Ağ Devleti – “The Network State”

Ütopya - Kusursuz bir dünya nasıl olmalı? | | Şubat 12, 2023 at 3:41 pm

İnternette “”The Network State”” gugllayınca 3.5 milyar (yani neredeyse dünyadaki her iki kişiden birisi sayısında) noktada bu ismin geçtiğini görüyorum. Oysa Türkçe ““Ağ Devleti”” (veya eşanlamlısıyla) arayınca hiçbir şey YOKK…. İnanılmaz şekilde sayı sıfır. Dünyanın bu kadar ilgi çekici bulduğu bir konudan Türkçe konuşan necip halkımız nasıl habersiz olabilir? Diye şaşırıyorum. “Ağ Devleti” diye Türkçe bir kavrama belki hayatınızda ilk defa burada rastlıyor olabilirsiniz. Oysa ülkemizde de hayatının en büyük sorunlarının kendi ülkesinden değil ama devletinden ve hükümetinden kaynaklanmakta olduğunun farkında olan geniş bir nüfus var. Her iki kişiden birinin “”N’olcek bu ülkenin hali”” diye lafa başladığı tuhaf zamanlarda yaşıyoruz. Hobbes devletinin ulaştığı bu son noktada Leviathan gerçek bir canavara dönüşmüş durumda. Canavarlık şiddeti ülkeden ülkeye çok fazla değişse de temel özellikleri her ülkede ayni.

İşte, Balaji Srinivasan “N’olcek bu ülkenin hali?” sorusuna cevap aramak üzere “aklınıza gelebilecek hiçbir soruyu boş bırakmayacak şekilde” analitik bir çalışma yapmış ve 262 sayfadan ibaret olan “”The Network State””i yazmış. Orada görebildiğim kadarıyla Leviathan’dan kaynaklı tüm sorunlar ve çözümsüzlükler ele alınıp hepsine alternatif öneriler getirilmiş. İşte “Ağ Devleti” Srinivasan’ın 6 ay kadar önce yazdığı bu “yeni toplum modeli önerisi”nin adıdır.  

Srinivasan, halen kamu’nun ağırlıklı olarak egemen olduğu (güvenlik, sağlık, eğitim vb) her alanda aşırı başarısızlıklar söz konusu olduğu görüşünde. Örneğin “”San Francisco’daki şehir yönetimi bürokratları, devletin gücünü kullanarak “şehri cehenneme çevirmeyi başardılar. Üstelik San Francisco’daki teknoloji kurucularının Ağ üzerindeki onca yetkinliğine rağmen bunu başardılar” diyor.

Britanya’nın AB’den ayrılması (BREXIT) olayındaki gibi Teknoloji sektörünün oradan ayrılması/terk etmesi “TECHXIT” söz konusu edildiğinde Srinivasan bunun “uzaktan çalışmanın ve sonuçta ortaya çıkan işin Ağ insanlarına başka bir gün –en sonunda “boş bir kağıt, boş bir metin arabelleği” – yani yeni bir başlangıç veya temiz bir sayfa olarak hizmet edecek olan ilk Ağ Devletinde savaşma şansı verdiğini ileri sürüyor.

San Francisco’da bir adam sokakta yürürken bir yandan kendi kendine şöyle düşünmektedir: “Bu şehrin neye ihtiyacı var biliyor musun? Teknoloji insanlarının nüfusta daha yoğun payı olmasına”

Oysa Balaji Srinivasan o adamı çok küçük düşünmekle suçlar. Çünkü Srinivasan’a göre dünyanın ihtiyacı olan şey, teknoloji odaklı bireylerden oluşan koskoca bir ulus – kendi deyimiyle “abone-vatandaşlar”.

Bu insanlar internet üzerinden bağlanacak, gerçek dünyadaki varlıkları biriktirecek, topraklarını bir araya getirecek ve sonunda bitişik olmayan egemen bir ulus olarak tanınmak için pazarlık yapacak. Halka açık kayıtları, gelecek nesillerin “bin yıl önceki yazılı tarihin başlangıcıyla aynı” olarak göreceği bir buluş olan blok zincirine yazılacak. Bu grup, Srinivasan’ın “ulus devletin devamı” olarak adlandırdığı bir kavram olan dünyanın ilk “Ağ Devleti”ni oluşturacak. 

