Muğlalı Olayı
Tarihte Neler Oldu | canakci | Ağustos 25, 2010 at 4:24 pmAşağıda sözünü edeceğimiz olayın halen Mugla’da ikamet etmekte olan Mahut Mutekait Paşa ile hiçbir ilgisi yoktur. Olay bundan 67 yıl kadar önce doğudaki Van ilimizin Özalp ilçesinde yaşanmıştır.
Olayın özeti:Özalp Kaymakamı Hilmi Tuncel’in kurduğu çete tarafından koyunları gasp edilen İranlı bir aşiret reisi, Türk tarafına geçerek 500 koyunu gasp eder. Aşiret reisine yardım ettikleri iddiasıyla 35 köylü yakalanır, ancak suçsuz oldukları anlaşılır. Kaymakam Tuncel, olayı Ankara’ya “Ruslar sınıra yaklaştı” diye bildirir.
Bölgeye soruşturma için gelen Orgeneral Muğlalı, 24 Temmuz 1943 günü yetkililerle bir toplantı yapar ve 33 köylünün diğer köylülere ibret olması için idam edilmesini ister. Tümgeneral Cevat Yalım ve İçişleri Müfettişi Avni Doğan’ın uyarılarına karşın, “Memleketin çıkarı için babamı bile asarım, bu işe karışanı kırbaçlarım” der. 30 Temmuz 1943 gecesi, Yukarı Koçkıran Köyü, 356 No’lu sınır taşında 33 köylü yargı kararı olmaksızın, elleri ve gözleri bağlanarak kurşuna dizilir. Daha sonra bir kişinin ölmediği, yaralı halde İran’a kaçtığı ortaya çıkar. Konu ilk kez 1948’de, Demokrat Parti tarafından CHP’ye karşı Meclis’te gündeme getirilir. 1949’da soruşturma açılır, yargılama sonucu Muğlalı, idama mahkûm edilir ancak yaşı dolayısıyla ceza 20 yıla indirilir. Muğlalı 1951’de cezaevinde ölür.
Olayın üzerindeki karartma 8 yıl sürüyor.. Gasp, yolsuzluk, irtikap ve katliamın birinci dereceden sorumlusu ve faili durumundaki Van Valisi Hamit Onat, Özalp Kaymakamı Hilmi Tuncel, Tabur Komutanı Binbaşı Şükrü Tüter, Jandarma Komutanı Yüzbaşı Vasfi Bayraktar, Van Mektupçusu Tevfik Yener, ve Başgedikli Ali Sever hakkındaki soruşturma ancak 1951’de başlatılabiliyor.
İçişleri Bakanlığı, bu şahıslarla ilgili suçun, 5677 sayılı Af Kanunu kapsamına girdiğini belirten 20 Şubat 1951 tarih ve 131 sayılı yazıyı Danıştay’a gönderiyor. Danıştay 2. Dairesi de 6 Mart 1951 günü 579/644 sayılı kararında, zaman aşımı sebebiyle davanın düşmesine karar veriyor. Çünkü (daha önce yukarıda da anlatıldığı gibi) bizzat içişleri bakanlığı da bir yönüyle fiilen bu suçun içindedir.
Yani esas faillerden hiç kimse dokunulmuyor. Allah şahittir ki terfi bile etmişlerdir.
Çünkü onca yıl sonra ve sadece paşanın üzerine gidilmesi, onun da “Evet.. sorumlu benim….benim emrimle yaptılar”” deyip olayı yiğitçe üstlenmesi onu bir kahraman ve siyasi mağdur yapıyor…
Askerler 27 Mayıs 1960’da ihtilal yaptılar ve Muğlalı’nın mahkum olduğu davanın açılmasını sağlayan hükümetin başbakanı ve Milli savunma bakanını idama mahkum edip astırdılar…
Ancak olayın ayrıntıları incelendiğinde yukarıda özetlenenden çok daha vahim olduğu görülür. Vaktiyle Kubilay olayı’nı yargılayan mahkemenin başkanlığını da yapmış olan badem bıyıklı üçüncü ordu müfettişi merhum Orgeneral’in ismi eğer 6 mayıs 2004 tarihi itibariyle Özalp’taki jandarma sınır tabur komutanlığı’na verilmiş olmasa neredeyse unutulup gidecekti. Kışlanın adı, “”Orgeneral Mustafa Muğlalı kışlası olarak değiştirilince buna itiraz edenler oldu. (Konuyla ilgili aşağıdaki bilgiler çeşitli internet sayfalarından derlenmiştir.)
