E – Devlet

Münakalat – Muhaberat Mevzuatı | | Aralık 30, 2010 at 2:17 pm

Hayatınızı her kime emanet ettiyseniz, başınıza gelenlerin hesabını da ondan soracaksınız.

Tanrının (cennetine gitmek için hepsini ezberlemeniz gereken) 99 ismini hatırlayınız…
Anlamları şöyledir;

Herkese hakkını veren, ezelden ebede giden, varlığı sınırsız, bilgisi sonsuz olan, her şeyin farkında olup her şeyin iç yüzünden ve gizli tarafından her yönüyle en ince noktasına kadar bilen, yüksek, büyük ve yüce, güçte, bilgide, hükümde, irâdede ve diğer bütün yetkin sıfatlarında üstün, tek, rakipsiz, rakiplerini de kendi içinde toplamış olan. Sınırsız büyüklük ve üstünlüğün tek sâhibi, mağlup edilmesi imkânsız olan, her şeye galip olan, her şeyi her yönüyle eksiksiz gören, yarattıklarına da görme duyusunu veren, dilediğine bolluk veren. Gizli, cisim olarak görülmeyen, varlığı gizli olan, ancak kesin olarak bilinen. Emsalsiz, acâyip ve hayret verici âlemler yaratan. İyilik ve güzellik, bağışta bulunan, Cabbar, azamet ve kudret sâhibi, kaba güç kullanabilen, istediğini mutlak yapan, büyüklük ve ululuğu pek yüce olan. Zarar verici şeyler yaratan. Îmân ve güven veren, her türlü şüphe ve tereddütleri kaldıran Öldüren, ölümü her canlıya tâkdir edip bunu uygulayan İntikâm alan. Her şeyden önce, öncelerin öncesi, başlangıçların yaratıcısı ve varlığının öncesi olmayan Kulların her türlü güçlük ve sıkıntılarını açan ve kolaylaştıran. Kullarının günâhlarını affeden, suçları bağışlayan. Emirlerini dinlemeyen, zorbaları rezil, perişan eden. Hikmet sâhibi olan, yaptığı her işte hikmeti gözeten, hükmeden. Her şeyi inceliğiyle bilip buna göre emir ve yasakları vâzeden, buyrukları ve bütün işleri yerli yerinde olan. Varlığı hiç değişmeyen, hiç yok olmayan ve gerçek olan v.b, v.b.

önceki yazı

önceki yazı


Bu özellikler (biraz abartılı söylemini hesaba katmazsanız) bir şeyhin, bir sultanın, hatta bir modern devletin kendi tebaasının gözünde en fazla olmak istediği şeydir. İnsanlara hükmetmenin, hakim olmanın en uç noktasıdır. Hükümdarların ortak özelliği kendinden ‘hiçbir şey’ koymadan, yani aslında hiçbir şeyi kendisi üretmeden ve sahibi olmadan, her şeyin asıl sahibi haline gelmek istemeleridir. Tüm güç size inananlardan alınacak ve oradan, onlardan devşirilen güçle, kazanılan temsil gücü sayesinde güçlü olunacaktır.

İnsanların yüksek sesle ve sıkça tekrarlanan şeylere (pek akla yakın şeyler olmasa dahi) inanma eğilimi vardır. Bir devlet veya din kurmanın ana sermayesi da aslında bu sık ve yüksek sesle tekrarlanan sözlerdir. Sonuçta bir şeyin lafla hiç yoktan var edilebilmesidir söz konusu olan. Şaşırtıcı ama böyle bir şey gerçekten mümkündür ve sayısız defa başarıya ulaşmıştır.

İnanan ve kendisine destek verenleri kalmayan bir din veya devlet sonunda yok olur gider. Tarih bu güne kadar sayısız Tanrının ve devletin yoktan var edilişleri gibi, bir zamanlar varlığı görkemli bir hal almış iken aniden veya küçülerek zamanla yok oluşlarına da şahittir.

