

Ampul deyince sizin aklınıza ne geliyor?  Dünyada pek çok insanın aklına “”zihinde bir ışık çakması, aklına parlak bir fikir gelmesi”” gibi şeyler getirir. Karikatürlerde de böyle sembolize ediliyor. Ama belki sizin aklınıza “Ampul Partisi, gibi biat edilip izinden gidilerek ülkeyi nurlu ufuklara taşıyacak siyasi önderler gibi şeyler geliyordur.

Rahmetli Irak önderi Saddam Hüseyin de ikide bir “buluşçu gençler yetiştirmeliyiz” derdi. Spor işlerinin başında bulunan oğlu Uday da “eğer uluslararası maçı kazanamazlarsa hepsinin ölesiye sıra dayağından geçirileceği tehdidi ile futbol takımının kazanmaya teşvik edilmesi metodunu geliştirmişti. Ama ne futbol takımları maç kazanabildi, ne de ülkeden herhangi bir inovasyon haberi geldi. Irak halkının inovasyon yapabilme potansiyeli konusunda diğer herhangi ülke halkına göre genetik bir eksiği olmadığını biliyoruz. Nereden biliyoruz, ülke dışına göçmüş olanlar arasından pekâlâ üstün yaratılar ortaya koyabilenlerin de çıkmasından. Ama ülkede yerleşik kültürün içinde kalanlardan tık çıkmıyor, ortamı yok, yani daha böyle daha yüz yıl geçse de çıkamayacak.

Ünlü Alman sosyolog Franz Oppenheimer servet kazanmanın birbirinden bağımsız iki yolu olduğuna işaret etmişti;
– Birincisi “ekonomik yöntem” olarak nitelendirdiği üretim ve değiş tokuş,
– İkinci yol ise “politik yöntem” olarak nitelendirdiği başkalarının sahip olduğu mal ve hizmetlere güç ve şiddet kullanarak el koyma yöntemi. Birinciye göre çok daha basit olan bu ikinci yöntemde karşılıklı rıza gerekmeden, tek taraflı olarak (kandırma korkutma kışkırtma, hırsızlık ve gasp yoluyla) bir el koyma söz konusudur.  Fetih ve işgaller, başkalarına ait yeraltı, yerüstü zenginliklerine el koymalar bunu gösterir.

Zenginlik, umur ve refah denince tabii ki her onurlu sivil insana (ve topluma) yakışan birincisidir. Yani yüksek katma değerli bir şeyler üreteceksiniz, diğerlerinin ürettikleriyle değiş tokuş edeceksiniz. Ürettiğiniz şey piyasada ne kadar değerli ise size o kadar yüksek kazanç olarak geri dönecek. Ama üretimin en değerli kısmının yaratma olduğunu da bilmemiz gerek. Yani eğer üretilen şeyi yoktan var eden (inovasyoncu) biz kendimiz değilsek bize düşen katma değer üretici payı çok düşer. Hatta o kadar düşer ki neredeyse hiç üretemez hale geliriz. Eğer üretimde inovasyon ve tasarım faktörünün yüksek bir katkısı yoksa sermayenin de emeğin de faktör payı sıfıra kadar düşer. Eğer yaratıcı insan zihninin katkısını önemsemez ve değerli saymazsak (yaratmak Allaha mahsustur dersek) o zaman üretici ekonomik yöntemde pek başarılı olamayız, gözümüz en onursuz yöntem olan yağmacının, gaspcının (politik) yönteminde kalır. Bazen de (eğer yağmacının kontrolüne girmişsek) bize (ekonomik veya politik yöntem arasında) bir tercih hakkı kalmaz, otomatikman “””çaresiz kul””” konumunda hayatımızı sürdürürüz.    

Gittikçe küreselleşen şu dünyada bir halkın umuru ve refahı için size nurlu ufuklar vadeden ihtiraslı politikacılar /ulu önderler değil yeterli sayıda inovasyoncu girişimci lazım. Eğer inovasyon yeterince güçlü ise o girişim sermaye ve diğer ihtiyaç faktörlerini kolayca bir araya getirip üretimi gerçekleştirebilir ve yeterli küresel talebi de yakalar. Eğer ürününüz yeterince başarılı değilse küresel rekabette yeterli piyasa payını yakalayamaz. Yakalayamayınca size iç piyasada sağlanacak tekelci yerli ve millilik imtiyazları da sürdürülebilir bir katma değer üretimi getirmeyecektir.  Peki, yurt içinde inovasyonculuk nasıl geliştirilebilir? Çok karmaşık bir konu, bildiğim kadarıyla açık bir reçetesi de yok. Ama kesin olarak söylenebilecek şey şu. Yerli ve milli inovasyonculuk diye bir şey yok. Kamucu, otokratik inovasyon diye bir şey yok. Tarih boyunca büyük imparatorlukları, büyük otorite devlet büyüklerini düşünün, dünyada hiçbirisinin önayak olması sayesinde geliştirilebilmiş minicik olsun bir inovasyon bile yok. İnovasyon tamamen sivil ve küreselci bir olgu. Dinle, kamu otoritesiyle milli iradeyle ekonomik gelişme sağlayabilecek bir inovasyoncu girişim yaratmak mümkün değil. Olsa olsa belki küçük bir serap bir illüzyon yaratılabilir, o da kısa sürede söner gider. Nasıl her bitki her toprakta yeşeremezse, inovasyon da insan kaynakları ne kadar üstün olursa olsun her ortamda hele de otokratik bir rejimde gerçekleşemiyor. Öte yandan uygun özellikte bir kişi “”eğer doğru ortamı bulursa”” birçok farklı alanda artarda tüm dünyayı sarsacak inovasyonlar gerçekleştirebiliyor.  Günümüzden gerçek bir örnek vermek isterim. Elon Musk;