Olayın Aslı
Van Valiligi, zamanın İçisleri Bakani Hitler Hayranı Recep Peker’in de onayıyla gizli bir karar atmıştı. Bölgede jandarmanın kontrolünde, devletle resmen iliskisi gözükmeyecek tarzda bir çete kurulacak ve bununla hayvan kaçakçılığıyla da iştigal eden Kürtlere misilleme yapılacaktı. Ancak Ankara, bu kararından kısa sürede vaz geçti. Van Valiligi de Özalp kaymakamı’na çetenin dağıtılması emrini verdi.
Lakin, kaymakam bu işten nemalanıyordu. Toz duman içindeki günlerde 40 kadar Kürt köylüsü gözaltina alındı, ama mahkeme bunların çoğunu serbest bıraktı. Daha sonra bir sürü söylenti üzerine genelkurmay, 3. Ordu Komutani Mustafa Muglalı’ya bölgeye gitmesini bildirdi. Özalp’e gelen paşanın emriyle, serbest bırakılan 35 kisi tekrar gözaltına alındı ve biri kadın biri 11 yaşında çocuk 33 kişi ‘dağların kuytuluk bir kenarında’ kurşuna dizildiler. Bu olay duyulmasına rağmen işlem yapılmadı. Ancak 1946’da çok partili dönemle birlikte tekrar gündeme geldi. Yargılanan Muğlalı, önce ölüm cezasına ardından da hafifletici nedenlerle 20 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Karar askeri yargıtay tarafından bozulduysa da, Muğlalı yeni yargılama başlamadan 11 aralık 1951 tarihinde cezaevinde öldü. 1988’de alınan özel bir kararla Muğlalı’nın Edirnekapı Şehitliği’ndeki naaşı, devlet töreniyle Ankara’daki Devlet Kabristanı’na nakledildi. 1997’de ise Muğlalı’ya itibarı iade edildi, rütbeleri geri verildi. 1998’de Muğlalı’nın büstü, Harp Akademileri’ndeki ‘Kahramanlar Geçidi’nde Atatürk, Fevzi Çakmak ve diğer komutanların büstlerinin yanına konuldu. 28 subat dönemi sonrasında tarihler 6 Mayıs 2004’ü gösterdiğinde ise TSK, Muğlalı’nın 46’da idam hükmü giymesine neden olan Özalp’taki cinayetleri üstlenircesine Paşa’nın naaşını şehitliğe naklettirdi ve genelkurmay bahçesindeki ölmezler yolu’na da heykelini diktirerek, Özalp ilçesi’ndeki Jandarma Sınır Taburu (Jandarma Hudut Komutanlığı’nın) adını da ‘Orgeneral Mustafa Muğlalı Kışlası’ olarak değiştirdi.
Peki kimdi bu paşa? Birinci Dünya Savasi’nda her cephede harp etmis, işgal yıllarında Ankara’da adı önceden zabitan olan yavuz grubu’nda istihbarat ve cephane akıtan gruba komuta etmiş, Menemen Ayaklanması (Kubilay olayı) sonrasında kurulan İstiklal Mahkemesi’ne başkan olarak tayin edilmişti.
Muğlalı Paşa, yargılanması boyunca bütün sorumluluğu üzerine almış ve zamanın hükümetini hiçbir şekilde suçlamamıştı. Paşa savunmasında, ‘”Kürtlere ilişkin davranışları normal kurallar altında çözmek imkansızdır’, demişti. Yaptıklarını uzun süre reddeden Muğlalı, sonlara doğru, ‘bu memur ve subaylara ben emir verdim, onların bir suçu yoktur…’ demesi nedeniyle basında ve çeşitli çevrelerde takdir toplamıştı.
Askeri çevrelerde Menderes Hükümetine karşı biriktirilen öfkede ve 27 Mayıs 1960 ihtilali sonrasında Başbakan ve Milli Savunma Bakanı’nın idam edilmelerinde bu olayın payı büyük olmalıdır.
Merhum Muğlalı göreviyle ilgili ölüm olayları nedeniyle yargılanıp (karar tam kesinleştirilemese de) mahkum edilebilmesiyle tarihimize geçen ilk ve tek üst rütbeli komutandır.
Darbelerin ve anayasa değişikliklerinin ardından böyle bir mahkumiyet artık o gün bugündür bir daha söz konusu olmadığından onun ismi bir mağdur olarak nedametle anılacaktır. İsminin kışlaya verilmesiyle ilgili itirazlara da şimdiki Savunma Bakanlığımız “”Merhumun cezası süresiz değildir”” şeklinde bir açıklama getirmiştir.
Koyunları Kim Çaldı?.