Yoktan var edilişin en önemli tarafı da herkesi birden inandırmak gerekmemesi. Çünkü aslında haklı ve doğru bir şeye dahi herkesi birden inandırmak mümkün olmaz. Ama pratikte bir toplum içinde inanan ve inanmayanlardan oluşan toplam %15’in doğrudan veya dolaylı desteği sağlanabildiğinde kendisine hiçbir yakınlığı bulunmayan (ve karşı çıkma potansiyeli bulunan) diğer %85 de kontrol edilebilir hale gelmektedir.
Kontrol etme gücü kandırma, korkutma ve kışkırtma ile cebir ve şiddet uygulanarak sağlanıyor. İnsanların doğrudan veya dolaylı destek vererek yaratıklandırdıkları böyle bir antitenin kendisine inanmayanlara karşı cebir ve şiddet kullanmak daima doğasında vardır.

Alternatif bir Tanrı tasarımında bulunan kimse “şirk koşma”, alternatif bir devlet tahayyülü içinde olan da “vatana hıyanet” suçlamasıyla “katli vacip bir insan” haline gelir. Dinler ve devletler kendilerini yoktan var etme ve olası rakiplerini yok etme işiyle o kadar angaje bir haldedirler ki, insanların umur ve refahına ilişkin herhangi bir şeyi asla yapamazlar. Dünya üzerinde tarih boyunca insanlığın hayrına onlar tarafından yoktan var edilmiş herhangi bir şey yoktur. Buna karşın tahrip etme ve yakıp yıkma iradeleri sınırsızdır.

Sanal bir antite olan ‘Tanrı’ ile, fiziksel bir antite olan ‘Devlet’, bireysel iradeyi, aklı ve vicdanı (yani bireyin kendisini) yok etmekte birlikte ve dayanışma içinde çalışırlar. Şimdi bu oluşturulan güce güç katarak hakimiyetini sınırsız hale getirebilecek üçüncü bir antite ortaya çıkmıştır: ‘Elektronik Devlet’.. Birlikte yaratacakları sinerji ile, bireyi yok edip ulu emre itaatle yükümlü bir kul haline getirmekte tam ve mutlak bir başarıya ulaşmaları mukadderdir.

İşte kimilerinin RTÜK, BTK, TİB, İDB, TCK, 5189, 5651, 5479, UYAP, VEDOP, MOBESE vb araçları oluşturup, elektronik ortama taşıyarak birbiriyle uyumlandırıp güçlerini konsolide ederek var etmeye uğraştıkları elektronik devlet tam olarak böyle bir şeydir. 1984 distopyasındaki Oşinya’nın, “Büyük Birader”inin ta kendisidir… İnsanlar tarafından var edilir, ama bir kere yaratıklandırıldığında da, artık onu yaratanlardan ve var edenlerden tamamen bağımsız bir antite haline gelir.

E-Devlet Uygulamaları Merkezi (EDMER)
Devletimiz tarafından ODTÜ arazisi üzerinde(2006); “e-Dönüşüm Türkiye” Projesinin gerçekleştirilmesinde, üniversite, kamu ve özel sektör kurumlarını bir araya getirerek, “e-dönüşüm, e-devlet kavramları ve süreçlerinin verimli olarak uygulanması, yürütülmesi ve sağlanacak toplumsal faydanın(!!) artırılması” amacıyla rektörlüğe bağlı olarak 2006 yılında kurduruldu. Bu merkeze yabancı şirketlerin 150 bin, yerli şirketlerin ise 50 bin dolar ödeyerek katılacakları açıklandı. Davet usulüyle çağrılan yabancılardan Intel, Microsoft ve Oracle, yerlilerden Meteksan ve Havelsan yeralırken, IBM ve SAP gibi bazı yabancı şirketler de katılmıyor.

Türkiye’nin bu merkezle atacağı e-dönüşüm adımları yüksek değerli uzay, havacılık ve askeri alanlarda dünyayı peşinden sürükleyecek yeni teknolojiler geliştirecek ve on yıllardır yapılan nüfus ve vergi işlemlerini daha az maliyetle bilgisayar ortamında gerçekleştiren bir bilgi toplumu haline gelecek…”

Türkiye EDMER’ile “yüksek değerli uzay, havacılık ve askeri alanlarda dünyayı peşinden sürükleyecek yeni teknolojiler geliştirecek” ve “nüfus ve vergi işlemlerini daha az maliyetle gerçekleştiren bir bilgi toplumu haline gelecek...” Peeeh.

