Kafka ve Edebiyatta Değer Algısı Üzerine- I

Zeitgeist / Denemeler | | Ocak 21, 2011 at 3:54 pm

Hakkında en fazla söz söylenmiş, eserleri birbirinden tamamen farklı bakış açılarıyla, defalarca yorumlanmış az sayıda yazardan biridir Franz Kafka

Yazdıklarını psikolojik, politik, dini, felsefi ve edebi açıdan yorumlamak mümkündür ve bu bakış açılarının her biri, okura mucizevi bir biçimde yeni kapılar açar, ancak kendi kavrayış gücünün sınırlarında sonlanan keyifli bir okuma fırsatı verir.

Şüphesiz Kafka adının geçtiği bir başlıkla karşılaştığınızda, okumaya başlayacağınız yazıdan bir takım beklentileriniz olacaktır. Bu beklentilerin karşılanıp karşılanmadığına göre, yazının değerini de belirleyeceksiniz. Yazının konusu aslında Kafka kadar, zihninizde mevcut ön yargılar üzerinden bu değer belirleyişi de kapsıyor.

Sözgelişi bir sosyalistseniz, Kafka hakkında bir yazıda kapitalizmin basit bir makine dişlisi haline getirdiği, diğer insanlara ve emeğine yabancılaşan bireyin durumundan bahsedildiğini duymak isteyebilirsiniz. Eğer liberteryen bir bakış açısına sahipseniz -ki kanımca Kafka’nın gerçek politik görüşü budur- konunun, babanın sosyal uzantıları olan devlet ve diğer toplumsal örgütlenmelerin, birey üzerine uyguladıkları baskı ve bireyin kendini savunma hakkı üzerine olmasını isteyebilirsiniz. Eğer psikoloji ilginizi çekiyorsa, Kafka’nın otoriter babasıyla sorunlu ilişkisi üzerine analizler duymak isteyebilirsiniz.

Kötü sürpriz. Bu yazıda bunların hiçbirini bulamayacaksınız. Söylenmişi tekrarlamak, boşa vakit kaybı olur. Yazının konusu sadece yukarıda yer alan başlıkla sınırlı olacak, ne eksiği, ne fazlası.

Kafka edebiyatı üzerine gerçekleştirilmiş olan onca farklı yorum ve yeniden anlamlandırmadan sonra, Kafka hakkında söylenmemiş bir söz, ortaya atılmamış bir düşünce mi kaldı dediğinizi duyar gibiyim. Bu yazı bunu hedefliyor. İşte bu sebeple bu yazıdan, Kafka hakkında duymak istediklerinizin yeniden ısıtılıp önünüze sürülmesini beklemeyin.

Oysa sizlerin de herkes gibi milyon kere tekrarlanmış, tekrarlandıkça içi boşalmış fikirlerle dolu yazıları, sevdiğiniz sloganlarla bezeli oldukları sürece okumayı tercih ettiğinizi biliyorum. Söylediğim gibi, işin hoş tarafı bu yazının konusu, tam olarak da bu. İnsanlığın ancak at gözlüklerini taktıktan sonra okumaya başlama alışkanlığı.

Kafka’nın dünyası

Her şeyden önce şunu söyleyebiliriz: Franz Kafka önemsiz bir insandı. En azından babasına, çalışma arkadaşlarına, patronlarına ve komşularına göre. Son derece sıradan bir hayat sürdü. Hayattan büyük beklentileri olmadan yaşadı. Küçük bir arkadaş çevresi oldu. Onlar tarafından fazla konuşmayan, fakat son derece zeki, biraz içine kapanık, fakat kuru da olsa bir mizah anlayışına sahip bir kişi olarak görüldü. Birkaç sevgilisi oldu. Hiç evlenmedi. Kısacası sokakları, büroları dolduran milyonlarca insandan biri olarak yaşadı ve günümüz kıstaslarına göre oldukça genç sayılacak bir yaşta çekip gitti dünyadan.

Onun gibi kişileri, yalnız zenginler ve değerli sosyal konuma ulaşmış kişiler lüzumsuz olarak nitelemez, biz de onlara fazla değer vermeyiz. Sokakta omuz atıp yanlarından geçer, sonra suçlu olan biz olduğumuz halde, dönüp bir de dik dik bakarız suratlarına. Kimi zaman bu fikre itiraz etsek bile, pratikte böyle yaşarız. Değerin maddi zenginlik, başarı, güç ve toplumsal konum ile ölçüldüğü tüm insanlık tarihi boyunca böyle geldi, böyle de gidecek bu. Bu duruma ’yaşanmakta olan anın değer algısı’ adını verelim.

