Fatih Sultan Mehmet’in İcraatleri (1463–1481) -3

Tarihte Neler Oldu | | Nisan 27, 2018 at 11:37 am

Sultan, Eflak’ta Vlad’ın kardeşi Drakula’yı bıraktı. Bu Prens, zalimliği yüzünden Voyvoda’dan nefret eden halk arasında çevirdiği entrikalar sayesinde o kadar çok taraftar kazandı ki sınırda kalan Türk askerlerinin de yardımıyla, ülkeyi ele geçirmekte hiçbir zorluk çekmedi. Tebaası tarafından terk edildiğini gören Vlad, Macaristan’a gitti. Fakat öldürttüğü kimselerin akrabaları ve arkadaşları kendisini Hunyadi’nin oğlu Kral Mathias’a şikayet ettiler ve suçladılar. Yargılanarak mahkum edilen Kazıklı Voyvoda tutuklu olarak Belgrad’a gönderildi. On yıl hapiste kaldıktan sonra salıverildi ve Türklere karşı bir savaşta öldürüldü.

Mehmet’in Yeni Fetihleri – 868/1463

867 yılında Mehmet, İstanbul’un güneyinde ve surların iç tarafında Kadırga Limanı’nı inşa ettirdi. Bu işle meşgul bulunduğu sırada, Venediklilerle ittifak eden Rumlar Mora’da kıpırdanmaya başladılar. Şada, Güvercinlik, Güzelcehisar, Durai ve Ezornik şehirlerini aldılar ve Türkleri bu eyaletten kovmaya çalıştılar. Fakat Mahmut Paşa’nın kendilerini yola getirmek üzere yürüyüşe geçtiğini haber alır almaz, gelmesini beklemeden dağıldılar. Bu Mahmut Paşa’ya, Rumların ele geçirdikleri şehirleri geri almak ve hatta ayrıca Koca Hersek (eski İllyria) denilen komşu ülkeyi de işgal etmek olanağını sağladı. Sultan, gelecek kuşaklara bu Paşa’nın kazandığı zaferlerini anımsatacak bir abide bırakmak için Havariler Kilisesi’ni yıktırdı ve yerine Mahmudiye Camii adını verdiği bir cami yaptırdı, Bu büyük ve görkemli yapı eski çağların harikalarıyla boy ölçüşebilecek nitelikte olup ancak on yılda tamamlanabilmiştir. H.868 yılında Sultan büyük bir ordunun başında Bosna Prensi’ni yendi ve öldürdü. Müstahkem şehirlere kuvvetli garnizonlar yerleştirdikten sonra, Bosna ve Arnavutluk sınırlarını güvenlik altına almak için dağ geçitlerine kaleler inşa ettirdi. Türk tarihçilerinin en başa aldıkları Mora Savaşı, Hıristiyan tarihçileri tarafından en sona alınmış ve çok daha etraflı olarak anlatılmıştır.
Eflak savaşından sonra Mehmet, Chalcondyles’e göre, birçok hisarlar ve bu arada İstanbul Sarayı ile Çanakkale Boğazı üzerindeki kaleleri yaptırdı. Ertesi yılın ilkbaharında Bosna’da oturan İllyrialılara karşı savaş açtı. Bunun nedeni Bosna Prensi’nin elli bin duka tutarındaki haracı ödemeye kesinlikle yanaşmamasıydı. Mehmet aynı zamanda, İllyrialıların hükümdarının gayrimeşru oğlu olan Sandal’ın da topraklarını ele geçirmeye karar verdi. Babalarının topraklarını aralarında paylaşamayan kardeşler düşüncesizce hareket ederek bu konuda Mehmet’in arabuluculuğuna başvurdular. Mehmet, ülkeyi Sandal’a verdi ve Üsküplüleri yöneten lshak’ı kendisine yardım etmekle görevlendirdi. Sandal hemen kardeşlerine savaş açtı ve ülkenin altını üstüne getirdi.
Mehmet, Triballosları İllyria’lılardan ayıran Dorobize (Orin) Nehri’ni geçtikten sonra İllyrusus (Krajova) Çayı’na doğru ilerledi ve bu akarsuyu da sallarla geçti. Biraz yağma yaptıktan sonra Dorobize şehrini kuşattı. Yüksek bir dağ üzerindeki konumu yüzünden yaklaşılması zor ve dolayısıyla savunulması kolay olan bu müstahkem şehir, birkaç günlük bir bombardımandan sonra teslim oldu. Sultan, daha sonra Mahmut Paşa’yı İllyria Prensi’ne baskın yapmaya gönderdi. Prens, Mahmut Paşa’nın yürüyüşe geçtiği haberi üzerine, bataklık bir arazide kurulu ve kışın ulaşılması olanaksız bir kent olan Clitia veya Clissa’ya kaçmıştı. Fakat mevsim yaz olduğundan güneş yeri kurutmuştu ve Paşa hendeğe kadar ilerleyerek şehre saldırmaya karar verdi. Ancak buna gerek kalmadan Prensin ve halkın can ve mal güvenliğine dokunulmaması şartıyla şehir kendiliğinden teslim oldu. Prensin karısı savaş tehlikelerinden uzak kalmak için Ragusa’ya çekilmiş ve kocasının rızasıyla yanına pek çok kıymetli eşya almıştı.
Sandal’ın ülkesi Ragusa kapılarına kadar uzanırdı ve Sandal ile bu küçük cumhuriyet arasında bazı anlaşmazlık konuları vardı. Sandal, Froransalı bir tüccarın karısına âşık olmuş ve karısına kötü muamele etmişti. Buna canı sıkılan prenses küçük yaştaki oğlunu yanına alarak Ragusa’ya gitti. Sandal kendisini geri istetti fakat Ragusa’lılar metresini bırakmadıkça kadını geri vermeyi reddettiler. Bunun üzerine Sandal kendilerine savaş ilan etti ve oğlu olan genç prensin kumandasındaki askerlerle çarpışarak onları bozguna uğrattı. Daha sonra Sultan’a çağrıda bulunarak İllyrialılara karşı kendisiyle birleşmesini istedi. Fakat Türkler istediğinden daha çok sayıda asker gönderdiklerinden ülkesini işgal etmelerinden çekinerek gerekli savunma tedbirlerini aldı.

Sandal’ın ve Başka Ülkelerin Boyun Eğmesi

Mahmut Paşa, görevini yerine getirdikten sonra Sultan’la buluşmak üzere yola çıktı. Sultan, Mahmut Paşa ile aynı zamanda yola çıkarak İllyrialıların merkezi olan Jaytia, daha doğrusu Jazika’ya doğru yürüyüşe geçmişti. Ülkenin en müstahkem şehri olan Dorobize’nin Türklerin eline geçmesi üzerine paniğe kapılan bu şehir hemen teslim oldu. Daha birçok şehir Paşa’nın yürüyüşü sırasında, Mehmet’in İllyrialılara egemen olur olmaz beraberinde Sandal’ın ülkesine getirdiği prenslerinin emri üzerine teslim oldular. Sultan önce Ragusa’ya adamlar göndererek Sandal’ın karısını istetti. Fakat kadın başına gelebilecekleri tahmin ederek İtalya’ya kaçmıştı, Bunun üzerine Mehmet bütün kuvvetlerini toplayarak Sandalın ülkesine girdi, bir baştan bir başa yağmaladı ve başkentini kuşattı. Bu şehri umduğu kadar çabuk ele geçiremeyince silahlarını kardeşleri Constantln, Caraguse ve Paul’a çevirdi. Bunların hepsi teslim oldu ve esir alındı. Sandal’a gelince, kaçmaya çalışırken yakalandı ve Sultan’ın huzuruna getirildi. Mehmet Paşa’nın serbestçe çekilmesine izin vermiş olmasına rağmen, Sandal’ın hemen orada başını kestirdi, bazılarına göre ise diri diri derisini yüzdürdü.

