İnsan – Makine Uygarlığının Kaderinin Hikayesi “”Singülerite Yakında””

Gelecek De Gelecek | | Mayıs 30, 2011 at 4:34 pm


Amazon kabilesi amondawa'da zaman ve tarih kavramı yok. Yani 1986'da keşfedilen bu kabilede dil ve bilişsellik üzerine çalışmalar yapan bilim adamları kabilenin konuştuğu dilde hafta, ay, ya da yıl kavramlarına karşılık gelen hiç bir kelime olmadığını gördüler. Amondawa'lılarda soyut bir zaman kavramı mevcut değil. 2011'de yapılan çalışma her kültürün kendi dilinde bir uzay zaman eşlemesi bulunduğuna dair eski hipotezin çöktüğünün de kanıtı.


“”Teknolojinin başdöndürücü bir hızla geliştiği çağımızda”” tarzı bir cümleyi çok duymuşsunuzdur. Bu gelişimi bizden çok daha dikkatli ve bilimsel bir tarzda gözleyen Ray Kurzweil çok çarpıcı bir iddia ortaya attı.

Fikirlerin dünyayı değiştirme gücündeki artış gittikçe ivmelenmektedir.

Eğer bu doğru ise önümüzdeki birkaç on yıl içinde fikirlerimizi öteden beri süregelen bazı problemlerimizi fethetmek üzere uygulama fırsatımız olacak. Bu arada yeni bazı problemlerimiz de ortaya çıkacak.

Kurzweil bilgi işlem ilişkili teknolojilerin gelişmesindeki görünür hızlanmayı tanımlamak ve bu gözlemlerini matematiksel bir modele oturtmak üzere 90’larda çalışmaya başlamış. Teknoloji ve evrimsel işlemlerin genelde eksponansiyel (üssel) tarzda olan ilerlemesini kendi tanımladığı bir “Hızlanan getiriler prensibi” ile açıklıyor.

98’de yazdığı “Ruhu olan makineler çağı” isimli eserde insan makine ayrımının flulaşacağı yakın gelecekteki insan yaşamının nasıl bir biçim alacağı üzerine öngörülerde bulundu. Gerçekten de kendisi biyolojik özgeçmişimiz ile biyolojiyi aşan bir özellikte olacak geleceğimiz arasında ilginç bir çağın eşiğinde olduğumuzu düşünmektedir.


Tekillik yakında

Medeniyetimizin geleceği, bunun evrendeki yerimizle ilişkisi üzerine fikirler yürüttü. Zekası bizimkine hayli üstün olacak gelecek medeniyetin neler yapabileceği üzerine bir vizyon edinmek güç. Ama yine de şimdiki biyolojik düşünme sistemimizin zihnimizdeki gerçekleme modelleri yaratma yeteneğimiyle, yaratmakta olduğumuz biyolojik olmayan zeka türünün biraraya gelip meczolmasının neler ortaya çıkarmak üzere olduğu üzerine anlamlı akıl yürütmeler yapabiliriz.

J.K: Rowling’in Harry Potter maceralarında söz konusu olan tüm büyüler hayali şeyler olabilir ama önümüzdeki birkaç on yıl içinde gerçekleşmesi mümkün olamayacak mantıksız vizyonlar değil..
Hile ile sunulan sihir numaralarından farklı olarak teknolojinin sunduğu sihir numaraları sırları açıklandıktan sonra bile insanın üzerindeki aşkın büyüsünü kaybetmemektedir. Arthur C. Clarke’ın üçüncü yasasına göre ;

“Yeterince ileri olan herhangi bir teknoloji büyüden tamamen farksızdır”

Bu gözle baktığımızda Potter’in masal dünyasındaki büyücülerin insanları ve eşyaları değiştirip başka başka forma sokabilmeleri teknolojik olarak mümkün. Sanal gerçeklik dünyasında bu teknoloji bugün var. Fiziksel gerçeklik olarak ise nanoteknoloji bu konuda gelecek vaadetmektedir. Zamanı geri çevirme gibi konular halen biraz şüpheli gözükse de bu konuda dahi (nedensellik paradoksları yaratılmadan) gerçekleştirilmesi inandırıcı görünen teknolojik gelişmeler var. En azından bizi oluşturan bilgi bitleri düzeyinde düşündüğümüzde bu rahatlıkla mümkün olabilir.

Harry Potter’in büyülerini doğru söz kombinasyonları ile gerçekleştirdiğini düşünün. Kuşkusuz bu söz dizilerinin(kod) keşfedilip yaratılması ve uygulanması ciddi bir mesele. Harry ve büyücü arkadaşları (akıllı yazılımcılar gibi) söz dizilerinin prosedürlerini dizilimini vurgulamasını tam doğru olarak uygulamak zorunda. Aslında bu proses de gerçek dünyada tam olarak bizim teknoloji dünyası deneyimimizi yansıtan bir durum.