İnsanlar ’yaşanmakta olan anın değer algısının’ doğru ve değişmez olduğuna inanır, gelecektekilerin de benzer bir değer algısına sahip olacakları inancıyla sürdürürler yaşamlarını. Oysa birçok zaman bu değer algısı tamamen alt üst olur. Konumuza dönelim. Kafka’nın yaşadığı dünyanın manzarasını ve değer algısını kabaca resmetmekte fayda var:

20. yüzyılın ilk çeyreği büyük fikirlerin ve büyük hanedanların ayakta kalmayı sürdürdükleri son dönemdir. Avusturya-Macaristan’ı yöneten Habsburg Hanedanın en yakışıklı varisi -zamanın değer algısına göre en önemli kişilerinden biri- olan Otto’nun (Otto der Schöne), otel odalarında üzerinde bir tek kraliyet kılıcıyla çoğu kadınlardan oluşan konuklarını karşılıyor olması, o zamanın insanına göre kabul edilemez bir skandaldı. Yakın gelecekte kendisine tanınacak olan yasal-kutsal hakla, tüm toplum adına kararlar alacak biri böyle densizliklere kalkışmamalıydı. Fakat hanedanlık ailesi bu konuda bir önlem almaya yanaşmıyordu. Daha önce veliahtlardan birinin metresiyle görüşmesine izin verilmemesi ile bir intihar vakası yaşamış olan hanedanlık, bu tür zararsız aşırılıklarına göz yumuyordu. Sonuçta tarihe biraz daha yakından bakınca öyle ya da böyle, ’ne fark eder ki’ demek gelmiştir içimden hep insanlığa.

Yine o dönemde, bugün artık sadece ölümünden sonra Kafka’nın eserlerinin yayınlanmasına ön ayak olmuş olması dolayısıyla tanıdığımız Max Brod’un ilk romanını yayınlamış, kitap Avusturya-Macaristan’da olduğu gibi Almanya’da yerlere göklere konulamamıştı. Günümüz ansiklopedilerinde bu romanın aşırı duygulu, abartılı cümlelerden oluştuğu bilgisi yer alıyor. O dönemin son derece değerli olarak nitelenen edebiyat eserlerinin pek çoğuna, günümüzde birkaç sayfadan fazla tahammül edebilmemiz güç görünüyor.

Neden bu ilk bakışta gereksiz gelecek bilgilerle vaktinizi alıyorum? Artık adları bile anılmayan, ama dönemlerinde çok saygın olarak değerlendirilen kişilerinin dünyasında Kafka’nın eserlerinin neden görmezden gelindiğinin izini sürmeye çalışıyorum. Çalıştığı sigorta şirketindeki vasıfsız bir orta kademe müdür, yaşadığı mahallenin kadın düşkünü belediye başkanı, yıllar önce on binleri bir emriyle ölüme gönderen bir emekli subay kadar saygı görmemiş olduğu gerçeği, genel olarak edebiyatın değeri üzerine bir tartışmaya çekiyor beni..

Dönemin hanedan ailelerine, zenginlerine, büyük tüccarlarına, hatta yazarlarına kuş bakışı bir göz attığımızda, önemli kişilerinin, büyük kavga ve savaşlarının, büyük edebi veya ticari başarıların hepsi artık bize anlamsız, en azından çok uzak geliyor. Ama yaşadığı sürece önemsiz biri olan Kafka, artık hiç de öyle değil.

Kafka’nın hayatta olduğu süre içinde basılan eserleri

İlk olarak birçok kişinin zihninde var olan bir yanlış anlamayı düzeltelim: Yaşadığı çağda insanların Kafka’ya değer vermeyişleri, toplumun yazdıklarından ancak ölümünden sonra haberdar olması gibi bir sebebe bağlı değildir. Kafka dairesinde herkesten gizlediği defterlere, ancak ölümünden sonra okunması için bir takım öyküler karalamadı. Aksine Kafka sıklıkla eserlerinin basılmasına önayak oldu, daha çok kişiye ulaşmak için elinden gelen çabayı gösterdi.

