İnsan Hakları

Adalet - Hak, Hukuk, Hakkaniyet | | Ocak 20, 2023 at 4:27 pm

Özgür toplumu savunmak isteyen kişi, onun vazgeçilmez temelinin bireysel haklar olduğunun farkına varmak zorundadır.

Haklar ahlaki bir kavramdır – bir bireyin hareketlerine rehberlik eden prensiplerden, onun diğer insanlarla ilişkisine rehberlik eden prensiplere mantıksal bir geçiş sağlayan kavramdır- bireysel ahlakı sosyal bağlamda muhafaza eden bir kavramdır. Bir insanın ahlak sistemi ile bir toplumun hukuki sistemi ile etik ve politika arasındaki bağlantıdır.

Ayn Rand

Her politik sistem bir ahlak sistemine dayanır. İnsanlık tarihinin egemen ahlakı,  bireyi mistik veya sosyal otoriteye tabi kılan alturist- kolektivist doktrinin çeşitli versiyonlarıdır. Bu nedenle, çoğu politik sistem, aynı devletçi tiranlığın, temel prensiplerde değil sadece derece bakımından değişiklik gösteren; gelenek, karmaşa, kanlı davalar ve periyodik çöküş tesadüfleri ile sınırlı olan versiyonları idi. Bu gibi sistemlerin hemen hepsinde ahlak bireye uygulanan ama topluma uygulanamayan bir sistemdi. Toplum; ahlak yasalarının vücut bulmuş hali veya kaynağı veya tek yorumlayanı olarak, ahlak kanunun dışına yerleştirilmişti ve sosyal görev için kendini feda etme fikrinin aşılanması, insanın dünyadaki varlığı ahlakında asıl amaç olarak görülmekteydi.

“Toplum” diye bir varlık olmadığından, toplum sadece belirli sayıda insan topluluğu olduğundan, bu durumda toplumun yöneticilerinin ahlak yasalarından muaf olduğu, bunların tüm gücü ellerinde tuttukları ve şu kapalı prensibe körü körüne itaat istedikleri  anlamına gelmekteydi; “İyi; toplum ( veya kabile, ırk, ulus..)  için iyi olandır; yönetici  buyrukları iyinin dünyadaki  sesidir.”  Bu; mistik veya sosyal alturist-kolektivist ahlak versiyonlarına sahip tüm devletçi sistemler için doğruydu. Mistik versiyonun  politik teorisini “ Kralların İlahi Hakları”, ikinci politik teoriyi ise  “Vox Populi vox dei  (halkın sesi hakkın sesidir) “ cümlesi özetlemektedir. (Atina’nın sınırlanmamış çoğunluk demokrasisi, Bismarck Prusyası’nın refah devleti, Sovyet Rusya, Vatikan ya da Nazi Almanyası..)

Tüm bu politik sistemler alturist- kolektivist ahlakın birer örneğidir ve bunların ortak özelliği toplumun ahlak yasalarından önce gelmesiydi.  Buna göre tüm bu sistemler politik yönden ahlaksız bir toplum versiyonları idi.

Bu açıdan bakılırsa; Amerika Birleşik Devletleri’nin en büyük başarısı toplumu ahlak yasalarına tabi kılmasıdır. Bireysel haklar, toplumu ahlaki yasalara tabi kılmanın bir aracıdır.

Devletin gücüne bir sınırlama getirmesi; kolektif olanın kaba kuvvetine karşı insan için bir koruma sağlaması, kuvvetin hakka tabii kılınması ahlakın sosyal sisteme genişletilmesine aracı olmuştur. Bu açıdan bakılırsa, ABD tarihteki ilk ahlaklı toplumdur.

Tüm önceki sistemler, insanı diğer insanların ( ve kendi başına bir amaç olarak toplumun) amaçları için bir araç olarak görmüşlerdir. Birleşik Devletler; insanı, kendi başına bir amaç olarak; toplumu ise barışçı, düzenli,  bireylerin gönüllü birlikteliği olarak görmüştür. Önceki tüm sistemler, insan hayatının topluma ait olduğunu, toplumun insanı canının her istediği şekilde kullanabileceği  ve insanın tadını çıkartacağı herhangi bir özgürlüğün ancak lütufla, toplumun herhangi bir anda iptal edebileceği bir izinle olabileceğini savunurlardı.  Birleşik Devletler ise insan hayatının bir hak olarak kendisine ait olduğunu  ( ilke ve doğası gereği), bir hakkın bir bireyin mülkiyeti olduğunu, toplumun kendi başına hiçbir hakka sahip olmadığını ve bir hükümetin tek ahlaki amacının bireysel hakların korunması olduğunu savundu.