Türk-iran hududunun kaçakçılık ve çapulculuğa bugünkünden daha açık olduğu yıllardan söz ediyoruz. Doğuda ardı ardına yaşanan kürt ayaklanmalarına ilişkin anıların taze olduğu, İran kürtlerinin isyan edip Mahabat Cumhuriyeti’ni kurduğu, SSCB’nin kürtler üzerindeki nüfuzunun dorukta olduğu yıllar. Sınırın iran tarafındaki kürt aşiretlerine mensup kişilerin sıklıkla türk topraklarına girip çapulculuk yaptıkları, köylere zarar verip sürüleri çaldıkları haberleri üzerine Van valiliği zamanın içişleri bakanı Recep Peker’in de onayıyla gizli bir karar alır. askeri birliklerin her ne vesileyle olursa olsun iran’a geçip orada takip yapması Ankara’nın başını ağrıtacağı için, bölgede jandarmanın kontrolunda, askerlerden oluşmayacak, türkiye cumhuriyeti devletiyle resmen ilişkisi gözükmeyecek şekilde bir çete kurulacak ve bu grup çapula karşı misilleme yapacaktır. Aslında onay
falan aramaksızın özalp kaymakamı Hilmi Tuncel çok önceden çeteyi kurmuştur zaten. İçişleri bakanlığı’nın izniyle devlet arkadan istim basar sadece. İddia edilir ki kaymakamın maksadı hudut güvenliğini sağlamak değil maddi çıkar sağlamaktır, Hatta bu amacı doğrultusunda kendisine yandaş ve ortaklar da bulmuştur.
Özalp, jandarma kumandanı yüzbaşı ve hudut tabur kumandanı binbaşı kaymakamla birliktedir. Binlerce koyun ya da inekten oluşan aşiret reislerine ait hayvan sürülerinin gasbından söz ediyoruz. Ankara izni verir vermesine ama ardından da panikleyip
iptal eder. Van valiliği Özalp kaymakamı’na çetenin dağıtılması emrini tebliğ eder ama atı alanın üsküdar’ı geçtiği ana denk gelir bu. Kaymakam duymamazlıktan gelir. Zira hududun öte yakasında el konulan koyunların bir kısmı çeteyi oluşturan sivil köylülere bırakılmakta, bir kısmı da ‘hayvanların satışından elde edilecek gelirle silah, cephane ihtiyacının karşılanması’ maksadıyla kaymakamın uhdesinde bırakılmaktadır.
Olayları tetikleyen gaspın iran tarafındaki Mehmedi Misto adındaki bir aşiret reisinin 2 bin koyununa el konulması olduğu söylenebilir. Türk dostu olarak tanınan, rus işgali sırasında türklerden yana tavır aldığı, hatta kürt isyanları sırasında ankara’ya istihbarat desteği verdiği bilinen bir aşirettir Mistolar.
Mehmedi Misto, hayvanlarını kimin gasp ettiğinin farkındadır ve doğrudan Özalp kaymakamı’na mektup yazar, “gasp edilen hayvanlarımı bana geri verin. Ricamı kabul etmezseniz ben hayvanlarımı aynı usulle geri almasını bilirim, ama türk hükümetinin haysiyeti rencide olur” der. Kaymakam bu mektuba Misto’yu yatıştıracak cevap vermek yerine aşiret reisine, “gelip karını da koynundan alırız” diye haber yollar. 1943 temmuz’unda Mehmed Misto’nun adamlarını toplayıp Türk hududunu aşması ve 1.5 kilometre içeri girip Özalp halkına ait 500’e yakın koyunu gasp etmesiyle tırmanır olay… Kaymakam ve etrafında kümelenen çete böyle bir baskının Türkiye tarafında yardımcılar bulunmadan gerçekleştirilemeyeceğini düşünerek harekete geçmeye karar verir, ancak askeri harekâta gerekçe olmak üzere van valiliği’ne, “Rus askerleri Özalp yakınlarına kadar geldi” diye şifreli bir telgraf çekerler. aynı mealde bir rapor ordu kumandanlığına da iletilir.
Milalengiz Köylüleri
baskının öcünü almak için kaymakam ve çevresinde kümelenen kadro ne yapacaklarını planlarken rıfat adında bir arzuhalci, iranlıların işbirliği yaptığı kişilerin arandığını duyup fırsattan istifade arazi ihtilafı bulunan milalengiz köylülerini ihbar eder.
“Misto’ya adlarını vereceğim 40 kişi yardım etti” der. kaymakam hemen bu isim listesini alır ve validen ‘tutuklanmalarına izin’ ister. Köylüler apar topar içeri alınır. Ancak sevk edildikleri özalp sulh ceza mahkemesi içlerinden sadece beş kişiyi, kaymakamı küçük düşürmemek için tutuklar. Ancak bu sırada yangın bacayı sarmış “Özalp’e Rus askerinin girdiği” haberi üzerine Ankara ayaklanmıştır. Genelkurmay hemen 3. ordu kumandanı Mustafa Muğlalı’ya bölgeye gitmesi emrini verir. içişleri bakanlığı da hem birinci genel müfettişini hem de jandarma komutanını özalp’e yönlendirir. tedbir çetenin maksadını aşmış çığın fitilini ateşlemiştir ama o andan sonra olacakları durdurmaya yerel yöneticilerin gücü yetmez.