Elon Musk; yağmacı Apartheid rejiminin iktidarda olduğu Güney Afrika’nın Pretoria kentinde 1971’de dünyaya gelmiş. Henüz 8 yaşındayken mekatronik mühendisi baba ile diyetisyen, reklam modeli Kanadalı anne boşanmışlar. Elon, okumaya çok meraklı, günde 10 saat okuyor, ama eğitim sisteminden biraz hayal kırıklığına uğramış. Öğretmeni dinleyerek öğrenmeyi sınırlayıcı ve kabul edilemez biçimde yavaş buluyor. Öğrendiği her şeyi kendi kendine okuyarak öğrenmiş. Ailesi, 5 KB hafızaya sahip Commodore’u aldığında yeni bir tutkuya sahip oluyor. Bilgisayarıyla birlikte gelen ‘programlama nasıl yapılır?’ kitapçığını birkaç günde bitirip kendini hızla geliştiriyor. 12 yaşındayken Blaster isimli bir oyun programı yazarak 500 $ karşılığında bir bilgisayar dergisine satıyor. 1988 yılına gelindiğinde (17 yaşında iken ülkede tüm beyaz erkeklerin birkaç dönem halinde ve bitmek bilmeyen bir mecburi askerlik yapma görevi var) ülkeden kaçıp Kanada’ya yerleşiyor. Düşük maaşlı işlerde çalışırken Douglas Adams’ın  “Bir Otostopçunun Galaksi Rehberi’ni okuyup çok etkileniyor. İnternet, yenilenebilir enerji üretimi, uzay ve evrenin keşfi, dünya dışı yaşam alanları arama, yapay zekâ, insan genlerinin düzenlenip programlanabilmesi konuları çok ilgisini çekiyor. Queens Üniversitesi’nde 2 yılın ardından 1992 yılında Pennsylvania Üniversitesi’nden işletme ve fizik alanlarında burs kazanarak ABD’ye geçiş yapıyor. İlk girişimcilik denemesi; üniversite günlerinde yakın bir arkadaşıyla birlikte 10 odalı bir ev kiralayıp gayri resmi bir gece kulübüne dönüştürmek. 1995’de (24 yaşındayken) internetin popüler olmaya başlamasıyla birlikte, doktora için kabul edildiği Stanford Üniversitesi’ni ikinci günündeyken bırakıp, babasından 28 bin dolar borç alarak, erkek kardeşi Kimbal ile birlikte sarı sayfaların dönemine son verecek olan bir online rehber fikriyle zip2 Corp adında bir web girişimi kuruyor. Birçok insan internette reklam vermenin gereksiz ve aptalca olduğunu düşünürken iki kardeş sabahtan akşam geç saatlere kadar çalışıyor. Online bir şehir rehberi olan Zip2, kısa bir süre sonra NewYork Times ve Chicago Tribune gazetelerinin web siteleri için içerik sağlamaya başlıyor. 1999 yılında şirketi dönemin bilgisayar devlerinden olan Compaq firmasına 307 milyon dolar nakit ve 34 milyon dolarlık hisse karşılığında satarak Ayn Rand’ın deyişiyle “para yapma” macerasını başlatıyor. 1999’da tercih edilme oranı her gün yükselmeye başlayan ödeme sistemleri üzerine çalışmaya karar verip, yeni şirketi X.Com’u kuruyor. 2000 yılında rakip olan firma Cofinity ile anlaşmaya vararak şirket güçlerini birleştiriyor. 2001’deki resmi birleşmenin ardından tek şirket haline gelen yapının adı PayPal oluyor. Sağladığı başarı sayesinde, birçok ülkede internet ödeme sistemi alanında şirket kabul görüyor ve resmi olarak kabul edilen ilk internet ödeme sistemi haline geliyor. 2002’de eBay şirketi PayPal’ı 1,5 milyar dolara satın alarak Elon Musk’a PayPal’daki hissesinden dolayı 180 milyon dolar kazandırıyor. Elon Musk uzun süredir araştırdığı roket teknolojisi hakkında artık ilk adımı atması gerektiği kanısına varıp 2002 yılında yaklaşık 100 milyon dolar sermaye ile muhteşem bir girişim yapma kararı alıyor. Uzaya yolculuğun mali giderlerini inanılmaz derecede düşürecek planlarını yaptıktan sonra uzay seyahati ve uzay taşımacılığı alanında Mars’a en az 1 milyon kişi yollayarak insanlığı gezegenler arası seyahat edip yaşayan bir tür haline getirmeyi amaçlayan uzay şirketi SpaceX’i kuruyor. NASA ile uluslararası Uzay İstasyonu’na gönderilecek yükler konusunda SpaceX ile bir anlaşma yapıyor. Görevi sona ermiş Sovyet füzelerini satın almak için Rusya’ya gidiyor, ancak Ruslar her bir füze için yaklaşık 8 milyon dolar isteyince roketi kendisi daha uygun bir maliyetle üretebileceğini düşünüp geri dönüyor ve haklı çıkıyor. Musk, 2003’de Martin Eberhard ve Marc Tarpenning’in kurduğu (dünyanın ilk seri elektrikli otomobil üreticisi) Tesla Motor’a PayPal’ın satışından kazandığı paranın 70 milyon dolarını yatırarak, 2004 yılında katılıyor. Yüksek hisse payına sahip yönetim kurulu başkanı olarak üretilen ilk elektrikli araçların tasarımı ve üretimi aşamasında oldukça yoğun bir tempoda görev alıyor. Üretilen ilk elektrikli araç olan Tesla Roadster tasarımı ile Global Green 2006 tasarım ödülüne layık görülüyor. Musk, bu safhada Google’ın kurucuları Larry Page ile Sergey Brin gibi birçok yatırımcı ile de görüşmeler ve toplantılar yaparak projelerini anlatıyor. Larry Page o kadar etkilenmiş ki “servetimi bir hayır kurumuna bırakacağıma Elon Musk’a veririm. O dünyanın ve insanlığın geleceğini değiştirecek. İnsanlık, Musk’ın projeleri sayesinde gelecekte Mars’ta yaşayabilen bir tür olacak.” diyor. Omuzlarındaki sorumluluk yükü artan, SpaceX ve Tesla Motor gibi iki dev şirketin ikisinde birden çalışan Elon, PayPal satışından kalan son sermayesiyle de 2006 yılında kuzenleriyle birlikte Solar City’i kuruyor. Bu şirket, konutlara (yatırım giderini üstlenerek bedavaya) kurduğu güneş enerjisi sistemleriyle aylık elektrik faturası gibi ödenen leasing bedelleri karşılığı çalışıyor. Musk 2016 yılında 2,5 milyar dolarlık bir kaynakla Tesla Motor ve SolarCity şirketlerini birleştiriyor.