Çağdaş teknoloji dünyasındaki büyülü sözlerimiz formüller ve algoritmalardan oluşuyor. Bunu bir bilgisayara doğru bir dizilim içinde verdiğimizde bize bir kitabı sesli olarak okuyabiliyor. İnsanların söylediklerini anlayabiliyor. Kalp krizinin gelmekte olduğunu algılayıp engelleyebiliyor mesela. Borsadaki bir senedin değerinin hangi yöne gideceği üzerine gerçekçi tahminler yürütebiliyor.
Öte yandan bilgisayara bunları yaptırtmakta kullanacağımız büyülü sözlerdeki tek kod hatası büyüyü çalışmaz hale getirir veya performansını önemli ölçüde zayıflatır.

Belki bu metafora itiraz edeceksiniz. Diyeceksiniz ki Harry Potter’in masal dünyasındaki büyücülerin kullandıkları şifre sözler modern bir yazılımda kullanılan kod miktarına göre çok kısa, ve o kadar az bilgi içerdikleri için büyük işleri yapamaz. Oysa modern teknolojinin temel metodları da ayni özlülüğe sahiptir. Örneğin bir konuşma tanıma programındaki en ciddi yaklaşım sadece birkaç sayfa formülden oluşmaktadır. Teknoloji dünyasındaki çığır açan gelişmeler ise çoğu zaman sadece bir tek formül üzerinde küçük bir değişiklik yapmaktan geçer.

Ayni gözlem biyolojik evrime ilişkin “keşifler” konusunda da geçerlidir. Şempanzelerle insanlar arasındaki farka bakın örneğin. Tüm fark sadece birkaçyüz kilobayt bilgiden ibarettir. Gerçi şempanzelerin de bazı zeka gerektiren becerileri var. Ama genlerimizdeki bu minicik fark bizim türümüzü teknoloji büyüsünü gerçekleştirebilir hale getirmiş.

Muriel Rukeyser diyor ki evren atomlardan değil hikayelerden oluşmaktadır. Kurzweil de kendisini “patternist” olarak tanımlıyor. Yani bilgi dizilerini gerçeğin özü olarak gören bir kişidir. Örneğin beynimi ve bedenimi oluşturan partiküller haftalar içinde değişiyor. Ama bu partiküllerin gerçekleştirdiği patternler değişmiyor. Bir hikaye anlamlı bir bilgi patterni olarak yorumlanabilir. O yüzden Muriel Rukeyser’in özdeyişini bu perspektiften yorumlayabiliriz.

Ray Kurzweil’in insan – makine uygarlığının kaderinin hikayesidir dediği “”Singülerite Yakında”” isimli 652 sayfalık kitabında her birini tek tek ele alıp irdeleyip, açıkladığı temel prensipler şunlar;

Paradigma kayması (örneklerin değişim hızı / teknolojik gelişme) artıyor. Halen her on yılda iki kat olmaktadır.

Bilgi teknolojilerinin gücü (maliyet etkinliği, hızı, kapasitesi, ve bantgenişliği) daha da hızlı üstel olarak gelişmektedir. Halen yılda iki kat kadar. Bu prensip insanoğlunun bilgisi dahil birçok ölçekte geçerli.

Bilgi teknolojileri konusunda ikinci bir üstel gelişme düzeyi(eksponent) var. Çünkü teknolojinin maliyet etkinliği arttıkça onun gelişmesine daha fazla kaynak tahsis edilmekte. Böylece üstel gelişme hızı zamanla daha da artmaktadır. Örneğin, 1940’larda bilgisayar endüstrisi denince şimdi sadece tarihsel önemi olan bir avuç projeden ibaretti. Oysa halen bilgisayar endüstrisindeki toplam gelirler bir trilyon doları aşmaktadır. O nedenle araştırma geliştirme bütçeleri de halen eskisine göre çok önemli ölçüde daha yüksek.


İnsan beynini tarama üstel gelişme gösteren bu teknolojilerden birisi. Beyin taramanın zamansal ve uzamsal çözünürlüğü ile bant genişliği her yıl iki katına çıkmaktadır. İnsan beyninin çalışma prensiplerini ortaya çıkartacak ciddi çözme (tersine mühendislik) çalışmalarına başlamaya yeterli araçlara daha henüz yeni sahip olmaya başladık. Beynin birkaç yüz bölgesinden bir iki düzinesinin etkileyici model ve simülasyonlarına ise şimdiden sahip durumdayız. Yirmi yıl içinde insan beyninin tüm bölgelerinin nasıl çalıştığının ayrıntılı bilgisine sahip olacağız.