Şimdi burada Erbakan’ın “On bin tane uçak yapacağız, yüz bin tane tank yapacağız” ağır sanayi hamlesi gibi sadece temel atmaktan ibaret bir hamleden değil, meclisten bir sürü yasa geçirilerek, özel bütçe ve fonlar tahsis edilerek yapılan bir girişim dizisinden söz ediyoruz.

”Dünyayı peşinden sürükleyecek teknolojiler” geliştirmekten söz ediliyor. Rahmetli Saddam Hüseyin de ikide bir “araştırmacı bilim adamı gençler yetiştirmeliyiz” derdi. Görünüşe göre bunun için parası, vakti ve imkanları da vardı. Ama ömrü vefa etmedi. Acaba dünyada bu tür işleri devletçi zihniyetle, devlet tarafından veya devlet sayesinde kısmen dahi olsa başarabilmiş olan herhangi bir ülke var mıdır?

Devletimizin TÜBİTAK’ı var. 1963’ten beri tam 46 yıldır araştırıyor. BİLTEN Bilgi teknolojileri üzerine, SAGE askeri alanlarda araştırıyor. Dünyayı peşinden sürükleyen hangi teknolojiyi geliştirdi? Devletimizin havacılık alanında TAI TUSAŞ Havacılık ve Uzay şirketi, askeri elektronik alanında Havelsan var, Aselsan var. Acaba ekonomimize katkı sağlayacak bir kibrit çöpü geliştirebildik mi? Söyleyenler de pekala biliyorlar aslında dünyayı peşinden sürükleyecek teknolojiler falan geliştirilmeyeceğini.

Varlığım Türk varlığına armağan olsun

Bu “e-devlet” laflarının Türkiyede henüz yeni duyulmaya başlandığı 5-10 yıl öncesinde “e-state” diye gugllayıp araştırdım. Dünyada böyle bir şey yok. Emin olmak için yakın zamanda tekrar araştırdım. Yokkk. Dünyada böyle “e-devlet” diye bir kavram yok. Bilinmiyor. İyi mi? İsterseniz kendiniz de araştırın. İronik olarak İngilizcede “estate” diye elektronikle ilgisi olmayan eski bir sözcük var, ki bu vatandaşın tüm malı mülkü, hak ve borçlarıyla varlığının tamamı kastedilen bir kavramdır. “Varlığım Türk varlığına armağan olsun” deyip, her şeyinizi devlete bağışladığınızda toplumun “estate”ini ortaya çıkarmış olursunuz. Bu durum tıpkı kendinizi yukarıda tanımlanan ‘Tanrı’ya teslim ettiğinizde ve onu her şeyin esas sahibi haline getirdiğinizde ulaşılanın aynı durumdur.

Türkçedeki tuhaf ‘ikilidüşün’ mekanizmasıyla bireyi halk, halkı da ‘devlet’ olarak dönüştürerek tanımlarsanız, ‘Memalik-i Osmani’ Türk’ün malıdır. Adalet mülkün temeli olduğuna ve adaleti de devlet temsil ettiğine göre Türk’ün tüm malının, “estate” olduğu gibi bir noktaya da varabilirsiniz.

Dünyada kendi malını devletin, devletin malını kendinin gibi düşünen bir DoubleThink “ikilidüşün” konumu (çok şükür) 1984 romanı dışında pek bilinen bir durum değil. O anlamda bir “E-Devlet” o yüzden henüz dünyada yok.

Bizde yerleştirilmek istenen “e-devlet” kavramını başka dillere çevirerek insanlara anlatamazsınız. Bizde bunun için aslı ‘information society’ olan (ve ‘bilgi topluluğu/cemiyeti’ yerine bilhassa yanlış tercüme edilerek yaratılan) demagojik bir ‘bilgi toplumu’ kavramı kullanılıyor. Hani “dünya bilgisayar devrimi ile artık endüstri toplumundan bilgi toplumu çağına geçiyormuş” şeklinde. Oysa böyle bir şey yok. Bizim dilimizde toplum deyince, “Türk toplumu”, “Amerikan toplumu”, yani millet anlaşılır. Bilgisayar devrimiyle Amerikalıların, Fransızların, İngilizlerin falan böyle herhangi bir milletin bilgi toplumu olmuşluğu yok. Olacağı da yok.