Bu arada SpaceX roket üretimine başlıyor. SpaceX’in ilk roketleri isimlerini Star Wars filmlerindeki Millenium Falcon uzay gemisinden aldı. Ancak, çalışan bir roket üretimi konusunu henüz çözememiş olmaları ve Uluslararası Uzay İstasyonu’na yük ve insan taşımacılığı gibi ihaleleri elde edebilmek için yörüngeye başarılı fırlatmalar yapılabildiğini ispatlayacak uçuşlar yapmaları gerekiyordu. Musk’ın elindeki son sermaye gücü sadece bir denemeyi daha finanse etmeye yetiyordu. Dışarıdan yatırımcı kaynak olmadan SpaceX ve TeslaMotor’un ayakta kalabilmesi ve işlerin yolunda gidip kendini finanse edebilecek hale gelebilmesi için çok fazla zamanı kalmamıştı. Çünkü hala ikisi de kaynak tüketen şirketlerdi. 2008’de SpaceX, dördüncü ve son roket denemesini yaptı ve mükemmel bir biçimde başarılı oldu. Bu sayede NASA SpaceX’e 1,5 milyar dolarlık 12 fırlatma projesinin dâhil olduğu bir anlaşma daha imzaladı. 2008’in sonunda Musk son 20 milyon dolarını da Tesla Motor’a kaynak olarak harcadı. Tesla, müşterilerine şirketin iflası halinde, şahsi para iade garantisi verdi ve yatırımcılar da Tesla’ya kaynak aktarma yoluna yöneldi. Beş ay sonra Chrysler 50 milyon dolar yatırınca da Tesla Motor tamamen kurtulmuş oldu. Bu zorlu süreçlerin ardından SpaceX 20 başarılı fırlatma daha gerçekleştirdi. NASA artık SpaceX’in sürekli müşterilerinden biriydi. SpaceX’in ortaya koyduğu inovasyonlar ve oluşturduğu önemli ölçüdeki rekabet ortamı sayesinde uzay tarihinin en düşük bütçeli projeleri gerçekleştirilmeye başladı.