“Ağ devleti”nde teb’a /tabiyet / uyrukluk yok. Tek taraflı olarak uymak zorunda bırakılan yasalar, yasal yükümlülükler yok. Vatandaşlık bir tür abonelik gibi bir hale getiriliyor. Birey şartlarını beğendiği ağ devletine katılır, beğenmediğinden istediği zaman ayrılır. Cebir şiddet tekeli yok. Her şey bireysel kontratlar ile icra ediliyor. Siyasi irade yok, yargı, icbar, bürokrasi, kolluk gücü yok. Bireysel rızaya tabi yükümlülüklerin ihlali durumunda özel kontratın kas gücü otomatik olarak devreye giriyor. Siyaset, yargı ve idari bürokrasi kararlarının bir bakıma kimliksizleşip ortadan kalktığı ve tüm yasaların dijital kontratların içinde yer alan algoritmalara yüklendiği bir düzen söz konusu. Kuşkusuz ki bu kural ve düzenler ağ devletinin birinden diğerine farklılıklar gösterecek ve her biri açısından vatandaş (abone)  tercihine göre de zamanla kültürel olarak değişecektir. Ağlar arasında rekabet olacağı, belirli bir ağ açısından büyüme ve güçlenmenin de bireye sağladığı şartların rekabetçi koşullar içermesine dayalı olacağı açıktır. Ama temel olarak ağ devleti bireyi (ve aileyi) bir hükümetin kendi yaptığı yasalarla tek taraflı hükümranlığından kurtarmayı ve herkese kendini gerçekleştirme (olabileceğinin en iyisi olma) fırsatı vermeyi amaçlıyor.

Bir başka önemli konu da Elon Musk’ın esas itibariyle “bir veritabanı” yani “bilgi” olarak tanımladığı “gerçek para” konusu. Oysa biliyorsunuz halen cebinizdeki para aslında sabit bir değeri tanımlayan bilgiyi ifade ETMİYOR. Çünkü hükümetlerin “fiat para” veritabanı üzerinde editleme / düzenleme yapma imtiyazları var ve onlar bu imtiyazlarını “daha çok para yapmak için” her ne zaman canları isterse kullanıyorlar. (Bunu muhasebecinizin veya bankacınızın sizin hesap defterinizdeki kayıtlarınızı istedikleri gibi değiştirme hakkı olmasına benzetebilirsiniz. Aslında devletiniz bunu sadece “para” değil, ona emanet ettiğiniz tüm konularda, yani onu yetkili kıldığınız ve ondan beklediğiniz, sizden alması ve vermesi gereken tüm işler için yapıyor. Söz gelimi güvenliğinizi sağlaması için verdiğiniz yetkiyi devletiniz pekâlâ sizi öldürmekte de kullanabilir.  

Halen dünyanın neredeyse 300 kadar noktasında devletler kendi halkıyla savaşıyor. Vekâlet savaşıyla veya doğrudan kendi ordusuyla komşu halklara saldıran devletler de var. 60’dan fazla aktif ayrılıkçı hareket self determinizm (kendi kaderini tayin hakkı) peşinde. Pek çok insan akın akın iç savaştan veya kendi devletinin şerrinden kaçıp daha iyi durumda gördüğü başka ülkelere sığınmaya çalışıyor, ama çoğu bunu da başaramayıp yolda telef oluyor.  Üstelik kaçıp sığınılmak istenen “sözde” refah devletlerinde de durum aslında hiç iç açıcı değil. En özgürlükçülerden görünen ABD’de bile polis her sene binden fazla vatandaşını vurup öldürüyor, polisin sırtına oturduğu suçsuz vatandaş “nefes alamıyorum” deyip ölürken devletliler hala polisi savunup haklı çıkartıyorlar.