IV – İskender Bey’e ve Venediklilere Karşı Savaşlar

Mehmet’in en yakın komşuları olan Venedikliler, Sultan’ın zaferlerini çekemiyorlardı. Fakat Türklerin uyruklarına sık sık kötü muamelede bulunmalarına rağmen, silaha sarılmaya cesaret edemiyorlardı. Nihayet Alban’ın (Balaban) oğlu Josue (Yusuf)’un bir papazın ihaneti yüzünden Argos’u ele geçirmesi ve Turhanlı’nın oğlu Ömer’in bugünkü Lepanto olan Naupacros topraklarında akınlar yapması üzerine Victoria Capelli, senatoda öyle cesur bir konuşma yaptı ki Venediklilerle birleşerek Türklere karşı savaş ilan etmek için Macarlara çağrıda bulunmaya senatoyu ikna etti. Türk komutanlarının, Venediklilere ait bulunan Mora’nın Modon kenti dolaylarında yağmalara girişmelerinin de senatonun bu kararı üzerinde etkisi oldu. Senato, Hunyadi’nin oğlu Macar Kralı Mathias’a yirmi beş bin duka bağışla elçiler gönderdi. Mathias hemen asker topladı, aniden Türk topraklarına girdi ve Sabutin’in Belgrad’ı abluka altına almak için yaptırdığı istihkâmları yıktı. Ondan sonra Sava Nehri’ne kadar ilerledi. Türkleri ve Sırpları bozguna uğrattı ve yirmi bin tutsak götürdü. Macarların başarıları bundan ibaret kaldı.
Venediklilere gelince, Alysio Loredano’nun kumandasında, otuz beş kadırgadan ve piyadeyle iki bin hafif süvari yüklü on iki büyük gemiden oluşan bir donanmayı denize çıkardılar, daha sonra dört bin Giritli gönüllü bunlara katıldı. Bu birlikler Mora’ya çıktılar ve halk arasında genel bir ayaklanma çıkarmaya çalıştılar. Megalopolis’te bulunan Osmanlı valisi hemen saraya haber verdi. Bu arada Venedikliler Naupli’den Argos üzerine yürüdüler, bu şehri kuşattılar ve sadece elli yeniçeri tarafından korunduğu için zorluk çekmeden ele geçirdiler. Yeniçerilerin ağırlıklarıyla birlikte çekilmelerine izin verildi. Bir süre sonra, Jeronimo Bernardini, komutanının emrine aykırı olarak ihtiyatsızca ülkenin iç taraflarına girmesi üzerine, Türklerin kurduğu bir pusuya düşerek adamlarından dört yüzünü kaybetti.

Korent Duvarının Onarılması ve Berzahın Venedikliler Tarafından Terk Edilmesi

Rumlar ve Arnavutlar, bir yandan garnizondaki yeniçerilerin ellerinden kaçmasını önlemek, bir yandan da düşmanı durdurmak için Korent berzahının duvarını onarmaya başladılar. Birkaç gün içinde, denizden taşlar ve diğer gerekli araçları getiren Venediklilerin de yardımıyla bu işi tamamladılar. Aynı zamanda bütün şehir halkından silahlanmalarını istediler. Korent sakinleri kendilerine katılmak istemediklerinden bu şehri kuşattılar. Fakat bir süre sonra komutanları öldürülünce kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldılar. Öte yandan Akhaia’yı ayaklandırmayı da başaramadılar ve tüm Lakonia’da da bir Sparta kendilerinden yana çıktı. Kaldı ki Türkler durmadan yolları kesiyor ve aldıkları tedbirleri etkisiz bırakıyorlardı. Sonunda kış da bastırınca askerler soğuğa dayanamadılar ve Korent savunmasız kaldı. Mahmut Paşa’nın kalabalık bir ordunun başında yürüyüşe geçtiği haberi üzerine Venedikliler berzahı terk etmeyi ve müstahkem mevkilerine çekilmeyi uygun buldular.

Mora’nın Geri Alınması

Türkler de kendi hesaplarına Venediklilerden çekinmiyor değillerdi. Mahmut Paşa Larissa’ya gelince, Tesalya Valisi Ömer daha fazla ilerlememesini öğütledi; Sultan’a haber gönderilerek bizzat gelmesi gereğinin duyurulmasını, durumun komutanları tarafından bir karara bağlanamayacak kadar önemli olduğunun bildirilmesini istedi. Fakat çok geçmeden gerçek durum öğrenildiğinden Mahmut yürüyüşüne devam etti ve duvarın terk edilip gemilerin ayrıldıklarını görünce Korent’i geçerek doğru Argos üzerine ilerledi. Bu şehir sadece yetmiş İtalyan tarafından korunmaktaydı. Paşa hepsini esir aldı. Sonra Tegea ülkesinden geçerek Megalopolis dolaylarında konakladı. Burada Yusuf’un yerine Mora Valiliğine getirilen Zağanos Paşa’yı Patras’a ve komşu kentlere cephane ve yiyecek ikmali yapmaya gönderdi. Aynı zamanda Ömer’i yirmi bin askerin başında Venediklilerin topraklarını yağmalamaya yolladı. Ömer bu arada Modon dolaylarında bir müstahkem şehri ele geçirdi. Beş yüz nüfusu İstanbul’a gönderdi ve Sultan’ın huzurunda bedenleri ikiye ayrıldı. Mahmut Paşa, kalelere saldırmak için mevsimi elverişli bulmadığından Ömer’i ve Hasan’ı Sparta’da bıraktı ve gerek bu şehrin gerekse Tenares, Epidauros gibi diğer bazı müstahkem kentlerin sakinlerini Türklerin egemenliği altına girmeye ikna etmekle görevlendirdi. Fakat Rumlar Türklerin aniden Mora’ya gelmesinden ürkmüş ve içlerinden birçoğu dağlara çekilmekle beraber Venedikliler halkı öylesine kendilerine bağlamışlar ve Macarlarla birlikte ülkeyi istila etmekle o kadar umutlandırmışlardı ki hiç kimse herhangi bir uzlaşmaya yanaşmadı.