Tarihte dünyanın yörüngesine bir uzay aracı gönderip dünyaya geri döndürmeyi başarabilmiş üç büyük ülke olan ABD, Rusya ve Çin’in ardından ilk özel uzay kuruluşu olan SpaceX de bu üç büyük ülkenin gücüne kafa tutarcasına aralarında yerini almayı başardı. SpaceX, şu aralar insanların uzaya seyahatini gerçekleştirebilecek bir uzay aracının test ve geliştirme aşamasında… İnternet devi Google ve Fidelity’den gelen yatırım kaynaklarından sonra SpaceX’in mali değeri 12 milyar dolara ulaşmış durumda… 2012’de insansız uzay aracı Falcon 9 uzaya fırlatıldığında SpaceX yeni bir başarıya daha imza atmış oldu. Roket Uluslararası Uzay İstasyonuna yarım ton takviye yük götürmüştü. Bu Uluslararası Uzay İstasyonu’na özel bir şirket tarafından sağlanan ilk taşıma göreviydi.  Öte yandan, 2008’de kurulduktan 5 yıl sonra Tesla Motor hızını 0’dan 100 kilometre’ye sadece 3,7 saniyede çıkabilen lityum iyon bataryası ile ortalama 400 kilometre yol alabilen Roadster spor araba modelini tanıttı. Daimler’a verdiği hisse ve Toyota ile yaptıkları ortaklık sonucu Tesla Motor, 2010’da halka arz edilerek 226 milyon dolar gelir elde etti. Bu sırada Tesla Motor’un Model S aracı inanılmaz bir başarı ivmesi yakaladı. 2013, 2014 ve 2015 yıllarında Consumer Reports üst üste Model S’i dünyanın en iyi araç olarak seçti. Otomotiv devleri olan General Motors, Ford, BMW, Mercedes ve VolksWagen gibi markalar Tesla’nın başarısını taklit etmeye başladı. ABD tarihinde Ford’dan sonra halka arz edilen ikinci otomotiv şirketi 2010 yılında Tesla Motor oldu. 2015 itibariyle Tesla Motor’un piyasa değeri 27,44 milyar dolara ulaşmış durumda. Üretimini hızlandıran Tesla 2018’de Tesla Model 3 adındaki yeni aracını satışa sundu. 2017’de Musk şirketin tasarım stüdyosunda yeni modellerini tanıtarak 2019 yılında üretimine başlanacak olan TIR’ın şarja ihtiyaç duymadan tam 800 kilometre yol alabileceğini, batarya ve motorunun 1,5 milyon kilometre yol alabilecek şekilde tasarlandığını söyledi. Roadster’in yeni modeli ise 2020 yılında piyasaya sunulacak. Sıfırdan 100 kilometreye 1,9 saniyede çıkacak olan araç, tarihteki en hızlı araba olarak yerini alacak. Önümüzdeki yıllarda Elon Musk’ın sahip olduğu şirketler ve fabrikalar 40 bine yakın insana iş ve istihdam sağlıyor olacak. 2012’de halka arz edilen ve şu anki değeri 6 milyon doların altındaki SolarCity şirketi ABD’deki en büyük güneş paneli üreticisi. Yeni tanıtılan ev bataryası Power Wall ile Tesla ürünlerini entegre bir hale getirdi. 2013 yılında Musk, Hyperloop adında yeni bir ulaşım modeli projesini sundu. Bu proje büyük şehirlerarasında oluşan seyahat süresini çok büyük ölçüde azaltacak. Hava koşullarına karşı dayanıklı ve sürdürülebilir enerji kaynakları ile çalışması planlanan Hyperloop’un saatte 1.100 km hızla düşük basınçlı borular aracılığıyla seyahat etmesi planlanıyor. Vakum tüpünde düşük basınçla hızlı hareket prensibine dayanarak ultra yüksek hızlı bir tren olması planlanan Hyperloop, teorik olarak Los Angeles ile San Francisco arasını 30 dakikada alacak. Uçak ve tren taşımacılığından daha güvenli olduğu düşünülse de şüphecilerin de dikkatini çekti. Yine de çılgın girişimci, bu fikrin geliştirilmesi için çalışmalarına ara vermeden devam ediyor. Musk son olarak The Boring Company şirketini kurdu. Yeni kurulan şirket şehir ve çevresinde bulunan tünelleri hızlı ve trafiksiz sürüş elde etmek için çalışıyor. Yapay zekânın ilerlemesi konusunda oldukça tedirgin olan Elon, daha kapsamlı araştırmalar yapılabilmesi için yaklaşık 1 milyon dolarlık bir bütçeyle Open AI şirketini kurdu. Yapay zekâların gelişiminden fazlasıyla tedirgin olan ve insanlığa tehdit oluşturacağı ihtimalini düşünen Musk, kâr gütmeyen OpenAI kuruluşuyla yapay zekâların insanları yok etmesini önlemeyi amaçlıyor. 2017’de önce Mars’a koloni kurmak istediğini açıklayan Musk, projenin detaylarını ilk kez anlattı. Mars’a gidecek roketler 100 kişilik olacak ve Musk’ın hedefi önümüzdeki 100 yıl içinde gezegene 1 milyon kişiyi ulaştırmak. Musk, 2024 yılında Mars’a ikisi insanlı olmak üzere 4 uzay aracı göndermek istediğini, bu zaman içerisinde Mars’a bir sentetik yakıt fabrikası inşa ederek, dünyaya dönüşü kolaylaştıracak enerjiyi kızıl gezegende üretmeyi planladığını açıkladı. İnsansız iki uzay gemisinin en geç 2022, insanlı ilk uçuşun ise 2024’te yapılacağı belirtiliyor. Hatırlayanlarınız vardır. Elon Musk 2017 yılında Türkiye’ye de geldi. Görüşmelerde, Elon Musk’ın Türkiye’ye Türksat 5A, ve 5B uydularının uzaya fırlatılması bağlamında geldiği ve bununla ilgili bir anlaşma yapılacağı bilgisi verilmişti.