Oysa Ağ Devletinde devlet parası yerine kullanılan (blokzincire dayalı olduğu için editlenemez nitelikteki) “kriptopara“ veritabanı bu imtiyazı tamamen ortadan kaldırıyor. Devletlilerin istismarından kurtulup kendi rasyonalitesi içinde otomatik işleyen bir veritabanı haline gelen bu para gerçek paranın değer ölçme ve saklama fonksiyonlarını tam olarak icra edebilir hale geliyor. Büyük ekonomik krizlerin temelinde bulunan devlet müdahalesi kaynaklı bu sorunlar çözülüyor. 

Bana göre Ağ Devleti’nin çözer gibi göründüğü bir başka en önemli sorun da “mülkiyet” sorunu. Vaktiyle P. J. Proudhon’un kullandığı “La propriété, c’est le vol !” (Mülkiyet Hırsızlıktır) ibaresinde kastettiği “”üretim araçlarının mülkiyeti”” konusu hem kapitalizmin hem de sosyalizmin istismar ettiği ve açık bir yara halinde bıraktığı bir sorun idi. Mülksüz (emekçi) halk çoğunluğu mülk sahibi devlet veya özel sektörün hükmü altına girdiği için kendini gerçekleştirme fırsatlarından mahrum kalıyor, kendini bir tür çarkın dişlisi haline getirilmiş, köleleşmiş halde hissettiği için sanayi düzenindeki üretici motivasyonu ve yaratıcı üretkenliği sıfıra düşüyor. Bir ülkede kamu otoriterliği ne kadar yüksekse kişi başı katma değer üretkenliği ve insani gelişmişlik o derece aşağı düşüyor, bu durum günümüzde istatistiksel olarak fazlasıyla belirgin bir gerçek. Öte yandan 4. sanayi devriminin (IR4.0) en önemli getirisi akıllı makineler karşısında köleleşmiş insan emeğinin rekabetçi değerini sıfıra doğru düşürmesi. Akıllı makineler sahiplerinin kazancını hızla arttırırken ucuz emeğin rekabetçi üretimden gelen pazarlık gücünü hızla düşürmekte. Bu da T. Piketty’nin sözünü ettiği  “R > G = Mutsuzluk” (toplumsal karışıklık) formülünü açığa çıkarmaktadır. Yani şimdi ulaştığımız çağda mülksüzlerin ucuz emeğine dayalı rekabetçi sanayileşmenin sürdürülebilirliği yok. Sermayenin tabana yayıldığı ve akıllı makinelerin bireysel sahipliğine dayalı desantralize (merkezsizleşmiş) küresel rekabetçi üretim biçimlerinin hâkim olduğu yeni toplum modeline geçilmesini zorlayan tüm şartlar bugün fazlasıyla var.      

“Ağ Devleti” yerli ve millici ulus devlet kavramıyla tam uyumsuzluk içeriyor.

Luksemburg’da çalışanların %70’i yabancı imiş. Çoğunluğu Alman 200 binden fazla kişi Lüksemburg’a günü birlik çalışmaya gidiyor. Polonya’da yaşayıp Almanya’ya günübirlik çalışmaya gelenler de 122 bin kadarmış. Ama Almanya’da çalışan ve yaşayan 15 milyon yabancının yaklaşık 3 milyonu Türk ve onların yarısı da Alman vatandaşı. Vaktiyle GastArbeiter (misafir işçi) diye gitmişlerdi ama çoğu orada kalmış yerleşik hale gelmişler, diğer birçok ülkede de benzer durum var. Peki, şimdi küreselleşmenin ulaşılan bu noktasında yerli ve millici ulus devlet kavramının ne kadar bir anlamı olabilir ki? Hobbes’cu ulus devletçiliği destekleyebilecek değerlerden bugün ayakta kalmış bir tanesi bile yok.   