Venediklilerin Limni’yi Alması

Venedikliler, kalenin kumandanı olan Komnen adlı biri aracılığı ile Limni’yi geri aldılar. Kumandan şehri kendilerine teslim etti ve böylece adanın ileri gelenlerinin adayı satmalarına engel oldu. Venedikliler bundan sonra bu ülkenin müstahkem mevkilerini donatacak silah ve cephane ile Mora’ya geri döndüler. Limni’yi Türklere kaybettiren Cominius veya Komnen’in yerine kale kumandanlığına Ursato Justiniani getiriIdi. Justiniani, otuz iki kadırga ile Ege Denizi’ni dolaştı. Öte yandan, Andrea Dandolo, Mantinea yakınlarında aniden ve ihtiyatsızca Türk süvarisine saldırdığından yenildi ve bin beş yüz askerle birlikte hayatını kaybetti. Ursato, Lesbos adasının başkenti Midilli’yi kuşatmak isterken daha da büyük bir başarısızlığa uğradı; iki saldırıda beş bin asker kaybetti ve kısa bir süre sonra üzüntüsünden Mora’da öldü. Yerine Jacomo Laurentani geçti.

İskender Bey’in Türklere Savaş ilanı

Bu kayıplarla zayıf düşen Venedikliler Papa’dan yardım istediler. Papa; Almanya, Fransa, İspanya ve daha başka ülkelerden Venediklilere büyük yardımlar sağladı. Venedikliler ayrıca İskender Bey’e de baskı yaparak Sultan’la imzaladığı barışı bozmasını ve kendilerine katılmasını istediler. Sultan, İskender Bey’in başkomutan olarak bu Hıristiyan kuvvetlerinin başına geçirilmesinden korkarak kendisine bir elçi gönderdi ve anlaşmalarını yenilemeyi kabul ettiği takdirde Epirlilerin Türk topraklarında yaptıkları bazı akınları bağışlayabileceğim bildirdi. İskender Bey, bu arada Papa’dan bir mektup almıştı. Papa yakında, Hıristiyan hükümdarlarıyla birlikte güçlü bir ordunun başında Epir’de olacağını bildiriyor ve Türklere savaş açmasını istiyordu. Bunun üzerine İskender Bey tereddütsüz Sultan’ın topraklarına girdi, ortalığı talan etti ve zengin ganimetlerle döndü.

İskender Bey’in Zaferleri

Sultan, İskender Bey’e karşı koymak için on dört bin askerin başında Sermet Paşa’yı gönderdi. Bu komutan Makedonya’nin Ohri şehrinde ordugâh kurdu. İskender Bey, on iki bin askeri pusuya yatırdı ve beş yüz atlı çıkararak bunlara, düşmanı açık araziye çekemedikleri takdirde direnmeden geri çekilmeleri ve böylece pusuya düşmesini sağlamaları emrini verdi. Bu savaş kurnazlığı beklenilen sonucu verdi. Türkler her yandan saldırıya uğradılar ve yirmi bin kişi kaybettiler. Ordunun veznedarı ve belli başlı subaylarından on ikisi esir alındı, ancak kırk bin Duka kurtulmalık ödendikten sonra serbest bırakıldılar. Bu zaferden sonra, İskender Bey Hıristiyan ordusunu beklemek üzere Epir’e döndü. Fakat Papa Pius, yola çıkmayı kararlaştırdığı günden bir gün önce Aamane’de (Ancona) öldü ve bütün askerler, kendilerinden yardım bekleyenleri son derece güç durumda bırakarak dağıldılar.

Venediklilerin Başarısızlıkları

Vittoria Capelli’yi başkomutan ilan edilen Venedikliler savaşa devam etmekten vazgeçmediler. Kısa bir süre içinde Capelli, Euboia ve Negroponte (Türkçesi Eğriboz) adasında Aulis’i, Selanik körfezinde Lirse’yi ve Himber adasını aldı. Daha sonra askerlerini Pire’de karaya çıkardı. Atina’ya baskın yaptı ve aldığı ganimetle birlikte bütün ahaliyi Eğriboz adasına götürdü. Burada, Patras kentinin Hıristiyan halkının şehri kendisine teslim etmeye hazır olduğunu öğrendi. Bu haber üzerine dört bin piyade ve iki yüz atlıyı Mora’ya gönderdi. Bunlar Patras’ın bir mil uzağına kadar düzensiz bir şekilde ilerlediler ve Türk garnizonu tarafından yenildiler.
Piyade kuvvetlerine komuta eden Barbarini çarpışmalarda öldü ve süvarinin başında bulunan Ragio tutsak edilerek kazığa oturtuldu. Sadece bin kadar asker gemilere binerek canlarını kurtarabildi. Capelli, bu başarısızlığa ve Patras’a karşı ikinci bir kuşatma girişiminde uğradığı yenilgiye o kadar üzüldü ki kısa bir süre sonra Eğriboz adasında birdenbire öldü.

Matthias Corvin’in Sırbistan’ı Yağma Edişi -1465

Bu başarısızlıklardan dolayı cesaretleri kırılan Venedikliler, ünlü Hunyadi’nin oğlu Matthias Corvin’den yardım istediler. Bunun üzerine Matthias, Venedik topraklarını himayesi altına aldı. İlkbaharın başlangıcında Belgrad’da Tuna Nehri’ni geçti ve güçlü bir ordunun başında Sırbistan’a girerek Türklerin yapmış oldukları kaleleri yıktı, ortalığı kasıp kavurdu ve birçok ganimet ve yirmi bin tutsakla geri döndü.

İskender Bey’in Balaban’ı Yenmesi

Sermet Paşa’nın yenilgisinin intikamını almak isteyen Mehmet, Balibanus Budera (Balaban Badera) komutasında on beş bin atlı ve üç bin yaya askerini Epir’e gönderdi. Bu kumandan aslen Epirli idi, fakat İslam dinine göre yetiştirilmiş ve İstanbul’un fethinde surlara ilk çıkanlardan biri olmuştu. Epir sınırında Alchire’ye varınca az sayıda askerle civarda konaklayan İskender Bey’i bastırmak istedi. Fakat bunu başaramayınca Valcal vadisinin bir kısmını kapsayan dik bir dağa doğru ilerledi. İskender Bey bu sırada dört bin atlı ve on beş bin yaya askeriyle bu vadide bulunuyordu. Türklerin yaklaştığını görünce bir dağa sırtını vererek geri çekildi. Balaban bu geri çekilmeyi bir kaçış sandı ve saldırıya geçmek üzere hızla ilerledi. Fakat zaferin uzun süre ortada kaldığı bir muharebeden sonra bozguna uğradı. İskender Bey’in başlıca subaylarından bazıları, düşmanı aldıkları emrin gerektirdiğinden daha uzaklara kadar takip ettiklerinden, kuşatıldılar ve kendilerini umutsuzca savunduktan sonra esir düştüler. Moise Galanus, Musache, Giniza, Perlot ve daha başkaları bunlar arasında bulunuyordu. Hepsi İstanbul’a gönderildi. İskender Bey, serbest bırakılmalarını istemek için bir elçi gönderdi, fakat Sultan ne tutsak mübadelesinin ne de kurtulmalığın sözünü bile ettirdi. Hepsine türlü hakaretler yağdırdıktan sonra diri diri derilerini yüzdürdü. On beş gün bu yürekler acısı durumda yaşadılar.

