Eğitim Şart Değil

Zeitgeist / Denemeler | | Ekim 25, 2011 at 5:25 pm

Üniversite mezunu olmadığı halde Apple ve Pixar gibi dünyanın en büyük ve başarılı şirketlerine fikirleriyle öncü olan ve uzun yıllar başkanlıklarını yapan efsane isim Steve Jobs/'ın geçenlerde ölümü nedeniyle 2005 yılında Stanford üniversitesi mezunlarına hitaben yaptığı ve esas olarak “aç kalın, aptal kalın” önerisinde bulunduğu ilginç konuşması yeniden tıklanma rekorları kırdı.

Steve Jobs Stanford Üniversitesindeki konuşmasında genç mezunlara kendi eğitim hayatıyla ilgili şunları söylemişti;

Üniversiteye başladım ama saf bir şekilde neredeyse Stanford kadar pahalı bir okul seçtim, ve emekçi ailemin bütün birikimleri benim okul parama gidiyordu. Altı ay sonra, buna değmeyeceğini fark ettim. Hayatımla ilgili ne yapmam gerektiği konusunda hiçbir fikrim yoktu ve üniversitenin de bunu bulmam için bana nasıl fayda sağlayacağını çözememiştim. Ve orada durmuş ailemin hayat boyu biriktirdiği parayı harcıyordum.. Sonuçta okulu bırakmaya ve her şeyin yoluna gireceğine inanmaya karar verdim. O zaman çok korkutucu gelmişti ama geriye dönüp baktığımda hayatımda verdiğim en iyi kararlardan biri olduğunu görüyorum. Okulu bıraktığım an, zorunlu fakat gereksiz olan ve ilgimi çekmeyen tüm dersleri almama gerek kalmamıştı. Böylece sadece bana ilginç gözüken derslere girebilecektim.

Jobs’ın hayatta hakikaten bir şeyler olabilmek için “aç kalın, aptal kalın” şeklindeki pratik önerisini yapabilecek olanlar göze alıyor. .. Siz bakmayın Cem Yılmaz’ın “Eğitim Şart” dediğine.. Rivayete göre, dünyanın ikinci büyük yazılım şirketi Oracle’ın kurucusu ve icra kurulu başkanı Larry Ellison da davet edildiği Yale’deki bir mezuniyet töreninde şu konuşmayı yapmış:

Larry Ellison konuşurken

“Yale Üniversitesi mezunları… Daha önce böyle bir giriş görmediğiniz için özür dilerim… Ama benim için bir şey yapmanızı istiyorum. Lütfen, etrafınıza iyi bir bakın. Solunuzdaki sınıf arkadaşınıza bir bakın. Sonra sağınızdaki sınıf arkadaşınıza bir bakın. Ve şimdi şunu aklınıza koyun: Bundan beş yıl sonra, on yıl sonra, hatta otuz yıl sonra… Solunuzdaki kişi hiçbir şeyi başaramamış olacak. Sağınızdaki kişi de aslında hiçbir şey başaramamış olacak… ve siz, ortadaki? ne bekliyorsunuz? Siz de başaramayacaksınız!

Başaramayacaksınız! Aslında bugün şöyle bir etrafıma baktığımda parlak gelecek için yüzlerce umut ışığı göremiyorum. Yüzlerce değişik endüstride liderliği ele alacak kişiler de göremiyorum. Görebildiğim tek şey, geleceği başarısızlıktan başka bir şey olmayacak yüzlerce insan. O kadar !

Sinirlendiniz. Bu anlaşılabilir bir şey. ben, Lawrence ‘Larry’ Ellison üniversite terk, kim oluyorum ve bu yetkiyi nereden alıyorum ki, ülkenin en prestijli yüksek öğrenim kurumunun bu yılki mezunlarına böyle şeyler söyleyebiliyorum? Bu yetkiyi nereden aldığımı söyleyeyim: Çünkü ben, Lawrence ‘Larry’ Ellison, üniversite terk ve dünyanın en zengin ikinci adamıyım.

Gates Harvard Üniversitesinin 2007 yılı açılışında konuşurken

Siz değilsiniz. Çünkü Bill Gates, o da üniversite terk.. ve dünyanın -şimdilik- en zengin adamı. Siz değilsiniz. Çünkü Paul Allen, o da üniversite terk ve dünyanın en zengin üçüncü adamı. Siz değilsiniz… Başka örnekler de var. Mesela Michael Dell, o listede 9 numara ve yukarı doğru hızla tırmanıyor, o da üniversite terk. Ve siz o listede hâlâ yoksunuz.