Ağ Devletinde ise herkes mülkiyetiyle birlikte blokzincirde kayıtlı halde olduğu için mülksüzleştirilmesi mümkün değil. Vaktini, emeğini, yaratıcı zihninin pırıltılarını belirli bir işverene bağlı kalmaksızın serbest piyasada ederine takas edebilir. Büyük bir sermayenin paydaşı olmak yerine doğrudan kendi üretimi için gerekli sermayenin sahipliği için ihtiyaç duyacağı fonu bireyden-bireye yahut kitle fonlaması (crowdfunding)  ile sağlayabilir. Kendi parasının sahibidir, tanımadığı kişilerden ödünç verebilir /alabilir. Bankaya ihtiyacı yok. Zamandan ve mekândan bağımsız desantralize üretim yapısının üretici karıncaları yapay (zekâların yardımıyla) fillerle rekabet edebilir hale geliyor. Tek mesele akıllı makinelerin üreteceği rantın devlet veya kapitalistler yerine üretici bireyin kendi uhdesinde kalması.

Ağ Devleti, teknolojinin “tarihsel kısıtlama olmaksızın yeni bir şey” için ilk şansı olacak, Srinivasan bunun olabileceği konusunda ısrarlı. Ağ Devleti, yerli halkın şiddetli bir şekilde sömürgeleştirilmesinden doğmak yerine, “bölgesel genişleme için barışçıl bir mekanizma” olarak yeni bölgeleri basitçe kitle fonlaması yapacaktır. Vergi raporlarını dosyalamak yerine, ortak gelir elde edilecek ve blok zincirine kaydedilecek, bu da tam şeffaflığa yol açacaktır. Zorlayıcı demokratik seçimler yapmak yerine, abone vatandaşlar isterlerse blokzincir üzerinden oy kullanarak devleti zahmetsizce terk edebilir, başkasına katılabilir yahut birden çok devlet kimliğine de sahip olabilir. Bugün bir ülkede “bu vatan bizim” dediğinizde sahi tam olarak ne demiş oluyorsunuz ki? Neresi sizin? Kamu mallarının size hiçbir getirisi yok. Belki birileri yararlanıyor olabilir ama o siz değilsiniz. Siz o vatanda aslında kendi tapulu malınızın, cebinizdeki paranın bile asıl sahibi değilsiniz. Kamu paranızı da editleyebilir, malınızı da. Oysa blokzincirde kayılı olması ve veri tabanını kimsenin editleyememesi  gerçek güvencenizdir.     

Bir zamandır devlet, toplum ve sosyal durumlar üzerine düşünen tüm akıllı insanların hemfikir oldukları konu, günümüzde artık eski hikâyelerin (teokrasi, faşizm, sosyalizm, liberalizm) hepsinin tükendiği ama bize gerekli olan yeni hikâyenin de henüz ortaya çıkmadığı şeklinde idi. “Geleceğin hikâyesi henüz yok”” diyorlardı. Geleceğin hikâyesi sabırsızlıkla beklenmekte iken askerlerin, din insanlarının, siyasetçilerin, bürokratların artık Hobbes’dan bu yana söyleyecek hiçbir sözü kalmadığı, çünkü daha önce onların kurduğu dünya düzenlerinin bildiğimiz anlamdaki esbab-ı mucibesinin (gereklilik nedenlerinin) artık temelli ortadan kalktığı görülüyor. İnsan topluluklarının yardımlaşma, işbölümü ve uzmanlaşmasının sağlanabilmesi için bir araya getirilmeleri eski çağlardan bu yana KKK (kandırma korkutma kışkırtma) ve cebir şiddet unsurlarını gerektirmiş. Ama din ve askerlik geniş kitlelere hükmedip kullaştırmanın ve onların çobanı haline gelmenin de işlevsel aracı olmuş. Buna siyaset diyoruz. Yani siyaset aslında istismar amacıyla da olsa insanları bir araya getirmenin o çağlarda belki tek yolu idi. Ama artık değil, çünkü bugünün teknolojileri ve ulaştığımız küreselleşme düzeyi siyasetçilerin sultasından kurtulmamızı ve bireyselleşebilmeyi başarabilmemizi gerektiriyor. Tarih bize insanlığın karşılaştığı hiçbir sorunu siyasetçilerin sayesinde aşabildiğini göstermiyor. Siyasi liderler büyük savaşları başlatabilir ama bitiremez. Pandemiler, büyük afetler, çevre felaketleri, kıtlık milyonlarca insanın ölümüne neden olabilir ama siyasetçi bunları durdurup halkın yaralarını sarabilecek çözümler hep bilim, sanat teknoloji insanlarının (TECH) elinde olmuştur.