İkinci Yenilgi

Balaban, İskender Bey’in nöbetçilerini elde etmenin yolunu buldu ve az kalsın Prens’i Oronicus’daki ordugâhında baskına uğratacaktı. Fakat her an gözü tetikte olan İskender Bey gecenin karanlığında düşmanı atlarının sesinden tanımıştı. Hemen ordusunu muharebe düzenine soktu ve Türklere öyle bir saldırış saldırdı ki çoğu öldü ve komutanlarıyla diğerleri güçlükle canlarını kurtarabildiler. Balaban, on dört bin atlı ve üç bin piyadeden oluşan bir takviye aldı ve kurnazlıkla bir sonuç elde edemediğini görerek büyük Stetisgrad Ovası’na doğru yürüdü. Amacı, İskender Bey’e karşı bu ovada muharebe vermekti. Bu esnada topu topu sekiz bin atlısı ve bin beş yüz piyadesi bulunan İskender Bey, savaşta harikalar yarattı. Çarpışma sırasında atı öldü ve kendi de düşerken yaralandı. Türkler kendisini öldürmek için topluca o yana koştular fakat İskender Bey’in askerleri tarafından dağıtıldılar. Birkaç saniye sonra İskender Bey, Türklerin belli başlı subaylarından biri olan Süleyman’ı öldürdü. Bunun üzerine Türkler kaçmaya başladılar, fakat galipler kendilerini takip ederek çoğunu kılıçtan geçirdiler. Balaban mutlu bir rastlantı sonucu olarak kurtulan birkaç kişi arasındaydı.

Üçüncü Zafer

İstanbul’a dönüşünde, Balaban bu başarısızlığı elindeki kuvvetlerin azlığına yükledi ve Sultan’dan daha güçlü bir ordu istedi. Bu kez kırk bin kişinin başında Epir’e gönderildi. Önce yanına yirmi bin atlı ve dört bin piyade alarak en kısa yoldan yürüyüşe geçti. Jacques l’Epirote (Epir’Ii Jak) adı da verilen Yakub Arnavut’tu (Arnavut Yakup) on altı bin askerle geride bırakarak böylece İskender Bey’i iki ateş arasına almak istedi. Balaban, Valcal vadisine varır varmaz, sekiz bin atlı ve dört bin piyadesi olan İskender Bey üzerine yürüdü.
Yakup’u beklemek niyetinde olmasına rağmen askerlerinin sabırsızlığı yüzünden hemen muharebeye tutuşmak zorunda kaldı. Savaş çok çetin geçti. Çarpışmalar sürerken, Kroya (Akçahisar) garnizonu Epirliler’in yardımına geldi ve Türkler bozguna uğrayarak kılıçtan geçirildiler. Balaban yine bir avuç askerle canını kurtarmayı başardı. Hıristiyanlar soluk alacak zaman bile bulamadan Yakup askerleriyle yetişti. Balaban’ın yenilgisi karşısında şaşkına uğramakla beraber savaşmaktan çekinmedi. Fakat İskender Bey işi kısa kesti; atıyla Türk komutanının üzerine saldırdı ve kendisini öldürdü. Türkler hemen kaçmaya başladılar. Çoğu ya öldürüldü ya da esir alındı. Bu iki savaşta Türkler otuz bin kişi kaybettiler ve bunların altı bini tutsak edildi.

Karaman Ülkesinde Karışıklık

Bunlar olup biterken, Karamanoğlu İbrahim Bey, Osmanlı ailesinin bu amansız düşmanı, altı erkek evlat bırakarak öldü. En büyük oğlu İshak Bey, beyliği ele geçirdi ve kardeşlerini kovdu. Bunlar, Osmanlı padişahına sığındılar.
Kendisinden babalarına bir halef tayin etmesini istediler. Buna için için sevinen Sultan, Ahmet Bey’i tayin etti ve onu güçlü bir ordunun başında Karamanoğulları’nın ülkesine gönderdi. Ahmet, kardeşini yendi. İshak Bey, Uzun Hasan’ın sarayına iltica etti. Sultan, öteki kardeşleri sarayında alıkoydu ve kendilerine önemli görevler verdi.

Kroya Kuşatması

Gelelim İskender Bey’e… Sultan, bu kadar belalı bir düşmandan kurtulmanın tek çaresi olarak İskender Bey’i öldürtmeyi düşündü ve iki kişiyi bu işle görevlendirdi. Bunlar, amaçlarını daha kolay gerçekleştirebilmek için tanassur ettiler (Hıristiyan oldular). Fakat aralarındaki bir münakaşa sırasında ağızlarından kuşku yaratan bazı laflar kaçırdılar. Sorguya çekildiklerinde suçlarını itiraf ettiler ve hemen idam edildiler. Nihayet Mehmet iki yüz bin askerin başında bizzat Epir’e gitmek kararını verdi ve Kroya’yı kuşattı. Ancak babası gibi başarısızlığa uğramaktan çekindiği için kuşatmayı sürdürme işini, yirmi üç bin askere komuta eden Balaban’a ve her birinin emrinde yedişer bin kişi bulunan diğer sekiz komutana bıraktı. İstanbul’a dönerken birkaç küçük kaleyi İskender Bey’in elinden aldı. Ayrıca, Chidne Valisi’ni de ayarttı ve kalede üç bin kişilik bir garnizon bulunmasına rağmen bu hain, şehri Sultan’a teslim etti. Mehmet sözünde durmayarak hepsini kılıçtan geçirtti.

İskender Bey’in Kroya’yı Kurtarması

İskender Bey, tek başına Kroya’yı kurtaracak durumda bulunmadığından gizlice Roma’ya giderek Papa Paulus II’den yardım istedi. Fakat hiçbir şey elde edemedi. Dönüşünde, Venediklilerden ve başka hükümdarlardan daha önce istediği yardımın geldiğini gördü ve birkaç gün içinde on üç bin dört yüz kişilik bir ordu vücuda getirerek bu ordunun başında Kroya üzerine yürüdü. Yolda Balaban’ın kardeşleri Jonima ve Hadar’a rastladı. Yardıma gelen kuvvetlerini bozguna uğrattı ve kendilerini de esir etti. Sonra Kroya’yı kuşatan Türk kuvvetlerine saldırdı, şehre en yakın ana mevzileri olan Mont Cruma’dan kovdu. Beklenmedik yardım karşısında şehir sakinleri, Balaban’ın önerdiği elverişli teslim şartlarını reddettiler.
Balaban, kuşatmayı yarmaya çalışan bir kısım askerin üzerine doğru ilerlediği sırada, George Alexis kendisini bir mızrakla boynundan yaraladı ve bu yara kısa bir süre sonra komutanın ölümüne neden oldu. Bu kaza, Türklerin öylesine gözünü korkuttu ki yavaş yavaş çekilerek ordugâhlarını terk ettiler. Dağ geçitleri kapalı olduğundan serbestçe geri dönmelerine izin verilmesine karşılık atlarını ve silahlarını teslim etmeyi önerdiler. Fakat İskender Bey, bunu kabul etmeyince ellerinde silahlarıyla kendilerine bir yol açmaya karar verdiler ve birçok kayıp verme pahasına da olsa bunu başardılar. Bu olay askerlerin İskender Bey’e karşı cephe almasına yol açtı.

