Korunması Gereken Değerler Ve İslamda Hoşgörü

Sürekli Söyleşi | | Kasım 10, 2011 at 11:15 am

– Haci Sami Boydak Anadolu Lisesinin ikinci sınıfındaki öğrencilere bir kurban bayramı öncesinde uygulanan “”din ve ahlak bilgisi”” sınavının sorusu şöyle;
Hangisi korunması gereken değerlerden değildir?.
a) Bayrak, b ) Din, c) Namus, d) Can

– Bilemedim neymiş doğru cevap?

– Doğru cevap şıkkı “Can”, yani Can korunması gereken değer değilmiş.. İyi mi?? Yani çocuk ölebilir, öldürebilir, “no porblem” Yeter ki Bayrak, Din ve Namus’a halel gelmesin.. İşte okullarda çocuklarımızı böyle yetiştiriyorlar. Böyle milli ve manevi değerlerle beyinlerini yıkıyorlar. Büyüyünce bir Hrant Dink bulup öldürsünler diye..

İnternet ve televizyondan olumsuz etkilendiği iddiasıyla öğrencilere her ders öncesi 3-4 dakika milli ve manevi değerler anlatılacak


– Kişi olmanın ve kişiliğin en önemli değer olduğu çağımızda kişiyi yok edip, kendi aklı ve vizyonu olmayan, kula kulluk eden aptal ve ruhsuz bir sürünün mensubu yapmanın yöntemi bu. Eğitim..

– Efendim inanınız bunların hiçbirinin diğerinden farkı yok. Hepsi birilerinin birilerinin hayatına haksız yere, insafsız şekilde hükmetme güç ve yetkilerini tesis etmek üzere kurulmuş kandırma korkutma ve kışkırtma kültürünün unsurları. Töreciler, milliciler ve maneviciler arasında dayanışma vardır. Birbirlerini ısırmazlar. Töre cinayetini mazur görmekle, şehid edilmeyi ettirilmeyi, ya da cihada gönderilmeyi mazur ve gerekli görmek arasında ne fark var ?.

Hepsi hayatta sizin olan tek şeyi yani yaşam hakkınızı ve kişiliğinizi belirleyen hür iradenizi sizin elinizden alıp başka birilerinin kontroluna vermek üzere varlığınıza karşı kurulmuş tuzaklar değil mi sonuçta??..

– İslam bir hoşgörü dinidir.

– O zaman sana bir hikaye anlatayım.
Akşemsettin camii imamı Ayşe Hatun Özinci ortodoks kilisesine gidip Vaftiz olduğu ve Hıristiyan dinine geçtiği gerekçesiyle önceki gün Müftülük tarafından görevden alınmış. Özinci’nin de kendisine din ve cinsiyet ayrımcılığı yapıldığı dolayısıyla imamlık görevine iadesi için danıştaya dava açmaya hazırlandığı bildirilmiş.

– Haydaa… Kardeşim sen akıllı uslu bir hikaye yazamaz mısın. Bu söylediklerin Süpermen filmindeki olaylardan bile daha fantastik oldu şimdi. !

– Niye ki ne?. Ayniyle vaki. Ben sadece çapraz uyarlama yaptım. Olayın asıl gerçekleşme şekli şöyle;
Seattle(ABD) episkopal kilisesi rahibi Ann Holmes Redding kentteki İslam Merkezi’ne gitmiş ve kelime-i şahadet getirip islama geçiş yapmış. Bölge piskoposluğu da ondan ya müslümanlığı yahut da papazlık müessesesini bırakmasını istemiş. Kendisi ise inançlarının işini aksatmadığını, dolayısıyle her ikisini birlikte sürdürebileceğini düşündüğünü söylemiş. Bunun üzerine piskoposluk kendisini görevden alıyor. Olay bu.
Ben sadece bunu sanki bizde olmuşmuş gibi versiyonladım.

Rahip Ann Holmes Redding bir ibadet sırasında.
**Hiçbir günahkara başkasının yükü yüklenmez**
(Necm Sûresi, 38)

– Senden hikaye yazarı olursa işte olacağı bu. Yahu böyle bişey dünyada olmaz…. Uzayda bile asla gerçekleşemeyecek bişey.

– Niye?

– Bir kere kadından imam olmaz. Böyle bir görevlendirme yapacak müftünün, ve daha yukarı doğru kim varsa şeyhülislama kadar herkesin kellesi gider. İslama aykırıdır..

– Haydaa. Ben şeriata göre yönetilen bir islam ülkesinden bahsetmiyorum. Çağdaş türkiye cumhuriyetinin laik yasalarına göre hiçbir kamu görevinde cinsiyet ayrımı yapılamaz. İşi yapabilmenin gerektirdiği koşulları, eğtimi ve tecrübeyi taşıyorsa pekala görevlendirme yapılabilir. Vali oluyor, başbakan bile olabiliyor da imam neden olamasın?. Diyanet işleri başkanlığı İmam Hatip okulu bitirmiş bir hatun kişiyi niye imam olarak görevlendiremesin ki??