Bir “hak” sosyal anlamda, bir insanın davranış özgürlüğünü tanımlayan ve sorumlu tutan bir ahlak prensibidir.  Sadece bir temel hak vardır; bir insanın kendi yaşamı üzerindeki hakkı. Diğer tüm haklar bunun sonucudur.  Yaşam; kendini sürdürme ve kendinden kaynaklanan hareket eylemidir; yaşam hakkı kendince sürdürülen ve kendince sağlanan bir eylemle uğraşma hakkıdır. Bu; şu anlama gelir; yaşamı sürdürmek, geliştirmek, gerçekleştirmek ve tadını çıkarmak için akılcı bir varlığın doğasının gerektirdiği tüm davranışları yapma özgürlüğü. ( Yaşam, özgürlük ve mutluluğu arama hakkının anlamı budur.)

Bir “hak” kavramı sadece davranışla  (özellikle davranış özgürlüğü ile)  ilgilidir. Diğer insanların fiziksel baskı ve zorlaması veya müdahalesinden bağımsız olma anlamına gelir.

Böylece; her birey için bir hak bir pozitifin- bireyin kendi amaçları için gönüllü, baskı altında olmayan tercihiyle,  kendi muhakemesine göre davranma özgürlüğünün- ahlaki onayıdır… Bireyin hakları, onun çevresindekiler için bir tür negatif yükümlülük, yani bireyin haklarını ihlal etmekten uzak durma yükümlülüğü hariç bir yükümlülük doğurmaz.

Yaşam hakkı tüm hakların kaynağıdır ve mülkiyet hakkı bu hakların pratiğe yansıyan yegane şeklidir…

Mülkiyet hakkı olmaksızın hiçbir hak olamaz. İnsan; kendi hayatını kendi çabası ile sürdürmek zorundadır.  Kendi çabasının ürünü üzerinde hiçbir hak sahibi olamayan bir insan hayatını sürdürmek için hiçbir araca sahip değildir. Üretimi diğer insanlar tarafından yenen bir insan, köledir. 

Mülkiyet hakkının diğer tüm haklar gibi, bir eylemde bulunma hakkı olduğunu aklınızda tutun: Bu; bir nesneye sahip olma değil bir nesnenin üretilmesi veya kazanılması faaliyetiyle, bu faaliyetin sonuçlarına ilişkin bir haktır.  Bu hak, bir insanın herhangi bir mülkiyet kazanacağına dair bir garanti değildir; ancak bir mülkiyeti kazanması durumunda ona sahip olacağı yönünde bir garantidir. Bu hak, maddi değerleri kazanma, koruma, kullanma ve tasarruf haklarını kapsar.

Bireysel haklar kavramı insanlık tarihinde öylesine yenidir ki çoğu insan bunu tam olarak anlayamamıştır.  İki ahlak teorisine de ( mistik veya sosyal) uygun olarak bazı insanlar hakların Tanrının bir lütfu olduğunu diğerleri ise hakların toplumun bir lütfu olduğunu öne sürerler. Ancak, hakların asıl kaynağı insanın doğasıdır.

Kişi; ister insanın ister yaratıcının ister doğanın bir ürünü olduğuna inansın, insanın orijini konusu insanın özel bir varlık ( akılcı bir varlık) olduğu, baskı altında başarılı olamayacağı ve hakların, insanın hayatta kalma şekli için gerekli bir şart olduğu gerçeğini değiştirmez.