Mehmet’in İkinci Kez Epir’e Girmesi -1466

Ertesi yılın ilkbaharında, Mehmet kalabalık bir ordunun başında tekrar Epir’e girdi. Yıkılan Valmes şehrini onardıktan sonra, Venediklilerin elinde bulunan Durazzo’va (Draç) doğru ilerledi. Niyeti bu şehri bir baskınla ele geçirmekti. Fakat bunu başaramadı ve bir süre sonra ordugâhı kaldırdı. Bu kez Kroya’yı kuşatmaya gitti. Ancak ne vaatler ne de tehditlerle şehir sakinlerini teslim olmaya ikna edemediğinden İskender Bey, tarafından yeni kurulmuş bir şehir olan Chiuril’i yerle bir etti ve sonra İstanbul’a döndü.

İskender Bey’in Ölümü

Bir süre sonra, İskender Bey, durumu yerinde incelemek için krallığını baştan başa dolaştı ve bu arada, müttefik hükümdarların elçileriyle savaş harekâtı ve özellikle komşularının tehdidi altında bulunan Valmes şehrinin kuşatılması konusunda görüşmek için Venediklilere ait bulunan Lissa şehrine gitti. Bu büyük kahraman işte burada ateşli bir hastalığa yakalanarak 17 Ocak 1466 günü öldü.
Ölmeden önce karısını ve oğlunu Venedik Cumhuriyeti’ne emanet etti. Öldüğünde altmış üç yaşındaydı ve yirmi dört yıl saltanat sürmüştü. Şehrin katedraline gömüldü ve naaşı dokuz yıl burada kaldı. Ondan sonra Lissa, Türklerin eline geçtiğinden halk büyük bir saygıyla kemiklerini mezarından çıkardı. Kimi bunları görebilmek ve dokunabilmekten büyük bir mutluluk duyuyor, birkaç kemik parçasını ele geçirebilenler ise onları üzerlerinde taşımak için küçük altın veya gümüş çerçeveler içine koydurtuyor ve böylece bu büyük kumandan kadar şanslı ve mutlu olacaklarına inanıyorlardı.

Arnavutluk’un Osmanlı Egemenliği Altına Alınması – 870/1465

Türk tarihçileri İskender Bey’in ölümünden hiç söz etmemişlerdir. Sadece Epir’in o tarihlerde tamamen Osmanlı egemenliği altına alındığını yazmışlardır. Birkaç yılın olaylarını bir araya getirmişler. Birkaç cümle içinde Mehmet’in, babası Murat zamanında başlayan Arnavutluk’un fethini tamamlamak için İskender Bey’i yenmeye, kalelerini yıkmaya karar verdiğini, 870 yılında ülkeye girerek asilerin bütün müstahkem mevkilerini ele geçirdiğini, bazılarını yıktığını ve ilerde her türlü ayaklanmayı önlemek için eyaletin giriş noktasına müstahkem bir şehir kurduğunu anlatmışlardır.

Karaman Ülkesinin Sultan’a Boyun Eğmesi

Sultan’ın artık Avrupa’da huzurunu bozabilecek düşmanı kalmayınca, Asya’ya geçerek Karamanoğulları’nın atalarına yaptıkları hakaretin intikamını almak amacıyla güçlü bir ordunun başında bu ülkeye girdi. Ahmet’i ve kardeşlerini kovdu ve büyük oğlu Mustafa’yı Karaman Sultan, ilan etti. Ertesi yıl bu ülkeyi tamamen egemenliği altına aldı ve Aksaray ile Güllük şehirlerine kuvvetli garnizonlar yerleştirdi.

Matthias’ın Bosna’yı Geri Alması, Venediklilerin Başarıları

Epir Savaşı sırasında, Macarlar karadan, Venedikliler denizden Türkleri sürekli olarak baskı altında tutuyor, soluk aldırmıyorlardı. Kral Matthias, Venediklilere verdiği sözü tutarak Bosna’ya girdi ve bu ülkeyi Türklerin elinden alıncaya kadar durup dinlenmedi. Türkler başkent Jaziga’yı (Yaiça) geri almaya çalıştılar, fakat kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldılar. Macaristan Kralı kendilerini Sırbistan’a kadar kovaladı ve bu krallığın da bir kısmını ellerinden aldı. Matthias’ın adı böylece Türkler arasında babasınınki kadar dehşet salmaya başladı.
Öte yandan, Canale’nin komutanlığı altındaki Venedikliler de Selanik Körfezi dolaylarında birçok kent ve köyleri yakıp yıktılar. Patras Körfezi’nde Legostine’yi tahkim ettiler ve Hebros (Meriç) ırmağı deltasındaki Oene’yi bir baskınla ele geçirdiler. Bu başarılarından sonra, Canale bin tutsakla Eğriboz’a döndü. Bu sıralarda, Nicolas du Chaine ve kardeşi Alexis, Zadrime Prensliği’ni aralarında paylaşamıyorlardı. Venedikliler Nicolas’a yardım ettiler ve Türkleri Epir’de, Dring lrmağı yakınlarında tam bir bozguna uğrattılar.

Eğriboz Adasının Fethi

Eski adı Euboia olan Eğriboz veya Negroponte adası Avrupa’da Mehmet’in gözünü korkutan tek yerdi. Bu adayı almaya karar verdi ve 874 yılında güçlü bir ordu ve büyük bir donanma ile sefere çıktı. Bir ay içinde, o zamanın en müstahkem mevkilerinden biri sayılan Negroponte şehrini ele geçirdi. Venedikliler ada halkına yardım vaat etmişlerdi. Ancak gelenler sanki savaşmak için değil de Sultan’ın zaferlerine seyirci kalmak için gelmişlerdi. Tek bir topu ateşlemeden utanç verici bir biçimde geri çekildiler.
Hıristiyan tarihçileri, bu fetih konusunda Mehmet’in Eğriboz adasını Venediklilerin elinden almaya, sırf coğrafi durumu bakımından Osmanlı İmparatorluğu’nun kıyılarını talan etmeye çok elverişli ve Venediklilere kolayca sığınabilecekleri bir yer olduğu için karar verdiğini belirtmişlerdir.
Sultan, Sadrazam Mahmut Paşa’nın komutasında üç yüz kadırga gönderdi ve çok geçmeden kendisi de güçlü bir ordunun başında bizzat adanın önüne geldi. Karaya çıkar çıkmaz Stora ve Basilicon’u zapt ederek yerle bir etti. Daha sonra, ada ile Akhaia arasındaki boğaza yan yana getirdiği gemilerden bir köprü kurdu. Adanın başkenti Chalcis (Halki) veya Negroponte’nin karşısına birçok batarya yerleştirdi. Türklere casusluk yapan bir hain, topçulara surların en zayıf yerini gösterdi. Bu ihaneti adamın hayatına mal oldu, çünkü yaptıkları meydana çıktı ve asıldı.
Otuz gün süren kuşatmadan sonra, Venedikli Amiral şehrin ufkunda göründü. Mehmet, düşmanın kurduğu köprüyü yıkıp anakara ile bağlantısını kesmesinden korkarak kuşatmayı kaldırmaya karar vermek üzereydi. Fakat Amiral utanç verici bir şekilde fırsatı kaçırdı ve bunun üzerine Türkler saldırılarını daha da şiddetlendirerek şehri ele geçirdiler. Saldırı bir gün ve bir gece sürdü ve Türkler iki kez gedikten püskürtüldükten sonra şehre girdiler ve sözlerinde durmayarak rastladıkları herkesi öldürdüler.
Vali ve onunla birlikte kaleye çekilenler de aynı akıbete uğradılar. Valinin çok güzel olan kızı kurtarılarak Sultan’ın huzuruna çıkarıldı. Fakat büyük bir metanetle Mehmet’in arzularına alet olmayı reddetti ve bu da genç kızın hayatına mal oldu. Venedikliler bir süre sonra bu büyük kaybı telafi etmek için adayı geri almaya çalıştılar, fakat bu girişimlerinde başarılı olamadılar. Mehmet’in hızla birbirini izleyen fetihleri birçok şehri kendiliklerinden teslim olmaya zorladı. 876 yılında Alâiye Beyi KılıçArslan Bey de ülkesini Sultan’a teslim etti. Mehmet kendisine dirlik olarak Gümülcine sancağını verdi.