Amerikalılar bilgi toplumu mu olmuşlar? Dünyada hiçbir zaman 70 milyonluk bir “bilgi milleti” olmayacak.
Dünyada hükümet politikalarının gelişen IT (internet teknolojisi) imkanlarından yararlandırılarak daha iyi governans (yönetişim) ve hükümet etme kabiliyetine ulaşacak bir “e-dönüşüm”(e-transformasyon) geçirmesi kavramı var. Bunlar için olan ihtiyaçlar, hızlı bilgi aktarımı, karar verme hızlarının yeni stratejilerle arttırılması, bunun için bazı yeni fikirlerin uygulamaya geçirilmesi vb tartışılıyor. Ama dünyada bizdeki gibi açık bir şekilde ilan edilen bir Oşinya ‘E-Devleti’ projesi yok. Çünkü bu meşru bir arayış değil ve her ülkenin halkı böyle menfur bir projenin şiddetle karşısında duracaktır. Aslında bu projenin aksamı üzerinde yetkili olarak çalışanlar da biraz düşünseler, inşa edilmekte olan şeyin ne kadar kötü ve “vatandaş düşmanı” bir noktaya doğru evrilmekte olduğunu bir görebilseler… İşte o zaman her şey değişebilir gerçekten..

E-Devlet projesinin en önemli ayaklarından birisi “Kamu Güvenli Ağı” diye bir şey. Buradaki “Güvenli” kavramı içindeki bilgilerin kamunun erişimine karşı korunmakta oluşunu ifade ediyor. Ağın yaratıklandırılmasındaki temel anlayış devlete giren bilginin devlette kalması (kol kırılır yen içinde kalır). Bilginin dışarı sızmasının çelik duvarlarla engellenmesi amaçlanmış. Vatandaşın bu bilgilere birinci elden ulaşabilmesi kesinlikle engellenecek.
Vatandaş kendisiyle ve başkalarıyla ilgili bilgileri devlete sürekli olarak sağlayacak, devletin her türlü masrafını da karşılayacak, ama bu bilgileri devlet ancak kendi amaçları doğrultusunda ve kendi istediği gibi kullanacak. Vatandaşa ait istediği bilgiyi, kendi istediği şekilde (isterse değiştirerek) ve istediği ölçüde kendisi dışarı aktarabilecek. Kamu internet siteleri bu esasa göre belirli merkezlerde barındırılarak, standartlaştırılacak ve bilgilerin tek yönlü geçirgenliği (halktan devlete doğru) garanti altına alınacak.

Vatandaşla irtibat noktası “e-Kapı” lar olacak. Bu portaller (Elektronik Bab-ı Âli) vatandaşın yüz sürmek ve kendisi ve etrafındakilerle ilgili ayrıntılı bilgileri sürekli girmek zorunda olduğu noktalar. Vatandaşın kuyrukta bekleme çilesi artık bilgisayar başında aptalca sorulara yanıt vermek veya yavaş sunucunun (server’in) keyfini beklemek biçimine dönüşecek. Vatandaş odaklı hizmetler sayesinde artık vergi kaçırmamız iyice güçleşecek ve giderek vaktimizin tamamını devleti memnun etmeye harcamak zorunda kalacağız. Onu (büyük biraderi) kızdırırsak ekrandan bize bağıracak, tayınımızı kesecek veya kesmekle, bizi ve çocuklarımızı aç bırakmakla tehdit edecek, biz ise artık hıncımızı çıkartacak bir devlet memurunu bile karşımızda göremeyeceğiz.

VEDOP e tahsilat ve e-haciz sistemiyle artık devletin eli cebimizin içindedir.  Devletin kendi vatandaşına karşı örgütlenmesi ve yapılanmasını biz “Mevlam neylerse güzel eyler”, ve “hikmetinden sual olunmaz” kabilinden hep itirazsız sineye çekmekteyiz, ama şunu da bilmeliyiz ki şu hayattaki en büyük suçlar emir komuta zinciri içinde işlenmektedir. Yetkili bir makamın yetkili kişilerinin içinde, önünde, arkasında veya ortasında durduğu suçların yanında bireysel suçların esamisi bile okunamaz. Hem sayıca, hem nitelik bakımından en ağır suçlar kurumsal mekanizmaların doğrudan veya dolaylı olarak içinde olduğu suçlar… Suçun altyapısı mevzuatın içindedir. Suçu işleyenler de sepetteki çürük elmalar değil, bizzat o sistemin ana unsurları oluyor.