İnsan zekasını emüle edebilecek düzeyde süperbilgisayar donanımı imkanına henüz kavuşmaktayız. Bunlar önümüzdeki on yıl içinde kişisel bilgisayar boyutlarına inmiş olacak. 2020’li yılların ortalarına kadar insan zekasını modelleyebilecek düzeyde etkin yazılımlarımız da olacak.


İnsan zekasını tam bir etkinlikle emüle edebilecek düzeyde yazılım ve donanımın herikisine birden de sahip olduğumuz zaman, yani 2020’li yılların sonlarına doğru bilgisayarların Turing testini geçebilmesini, yani artık zekasının biyolojik insanlardan ayırd edilemeyecek bir düzeye ulaşmasını umabiliriz.

Bu gelişme düzeyine ulaştıklarında bilgisayarlar artık insan zekasının olağan güçlerini makine zekasının güçleriye birleştirmeyi de başarabilecektir.


İnsan zekasının olağan güçleri arasında üstün bir patern(örüntü) tanıma yeteneği de bulunuyor. Beynimiz güç algılanan değişmez niteliklere dayalı paternleri tanımakta ideal yoğun paralel ve kendi kendini düzenleyebilen bir mimariye sahiptir. İnsanlarda ayrıca sezgilerini uygulayarak ve deneyimlerinden prensipler çıkartarak, dil yoluyla enformasyon toplaması dahil yeni bilgileri öğrenme yeteneği bulunuyor. İnsan zekasının sahip olduğu bir diğer anahtar yetenek de gerçeğin zihinsel modellerini çıkartabilmesi ve bu modellerin çeşitli özelliklerini değiştirerek zihinsel “faraza” deneyleri yapabilmesidir.

Makine zekasının olağan güçleri arasında ise milyarlarca gerçeği tam olarak hatırlayabilmesi ve anında işleme sokabilmesi bulunuyor.


Biyolojik olmayan makine zekasının bir diğer avantajı da makinenin bir beceriyi bir kere kazandığında onu yorulup usanmadan yüksek hızda ve optimum doğrulukla sürekli olarak tekrarlayabilmesidir.

Belki de en önemlisi, makineler konuşarak birbirlerine bilgilerini çok yavaş bir şekilde aktarabilen insanlara kıyasla bunu aşırı yüksek bir hızda gerçekleştirebilmektedirler.


Biyolojik olmayan zekalar beceri ve bilgileri birbirlerinden ve hatta sonunda insanlardan da hızla aktarabilecekler.

Biyolojik memelilerin beyinlerinde aktarılan elektrokimyasal sinyallerin saniyede 100 metre gibi olan hızı, makinelerin ışık hızına (saniyede üçyüz milyon metre) yakın bir hızda seyreden iletişimine kıyasla çok yavaştır. Yaklaşık üç milyon kat bir fark var.


Makineler internet erişimi ile bizim insan-makine medeniyetimizin tüm bilgisine ulaşabilecek ve bu bilgiyi özümseyebilecekler.

Makinalar kendi kaynaklarını, zekalarını ve hafızalarını bir havuzda toplayabilirler. İki makine – ya da bir milyon makine – bir olup daha sonra tekrar ayrılabilirler. Birçok makine hem tek başınalığı, hem de birlikte hareket etmeyi ayni anda gerçekleştirebilirler. İnsanlar bu duruma “aşık olma” derler. Ancak bu biyolojik yeteneğimiz geçici ve güvenilmezdir.


Biyolojik insan zekasının patern tanıma gücü ve hızı ile biyolojik olmayan makine zekasının bellek kapasitesi, doğruluğu, becerilerini paylaşma yeteneği gibi konulardaki olağan güçlerinin biraraya gelmesi yeni ve muazzam bir güç ortaya çıkartacak.

Makine zekası tasarım ve mimari yönünden tamamen özgür olacak. Yani bizim nöronlar arası bağlantının getirdiği yavaş makas değiştirme hızımız ve kafatası hacmi gibi biyolojik sınırlamalarımız onlarda olmayacak. Her koşulda tutarlı bir performansa sahip olacaklar.


Biyolojik olmayan zekaların hem insanların, hem de makinaların olağan güçlerini biraraya getirmelerinden itibaren medeniyetimizdeki zekanın biyolojik olmayan kısmı makine fiyat etkinliği, hızı ve kapasitesi yönünden sözkonusu olan çift üstel gelişme hızından yararlanacak.