Venediklilerin Türk Kıyılarını Yağmalamaları – 1472

Venedikliler, yeni kayıpları önlemek için, Papa Sixtus IV, Napoli Kralı Ferdinand, Kıbrıs Kralı Louis ve Rodos Büyük Ustası ile birleştiler. Ayrıca Catarini Zeno’yu muhteşem armağanlarla Uzun Hasan’a göndererek kendisini Mehmet’e savaş ilan etme ye çağırdılar. Mehmet ise yine bu sıralarda Uzun Hasan’a gönderdiği elçiler aracılığı ile onu, böyle bir niyeti varsa bundan caydırmaya çalışıyordu. Bu arada Venediklilerin komutanı Mocenigo donanmasıyla yola çıkarak Lesbos veya Midilli adasında ve Anadolu’da Bergama dolaylarında Türk topraklarını yağmaladı. Daha sonra Knidos (Datça) şehrinde karaya çıkarak birçok ganimet topladı. Kral Ferdinand’ın on yedi kadırgası Modon’da kendisine katıldı. Mocenigo yeniden Asya’ya geçti; dört gün süreyle kıyıları yağmaladıktan sonra Halikarnas’a (Bodrum) gitti ve buradan da çok büyük bir ganimetle döndü. Papanın yirmi ve Rodos Şövalyelerinin iki kadırgasının daha donanmasına katılmasıyla önce Samos (Sisam) adasına, daha sonra da Pamfilya’nın başkenti Attalea’ya (Antalya) doğru yelken açtı ve bu şehrin dış mahallelerini yakıp yıktı. Müttefikler şehri ele geçiremeyeceklerini anlayınca sahilleri yağmaladılar ve sonra Rodos’a döndüler. Burada İran Şahı’nın Papa’ya ve Venediklilere göndermiş olduğu elçiyi buldular. Elçi, Hıristiyan hükümdarlarla Mehmet’e karşı birleşen efendisi adına büyük toplar istiyordu. Donanma daha sonra Karia’ya hareket etti ve zengin ganimetlerle Naksos’a döndü. Napoli kadırgaları bundan sonra Limanlarına döndüler ve Mocinego, Papa’nın elçisiyle birlikte yeniden Asya’ya doğru yelken açtı. İzmir’i aldılar ve yağmalayıp yaktılar. Bu seferden sonra, bastıran kış yüzünden onlar da ülkelerine dönmek zorunda kaldılar.
Ertesi sene, Mocenigo bir kez daha Asya kıyılarına geldi. Kilikya Beyi Kasım Bey’e yardım etti. Sultan Mehmet, Kasım Bey’in kardeşi Pir Ahmet’in topraklarını ellerinden almıştı. Mocenigo ve Kasım Bey, Siğiline, Corycus ve hatta Seleukeia (Silifke) şehirlerini geri aldılar ve böylece Kasım Bey eski topraklarına yeniden kavuşmuş oldu. Daha sonra Venedikli komutan Lydia’yı yağmaladı ve Mora’ya döndü.

Mehmet’in Uzun Hasan’ı Yenmesi

Bu sıralarda, Uzun Hasan’ın komutanlarından olan Yusuf Bey, kalabalık bir Tatar ordusu ile birlikte Türk topraklarına girdi ve Tokat’ı yaktı. Daha sonra Karamanoğulları’nın ülkesine girdi ve burada yeni Karaman Beyi Mustafa’nın üzerine yürüdü ve çetin bir çarpışmadan sonra yenildi. Yusuf Bey, esir düştü ve zincirlere bağlanarak Sultan’ın huzuruna götürüldü. Bu başarısızlığa canı sıkılan ve öç almaya karar veren Uzun Hasan ertesi yıl sefere çıktı ve kalabalık bir ordunun başında Osmanlı topraklarına girdi. Bu istilayı tahmin eden Mehmet, Asya’ya geçti ve Persleri Payas’ta karşıladı. Muharebeye tutuşuldu ve zafer uzun süre ortada kaldı. Sonunda, Türklerin sol kanadına komuta eden Sultan’ın büyük oğlu Mustafa, Uzun Hasan’ın oğlu Zeyneddin’le karşılaştı: O da Perslerin sağ kanadına komuta ediyordu. İki şehzade birbirlerine saldırdılar: kısa bir çatışmadan sonra Mustafa, Zeyneddin’i atından düşürdü ve ayağa kalkmasına fırsat vermeden mızrağı ile delik deşik etti. Uzun Hasan’ın sağ kanadı bunun üzerine kaçmaya başladı ve Türkler şiddetle sol kanadı üzerine çullandılar ve onu da dağıtarak kaçmak zorunda bıraktılar. Uzun Hasan az sayıda adamla kurtuldu.
Hıristiyan tarihçilerine göre, iki ordunun her birinde üç yüz yirmişer bin asker vardı. Türkler ilk çatışmada kırk bin kayıp verdiler. Bu yenilgi üzerine Sultan ordugâhını savaş arabaları ve toplardan oluşan bir tabya ile takviye etmeye karar verdi. Bu ilk başarılarından güç kazanan Persler, büyük bir cesaretle tabyaya saldırdılar. Fakat atları alışık olmadıkları topun sesinden ürkerek kaçışmaya başladılar. Bunu gören Mehmet süvari kuvvetleriyle üzerine saldırdı ve çetin bir çarpışmadan sonra bozguna uğrattı. Her ne kadar zafer şerefi ve düşman ordugâhı Türklerin elinde kaldıysa da Perslere oranla iki misli kayıp verdikleri sanılmaktadır.

Varsak’ın Fethi

Yollar düşmanı takip etmeye elverişli olmadığından, Mehmet Karahisarı Şarki’yi kuşattı. Uzun süre dayanamayan bu şehri aldıktan sonra, ordusunun bir kısmıyla geri döndü ve öteki kısmını Gedik Ahmet Paşa’nın komutasına bıraktı. Gedik Ahmet Paşa, Ermenek ve Silifke’yi ele geçirdi ve Varsak eyaletinin tümünü Osmanlıların egemenliği altına aldı.