Cep telefonlarının ilk olarak kullanıma girdiği 1994 yılının sonlarında ulaştırma bakanımızın bir konuşmasını hatırlıyorum. “Bu telefonların dinlenilmesi teknik olarak kesinlikle mümkün değil. Vatandaş müsterih olsun” demişti. Gerçekten de eski telefonlardaki gibi toplu iğneyle saplama yaparak dinlenilmesinin artık mümkün olmadığı açık. Ama bakan acaba bu konuşmayı niye yaptı? O sırada devletimizin bu iş için bizatihi milyonlarca dolarlık yatırımlar yapmakta olduğu hiç aklımıza gelir miydi? Hem askeriyemiz, hem istihbarat, hem emniyet ayrı ayrı ve birbirinden bağımsız bu dinlemeleri gerçekleştirmek üzere çok pahalı özel tesisler, özel görevliler ve organizasyonlar kurmaktadır. Anayasa bir tarafta, yasalar bir tarafta, bunlarla ilgili özel yazışmalar, örtülü ödeneklerden temin edilen paralar, kurulan kadrolar diğer tarafta.. Hepsi gerçek.
Gayri resmi olanlarını bir yana bırakırsak, halen devletimizin resmen telefonları dinlemek işiyle görevli TIB (Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı) diye bir kurumu var, internet sansürü de aynı kuruma bağlı. Önce ismine bakalım ve ne olduğunu anlamaya çalışalım. Bişey bişeysinin bişeyi.

Komünikasyon “ulaştırma” yani “iletişim” demek. Telekomünikasyon da telli veya telsiz uzaktan iletişim yani “uziletişim” oluyor. Başkanlığı da “presidency”, presidentship, chieftainship diye çevirin. Eşanlamlı çokluğu kafanızı karıştırmasın. Uziletişim iletişim prezidansı ne demek ki? Bu neyin başıdır, bilebilir misiniz? “Telecommunication Communication Presidency Headship”. İnsanları iletiştirmeyle hiçbir ilgisi yok. Teknik bir müessese değil. “Telecommunication Communication” da zaten çok anlamsız bir tamlama. İşin tuhaflığı ve kokuşmuşluğu daha konulan isimden bellidir aslında.

Eskiden devletin Çeşnicibaşısı, yenecek şeylerin tadına bakıyor. Bostancıbaşı ise öldürülmesi gerekenleri öldürüyor. Buna da belki, günümüzde ‘Telefon Dinleyicibaşılık’ şeklinde bir isim koyarsanız herhalde daha anlamlı olur, ama o da mevcut anayasamızın bile tanımladığı insan haklarına aykırı bir şey oluyor. Zaten bu kurum sadece telefon dinlemeleri için değil. İnternet dinlemeleri de aynı dairenin “İnternet Daire Başkanlığına”(IDB) bağlı. Bu makamın ismini de başka bir dile kolayca çeviremezsiniz. “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun” diye yapılan 5651 ucubesinin ürünü.

Eğer anayasanız, “ifade özgürlüğü” diye bir insan hakkını tanımakta ise bir şey yayınlayarak suç işlenmesi diye bir şeyin asla mümkün olamaması gerekir değil mi?. Çünkü internette sunulabilen şey sadece görsel / işitsel tasvir ve ifadelerdir. Eğer insanların bir şeyler yayınlayarak kendini ifade etme özgürlüğü varsa, o zaman tam tersine bu özgürlüğü engellemek bir suç olmalı. Ama tam tersine sizin öncelikle “internette bir şey yayınlayarak suç işlenmesi diye” bir kavrama inandırılmanız gerekiyor. Bunun için daha en baştan itibaren kamu tarafından “internet suçları” diye bir kavram yaratıklandırıldı. Devletin bu ortamı sürekli denetlemesi, düzenlemesi ve bu suçları engellemesi gereği vurgulandı. .

Devletin interneti ‘düzenlemesi’ diye bir şey olabilir mi? İnternet ‘hava’, ‘su’ gibi hiç kimsenin sahibi olamadığı (olamaması gereken) bir ortam. ’Hava Teneffüs Denetleme ve Düzenleme Daire Başkanlığı’ gibi bir kavram bence ancak cehennemde iseniz söz konusu olabilir.