Siyasetçilerin işaret ettiği “tanrı / toplum / devlet” ne zaman insanlığın yararlarının yanında oldu ki. Tarihteki büyük cihatlar, fetihler kime ne kazandırmış?  Nurlu ufuklar vaadeden büyük siyasetçiler size hep daha çok tüten bacalar (karbon salınımı, her tarafa yayılan mikroplastikler, delinen ozon tabakası) önerdi. Onbin tank yüzbin top üretecek fabrikalar önerdi. Zorunlu askerlik yaparken alışmanız için kamu üretimi sigaralardan bedava promosyonlu verdi. Doğudan batıya askeri araçlarla beyaz taşındığını, askerlerin köyleri ormanları yaktığını duyduk, köylerin tankla kuşatıldığını, köylülerin uçaklarla bombalandığını da duyduk. Helikopterle tepenizde dolaşıp “şuraya AVM buraya zeytinleri söküp termik santral yapalım” kararı verdi. İl encümeni toplanıp mühendisin işaretlediği fay hattını 5 km öteye kaydırma kararı aldı. Kararı oy birliğiyle aldılar çünkü oraya inşaat yapmak gerekiyordu ve siyaset her zaman bilim ve teknolojinin üstünde idi. Siyaset hukukun da üstünde idi. Kerameti kendinden menkul bir imam, bir asker iktidar olduğunda bilim, sanat, teknolojinin üstüne çıkar. Hak, hukuk, bilim sanat, teknoloji o büyük devlet büyüğü her nedir derse odur. Ülkede her şey yanlış gider, kişi başı gelir öbür ülkedekinin 35’te birine kadar düşer. İktidar bilakis dimdik ayaktadır. Halk ne kadar sefil halde ise siyaset o kadar güçlenir. Siyasetin amacı bir anlamda bireyin insanlığını yok etmek değil midir?   

Srinivasan diyor ki 20. yüzyılın Leviathan’ı olarak Tanrı’nın yerini alma işlevini yerine getirdi, ama artık “”Devlet” ölüyor””. Artık “Ağ” çağına girdik ve ölmekte olan “Devlet” ile ortaya çıkan “Ağ” arasındaki çatışma, tarihin bu anını belirleyecek.

Bugün hala eski dünyanın siyasi değerlerine sahip çıkanlar ise teknoloji uzmanlarını(TECH) dünyaya hâkim olma hırsları beslemekle suçluyorlar. Srinivasan’ın 4 Temmuz 2022’ (ABD’nin bağımsızlık günü) yayınladığı “Ağ Devleti”ni de bu tutkuları sade ve pişmanlık duymayan terimlerle ifade eden bir belge olarak görüyorlar. Peki size sorayım  “”dünyaya hakim olma işi”” (eğer böyle bir iş sahiden gerekliyse) sizce kimde olmalı?  İmam, asker bürokrat siyasetçide mi yoksa “Tech” cilerde mi?