Kaffa’nın (Kefe) Zaptı

Ertesi yıl, aynı komutan Cenevizlilerden Kırım’ın en müstahkem şehri olan Kieffe veya Kaffa’yı (bugünkü adı Feodosiya’dır) aldı ve onu da Sultan’ın topraklarına kattı. Kırım’da Kıpçak prenslerinin soyundan gelen Mengli Giray ile karşılaştı. Mengli Giray uzun süre kardeşi ile savaş halinde kaldıktan sonra Cenevizlilerin kollarına atılmıştı. Sultan Mehmet, kendisini Kırım Hanı yaptı ve ülkeyi hâkimiyeti altına almasına yardımcı olmak üzere kendisine bir ordu verdi. Mengli, kardeşini yendi ve öldürdü, böylece tahtın tek ve mutlak sahibi oldu. Mengli Giray, Türklerin yarattıkları Kırım Tatar Hanları’nın birincisidir. Osmanlı imparatoru adına ilk hutbeyi okutan da kendisidir.

Türkler’in Boğdan’da Yenilgiye Uğramaları

Kırım’da bunlar olup biterken Süleyman Paşa büyük bir ordunun başında Boğdan’a girdi. Ülkenin hükümdarı olan Etienne (İstvan) kendisine karşı koymak üzere yürüyüşe geçti ve Prut ırmağı kıyısında, Falchi yakınlarında karşılaştılar. Savaş uzun sürdü ve talih bir o tarafa bir bu tarafa güldü. Fakat sonunda hatasını hayatıyla ödeyen Osmanlı kumandanının ihmali yüzünden Boğdanlılar savaşı kazandılar. Ertesi yıl, Mehmet bütün kuvvetlerinin başında bizzat Bağdan üzerine yürüdü. Hiçbir direnme ile karşılaşmadan ülkeyi yakıp yıktı ve çok sayıda tutsak ve hayvan sürüsünden oluşan büyük bir ganimetle başkentine döndü.

Kroya Kuşatması -1477

Türkler bundan sonra Arnavutluk’ta Kroya’yı kuşattılar. Bu ülkeyi himayelerine almış Venedikliler François Cotarini’yi yardıma gönderdiler. Bu komutan, Türkleri Tirana ovalarında karşıladı ve uzun ve çetin bir savaştan sonra Türkleri bozguna uğrattı. Fakat askerler yağma yapmaya başlayınca Türkler toparlandılar ve Arnavutları yenerek başta Venedikli komutan olmak üzere bin kişiyi öldürdüler. Bu zaferden sonra, Dalmaçya’da, İstria’da ve Carniole’de (Slovenya) akınlar yaptılar. Sontium Nehri kıyılarında birkaç Venedik birliğini de yendiler ve hiçbir direnme ile karşılaşmadan Friuli’yi talan ettiler. Ertesi sene de aynı şeyi Almanya tarafındaki dağlarda yaptılar. Nihayet Kroya, bir yıl süren bir kuşatmaya dayandıktan sonra, yiyeceksiz kalarak teslim oldu.

İşkodra Kuşatması

Mehmet, dört yıl önce İşkodra önünde uğradığı yenilginin intikamını almak amacıyla Ali Bey’i seksen bin kişilik bir ordunun başında şehri yeniden kuşatmaya gönderdi. Bu ordu yolda önüne ne çıktıysa yıkıp geçti. 14 Mayıs’ta Türkler şehrin varoşlarına vardılar ve bir ay sonra elli bin kişilik bir takviye aldılar. Topları döktükten ve nehir üzerine ahşap bir köprü kurduktan sonra, topları ve havanlarıyla surları dövmeye başladılar. 2 Temmuz’da Sultan bütün kuvvetlerinin başında bizzat geldi. Böylece toplam üç yüz elli bin kişilik bir ordu meydana gelmişti. Surlarda gedikler açılınca, Türkler birkaç şiddetli saldırıda bulundular. Dört beş kez sancaklarını surların üzerine dikmeyi başardılar. Fakat durmadan püskürtüldüler ve bir defasında on iki bin savaşçı kaybettiler. Kuşatılanlar ise sadece dört yüz kişi kaybetmişlerdi. Sultan, sonuç vermeyen yedi saldırıdan sonra şehri almaktan umudunu keserek kuşatmayı ablukaya çevirdi. Daud Gayola (Koca veya Derviş Davud Paşa olacak) Sultan tarafından Venediklilere ait küçük kale ve müstahkem mevkileri ele geçirmekle görevlendirilmişti. İşkodra Gölü üzerinde Zabiake’yi ve sakinlerini ateşe verdikten sonra terk ettikleri Lissa’yı aldı. Anadolu Beylerbeyi Mustafa da Drivasta’yı zapt etti. Daha sonra Sultan, Gedik Ahmet Paşa’yı ablukaya sürdürmek için kırk bin askerle orada bırakarak İstanbul’a döndü.
Başarısızlıklarından yılan Venedikliler, Trevisane’yi Babıali‘ye göndererek onun aracılığı ile 1478 yılında Türklerle bir barış anlaşması imzaladılar. İşkodra’yı, Limni adasını, Mora’daki Tenar kalesiyle birlikte Osmanlılara bıraktılar. Karadeniz’de ve Sultan’ın öteki topraklarında ticaret yapabilme hakkı karşılığında sekiz bin Duka ödediler. 884 yılında Mehmet Dulkadiroğulları’ndan Alaüddevle Bozkurt Bey’e yardım ederek kardeşi Şahbudak’ı yenmesini sağladı. Şahbudak, Mısır’da hüküm sürmekte olan Çerkez Kölemenlerinden EI Melikul Eşref Rayet Bey’e sığındı. Ertesi yıl, Sultan güçlü bir donanmayı Gedik Ahmet Paşa’nın komutasında İtalya’ya gönderdi. Gedik Ahmet Paşa Puglia (Pulya) kıyılarını yağmaladı ve birkaç kale ele geçirdi. Fakat başarılarının tam ortasında Uzun Hasan’a karşı koymak için geri çağrıldı. Kısa bir süre sonra, Venedikliler elçileri aracılığıyla barış istediler. Görülecek başka hesapları olan Mehmet, hemen razı oldu. Fakat barış çok kısa sürdü, 886’da Sultan, Mesih Paşa’yı kalabalık bir donanmayla Rodos’a gönderdi. Fakat Mesih Paşa, Rodos önünde başarısızlığa uğradı ve büyük kayıplar verdikten sonra kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldı.

Kefalonya’nın Zaptı

Venediklilerin Sontium’daki yenilgileri ve barış istemek için elçiler göndermeleri gibi örneklerden anlaşılmaktadır ki Türkler bu konuda da başka konularda olduğu gibi, olayları Batı tarihçilerinden farklı biçimde derlemişlerdir. Hıristiyan tarihçileri İtalya Seferi’nin Rodos Kuşatması’ndan sonra yapıldığını yazarlar. Bunlara göre, barış imzalandıktan sonra Sultan Gedik Ahmet Paşa’yı bir donanmayla Ayamavra, Zanta ve Kefalonya Prensi Leonardo’ya saldırmak üzere İtalya’ya gönderdi. Gedik Ahmet Paşa bütün bu toprakları Leonardo’nun elinden aldı. Sultan ayrıca Transilvanya’ya Ali Bey’in ve daha başka komutanların emrinde yüz bin kişilik bir ordu gönderdi, fakat Macarlar, kanlı bir savaştan sonra bu orduyu Weissenburg yakınlarında yendiler.