Geçenlerde bir mahkeme kararıyla, hakim ve uzmanlardan oluşan bir heyet TIB’i basmış. Telefon dinlemelerle ilgili kayıtları incelemek istemiş. Onlar da kayıtların gizli olduğunu, mahkeme kararıyla bile olsa incelenemeyeceğini söylemişler. Devletin güç ve yetkilerini paylaşan grupların kendi aralarında birbirlerine karşı daima güç alanı sürtüşmeleri oluyor. Prensip olarak devlette ne kadar yukarıda iseniz o kadar dinlenemez, izlenemez, sorumsuz ve dokunulamaz oluyorsunuz (ya da olmak istiyorsunuz)… Hukukun üstünlüğü de bu anlamda çarpıtılıp kullanılan bir kavram. Yargıda veya askeriyede ne kadar yüksek bir makamda iseniz, o kadar hukukun üstüne çıkabilir oluyorsunuz.  Mensubu olduğunuz çetenin adaletsiz siyasetlerini hukuki hale getirme imtiyazına kavuşuyorsunuz. Hukuk tamamen ve doğrudan çete imtiyazlarının bir uygulama alanı haline geliyor.

Geçen yıl VEDOP’un yeni kurulduğu ve denemelerinin yapıldığı sırada basında “büyük bir skandal” yer almıştı. Birileri Genelkurmay Başkanımızın, Cumhurbaşkanımızın, Başbakanımızın filan banka hesaplarına girip ‘bakmaya’ cüret etmişler. Bilgilere girip bakanlar aslında VEDOP sisteminin kurulma ve işletilmesinden sorumlu maliyemizin yetkili kişileri. Herhangi birimizin banka hesaplarına ve mali bilgilerine girip bakmaya yetkileri var doğal olarak. Cebimizin içi onların avucunun içi gibi. Ama o kadar yüksek makamlardaki insanların bilgilerine de (sanki sıradan vatandaşlarmış gibi) bakmış olmaları tabii ki cezasız kalmadı. Kim oldukları aranıp bulundu ve ibreti alem için cezalandırıldılar.

E-Devlet artık evimizdeki vizonteleden bizi görebilecek.

 

Halen devletimizin kayıt ya da erişim kontrolu altına aldığı veri bankalarında tüm telefonların trafik kaydı ile on binlerce telefonun ses logları, tüm internet trafiğine ait link ve loglar. Görüntülü telefon ve WebCam görüntülerimiz.. Tüm bankaların mudi kayıtları, sadece İstanbul’da sayısı 4bin’i geçen MOBESE görüntüleri, tüm vatandaşların TC Kimlik numarası ile indekslenen adı, soyadı, doğum tarihi ikametgah adresleri nüfus cüzdanı bilgileri, vergi numarası, SSK veya Bağ-Kur sicil numarası, telefon numaraları, çalıştığı yer, işe giriş tarihi, aldığı maaş ve zam oranları, kaç yıldır sigortalı olarak çalıştığı, ilgili aylar içinde kaç gün işe gittiği, ne kadar devamsızlık yaptığı, kaç değişik iş yerinde çalıştığı, prim ödeme gün sayısı, maaşını hangi bankanın şubesinden çektiği, diploma notunun kaç olduğu, su, elektrik ve telefon faturaları, ÖSS’den LES ve KPSS’den aldığı puan öğrenim süresince burs alıp almadığı, mezun olduğu okulu ve bölümü, sosyal güvence durumu, kızlık soyadı, v.b., v.b.
Bu bilgiler kamu dairelerinin elinin altında bulunmasına rağmen henüz e-devlet’in kurulumu tamamlanmadığı için halen devlet tarafından tam gizlilikle merkezi denetim ve kontrol altına alınabilmiş değil. Ancak nihai olarak bunun sağlanması hedefleniyor.