Makinelerin de insanlar gibi teknolojik tasarım ve mühendislik yeteneği kazanmalarından ve ancak bunu insanlara göre daha yüksek hız ve kapasite ile gerçekleştirebilmeye başlamalarından itibaren kendi tasarımlarına da (kaynak kodlarına) erişebilecekler, onu değiştirme imkan ve yeteneğine kavuşacaklar. Halen insanlar buna benzer birşeyi biyoteknoloji yoluyla (biyolojimizin içerdiği genetik ve diğer bilgi işlemlerini değiştirerek) ancak çok daha yavaş ve sınırlı bir şekilde başarmaktalar. Makineler ise kendi yazılımlarını çok daha kolay modifiye edebilecekler.


Biyoloji özünde bazı sınırlamalara sahip. Örneğin her canlı organizma tek boyutlu amino asit dizilerinden katlanarak oluşan proteinler ile inşa edilmek zorunda. Oysa protein bazlı mekanizmalar hız ve kuvvet yönüden zayıf. Biyolojik bedenlerimizde ve beyinlerimizdeki tüm organ ve sistemleri çok daha yetenekli olabilecek şekilde yeniden yapılandırma imkanına kavuşacağız.

İnsan zekasının belirli ölçüde – eskiden sandığımızdan çok daha fazla – bir yoğrulabilme (kendi yapısını değiştirebilme) esnekliği var. Öte yandan insan beyninin mimarisi yine de ciddi olarak sınırlı. Örneğin kafatasımızın içine sadece yüz trilyon kadar nöronlar arası bağlantı sığabilir. İnsanların primat atalarına göre daha büyük bir bilişsel yetenek kazanmalarına imkan veren temel genetik değişiklik beynin belirli bölgelerinde daha fazla hacimde gri madde dokusunun oluşabilmesi ve daha büyük bir serebral korteksin gelişmesi sayesinde olmuştur. Ancak bu değişiklik biyolojik evrimin çok yavaş zaman ölçeği içinde oluşmuştur ve hala beynin kapasitesini sınırlayan bir yapısal özelliğe sahiptir. Oysa makineler tasarımlarını yeniden yapılandırarak kendi kapasitelerini sınırsız olarak arttırabilecekler. Nanoteknoloji bazlı tasarımlar kullanılarak makinelerin yetenekleri hacim ve enerji tüketimini arttırmadan biyolojik beyinlerin çok üstüne çıkartılabilir.


Makineler ayrıca çok hızlı üç boyutlu moleküler devreler kullanılma imkanından yararlanabiliyor. Bugünkü elektronik devrelerin hızı ile memelilerin beyinlerindeki elektrokimyasal makas değiştirme hızı arasındaki fark bir milyon kattan fazla. Yarınki moleküler devreler nanotüp gibi yapıtaşlarına sahip olacak. Bunlar uçtan uca on karbon atomundan oluşan minik silindirlerdir ve bugünkü çiplerde kullanılan silikon bazlı transistörlerden beşyüz kat daha küçüktür. Hacim küçüldükçe sinyalin gitmesi gereken yol kısalacağından terahertz (saniyede bir trilyon işlem) hızlarda çalışabilecekler. Bugünkü çiplerde halen birkaç gigahertz (saniyede milyar işlem) hızlar kullanılıyor.

Teknolojik değişim hızı insanların zihinsel hızıyla sınırlı olmayacak. Makine zekaları kendi yeteneklerini yardımsız insan zekasının takip edemeyeceği geri dönüşüm hızlarında geliştirecek. Makine zekasının kendi tasarımını tekrarlayarak geliştirme döngüsü gittikçe hızlanacak. Bu gerçek aslında paradigma değişim hızındaki sürekli ivmelenme formülü tarafından öngörülenin aynidir. Bu formül ile ilgili bir itiraz paradigma değişiminin sonunda insanların izleyemeyeceği bir hıza ulaşacağı dolayısıyla bunun gerçekte mümkün olmadığı şeklinde idi. Oysa trendin sürekliliği biyolojik zekadan makine zekasına geçiş sayesinde mümkün olmaktadır.


Biyolojik olmayan zekanın gittikçe hızlanan döngüsü ile birlikte nanoteknoloji de fiziksel gerçekliğin moleküler seviyede değiştirilebilmesini mümkün kılacak.