Rodos Kuşatması

Antoine Meligale adında kaçak bir şövalye, Sultan’ı Rodos adasını kuşatmaya teşvik etti. Bu şövalye yolda hastalandı ve Türkler kendisini denize attılar. Seksen bin askerden oluşan Osmanlı ordusu bu defa Demetrius adında tarikatına ihanet eden bir başka şövalyenin komutasında 22 Haziran günü karaya çıktı. Mesih Paşa bir süre surları şiddetli bir top ateşine tutarak bir gedik açmayı başardı. Ancak Şövalyelerinin Büyük Ustası Pierre D’Aubusson o kadar güçlü istihkâmlar yaptırmıştı ki Mesih Paşa adaya karşı saldırıya geçmeyi göze alamadı. Bununla birlikte Sultan’ın yüz bin askerin başında ve yüz elli topla Rodos’a geleceği haberinin yayılması üzerine, kuşatılanlar ve özellikte İspanyollar paniğe kapıldılar. Aynı zamanda Mesih Paşa’nın Büyük Usta’yı zehirletmek için bir komplo hazırlamakta olduğu da bu sıralarda meydana çıktı. Türk komutana, Saint Nicolas Kulesi’ni dövmek için küçük bir koyun üzerine bir köprü kurması üzerine, Gervaise Rogers adında bir İngiliz, geceleyin bir fırsatını bularak halatları kesip köprüyü yıktı. Fakat Türkler hemen yeni bir köprü yaptılar ve kule birkaç gün süreyle hem denizden hem karadan dövüldü, Nihayet kalenin topu köprüyü yeniden yıktı.

Kuşatmanın Kaldırılması

Mesih Paşa bu kez vaatlerle Büyük Usta’yı kandırmaya ve kalenin teslim olmasını sağlamaya çalıştı. Fakat bir haraç elde etmeyi bile başaramayınca kaleyi eskisinden de şiddetli bir top ateşine tutmaya başladı. Nihayet surlarda büyük bir gedik açıldı ve Türkler saldırıya geçtiler. Fakat canla başla savaşan kaledeki askerler tarafından püskürtüldüler ve içlerinden beş yüz kişi, bir başka taraftan surlara tırmanmaya çalışırken öldürüldü. Türkler, toplam olarak beş bin kayıp verdiler. Büyük Usta, bu saldırı sırasında beş yara aldı. Bu başarısızlık karşısında cesareti kırılan ve bir yandan da Hıristiyan hükümdarlarının Rodos’un yardımına gelmeye hazırlandıkları yolunda haberler alan Mesih Paşa kuşatmayı kaldırdı ve 17 Ağustos’ta adadan ayrıldı.

İtalya’nın İşgali

Rodos’ta başarısızlığa uğramış olsa bile bir başka zafere ulaşmaktan umudunu kesmeyen Mehmet, Makedonya sınırlarında bir kıyı kenti olan Aulonia’da güçlü bir ordu teşkil ederek Gedik Ahmet Paşa’nın komutasında gemilerle İtalya’ya gönderdi. Otranto yakınlarında Pulya’da karaya çıkan Gedik Ahmet Paşa, sahili yağmaladıktan sonra Otranto’yu aldı. Bu şehir İtalya’nın kilit noktası olduğundan iyice tahkim ettirdi ve on sekiz ay dayanacak cephane ile doldurdu. Sonra, ilkbaharda dönüp fetihlerine devam etmek niyetiyle İstanbul’a döndü. Bereket versin ki Anadolu’da baş göstermeye başlayan huzursuzluklar tasarılarını gerçekleştirmesine engel oldu.

Mehmet’in Ölümü

Yaza doğru Mehmet, imparatorluğun bütün kuvvetlerini topladı ve Yaskinder (Azapkapı civarı)’den Üsküdar’a geçti ve Uzun Hasan’ın hevesinini kursağında bırakmak amacıyla Maltepe altında ordugâh kurdu. Fakat tam bu sırada şiddetli bir damla (nikris) nöbetine yakalandı ve buna başka ihtilaflar da eklenince birkaç gün içinde büsbütün fenalaşarak Cemaziyülevvel ayının beşinci günü imparatorluğu oğlu Bayezit’e bırakarak öldü. Mehmet, elli bir yaşında ölmüş ve saltanatı, babasının sağlığında hüküm sürdüğü yıllar sayılmayacak olursa, otuz yıl, üç ay sürmüştü.

Sultan Mehmet’in Özellikleri

Bu yazının (görseller hariç) tamamı Historia Üniversitesi Tarih Kurumu tarafından 1783 yılında Paris'te yayınlanan 30 ciltlik Dünya Tarihi eserinin Osmanlı İmparatorluğunu anlatan 19. cildinin sekizinci bölümünden alınmıştır.

Askerlik yetenekleri çok parlaktı. Aynı zamanda bilim ve sanatları seven akıllı bir adamdı. Kendisi de doğanın sırlarını bilir ve birkaç dil konuşurdu. İşinde sabırlı ve çalışkandı. Dinsel görevlerini yerine getirmekten de geri kalmazdı. Tek kelimeyle büyük bir hükümdardı. Tek kusuru adaletin sesine yeteri kadar kulak vermemesi ve fetih tutkusuna kendisini fazlaca kaptırmasıydı. Hıristiyan tarihçilerine göre, dış görünüşünde ruhunun büyüklüğünü yansıtan hiçbir şey yoktu. Kısa boylu ve tıknazdı. Kolları ve bacakları iri, kendisi de güçlü kuvvetliydi. Tatar benizliydi; seleflerinin çoğu gibi, yüzü soluk ve hüzünlü (melankolik) idi. Tavırları ciddi, kaşları çatık, gözleri biraz çukura kaçmış fakat bakışları keskindi. Burnu o kadar büyük ve kavisliydi ki nerede ise üst dudağına değecekti. Çok zeki ve doğu bilimlerinde büyük bir vukuf sahibiydi. Özelikle astronomiye meraklıydı. Yunanca, Latince, Arapça, Keldanice ve Farsça bilirdi. Tarihten çok hoşlanırdı. Çok cesur ve şanslıydı. Hırsızlığı ve her türlü haksızlığı şiddetle cezalandırırdı. Sanat ve bilimlerde üstün başarılı olanları çok severdi. Fakat bütün bu erdemlerine karşılık büyük kusurları vardı. Söylenildiğine göre, ne din, ne de antlaşmaları umursardı. Muhteris ve içten pazarlıklı idi. Kan dökücülüğü, hoşuna gitmeyen bir şey yapan pek çok kimsenin hayatına mal olmuştur.

Fatih Sultan Mehmet Camii'nin içeriden görünüşü

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.