Resmen ifade edilişi ise daha farklı ve şöyle söyleniyor;
Gelecekte Türkiye’nin dünyanın büyük devletleri arasında yerini alabilmesi için (??*!*) devlet hizmetlerinin modernizasyonu sürecindeki altyapının genişleyebilir, kamu tarafından ulaşılabilir olması gerekmektedir. Kurulacak olan yapıdaki altyapı, güvenlik, iletişim, kanal yönetimi, bilgi ve deneyim paylaşımı konularında yetkinliği artırmak, bilişim teknolojilerinin etkin kullanımı ile her an vatandaşın kolaylıkla ulaşabileceği bir sistemi hayata geçirebilmektir.

Kamu kurumlarının birbirinden farklı ağ altyapısı yatırımları yapması yerine ortak bir iletişim altyapısı kurularak e-Devlet mimarisinin omurgası oluşturulacaktır. Kamu kurumları arasında ve kurumların kendi içlerinde bilgi alışverişinin yüksek güvenlik standartları ve ortak bağlantı tipi standartları içerisinde gerçekleştirebilmek, kurumların ağ yatırımlarıyla internet bağlantılarını birleştirerek maliyet tasarrufu sağlamak amacıyla tüm kamu kurumları için ortak bir şebekenin kurulması hedeflenmektedir. Proje, kamu yönetiminde modernizasyon alanında belirlenen stratejik amaçları desteklemektedir. Proje ile kurumlar arası koordinasyon ve işbirliği için temel bir altyapı oluşturulacak, şebeke konularında mükerrer yatırımlar engellenecek, bu sayede operasyonel verimlilik artacaktır. Ayrıca veri alışverişinde yüksek güvenlik sağlanacaktır.

Ülkemizdeki e-Devlet hizmetlerinin kurulması, yaygınlaştırılması ve vatandaşa sunulan hizmetlerde hizmet erişimi ve kalitesinin artırılması amacı ile 20 Nisan 2006 tarihli ve 26145 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 2006/10316 sayılı ve kamu hizmetlerinin ortak platformda, tek kapıdan sunumu ve vatandaşın devlet hizmetlerine elektronik ortamdan güvenli ve hızlı bir şekilde erişimini sağlamak amacıyla hazırlanan e-Devlet kapısının kurulması, işletilmesi ve yönetilmesi görevi Ulaştırma Bakanlığı koordinasyonu ile Türksat A.Ş.’ye verilmiş.

Bu çalışmaları desteklemek amacı ile 10 Ağustos 2006 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 26255 sayılı Başbakanlık Genelgesi gereği proje kapsamında, kamu hizmetlerinin elektronik ortamda, ortak bir platformda ve vatandaş odaklı sunumu için, iş süreçlerinin gözden geçirilmesi, içerik yönetimi, entegrasyon ile ilgili standartlar ve gerekli hukuki düzenlemeler konusundaki çalışmalar, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının etkin katılımıyla Türksat A.Ş. tarafından yapılacak.

Kamunun vatandaşlara sunduğu hizmetlerin maliyetini en aza düşürecek olan e-Devlet projesindeki hedef, devlet hizmetlerinde vatandaşa en kolay ve en etkin bir biçimde ulaşılması, kaliteli, hızlı, kesintisiz ve güvenli hizmet sunumu için gerekli sistemlerin kurulmasıdır. Mobil hizmetlerin e-hizmetlere entegrasyonunun sağlanması, yöneticilere karar destek sistemleri sağlanması, elektronik imza entegrasyonu ve uygulama desteği, e-Devlet Kapısı üzerinden kullanıcı kimlik doğrulama hizmeti, bölgesel felaket kurtarma merkezleri, kamu güvenli ağı bağlantısı ile kurumlar arası iletişim… Bla..Bla..

Halka hizmet hakka hizmettir. Burada “hak” büyük birader olduğuna göre onun halk üzerindeki gücüne güç katacak her şey “halka hizmet” olarak da tanımlanabilir. Nitekim öyle de yapılıyor. “Vatandaşlara sunulan hizmet” denilen şeylerin aslı esası vatandaşların devlet tarafından daha sıkı bir kontrol ve denetim altına alınabilmesinden ibarettir.

Güvenli ağ konusu tamamen vatandaştan toplanan bilgilerin vatandaştan daha sıkı korunabilmesiyle ilgilidir. Vatandaşla devlet arasında herhangi hukuki ihtilaf söz konusu olduğunda “devlet daima haklıdır” , “büyük biraderin kestiği parmak acımaz” gibi prensiplerin hayata geçirilmesine yarayacaktır.