Elon Musk ile ilgili Türkiye’de “yüzyılın en dahi insanı” gibi yorumlar yapılıyor. Yani, Allah bir ona zekâ bahşetmiş, “yürü ya kulum” demiş vahiy etmiş, o da yapmış. O zekâ, size bahşedilseydi siz de yapardınız! Ancak,  “vermeyince mabut neylesin Mahmut”… Ben bunun çok yanlış bir bakış açısı olduğunu düşünüyorum. Kesinlikle öyle değil.  Zaten zekâ da öyle sizin bildiğiniz gibi kimine verilen kiminden esirgenen gizemli bir iksir ya da her kapıyı açabilen bir maymuncuk değil. Gerçek inovasyoncu, endüstri kurucusu büyük girişimcilerin hayatlarını incelediğinizde başarılarının arkasındaki en önemli unsurun öyle Allah vergisi çok büyük bir deha, çok üstün bir kabiliyet olmadığını görürsünüz. Tabii ki sıradan insanlarda olmayan bazı üstün vasıflara da sahiptirler, ama o üstün özellik veya zeka her ne ise ölçün, çok daha fazlasına sahip bir çok kişinin de böyle başarıların yakınından bile geçemediklerini görürsünüz.      

İlk ‘enkandesan ampul’ün mucidi Thomas Edison’u bilirsiniz. Kendisinin diğer yüz tane daha icadı var ama biz onları pek bilmiyoruz. Seri otomobil üretiminin babası Henry Ford da 1891 yılında kendisinden 16 yaş büyük Edison’un aydınlatma kumpanyasında mühendis olarak işe başlıyor. Kendisi, dünyadaki ilk seri otomobil üretmeye başladığı Ford Motor şirketini 1903’de kurmuş. Söylendiğine göre, Thomas Edison ile Henry Ford gelecekte hangi enerji türünün etkin olacağı üzerine bir bahse tutuşmuşlar. Henry Ford içten patlamalı motorların buhar makinelerinin yerini almasıyla kömürün yerini petrolün alacağını iddia ederken Thomas Edison da elektrikli araçlar üzerinde ısrar etmiş. Bu bahis sonuçları dünyanın tarihi ve kaderi üzerine etkili olacak kadar önemlidir aslında. İlk başlarda, (balina yağını elde etmenin güçlüğü nedeniyle) bahsi Edison kazanacak gibi görünmüştür. Ancak kısa süre içinde Orta Doğu ve diğer bölgelerde ucuz petrol yataklarının keşfedilmesiyle Ford’un öngörüsü bahsi kazanmış gibi göründü, ta ki Musk ortaya çıkana kadar. Çünkü o sıralar akülerin benzinin olağanüstü başarısına yetişmesi imkânsızdı. Halen bile kilosu kilosuna karşılaştırıldığında benzinin bir aküye göre yaklaşık 40-50 kat daha fazla enerji taşıdığı söylenebilir. Ama işte bugün işler tekrar Edison’u destekler yöne döndü.