Paşa’nın profili birinci dünya savaşı’nda her cephede harp etmiş, işgal yıllarında Ankara’ya ‘Yavuz grubu’ adı altında istihbarat ve cephane akıtan gruba komuta etmiş, Menemen ayaklanması sonrasında kurulan istiklal mahkemesi’ne başkan arandığında ilk akla gelmiş kişidir Orgeneral Mustafa Muğlalı.
Özalp’te hem kaymakam hem de yerel komutanlar sertliğiyle tanınan generalin hışmından korkup ona bir isyan ve işgal tablosu çizerler. Vatanın elden gitmesine hâkim dahil sivillerin sessiz kaldığını, ortada gizliden gizliye yürütülen planlı bir ihanetin var olduğunu anlatırlar paşaya. Ve “bunları yargılamaya lüzum yok, infaz etmemiz gerek. silahtan başka dilden anlamaz bunlar. Gevşek davranırsak hududun öbür tarafında tetikte bekleyenleri yüreklendiririz” derler.
Tekrar Gözaltı Emri
Paşa onları dinledikten sonra mahkemenin serbest bıraktığı 35 kişinin tekrar gözaltına alınması emrini verir. Biri kadın, biri 11 yaşında çocuk, ikisi askerden izinli gelmiş 33 kişi bulunur. İki kişi firar etmiştir. İçişleri bakanlığı’nın müfettişi Avni Doğan, tutuklularla görüşüp onların suçsuzluğunu anlar. Ama Muğlalı, yerel yönetici kaymakam ve subaylardan gelen, “bunlar bizim ordunun nasıl ve nerede konuşlandığını ruslara bildirerek casusluk da yapıyorlar” bilgisinin doğruluğuna kanidir.
Onun için içişleri bakanlığı müfettişinin kulağını büker: “karışma, yoksa seni kırbaçlatırım.” ardından da özalp’ten ayrılır paşa. ama geride, “Bu kişilerin hududa götürülerek kendilerinden bilgi alınmasını, iran hududunun çapulcuların kimseye görünmeden geçilmesine elverişli noktalarının öğrenilmesini faydalı buluyorum. Bu adamların her an kaçmalarının mümkün olduğu göz önüne alındığında askerlerin uyanık bulunması ve gerektiğinde silah kullanılması şarttır” mealinde bir resmi yazı bırakarak. Mustafa Muğlalı Paşa’nın bu yazının bir tür ölüm emri olduğunun farkına varmadığı söylenemez. Nitekim daha sonra yapılan yargılama sırasında askeri mahkeme de böyle algılar emri. Ve orgeneral muhtemel ki elini kana bulamayı istemediği için apar topar terk eder Özalp’i. Yerel yöneticilerin, “paşam siz sıkıntıya girmeyin biz hallederiz” dedikleri düşünülebilir.
30 Temmuz 1943
Teferruatını anlatmak acı verir. 30 temmuz 1943 günü gece yarısından sonra tutuklular jandarma tarafından cezaevinden alınıp hudut taburu komutanına teslim edilir. Komutan tutuklular arasında bulunan bir kadını kimseye sormadan serbest bırakır, Kalan 32 kişiyi Çilli Gediği denilen hududa yakın bölgeye götürür. Hepsinin elleri bağlıdır. Bir işaret mangasının havaya ateş açmasından sonra iki manga da kafilenin üzerine ateş açar. Olaydan sonra tutulan tutanaklarda saldırıya uğranıldığı, saldırganlara açılan ateş neticesi 32 şakînin öldürüldüğü bilgisi yer alır.
Rus casusu oldukları ve İranlı çapulculara yataklık ettikleri kuşkusuyla daha önce tutuklanan 5 kişi sevk edildikleri Van Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan yargılamaları sonucu beraat ederler. Olayın Ankara’da duyulmasından sonra tartışmaların başladığı biliniyor. Ancak CHP iktidarının Demokrat Parti baskısını hissettiği 1946 seçimlerine kadar olayı örtbas ettiği de. Seçimden sonra muhalefetteki DP’nin baskısıyla verilen soruşturma emri neticesi Mustafa Muğlalı 1949’da askeri mahkemede yargılandı ve 32 kişinin öldürülmesinden sorumlu bulunarak idama mahkûm edildi. Ancak daha sonra yargıtay kararı bozup orgeneralin cezasını 20 sene ağır hapse indirdi. Muğlalı paşa astları tarafından kandırılmışlığın kahrıyla 1951 yılı sonunda cezaevinde öldü.