Bir kısım eserinin ancak ölümünden sonra yayınlanmış olduğu doğrudur, fakat bu yazdıklarına yeterli ilgiyi görmüş olmamasıyla, yazdıklarını tamamlamak için yeterli zamanı olmaması ve kısmen de istediği kalitede tamamlayabileceğine inancını yitirmesi ile ilişkilidir.

Tarihi bir gerçeklik olarak Kafka’nın eserlerinin önemli bir kısmı, en azından beğendiği öykülerinin tamamı hayatta olduğu süre içinde basılmıştır.

Bu bilgiyi biraz daha açalım: Kafka’nın hayatta olduğu süre içinde bir kısmı kitap olarak, diğerleri dergilerde yayınlanmış toplam 46 eseri (öykü veya roman parçası) mevcuttur. Bu sayının beklediğinizden fazla olduğuna eminim. Doğrusu bu deneme kapsamında karşıma çıktığında 46 sayısı beni de şaşırttı. O halde şunu kesinlikle söyleyebiliriz: Kafka’nın eserlerinin ancak ölümünden sonra yayınlanmaya başlamış olduğu, hakkında yaratılması tercih edilen bir söylencedir.

Hayatı süresince basılan eserlere bir bakalım:

* 1909 – Ein Damenbrevier*

* 1909 – Dua eden adamla sohbet (Gespräch mit dem Beter)

* 1909 – Sarhoşla sohbet (Gespräch mit dem Betrunkenen)

* 1909 – Brescia’daki uçaklar (Die Aeroplane in Brescia)

* 1912 – Büyük gürültü (Großer Lärm)

* 1913 – Gözlem/ Meditasyon (Betrachtung, aralarında ’Dağlara yolculuk’ (Der Ausflug ins Gebirge), ’Ani yürüyüş’ (Der plötzliche Spaziergang) öyküleri de olmak üzere 18 öykü içeriyor.

* 1913 – Hüküm (Das Urteil)

* 1913 – Ateşçi (Der Heizer, Amerika olarak bilinen romanının ilk bölümü)

* 1913 – Kararlar (Entschlüsse)

* 1915 – Değişim (Die Verwandlung)

* 1915 – Kanun önünde (Vor dem Gesetz, Dava adlı romanın bir parçası)

* 1918 – Cinayet (Der Mord, Kardeş katli [Ein Brudermord (1919)]adlı öykünün ilk hali)

* 1918 – Bir taşra doktoru (Ein Landarzt, aralarında On oğul (Elf Söhne), Bir Akademiye Rapor (Ein Bericht für eine Akademie) öyküleri de olmak üzere 13 öykünün yer aldığı bir kitap)

* 1919 – Ceza Sömürgesi

* 1919 – Bir taşra doktoru (Ein Landarzt)

* 1921 – Der Kübelreiter

* 1924 – Açlık cambazı ( Ein Hungerkünstler)

Adı anıldığında ilk olarak akla gelen, Gregor Samsa adlı kahramanının tedirgin düşlerden uyandığı bir sabah, kendini devasa bir böceğe dönüşmüş olarak bulduğu Değişim (veya Dönüşüm) adlı novellanın yanı sıra, birçok tanınmış öyküsü de bu listede mevcut. Bir mesel özellikleri taşıyan, bir edebi dehanın karşınızda olduğunu gözden kaçması mümkün olmayan bir çıplaklıkla sergileyen ’Kanun önünde’, en çarpıcı hikayelerinden biri olan ’Ceza Sömürgesi’ de yaşadığı dönemde yayınlananlar arasında. Yazdıklarını sürekli olarak eksik, gerektiği kadar iyi yazılmamış gören Kafka açısından, başarılı bir biçimde bitirildiğine inandığı az sayıda öyküden biri de bu geniş listede yer alıyor: Bir taşra doktoru.

Diyebiliriz ki, Kafka ürettiklerinin arasında en iyileri olduğuna inandığı eserleri, yaşadığı süre içinde toplumun ve edebi çevrelerin takdirine sunmayı başarmış bir yazardır.

Kafkaesk bir görmezden geliş hikayesi

O halde rahatlıkla şunu da söyleyebiliriz: Yarattığı edebi devrimin açık örneklerini gözler önüne serdiği halde ne toplum, ne de edebi çevreler Kafka ile ilgilenmedi. Kafka’nın eserleri, yaşadığı süre içinde bir edebi değere sahip olarak nitelenmedi.