Musk’ın doğduğu 1971 itibariyle Fortune 500 listesinin tepesinde; GM, Exxon, Ford, GE, IBM, Mobil, Chrysler, ITT, Texaco, Gulf Oil var. Yani dünyanın en büyük 10 firmasının 7’si Otomotiv, Enerji (petrol), petrokimya üzerine, daha sonra da büyük ölçüde onlarla çalışan silah endüstrisi ve finans sektörü şirketleri yer almaktaydı. Sanayileşme denince büyük ölçüde akla sadece bunlar geliyordu ama dünya bu sektörlerin dünyanın dengesini büyük ölçüde ve geri dönüşsüz biçimde bozacak bir gelişme içinde olduklarının da farkına varmıştı. Fosil yakıtların kullanılması atmosferi bozarken, petrokimya (plastik ambalaj) ürünleri geri dönüşümsüz atık olarak karaları ve denizleri bozmaya, petro-dolarlar da dünya ekonomisinde tahribat yaratmaya başlamıştı. Üstelik bütün bunlar durdurulup geri döndürülemez gibi de görünüyordu.

O sıralarda yayınlanan bir rapor 50 yıla (2019 yılına) varamadan fosil kaynaklarının temelli tükeneceğini gösteriyordu. Harıl harıl yeni enerji kaynakları bulma çabası başlamıştı. İlk alternatif olarak nükleer (fizyon) enerjisi akla gelmekteydi ve pek çok atom santrali kuruldu. Ancak fizyon enerjisinin de temiz olmadığı ve çok tehlikeli olduğu kesinleşti. Doğaya olumsuz etkilerine rağmen nispeten en temiz olan hidroelektrik santralleri mümkün olan her yere kuruldu ama yetersizdi. Rüzgar, Güneş, biyokütle, jeotermal, ve su hareketlerinden enerji etme yöntemleri sayısız şekilde denendi. Hiçbiri mükemmel değildi. Mükemmel görünen ”Füzyon Enerjisi”nin elde edilme çalışmaları ise o gün bu gündür sürüyor ama henüz kesin bir sonuca ulaşmadı. Aradan geçen yarım yüzyılda fosiller bitmedi, yeni fosil alanları ve kayaç petrolünü çıkarma teknolojisi bulunması fosil ömrünü çok uzattı, ama çevre tahribatının tehdidi hala artarak sürüyor. Şimdilik ulaşılabilen en temiz teknolojiler “yenilenebilir enerji” olarak tanımlanan rüzgâr, güneş ve biyokütle kaynaklı. Tabii esas tüketim en elverişli olarak elektrik enerjisine dönüşmüş hali oluyor. Ancak elektrik enerjisinin en büyük sorunu da depolama kaynaklı. Henüz mükemmel bir akü icat edilebilmiş değil ama üzerine eğilince verim adım adım arttırılmakta. 

Musk’ın SolarCity, Power Wall, Tesla ve hatta The Boring Company ve Hyperloop ürünleri daha temiz, ucuz ve sürdürülebilir enerji ile daha hızlı ve verimli ulaşım konularını amaçlar iken ilgili tüm endüstrileri de tamamen dönüştürüyor. Eski endüstri paradigmamızın kesinlikle sürdürülebilirliği yoktu. Ayni anda pek çok değişim birlikte gerçekleştiğinden hangisinin köken hangisinin dolaylı sonuç olduğunu algılamakta zorlanıyoruz. Musk’ın yaptıkları ve başardıkları hepimiz için birçok hikmet içeriyor.

Otomotiv endüstrisi dünyanın yüz küsur yıldır yerleşik en köklü endüstrisi. Türkiye’nin bile halen en çok ihracat yapan büyük endüstrisi otomotiv değil mi? Peki, böyle bir endüstriyi kökten değiştirebilecek bir araç konseptini kim ortaya çıkartabilir? 

Bir ulu önder çıksa, mesela “yerli ve milli bir vizyon” ortaya koysa, ve bir babayiğit de o vizyona göre ürünler ortaya çıkartıp üretmeye başlasa… Olmaz mı? Hayır, bence kesinlikle olmaz. Hitler ve VW örneğini söylemeyin, çünkü orada kesinlikle öyle olmadı. O sırada Almanya da birçok babayiğit zaten vardı, Mercedes, Adler, Hanomag vb. her biri konsept ürünlerini ortaya koymuşlar, çoktan kendileri üretmeye başlamışlardı. Hitler içlerinden Ferdinand Porsche’nin tasarımını seçti VW markasıyla arkasına kamu kaynaklarını koyarak ürettirip dağıtmaya başladı.