Eski çağlarda bulaşıcı hastalıklardan insanlar sinek gibi kırılırken TECH antibiyotikleri keşfetti, kıtlıktan kırılırken uzak kıtalardan kolay yetişen yeni gıdalar(patates vb) ile kuş gübresi ve güherçile bulup getirdiler. O yetmeyince (Haber Bosch azot sentezlemesi ile) yapay gübreyi keşfettiler. İnsanlık kıtlıktan açlıktan ölmekten kurtuldu.  Bütün bunları yapanlar insanlara hükmetmeyen lüksleri olmayan, basit bir hayat süren TECH insanlardı. Çoğunun adını bile bilmiyoruz. Ama büyük devlet büyüğü Stalin’in adını  hepiniz bilirsiniz. Kendisi on milyonların katilleri (dekamegamurderer) listesinde Mao’dan sonra ikinci gelmektedir. Devlet çiftliklerindeki büyük endüstriyel tarım hamlesini başlatmıştı. Bunun için gereken tarım araçlarını batıdan ithal etmeye bunun için de Ukrayna köylüsünün tüm hasılatını şok tugaylarını gönderip (Avrupa’ya ihraç etmek üzere tohumluğuna kadar) gasp ettirmeğe karar verdi. Sonuçta 1932 yılının karakışında Ukrayna’da 5 milyon köylü “”açlıktan öldü””. Bu olay(Holodomor) devlet kararı sonucu tarihe geçen “”en büyük açlıktan ölüm” vakasıdır ve bir soykırım olarak nitelendirilmektedir.

Önümüzde insanlığı bekleyen ve halen devletliler ve kararlarından korkmamızı gerektiren pek çok ciddi tehlike var. Karbon salınımı, fosil enerji sorunu, petrokimya atıklarının yarattığı çevre sorunları kuraklık vb afetler gibi büyük küresel tehditleri büyük devlet büyükleri çözebilirler mi? Geleceğimizi ilgilendiren stratejik kararları onlara emanet edebilir miyiz? Onların kararlarına ne kadar güveniyoruz?  Çözüm tech (bilim, sanat, teknoloji dünyasının) insanlarından bekleniyor. Eğer onların inisiyatif alma güçleri olmazsa çözümsüzlük insanlığı yıkıma  götürebilir ve hakikaten bu sorunların siyasi, askeri, dini çözümleri yok, oysa teknik çözümleri olabilir.

Bugün Ukrayna dünyanın en büyük buğday üreticisi, biz dâhil dünyanın pek çok fakir ülke onların ürettiği buğdaya muhtaç. Peki sizce Ukrayna Rus toprağı mıdır? Ukrayna’nın kimlerle iş tutup tutamayacağına Putin mi karar vermeli?  Peki Şi Cinping? Ona güveniyor muyuz?

“Ağ Devleti” teknolojideki en güçlü şahsiyetlerin çoğu açısından yadsınamaz bir çekiciliğe sahip. Marc Andreessen, Srinivasan’ı “şimdiye kadar tanıştığım tüm insanlar arasında  “dakika başına en yüksek iyi yeni fikir çıktısı oranı” olan kişi olarak tarif ediyor. Ethereum kurucu ortağı Vitalik Buterin, ” yeni para birimleri başlattık … “Ağ Devleti” bize yeni şehirleri ve yeni ülkeleri nasıl başlatacağımızı gösteriyor.” Coinbase’in kurucu ortağı Brian Armstrong kendinden emin bir şekilde “Balaji, ‘Ağ Devleti’ konusunda haklı çıkacak” demiş.

Elon Musk yapay zeka için “”bu güne kadar yarattığımız en güçlü teknoloji ve gelecek için nükleer silahlardan daha tehlikeli””  demişti. Bu tehlike özellikle de yakın gelecekte elimizde olması beklenen “”Yapay Genel Zeka”” için söz konusu. Ve aklı erenler bu zekânın temsil ettiği gücün özellikle bazı otoriter devletlilerin yahut büyük şirket (google/meta vb) sahiplerinin eline geçmesini büyük tehlike olarak görüyorlar. Tehlikeyi bertaraf etmenin çaresini de bu gücün sıradan bireylerin ulaşabileceği şekilde tabana yayılması olarak görüyorlar. Tech kesimi insanları açık kaynak yazılım araçları ile bize bunu vadediyor görünmektedir. Bence de sıradan insanların KKK ( Kandırma Korkutma Kışkırtma) insanlarından kendilerini korumak için ihtiyaç duyabilecekleri tek araç bu.

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.