Bu eylem tek kişiyle sınırlanmadığına göre, ortada bir gözden kaçış durumu değil, açık bir görmezden gelme eylemi mevcuttu. Bu göz ardı ediliş en başta nedenleri, belli bir oranda da sonuçları açısından ilginçtir.

Daha da ilginç olan bu değer algısının, Kafka’nın ölümünden 30 yıl sonra daha önce hiçbir yazarda  karşılaşılmadık bir biçimde ters yüz olmuş olmasıdır. Sonuçta, yaşadığı süre içinde dikkate değer görülmemiş olan Kafka, çağımız edebiyatını başka hiçbir yazarın başaramadığı ölçüde etkilemiştir.

Ansiklopedilerde Kafka’nın etkilediği çağdaş sanatçılar olarak sunulan uzun listeye bakalım: Pinter, Nabokov, Camus, Musil, Fellini, Arendt, Benjamin, Singer, Borges, García Márquez, Fuentes, Kundera, Jančar, Rushdie, Murakami, Grass, Park, Vasquez, Filipacchi, Salinger, Lynch, Bukowski. Kafka’nın edebiyattan sinemaya, neredeyse tüm önemli sanatçıları bir ölçüde etkilediğini söylemek,  abartılı bir iddia değil. Hiç kuşkusuz Kafka, değeri yadsınması mümkün olmayan bir edebi fenomendir.

Adından türetilen Kafkaesk kelimesini, Milan Kundera’nın güzel tarifiyle “başka hiçbir kelimenin kavrama imkanı vermediği, ne politika biliminin, ne sosyolojinin, ne psikolojinin bize anahtar sağladığı” durumları anlatmak için kullanıyoruz. Kafkaesk günümüzde edebiyat, sinema ve diğer sanatlarda çıkışsız ve paradokslarla dolu kabusları, toplumsal yaşantımızdaysa -özellikle ülkemizde- hukuk ve bürokrasinin yarattığı cendereyi özetlemek için tek başına yeterli bir deyim haline geldi.

Peki bu edebi fenomen, nasıl inanılmaz bir biçimde göz ardı edilebildi? Kafka ölümünden sonra eserlerinde bir değişiklik gerçekleştirmiş olamayacağına göre, değişen toplumların eserlerin edebi değerini algılayış biçimiydi.

Kafka’nın yaşadığı süre boyunca göz ardı edilişinde, sadece sıradan vatandaşı değil, entelektüel çevreleri de kapsayan, adeta Kafkaesk terimiyle tarif edilebilecek bir edebi değer körlüğünün yattığını ve bu kör noktaya düşen (veya düşürülen) edebi eserleri görmezden gelme geleneğinin tüm insanlık tarihi boyunca sürüp gittiğini düşünüyorum.

Bu noktada toplumun ve edebiyat çevrelerinin, edebi eserlere tamamen sübjektif kriterlere göre değer biçtiklerini ve bu değerin yazılı metinden ziyade, toplumsal ön yargılarla ilişkili olduğu fikrini öne sürmeyi düşünüyorum, itirazı olan?

Göz ardı edilmesinin Kafka’nın üzerindeki etkileri

Önce bu inanılmaz göz ardı edilişle ilgili, cevaplamamız en kolay sorunun üzerinde duralım. Bu göz ardı edilişin Kafka üzerindeki etkileri neler oldu?

Hayatına doğrudan etkisi açısından: Kafka eserlerinin uğradığı başarısızlık neticesinde, hayatını yazarlıkla kazanamayacağını oldukça genç bir yaşında kabul etti. Ama bilindiği kadarıyla şu da söylenebilir: Kafka bunun farklı olmasını, yazarlığın ona maddi bir refah sağlamasını zaten beklemiyordu.

Geçimini sağlamak ve yazmayı sürdürebilmek için vaktinin ve enerjisinin büyük kısmını ondan çalan monoton bir büro işinde çalıştığını biliyoruz. En ciddisi Milena olmak üzere, hayatı süresince sevdiği kadınlarla gerçekleşecek bir evlilik ise getireceği sosyal yükümlülükler sebebiyle ancak kısa süreli tatlı bir hayalden ibaret olmakla kaldı. Çok istemesene karşın bir evliliğe cesaret edememesinin ardında, evliliğin onu babasına benzer bir hale getireceği, oysa onun her zaman bir çocuk, bir hayalperest olarak kalmayı tercih etmesi gibi psikolojik nedenlerin de yattığı söylenebilir. Fakat kanımca bundan da önemlisi, işi sebebiyle zaten fazla bir şey arta kalmayan değerli zamanının, kalan son kırıntılarının da elinden alınacak olması gerçeğidir.