Bizdeki örneği sorgulayın. Yaptığı askeri darbenin tarihini Hürriyet ve Anayasa Milli Bayramı ilan eden Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, bir misyon ve vizyon ortaya koymuş, yerli ve milli bir otomobil üretilmesini buyurmuştu. Tasarımı kısa sürede gerçekleştirilerek sadece 2 adet üretilip tarihe karışan Devrim otomobilinin yaratıcılarının zekâsının Elon Musk’tan eksik olduğunu hiç kimse bana söylemesin. Ancak, bu tarz bir yöntemle ortaya çıkarılan hiçbir ürünün bence piyasada başarılı olması mümkün değil, dünyada örneği de yok. Daha sonraki bir tarihte daha makul bir yöntemle ortaya çıkartılan Anadol da uzun ömürlü olmamıştı. Türkiye tüketicisinin kapasitesi böyle bir seri üretimi beslemeye yetmiyor, yerli konsept de dışarılarda satamıyor. Dış pazarlarda performans başarısı olmayan böyle bir ürünün yerel olarak üretilmesi fizibil değil. Nitekim Anadol’dan sonra tamamen yerli ürün tasarımı konseptinden vazgeçildi. Halen Çin ve Hindistan gibi çok daha büyük nüfuslu ülkelerde bu var ve yürüyor ama bize uygun değil.


Peki, eğer otomotiv endüstrisinde bir pradigma değişiminin dönemi artık çoktan gelmiş ve geçmekte ise bunu sizce kim gerçekleştirebilir, endüstriyi kökten değiştirebilecek bir araba konseptini kim ortaya çıkartabilir?  Kuşkusuz ABD’de olabilir, ya da otomotiv piyasasında bazı bakımlardan onu çok geçmiş durumdaki Japonya, Almanya, veya Fransa… Nitekim bu ülkelerin eski büyük ve güçlü otomotiv şirketleri 90’lardan sonra hızla konsept değişikliğine giriştiler. Hem fosil hem de elektrikle çalışan şahane Hibrid motorlar geliştirdiler. Mevcut şasilerine adapte ettiler. Uzun mesafe için gerekli güç yoğunluğu imkânsız görünen aküler yerine yakıt hücreli hidrojen depolu araçlar geliştirdiler. Evlerdeki çatılarda bulunan güneş panellerinin üretimini hidrojen olarak depolayan ve daha sonra ister otomobilde ister evdeki enerji tüketiminde kullanılabilen jeneratörler geliştirildi. Tabii hepsinin bazı avantaj ve dezavantajları vardı. Dünyanın en iyi okullarından mezun en iyi mühendisler bu şirketlerin ARGE departmanlarında çalışmaktaydı. Piyasaya sürülen yenilikçi elektrikli ürünlerin hiçbiri beklenen müşteri talebini yakalayamadı. Hiçbirisi piyasanın hangi yönde gelişeceğine dair genel bir fikir vermedi.


Peki piyasanın yönünü bulup izleyebileceği bir konsept nereden çıkmalıydı? Aranan konseptin bunca yıllık otomotiv firmalarının ArGe laboratuarlarından değil de otomotiv sektörüyle daha önce hiçbir ilgisi olmayan kişilerin kurduğu, tasarım ekibini seçen, konsept kararlarını veren gencin tıfıl bir Güney Afrikalı olduğu bir şirketin atölyesinden çıkma şansı sizce nedir? Musk örneği bize bu şansın “çok fazla” olduğunu gösteriyor. Dünyanın geleceği ve yaratan üreticiler (A) için bu durum gerçekten ümit vericidir.

Elon Musk bence bir mühendislik dehası değil, çünkü onun aracılığıyla ortaya çıktığını gördüğümüz ürünlerin ayrıntı mühendislik tasarımlarını gerçekleştiren kişiler süper ekiplerden oluşuyor. Tasarım ekiplerinde mutlaka ondan daha zeki mühendisler de bulunmaktadır. Ama o tasarım ekiplerindeki kişilerin performansını tanıyıp görüp doğru değerlendirebilen birisi. Farklı konseptlerin tüketici yönünden artı eksilerini doğru tartıp ölçebilen birisi. Rahmetli Sakıp Sabancı “elini taşın altına sokmak” diye nitelendirirdi. Elon “kafasını bile taşın altına sokarak” erken yaşta kavuştuğu yüklü servetinin tamamını inandığı işe riske edebilen, yeteneğini gördüğü rakibine kendi güç ve imkânlarının imtiyazlarını verebilen, dağıtabilen paylaşabilen birisi… Amacı; para, ün, şöhret kazanmak olan akıllı birisi asla böyle aptalca şeyler yapmaz. Elon’un Tesla Motor’daki rolü aslında Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in Devrim Arabası projesindeki rolünden hiç farksız. Gürsel, Türkiye devletinin parasını ortaya koyarken Elon Musk, kendi şahsi servetini ortaya koyuyor. Proje başarısız olunca kimse Cemal Gürsel’in apoletlerini söküp onu başkanlıktan indirmeyecekti ama Elon beş parasız, gücü, başarma azmi kalmamış işsiz bir mühendis olarak ortada kalacaktı. Nitekim, 2008’de işleri iyi gitmeyen şirketlerine son kuruşunu da koyduğunda başarma şansı (kendi tahminine göre %50 kadardı). Yıkıldığında sıfırı tüketecek, şirketleriyle birlikte yok olup gidecek, dünya belki onun adını bile unutacaktı.