İnsan haklarının kaynağı ilahi bir yasa veya meclisin çıkarttığı yasalar değildir; gerçek kaynak kimlik yasasıdır. A, A’dır ve İnsan, İnsandır. Haklar; insanın kendine özgü bir biçimde hayatını sürdürebilmesi için insan doğası tarafından ihtiyaç duyulan varoluş şartlarıdır. Eğer insan yaşayacak ise aklını kullanması onun için haktır; kendi özgür iradesine göre davranması haktır; değerleri için çalışması ve çalışmasının ürününü muhafaza etmesi haktır. Eğer dünyadaki yaşamı onun amacı ise insan rasyonel bir varlık olarak yaşamak için bir hakka sahiptir. Doğa, insana akılcı olmayanı yasaklar. (Atlas Silkindi)”

İnsan haklarını ihlal etmek, onu kendi muhakemesine karşı hareket etmeye zorlamak veya onu değerlerinden soyutlamak anlamına gelir. Temelde bunu yapmanın sadece bir yolu vardır: Fiziksel güç kullanımı. İnsan haklarının iki potansiyel ihlalcisi vardır: Suçlular ve hükümet. Birleşik Devletler’in büyük başarısı ( suçluların yaptığı türden davranışların yasallaşmış bir versiyonunu hükümete yasaklamak yoluyla)  bu ikisi arasındaki farkı ve benzerliği ortaya koymuş olmasıdır.

Bağımsızlık Bildirgesi; “bu hakları güvence altına almak için insanlar arasında hükümetler oluşturulur.” Prensibini ortaya koymuş ve bir hükümetin tek gerçek amacını tanımlamıştır: İnsanı fiziksel şiddetten korumak suretiyle, onun haklarını korumak.

Böylece hükümetin fonsiyonu, bir yönetici konumundan bir hizmetkar konumuna çevrilmiştir. Hükümet; insanları suçlulardan korumak üzere kurulmuştur ve Anayasa, insanları hükümetten korumak amacıyla yazılmıştır. İnsan Hakları Bildirgesi; bireysel hakların her türlü devlet gücünün veya sosyal gücün üstünde olduğunun açık bir beyanı olarak tek tek yurttaşlara değil hükümete karşı yazılmıştır.

ABD’nin siyaset felsefesinin asıl anlamı ve niyeti bireysel haklar prensibi  içinde yatan bu düşünceydi. Ancak, bu düşünce açık bir biçimde dile getirilmedi ne tamamen kabul edildi ne de tutarlı bir şekilde uygulanabildi. Birleşik Devletler’in iç çelişkisi alturist- kolektivist ahlak idi. Alturizm; özgürlükle ve bireysel haklarla uyuşmaz. Mutluluğu arama hakkıyla kurbanlık bir hayvanın ahlaki durumu bir araya getirilemez. Kısaca; özgür bir toplumu ortaya çıkaran bireysel haklar kavramı idi. Bireysel hakların yok edilmesiyle özgürlük de yok edilmeye başlandı.

Kolektivist bir tiranlık bir ülkeyi o ülkenin maddi veya ahlaki değerlerine alenen el koyma yoluyla köleleştirmeye cesaret edemez. Bu, bir içeriden yozlaşma süreci ile olmak zorundadır. Tıpkı, maddi alanda bir ülkenin servetinin yağmalanmasının para biriminde yaşanılan enflasyonla başarılması gibi haklar alanında da bugün benzer bir enflasyonun geçerli olduğu görülebilir. Yeni ilan edilen öylesine fazla “hak” vardır ki insanlar kavramın tersine dönmekte olduğu gerçeğini fark edememektedir. “ Matbaa ile çoğaltılmış haklar” gerçek hakları etkisiz hale getirmektedir.

Aşağıdaki listeyi okurken “haklar” kavramının anlamını aklınızda tutun;

  1. Halkın sanayide , çiftliklerde veya madenlerde çalışma hakkı.
  2. Yeterli gıda, giyim ve dinlenmeye yetecek kadar kazanama hakkı
  3. Her aileye iyi durumda ev hakkı
  4. İyi bir eğitim hakkı…

Ne pahasına? İstihdam alanları, gıda , giyim.. etc bunlar doğada bulunmaz; insan yapımı değerlerdir, İnsanlar tarafından üretilen mallar ve hizmetlerdir. Bunları kim sağlayacak?

Eğer bazı insanlar diğerlerinin emeğinin üzerinde hak sahibi oluyorsa, bu diğer insanların haklarının ellerinden alınması ve köle işgücü haline getirilmesi demektir.