– Dinen caiz olmayan bir görevlendirmeyi hiçkimse yapamaz. Kadınlarla erkeklerin ayni yerde ibadet etmeleri bile caiz değildir. Kaldı ki cemaatin kadının arkasına durup namaz kılması hiç olacak birşey mi. Ev halkına kıldırsa belki… Ama cami cemaatine namaz kıldırması imkansız… Maazallah akıllarına fitne düşürür. Müslümanların bu tür fitne tuzaklarına düşmemeleri gerekir.

– Diyelim ki görevlendirildi. Ama daha sonra Hıristiyanlığa geçmeye karar verdi ve gitti vaftiz oldu. Görevini hiç aksatmadan çalışmaya devam ediyor. Neden olmasın?? Bu ülkede inanç özgürlüğü var. Kİmse inancından dolayı dışlanamaz, suçlanamaz..

– Tevbe Sûresi, 5. ayette der ki; “”o müşrikleri nerede bulursanız öldürün”” Madem ki din değiştirmeye kalkışmış, hak dininden vazgeçip bir “mürted” olmuş o zaman ki o kişinin katli vaciptir. Katli vacip birisi nasıl imamlık yapabilir??

– İslam hoşgörü dini değil mi? Bize yalan mı söylediler yoksa??

– Kişisel kanaatım İslam’ın bir hoşgörü dini “olmadığı” doğrultusundadır. Eğer tercüme etmek gerekirse, yukarıda söylediklerim “”öyle olduğunu iddia edenlere nazire”” niteliğindedir. Başka bir Mevlana sözüyle durumu size açıklamaya çalışayım.
“Cahil olanların merhameti ve lütfu azdır”.
Şu anda kimi islamcıların sıklıkla dile getirmekte hünerli oldukları aslında “hilaf-ı hakikat” durumların bir an için “gerçek” olduğunu (yani islam’ın gerçekten bir hoşgörü dini olduğunu) düşünsek (tabii ki halamın bıyıkları olsaydı dayım olurdu gibi olacak ama) o zaman İslam bugünkünden çok daha farklı bir din olurdu. Kabul edilebilirliği, birlikte yaşanılabilirliği de bugünkünden çok daha farklı birşey olurdu. Ortaçağ Hıristiyanlığı da asla birlikte yaşanılamayacak bir toplumsal kültürü temsil eder. Ama zaman içinde evrilmiş, bugünkü (yukarıda size örneklediğim) hoşgörü düzeyine ulaşmış. Bunun olması hiçbirimizi hıristiyan yapmıyor gerçi, ama bugünkü avrupa/amerika hıristiyan bağnazlığı ile birlikte yaşanılbilirliği getiriyor. Oysa 21. yüzyıl Müslümanlığı hala daha epey korkutucudur.

Dinde Hoşgörü mevzuu bir dinin inananları açısından değil bilakis diğerlerinin, yani onların çevresinde yaşayanların açısından gerekli. Şimdi mesela %99 müslümanız deniyor değil mi?. Oysa gerçekte bu dine tüm vecibeleriyle gönülden bağlı insan oranı belki aslında %1 bile değildir. Yani çoğunluk aslında asla gerçek inananlar olmadığı halde mahalle, devlet vb baskısıyla durum tersyüz edilmeye çalışılır. İşte bu noktada “hoşgörü” meselesi çok önem kazanıyor. İşin gerçek aslını temsil eden o %1’lik kesimin asıl mahiyetini bilir isek kendi resmi konumumuzu da yeniden ona göre gözden geçirme imkanı bulacağız öyle değil mi?. Mahalle baskısının tanımı değişecek o zaman..

Hoşgörü doğal olarak karşılıklılık içeren bir kavram.
Eğer hoparlörlerden günde 5 defa her mahallede “Tanrı Uludur, Tanrı uludur”” diye bağırılması caiz ise ;
Günde 5 defa ayni süreyle “Kanmayın, aldanmayın…sakın ola inanmayın”” uyarılarının yayınlanabilmesi de ayni derecede caiz olmalıdır. Bu en azından var olduğu iddia edilen laik demokrasinin, ve insan haklarının bir gereğidir. Eğer çocuklara zorla bir mezhebin dini öğretilecekse, o dinin vahşet ve cinayetlerinin de gerçeği anlatılmalıdır mutlaka..

Beğeneceğinizi umduğum ünlü bir azeri şiiri ile konuyu kapatayım..

Ay Balam…
tek başıma çıkirem ben dağlara bala dağlara bala dağlara
yangını volkan görirem, cin görirem, can görirem mezarda
hortlak görirem bin türlü tufan görirem gullü bir yaban
görirem korkmirem, korkmirem bala korkmirem

ay balam…
şafak vakti düşürem ben çöllere bala çöllere bala çöllere
çöllere bala çöllere,
kükremiş aslan görirem, kan yiyen sırtlan görirem dalgalı
umman görirem, can görirem, cin görirem, mezarda hortlak
görirem bin türlü tufan görirem gullü bir yaban görirem
korkmirem, korkmirem bala korkmirem…

ay balam…
bu korkmamazlığım ile bu korkmamazlığım ile vallahi
bala, billahi bala, tillahi bala harda bir softa görirem, harda
bir yobaz görirem, harda bir bağnaz görirem, harda bir molla
görirem korkirem, korkirem bala korkirem kandan
fikirlerinden, riyakar zikirlerinden korkirem bala korkirem
bala korkirem korkirem bala korkirem…

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.