Nanoteknoloji nanobotları; yani boyutları metrenin milyonda biri olan mikronlar cinsinden ifade edilen moleküler seviyede inşa edilecek robotların tasarımını mümkün kılmaktadır. Örneğin biyolojik kırmızı kan gücrelerinin mekanik versiyonu olan “respirositler” üretilebilecek. Nanobotlar insan bedeni üzerinde akla hayale gelmedik işleri başarabilir. Sözgelimi insan bedenindeki yaşlanmayı tersine döndürmek gibi işler (eğer biyoteknoloji ve genetik mühendisliği tarafından genüz başarılamamışsa) nanobotların rol oynayabileceği konular arasındadır.


Nanobotlar biyolojik nöronlarla iletişime geçerek sanal gerçeklik uygulamalarını sinir sistemimize doğrudan online bağlanmak suretiyle gerçekleştirebilecek ve bu şekilde insanın yaşam deneyimini çok daha ileri bir boyuta taşıyabilecek.

Beynin kılcal damarları içindeki milyarlarca robot insan zekasını çok büyük boyutta genişletebilir.


Biyolojik olmayan zeka insan beyninin içine bir kere ayak bastığından itibaren (ki bu halen kompüterize nöral implantlar ile şimdiden başlatılmış durumdadır) beynimizin içindeki makine zekası (baştan beri yaptığı gibi) her yıl en az iki kat gelişerek üstel olarak(eksponansiyel) gelişmesini sürdürecek. Bunun aksine biyoljik zekanın kapasitesi sabittir. Böylece zekamızın biyolojik olmayan kısmı bir noktadan sonra biyolojik zekamıza galip gelecek ve hakim olacaktır.

Nanobotlar daha önceki endüstrileşme çağının yarattığı çevre kirliliğini de tersine çevirerek çevreyi kuvvetlendirmekte etkili olacak.


“Foglet” denilen nanobotlar görüntü ve ses dalgalarını etkileyebilen özellikleriyle fiziksel dünya ile sanal gerçeklik dünyasının içiçe girmesini sağlayacak.

Duyguları anlama ve ona uygun karşılık verebilme şeklindeki (duygusal zeka denilen) insan yeteneği gelecekteki makine zekasının anlayıp uzmanlaşabileceği bir insan zekası biçimi. Bazı duygusal yanıtlarımız sınırlı ve kırılgan biyolojik bedenlerimiz bağlamındaki zekamızın optimize edilmesine ayarlıdır.Gelecekteki makine zekaları dünyayla etkileşime girdiklerinde sanal gerçeklik için sanal, fiziksel gerçeklik için de (foglet’ler kullanarak projeksiyonlardan oluşan) reel bedenlere sahip olacaklar. Ancak nanoteknoloji mühendisliğinden yararlanacak bu bedenler bize göre çok daha yetenekli ve dayanıklı olacaklar. Böylelikle gelecekteki makine zekalarının vereceği duygusal karşılıklar çok geliştirilmiş fiziksel yeteneklerini yansıtabilecek biçimde tasarlanmış olacak.


Merkezi sinir sistemimizin içinden çalışacak sanal gerçeklik uygulamaları fiziksel (gerçek dünya) uygulamalarıyla çözünürlük ve inanılırlık boyutunda rekabet eder bir konuma geldikçe hayatımızın daha büyük bir kısmı sanal gerçeklik dünyasına kayacak.

Hızlanan dönüşler yasası (biyolojik olmayan zekaların insan-makine zakası evreni civarındaki tüm madde ve enerji açısından) bir satürasyon sözkonusu oluncaya kadar işlerliğini sürdürebilir. Burada satürasyondan kasdımız fizik ve kompütasyon bilgimize dayanarak madde ve enerji paternlerinin kompütasyon için optimal kullanım düzeyine ulaşmasıdır. Biz bu sınıra doğru yaklaştıkça medeniyetimizin zekası dışa doğru yayılarak ve evrenin geri kalanına doğru genişleterek kudretini attırmayı sürdürmeye devam edecek.


Nihai olarak tüm evren bizim zekamızla doyuma ulaşacak. Bu evrenin kaderidir. İnsanlık olarak kaderimizi yıldızlar arası mekanikleri yöneten dilsiz doğa yasaları değil biz kendimiz tayin edeceğiz.

Zekamızın tüm evrene yayılmasının ne kadar vakit alacağı ışık hızının aşılabilir bir sınır olup olmamasıyla ilgili. Aşılabilir olacağına dair küçük emareler var. Eğer bu olursa gelecekteki medeniyetimiz bundan da yararlanacak.


BigBang den birkaç yüzbin yıl sonra... önce atomlar ortaya çıktı, sonra birkaç milyon yıl sonra moleküler bileşikler ve kimya.. sonra ilk DNA, sonra akıllı yaratıklar ve beyin, sonra biyolojik olmayan insanüstü zekalar.. sonra....

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.