Hımmm… Şimdi çok kızdınız. bu da anlaşılabilir. o halde biraz da egolarınızı okşamama izin verin. Pek çoğunuz burada dört ya da beş yıl eğitim gördünüz. Önünüzdeki yıllar için epey iyi bir eğitim aldınız, bilmeniz gereken pek çok şeyi öğrendiniz. iyi çalışma alışkanlıkları edindiniz. Burada size o önünüzdeki yıllar boyunca yardımcı olacak bir sürü insan tanıdınız, onlarla bağlantı kurdunuz… ve hayat boyunca yanınızdan ayrılmayacak bir kelimeyle güçlü bir ilişkiniz oldu burada: Terapi. Bunların hepsi güzel şeyler. ama gerçekte, o kurduğunuz arkadaşlık bağlantılarına fena halde ihtiyacınız olacak. O çalışma alışkanlığına ve ‘Terapi’ye de ihtiyaç duyacaksınız hayat boyu.

İhtiyacınız olacak, çünkü üniversiteyi terk etmediniz. Dolayısıyla asla dünyanın en zengin insanları arasına katılamayacaksınız. Elbette, belki de listeye 10 ya da 11. sıradan, Microsoft yöneticisi Steve Ballmer gibi, girebilirsiniz. Ama herhalde onun kimin için çalıştığını söylememe gerek yok, değil mi?

Sadece kayda geçsin diye söylüyorum, o da zaten master sınıfından terk. biraz geç kalmış anlayacağınız. Son olarak, herhalde bazılarınız ya da umarım bu konuşmadan sonra çoğunuz kendi kendinize soruyorsunuz: ‘yapabileceğim bir şey var mı? bir umudum var mı?’ Maalesef hayır. Çok geç kaldınız. İçinize çok şey dolduruldu, siz onlara bakıp çok şey bildiğinizi sanıyorsunuz. Artık 19 yaşında değilsiniz. Eveeet, şimdi gerçekten çok kızdınız. Bu anlaşılabilir bir şey. Belki de şu an, size bir umut ışığı vermenin, bir çıkış yolu göstermenin tam zamanıdır. Hayır, 2000 mezunları size değil. Siz kaybettiniz. Sizi, yılda 200 bin dolarlık komik maaş çeklerinizle baş başa bırakıyorum… Üstelik o maaş çekinin üstünde sizden birkaç yıl önce okulu terk etmiş birinin imzası olacağını söyleyerek. Öğütlerim size değil daha alt sınıfta okuyanlara. size söylüyorum: “Hemen Ayrılın… Daha güçlü söyleyemem: Ayrılın. Hemen toplayın eşyalarınızı ve fikirlerinizi ve bir daha geri dönmeyin. Terk edin. Her şeye yeniden başlayın. Size söyleyebileceğim tek şey, o başınızdaki kepler ve kıyafetin sizi aynen şu güvenlik görevlilerinin beni kürsüden aşağı çektiği gibi aşağı çektiği…” (Bu konuşma bir “hoax” yani aslında böyle bir konuşma hiç olmamış, ama güzel bir metin, ve içinde anlatılanlar hepsi tamamen gerçek)

Evet, tüm bunlar bir şaka olmalı değil mi? Hayatta gıpta edilen en yüksek başarı grafiğini yakalamış insanların üniversite eğitimiyle – hem de üstelik Sütçü İmam gibi ilk 5000 arasına giremeyen üniversitelerin değil de akreditasyonu dünyanın ilk 5′i arasında sayılan Stanford, Yale gibi üniversitelerinin verdikleri eğitimle – ilgili gerçekler bunlar.

Bizde durum tamamen farklı. Biz öncelikle amaçları yönünden çağdaş batı dünyasından tamamen farklı bir sisteme sahibiz. Devlet eğitimin yapısını oluşturma ve işletme tekeline sahip. Amaçları resmi metinlerde şöyle tanımlanmış.

Millî Eğitimin genel amacı bütün bireyleri;
1) Atatürk İnkılâp ve İlkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk Milliyetçiliğine bağlı; Türk Milletinin millî, ahlâkî, insanî, manevî ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan; insan haklarına ve Anayasa’nın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek;

Eğitime ihtiyacımız yok,
Düsünce kontrolüne ihtiyacımız yok,
Duvarda başka bir tuğla değiliz.
Eğitilmek istemiyoruz ! Another Brick On The Wall / Pink Floyd

2) Beden, zihin, ahlâk, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmek;

3) İlgi, istidat ve kabiliyetlerini geliştirerek gerekli bilgi, beceri, davranışlar ve birlikte iş görme alışkanlığı kazandırmak suretiyle hayata hazırlamak ve onların, kendilerini mutlu kılacak ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunacak bir meslek sahibi olmalarını sağlamak; Böylece, bir yandan Türk vatandaşlarının ve Türk toplumunun refah ve mutluluğunu artırmak; öte yandan millî birlik ve bütünlük içinde iktisadî, sosyal ve kültürel kalkınmayı desteklemek ve hızlandırmak ve nihayet Türk Milletini çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı, seçkin bir ortağı yapmaktır.