Kafka’nın yazmayı sürdürebilmek için hafta sonları ve yıllık izinlere sıkışan, onu sosyal faaliyetler ve boş zaman aktivitelerinden uzaklaştıran yazma kampları yaratması gerekiyordu. Hüküm adlı öyküsünün bu şekilde bir sekiz saatlik tek oturumda yazıldığını biliyoruz. Bu sıkışmış zaman gerçekliği, kısmen de olsa yazdıklarının daha iyi yazılmış olabileceği, daha dikkatli bir gözden geçirmeyle daha keyifli okumalar haline gelebileceği fikrini destekliyor. Kafka’da yazdıklarının büyük ölçüde istediği kadar iyi olmadığını, düzeltmeler ve değişikliklere ihtiyaç duyduklarını özel yazışmalarında ifade ediyor.

Denilebilir ki, iş ve yazarlık arasında ikili bir yaşam sürdüren tek yazar Kafka değildir. Neden başka yazarlarda zamansızlık sıkıntısı, Kafka’da olduğu kadar belirgin değil?

Kafka’nın eserlerini yazması, çağdaşı yazarlardan, hatta genel olarak diğer yazarların büyük bir kısmından çok daha uzun bir süre gerektirdiğini söyleyebiliriz. Diğer yazarlardan farklı bir biçimde, Kafka öykülerini düz bir hikaye anlatımı şeklinde yazmamaktadır. Daha doğrusu, zamanın akışı açısından hikaye anlatımı çizgiseldir doğru, fakat o çizginin kendisi düz değildir. Kafka apayrı bir uzay boşluğu yaratıp, hikayesini çizgi gibi bir geometrik şeklin bile çizgiye benzemediği bu boşluğa taşımaktadır. Kısacası tüm verileri hem yazar, hem de okur tarafından bilinen -ve bu bakımdan hazırlanması gerekli olmayan- bir evrende geçen bir hikaye etrafında hızla kotarılabilecek bir kurguya sahip değildir yazdıkları.

Bu şekilde kökenini yazarın rüyaları veya bilinçaltından alan güçlü bir fikrin, çok anlamlı yorumlanmaya açık hale taşındığı öykülerdir bunlar. Kısmen bilinçli tercihlerle ahlaki, psikolojik ve sosyal yönlerden farklı biçimlerde yorumlanmaya fırsat verecek şekilde yazılmıştır. Geçmişte yazılmış olanlardan, sosyal ve politik gelişmelerden izler taşıyan, paradokslarla örülü hikayelerdir bunlar. Bu çok anlamlılığa ulaşabilme çabası, yazarı çok uğraştırabilecek bir diğer vakit kaybı sebebidir: Kafka her bir kelime, kelimenin ikili, üçlü anlamları üzerine ciddi bir biçimde düşünerek yazmak durumundadır.

Sonuçta Kafka, -istisnaları olmakla birlikte- bu zengin hikayeleri tesadüfen veya içinden geldiği gibi yazmadı. Defalarca değiştirilen, çok yoğun bir zihinsel emek gerektiren edebi eserler vermesi için, yazmaya ayırması gereken çok fazla zamana ihtiyacı vardı. Mektuplarında hikayelerinin çok yavaş ilerlediğinden sıklıkla şikayet eder.

Yukarıda belirttiğimiz gibi, çalışma hayatının yükümlülükleri ise yazdıklarına daha fazla zaman ayırmasına fırsat vermiyordu. Bu durumun bileşkesi Kafka’nın eserlerindeki eksiklik, yarım kalmışlık, tamamlanmamışlık hissinin açıklamasıdır.

Sözün özeti: Kafka’nın eserleri tamamlanmamış hissi verirler, çünkü yeterli vakti olmadığı için tamamlanamamışlardır.

Kafka kendi değerini sorguladı mı?

Kafka’nın yazmak için gerekli motivasyona sahip olabilmesine şaşırmamak elde değil. Yazdıklarının yaşadığı çağda çok az ilgi görmesi, kimi zaman toplantılar sırasında mizah öyküleri tadında okuduğu öykülerin küçük arkadaş çevresinde bile saçma, uçuk kaçık öyküler olarak nitelenmesi, onu şüphesiz yazdıklarının değerini kendi içinde de sorgulamaya yöneltmiş olmalı.