Uzay işlerini düşünün… Senelerce uğraşıp milyarlar harcanıyor uzaya gönderilecek şeyler üretilip test edilip hazırlanıyor. Taşıyıcı sistemler de tasarlanıp üretiliyor. Yaptığınız en küçük tasarım değişikliği fiyasko riski getiriyor. Yatırdığınız paranın geri dönme şansı sıfıra yakın. Bundan 62 yıl önce Sputnik 1 uydusunun başarıyla yörüngeye yerleştirilmesiyle uzay çağının bir anlamda yolunu bizzat açan kişi olan Sergey Korolev kimdi?  Yabancılarla “izinsiz” telefon görüşmeleri yaptığı tespit edildiği için paranoyak Stalin hükümeti tarafından şüpheli kişi ilan edilip Sibirya’ya sürgün edilmiş bir mühendis. Kendisi orada ölmeden geri dönüp çalışmalarını sürdürebilme şansını yakalaması sayesinde SSCB, dünyanın ilk uzaya çıkma başarısını göstermiş oldu. Bunun üzerine siyasi imajının gerileyeceğinden endişe eden Eisenhower (ABD) hükümeti de hemen NASA’yı kurdu. Aslında bence NASA’nın asıl rakibi SSCB değil bizzat Sergey Korolev idi. Çünkü Sputnik 1 başarısı SSCB hükümetinin dirayetinden değil (tıpkı Elon Musk gibi) bizzat Korolev’in başarma azminden kaynaklı kişisel bir başarı idi.

Rusların Sputnik başarısının hemen ardından (1958) ABD’nin teknoloji öncüsü imajını kurtarmak üzere kurulan NASA bu güne kadar 600 milyar dolardan fazla para harcadı. (Halen NASA’nın 21,5 milyar dolarlık 2019 bütçesi 4,4 trilyon doları aşkın kamu bütçesinin %0.49’unu teşkil ediyor). Bu yüksek harcamaya karşın NASA’nın çok önemli bir teknolojik geliştirme başarısı gösterdiği de asla söylenemez. Söz gelimi uzaya bir şey taşımakta kullanılan roketler çok pahalıya mal oluyor ve okyanuslara çöp olarak dönüyordu, yani sadece tek kullanımlık idi. Yarım yüzyılı aşkın süre içinde uzaya gidip dönebilen ve sonra tekrar kullanılabilen hiçbir araç yapılamamıştı.

NASA yapamadı ama Rusya ve Çin de yapamadı, çünkü onlarınki de devlet şirketleri idi. Maliyeti onda birine düşürecek, güvenliği arttıracak yeni nesil uzay aracını on milyarlarca dolar bütçeli dev kamu şirketlerinin değil de Güney Afrika asıllı bir gencin hem de kendi şahsi parasıyla gerçekleştirmesi sizi şaşırtmıyor mu? Bunu Elon’un dehasına bağlamanın hiç de akıllıca bir açıklama olduğunu düşünmüyorum. Bana göre Elon’un kendisi bizzat NASA’nın tasarım ekibinin başına geçirilseydi o da orada böyle bir ürünü ortaya çıkarma başarısını gösteremeyecekti. Çünkü devlet eliyle ciddi bir teknoloji geliştirme hamlesinin başarılabildiğine dair dünyada gelmiş geçmiş hiçbir örnek tanımıyorum.  

Devlette, siyasetçi ve bürokratlar arasından sivrilip hızla en tepeye kadar yükselen kadrolar asla Elon gibiler olamıyor. Hasbelkader olacak olsa dahi sistem onun hemen ya yaratıcı özelliğini kaybettiriyor yahut da tasfiye ediliyor. Özel sektörde durum büyük ölçüde devlet yapısındakine benzer. Yönetim kurullarının işin başına getirdikleri parlak özgeçmişli kişilerin arasında da aslında pek Elon’lar yok. Elon eğer kendisi öyle bir rekabete girmiş olsaydı muhtemelen yönetim kurullarının seçecekleri en son kişi olurdu. O yüzden çokuluslu büyük şirketlerin başlarında da Elon gibilere rastlama şansımızın pek olmadığını düşünüyorum. Belki Elon’un kurduğu şirketler de onun ardından parlak özgeçmişli ve yüksek ücretli CEO’larının elinde inovasyonculuğunu kaybederek belki en fazla birkaç nesil daha olumlu üretim grafiğini sürdürür, ama daha sonra inovasyoncu yeni gençlerin kurduğu minik şirketler tarafından yarış dışı bırakılır. Dünyada üçüncü nesilde da başarı grafiğini sürdürebilen şirketlerin oranı pek az.

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.