Burada yukarıdaki ikinci ve üçüncü paragrafların tamamen “temenni” niteliğinde metne eklenmiş olduğunu, verilecek eğitimin esas prensiplerinin tamamen ilk paragrafta belirlenmiş olduğunu ve bu prensiplerin ikinci üçüncü paragraflarda belirtilen hedeflere ulaşmakla çok ciddi bir çelişki içinde olduğunu görmemiz gerek.

Tıpkı geleceğimiz konusunda olduğu gibi eğitim konusunda da hepimiz farklı düşünüyoruz. “Eğitim şart” diyenlerimiz, “eğitim şart değil” diyenlerimiz var. Eğitimin çok mühim olduğu konusunda çoğunluk hemfikir. ancak, “nasıl bir eğitim?” dendiğinde birden farklılıklar ortaya çıkıyor. Zorunlu eğitim 8 yıl olsun, yok 11 yıl olsun diyenler, yabancı dille eğitime “hayır” diyenler “evet” diyenler, “maneviyat önemli İslami eğitim olsun”, yok hayır “laik eğitim öğretim olsun” diyenler var. “Eğitimsizlik” sorunu olduğunu söyleyenler gibi “eğitimlilik” sorunundan söz edenler de var. Bu arada Türk milli eğitiminin genel amacı “Türk ulusunun tüm bireylerini Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Türkiye cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları yaşamında uygulayan bireyler yetiştirmek” olarak belirlenmiş. Oysa gelmiş geçmiş hemen hemen tüm başbakanlarımız, üst bürokratlarımız ve zenginlerimiz çocuklarını Amerikan üniversitelerindeki “milli olmayan” eğitimle okutmakta kararlılar. ABD’de okuyan 12 bin türk öğrenci senede 824 milyon dolar bırakıyor. Biz halen ABD’ye en çok öğrenci yollayan 8. ülkeyiz. Yurtdışında 40bin Türk öğrenci var. 30 bin $ ortalamadan yılda 1.2 milyar dolar masraf. Doğu bloğu üniversiteleri ve Kıbrıs da dahil edilirse rakam 2-3 katına çıkacak. Oysa ülkemizde 16 milyon kişi açlık sınırının altında yaşıyor. 7 milyondan fazla (resmi) işsizin yarıdan fazlası yüksek tahsilli..

Eğitimin “çok fazla milli” olması yurt dışına gidemeyen Türk öğrenciler için “devlet büyüklerimiz” tarafından öngörülüyor. Üstelik bu konu burada parasıyla okumak isteyenler için dahi gerekli. Paralı özel bir okulda dahi okusanız mecburi din dersinde size süphanike, ve etteyyatü sureleri zorla ezberletilir. Lisede askerlik, Üniversitenin son sınıfında bile (benim oğlum bina okur döner döner bir daha okur” hesabı) Türkçe ve milli kurtuluş (resmi tarih ve Atatürkçülük dersleri) okumak zorundasınız.

Çağdaş bilim ve teknolojinin gerektirdiği bilgi ve becerileri kazandırmak aslında onların öngördüğü eğitimin amaçları arasında yok. Bir uluslararası akreditasyon listesine göre üniversitelerimiz arasında eğitim performansı bakımından dünyanın ilk 5000′i arasına gireni bile olmadığı açıklanmıştı. Eğitim hayatı boyunca sürekli “özgür düşünememe” koşullandırmasından geçirilen bireyin daha sonra çağdaş teknolojinin gerektirdiği yaratıcı düşünme kapasitesini kazanması imkansız. “Paralı eğitime hayır” derken, “devlet birilerinden parasını zorla alsın, birilerimizi bedava okutsun ve bunu da bizim bilgi beceri kazanma amaçlarımıza yönelik değil de kendi milli veya İslami amaçlarına uygun olarak yapsın” demiş mi oluyoruz?

Şu andaki formel eğitim seçeneklerimiz;
1) Özel sektörün verdiği, ancak içeriğine tamamen devletin(YÖK’ün) kumanda ettiği, çok pahalı olmasına karşın yetersiz kalitede eğitim,
2) Devletin sınavla seçtiği az sayıdaki öğrenciye verdiği ucuz ve fakat çok kötü kalitedeki eğitim,
3) Yurt dışında kendi imkanları ile eğitim fırsatı aramak,
4) Çok sayıda genç için ise hiç eğitimsiz kalmak.

Mevcut seçenekler bunlar. Kuşkusuz ki en pahalı eğitim hiç olmayan eğitimdir. Pahalı eğitime de hayır. Evet ama formel eğitim şart değil ki. Devlet otoritesinin yıkıcı baskısından ve koşullandırmalarından kurtulabilmek için “Enformel” eğitim imkanlarını düşünelim. Jobs gibi yapalım. Aç kalalım, aptal kalalım. Formel düzenin bizi ittiği kışıladığı güzergahları terk edelim. Diplomayı boş verelim. Bulduğumuz bir ipin ucundan tutup bizi nereye götüreceğine bakalım. Akıllı insanlar boş konuşmazlar..

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.