Size bir süre önce gazetelerde yer alan bir haberi anlatmak istiyorum. Büyükşehirin imar danışmanının evine hırsız girmiş. Hırsızın operasyon nedeni, bizzat danışmanın kendi oğlunun ağzından “babam her gün eve bir sürü para getiriyo, ev para doldu” tüyosunu almış olması. Evde sahiden ikisi büyük üç tane kasa var. Ama büyük kasaları taşımak imkansız olduğundan hırsızlar küçük kasayı yüklenip götürüyorlar. Küçük kasadan pasaportlar ve bir sürü kıymetli evrakın yanı sıra döviz ve TL olarak bir milyondan fazla para çıkıyor. Danışman polise çalınan parayı sadece 200 bin TL olarak bildirmiş. (Seçim arifesi “nereden buldun” olayı çıkmasın diye)

Paranın kaynağının ne olduğunu size anlatmama gerek yok.
Günümüzde sizin İstanbul’da, Boğazı gören bir antika eviniz olsa… Çürüyen balkon demirlerini tamir ettirmeniz gerekse… 15-50 bin dolar ‘haraç’ vereceksiniz. Eğer eve kısmi tadilat gerekiyorsa (tarifeye göre) 50-100 bin, villayı tadil etmeniz söz konusu ise 250-500 bin, eğer söz konusu olan bir yalı ise o zaman rakam 500 binden, bir milyona kadar çıkıyor. Kasadan çıkan para bu haraçların ummanda katre kadar bile sayılamayacak küçük bir kısmı. İstanbul’da bir milyonu aşkın konut olduğu söyleniyor. %70 kadarı imarsız… İyi mi?

Devletimiz sürekli ağırlıksız mallar üretiyor ve bize satıyor. Kazancımızın üçte ikisini biz bu malları satın almaya harcıyoruz. Müsaade, izin, hizmet adı verilen bu malların karşılığında biz ona hep keş para vermek zorundayız. Tabii ki zorla olmasa, ucunda sopa gösterilmese bu hizmetleri ondan gönüllü olarak satın almamız imkansız. Çünkü aslında aldığımız pek bir şey de yok zaten. Zorunlu olmasaydı bu hizmetleri devletten hiç satın almazdık çünkü çok pahalı olurdu. Kaldı ki zaten satın almayı gerektirecek de bir hizmeti de yok ortada, para verdiğimiz sade kendi hakkımız olan şeyler üzerinde yaratılan yasakları delmek için olan izinler. Tüm hizmet bu: yasaklar yaratıp, yasakları satma işi.

İngiliz tarihçi Lord Acton’un ünlü deyişini hatırlayınız “Bütün güçler yozlaşma eğilimindedir. Mutlak güç ise, mutlak yozlaşmaya götürür” (All power tends to corrupt; absolute power corrupts absolutely)

Eğer bu mutlak yozlaşmaya razı değilsek o zaman mutlaka o güce karşı bir denge gücünü de oluşturabilmeliyiz. Söz gelimi e-devlet’e karşı e-vatandaş..

E-Vatandaş GoogleEarth üzerinde bir bir işaretleyecek. Ali Bey’in balkon tamiri izni için 45 bin dolar, Hüseyin bey’in çatı aktarma müsadesi için 30 bin, AhmetBey’in uygunluk belgesi için 60 bin verdik…..v.b.v b…. Hepsi yapar şu kadar milyon dolar.

Eeee. Devlet gel bakalım nerede bu paralar??? Ne yaptın? Sen işi AliDibo’ya 22 liraya ihale etmişsin, Osman 2 liraya yapmış… Nerede aradaki 20 liram, söyle bakalım?..

Söyle bana sen benim hizmetimde misin? Artık değilsin… Kovdum seni. Yarın buldozeri gönderip o görkemli binacığını da yıkıvereceğim. Orası çocuk parkı olacak artık…Yok artık imar mimar…Hepiniz tasınızı tarağınızı toplayıp gidin buradan… Yeter vatandaşın başına çöreklendiğiniz…

sonraki yazı

Sonraki yazı


Söyleyin bizi temsil edip, bizim namımıza bunları söyleyebilecek bir E-Vatandaş gerekmez mi??

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.