Bir insanın, başkalarının haklarını ihlal etmesini gerektiren herhangi bir “sözde” hakkı bir hak değildir ve olamaz da.

Hiçbir insan istemediği bir zorlamayı, ödülü olmayan bir görevi veya gönüllü olmadığı bir hizmeti bir diğer insana dayatamaz. “Köleleştirme Hakkı” diye bir şey olamaz. Bir hak, o hakkın diğer insanlarca maddi olarak uygulanmasını otomatik olarak kapsamaz; sadece bu uygulamanın kişinin kendi rızası ve çabasıyla kazanılma özgürlüğünü kapsar.

Çalışma hakkı; bir kişinin kendini ( yeteneğinin elverdiği ölçüdeki herhangi bir seviyede) kendi çalışması ile geçindirmesi anlamına gelir; diğer insanların onun yaşamsal ihtiyaçlarını sağlaması anlamına gelmez.

Mülkiyet hakkı; bir insanın mülk edinmek, onu kullanmak ve üzerinde tasarrufta bulunmak için gerekli ekonomik davranışlarda bulunma  hakkına sahip olduğu anlamına gelir, diğer insanların ona mülkiyet sağlaması anlamına gelmez.

İfade özgürlüğü; bir insanın hükümet tarafından baskı görme, cezai müeyyide tehlikesi olmadan fikirlerini ifade etme hakkına sahip olduğu anlamına gelir. Diğer insanların ona fikirlerini ifade edebileceği bir araç sağlaması anlamına gelmez.

Birden fazla insanı kapsayan herhangi bir girişim; katılan her bireyin ayrı ayrı rızasını gerektirir. Bu kişilerin her biri kendi kararını verme hakkına sahiptir; ancak hiçbiri kararlarını diğerine dayatma hakkına sahip değildir.

“Bir iş hakkı” diye bir şey olamaz; kişinin “bir işe girme hakkı” vardır. “Bir ev hakkı” diye bir şey olamaz; sadece serbest ticaret hakkı yani bir ev inşa etme ya da satın alma hakkı vardır.  Eğer ödeyecek, işe alacak veya ürününü satacak kimse yoksa bir “ adil ücret” ya da “adil fiyat” hakkı diye bir şey söz konusu olamaz. Eğer hiçbir üretici üretmek istemiyorsa, tüketicilerin “süt, ayakkabı ya da şampanya hakları” diye bir şey yoktur. Sadece insan hakları vardır; her bireyin ve insan olarak tüm bireylerin sahip olduğu haklar vardır.  

Bencilliğin Erdemi

Hakların bir insanın davranışını özgürlüğünü tanımlayan ve koruyan, fakat diğer insanlar üzerine hiçbir yükümlülük yüklemeyen ilkeler olduğunu hatırlayın. Herhangi bir vatandaş bir diğerinin özgürlüğü için bir tehdit değildir. Fiziksel güce başvuran ve diğerlerinin haklarını ihlal eden bir vatandaş ise suçludur ve insanlar ona karşı yasal korumaya sahiptir.

Herhangi bir çağda veya ülkede suçlular küçük bir azınlıktır. Onların insanlara verdikleri zarar hükümetlerin gerçekleştirdiği dehşetle karşılaştırıldığında oldukça küçüktür. İnsan hakları için potansiyel en büyük tehdit hükümettir: Hükümet; yasal olarak silahlandırılmıştır ve kurbanlara karşı fiziksel güç kullanım yasa tekelini elinde bulundurur. Bireysel haklarla sınırlanamayan bir hükümet, insanın en ölümcül düşmanıdır.

Bugünün en kritik konularından birisi olan “haklar” konusunun durumu budur. Bu bir ya hep ya hiç meselesidir. Ekonomik ve politik haklar açısından baktığımızda biri diğerini yok etmektedir. Gerçekte; hiçbir “ekonomik hak” yoktur; hiçbir “kolektif hak” yoktur; hiçbir “kamu çıkarı hakkı” yoktur. “Bireysel haklar” terimi gereksizdir çünkü zaten başka tür bir hak ve bunlara sahip olacak hiçbir kimse yoktur.

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.