Arkadaşı Max Brod’a ölümünden kısa bir süre önce tüm yazdıklarını yakılmak üzere bırakmasının sebebi, tıpkı dostlarının karşısına pijamalar içinde çıkmak istemeyen bir ev sahibi gibi, Kafka’nın da insanlığın karşısına yarım kalmış öyküler ve romanlarla çıkmak istememiş olması olabilir.

Farklı bir fikir geliyor aklıma: Bu kendi değerini sorgulama ve kendi değerinden şüpheye düşme bu kararda rol oynamış olabilir mi? Kafka, gerçekleştirdiği son tahlilde eserlerini yayınlanmaya değer görmemiş olabilir mi? Tamamlanmamış ve hiçbir zaman tamamlanamayacak, o halleriyle de kendisinden başka kimsenin üzerinde vakit kaybetmesine gerek olmayan edebiyat müsvetteleri. Eğer bu şekilde düşünmüşse, Kafka kendi eserlerinin değerine ihanet eden yazarlar arasında ilk sırada gelmelidir.

Ama eğer öyle olsaydı, Kafka çok daha önceleri yazmaya son vermez miydi? Gençlik yıllarında birçok kişi öyküler, şiirler veya denemeler yazar. Sonra bunların yeterli ilgiyi görmemelerinden, kimi zaman da yazdıklarına üzerinden bir süre geçmesiyle dıştan bir bakışla fazla değerli olmadıklarını gördüğünden, ’normal kişiler’ yazmaya son verirler.

Normal kişinin ne olduğunun anlamsız bir tartışmasına girmenin gereği var sanırım. Yazdıklarından para kazanamayacağını anlayan, üstelik bunları yazması oldukça fazla vaktini alan bir kişi, doğal olarak bir yerde durup düşünür. Normal mantık şunu söyler: Bir değerin varlığı hemen herkes tarafından yadsınıyorsa, o değer yoktur gerçekte. Herkes altından kolyelerin değerli olduğunu, buna karşılık odundan yapılma kolyelerin değerli olmadığını düşünüyorsa, bir yerden sonra odun kuyumcusu dükkanını kapatmak zorunda kalır.

Üstelik bir de odun kuyumcusu hiçbir karşılık görmediği ticareti için, elinde olan tek değer olan yaşamını, tüm vaktini buna harcıyorsa, ona halk arasında ’deli’ dendiğini söylemek çok da abartılı bir bakış açısı olmayacak şüphesiz.

İşte Kafka, bu bakımdan bir delidir. Çünkü tüm hayatı boyunca bıkıp usanmadan yazmaya devam etti. Verem olup sanatoryuma yattığında bile, sağlığını hiçe sayarak son hikayelerine devam ediyordu.

Bu durumun iki açıklaması olabilir. Ya Kafka bir skriptoman (yazma delisi)dır, ki bu hastalığı çekenler daha çok sonsuz uzunluklarda ve bir bütüne hizmet etmeyen yazılar kotardıkları için bu seçenek pek akla yatkın değil.  Ya da değer verilmek için, yazdıklarıyla şan, şöhret veya para kazanmak için yazmıyordu. Söylemek istediği, kendini söylemek zorunda hissettiği bir sözü olduğu için yazıyordu. Yüz binlerce yazarın, yüz binlerce değişik yazma sebebi arasında, bana en asil ve en gerçek geleni  budur.

Ama eğer Kafka sözünü önem veriyorduysa -ki öyle olduğunu düşünmemek için bir neden göremiyorum- o zaman üne -en azından postmortem olanına- hayır diyemezdi. Çünkü ancak ün sayesinde sözü en fazla kişiye ulaşma şansını yakalayabilecekti. Bunu için için istediğini, bunu başarmasını sağlayacak bir stratejiyi kurgulamış olduğunu düşünmek, ona karşı bir vefasızlık mı olacaktır?

* Kafka’nın hayatı süresince yayınlanan eserlerini, ulaşabildiğimde Türkçe çevirilerinde kullanılan adlarıyla kullandım. Ulaşamadıklarımı kendim çevirdim, iki tanesini ( Ein Damenbrevier ve Der Kübelreiter) çevirmekte tereddüt ettiğim için Almanca asıl adlarıyla bıraktım.

Devam edecek

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.