Devlet ve Agorizm
Sürekli Söyleşi | canakci | Aralık 23, 2011 at 2:48 pm– Devlet hakkında iyimser görüşe sahip hemen herkes onu bir sosyal hizmet kurumu olarak tanımlamaktadır. Kimileri onu sosyal hedeflere ulaşmakta özel sektöre karşı bir denge unsuru olarak düzenlenmiş, (çoğu zaman amaçlarında pek etkili olamasa da kaynak rekabetinde ona galip gelen) samimi bir teşkilat olarak görür. Bazıları da ona ilahi bir güç atfederek onu toplumun tanrılaşmış aşkın hali olarak tanımlıyor.
Demokrasilerin yükselişiyle birlikte devletin toplumla özdeş biçimde tanımlanması yaygınlaşmış, ancak öte yandan “hakimiyet milletindir, bu devlet bizim kendimizin” şeklindeki ifadeleri de sıklıkla işitmeye başlayınca bu yaklaşımın aklın ve ahlakın tüm temel ilkelerini çiğneyen, akla ziyan bir nitelik kazandığı da artık açıkça görülmeye başlanmıştır.
– Nasıl yani?
– Faydalı iştirak terimi olan “BİZ” politik hayatın gerçeklerinin üstüne ideolojik bir kamuflaj örtmeyi mümkün kılmaktadır. Eğer biz devletsek hükümetsek (yani hakimiyet milletindir ise) o zaman “”devletin bize yaptığı herşey haklıdır, hiçbirşey zalimce olamaz, ve biz bunların hepsine kendimiz zaten gönüllüyüz”” olmuş oluyor. Oysa bu hakikatin üstünü örtmek için uydurulmuş bir sahtekarlıktan başka birşey değildir.
Mesela eğer hükümet büyük bir iç borçlanma yapmışsa ve bu borç alacaklı guruba ödenmek üzere bir grubun vergilendirilmesi ile karşılanacak ise buradaki asıl gerçeğin üstü “”biz kendi kendimize borçluyuz”” şeklinde örtülebilir oluyor.
Devlet birini askere aldığında, ya da hükümete muhalefet etiği için hapse attığında “”o bunu sanki kendi kendisine yapmış”” gibi oluyor ve burada karşı çıkılması gereken bir münasebetsizlik yokmuş gibi değerlendirilebiliyor.
Bu mantığa göre (halkın demokratik oylarıyla seçilmiş olan) Nazi hükümetinin katlettiği Yahudiler katledilmemiştir (hükümet kendileri olduğuna göre), belki kendi kendilerini öldürmüşlerdir. Hükümetin onlara yaptığı herşey onların kendi rızalarına göredir….
– Öyle mi??
– Böyle bir açıklama mantıklı sayılamayacağına göre Devlet (Kamu) biz değildir. Biz de kamu değiliz. Devlet, ortak sorunlarımızı çözmek üzere “”insan ailesinin bir araya gelmiş bir hali”” DEĞİLDİR. . Ondan çok başka bişeydir
Kısacası, devlet belirli sınırları olan bir coğrafyadaki “”güç ve şiddet kullanma tekelini korumak isteyen”” bir organizasyonun (ya da pejoratif adıyla bir çete veya çeteler birliğinin) adıdır. Bir toplumda açıkça, resmen çalıştığı halde gelirini gönüllü bağış ve ödemelerden değil de sürekli olarak cebir ve şiddet yoluyla (icbarla / zorla) elde edebilen tek örgüttür.
Toplumdaki diğer tüm kişi ve kurumlar gelirlerini mal ve hizmet üreterek ve barışçı bir şekilde diğer insanlara satarak kazanmak zorunda oldukları halde Devlet gelirlerini icbarla hapis ve icra tehdidiyle süngüsünün gücüyle toplar.
Gelirlerini toplamak için güç ve şiddet kullanan devlet kendi tabiyetinde olan bireylerin diğer tüm hareketlerini (hayatlarını ve yaşam tarzlarını da) kendi isteğine göre dikte etme, denetleme düzenleme faaliyetleri içindedir.
Tarih boyunca yeryüzünde var olmuş tüm devletleri gözlemlemek bu iddiayı doğrulayacaktır. Ama devletlerin ne olup ne olmadıkları ile ilgili kafa bulanıklığını yaratan hava o kadar uzun süredir var ki bunu açıklamak gerekiyor.
– Açıklasan ne olacak. Yasama, yürütme ve yargı mutlaka var olacağına ve devletsiz bir düzen asla mümkün olmadığına göre yapacak hiçbirşey yok. Devletin bir alternatifi yok. Var mı?
– Var tabii. İnsanlar bu konuya çok kafa yormuşlar. Tabii birçok ciddi alternatif düşünülmüş. Mesela Agorizm, insanlar arasındaki tüm ilişkilerin karşılıklı rızaya dayalı alışverişlerden oluştuğu bir serbest pazar dünyasını amaçlayan (Samuel Edward Konkin III tarafından ve J. Neil Schulman’ın da katkılarıyla kurulmuş) bir politik felsefedir. Agorizme göre devletin alternatifi “serbest piyasa”dır. Devletin gerekli olduğu düşünülen (adalet, emniyet, güvenlik konuları dahil) her konuda fiilen denendiğinde serbest piyasa alternatifinin çok daha başarılı ve üstün olduğu görülmüştür.
Devletçi toplum düzenlerine alternatif olarak tasarlanan düzende adalet ve güvenlik siyasi kuruluşlar yerine piyasa kurumları tarafından sağlanmaktadır. Bu kurumlar (siyasi reformlarla ortaya çıkmaları mümkün olmadığı için) ancak piyasa süreçleri sonucunda ortaya çıkabilecektir.
Agoristlere göre hükümet siddet kullanma tekeli üzerine yapılandırılmış haydutluğun rafine bir şekli olduğuna göre ondan mutlaka kurtulmak gerekir. Devrimin nihai noktası Hükümetin piyasadaki adalet ve güvenlik sağlayıcılar tarafından sindirilip yok edilmesi ile olur. Böyle bir rejim ancak piyasaya talebin çok artması ve hükümetin kendi işlerine karışmasından açıkça kaçınan (karşı ekonomi, kayıtsız ekonomi – ya da karaborsa ve gri piyasalar – olarak tanımlanabilecek) bir sektörün ekonomik bakımdan yeterince gelişmesinin sonucunda ortaya çıkabilir.
– O da ne?
– Paralel ithalat pazarı mesela. Gri piyasa, gri borsa: Bir kişi ya da şirketin bir malın üreticisiyle bağlantısız olarak, bir malı bir ülkede ucuza alıp başka ülkede pahalıya satması olarak tanımlanıyor. Karaborsa ile benzerlikler göstermesine rağmen her zaman yasadışı değildir. Ülkeler arası serbest ticaret anlaşmaları var ama ürünlerin farklı ülkelerdeki fiyatları farklıysa yasal bir gri piyasanin yolu açılmış olur.
Gri piyasa, marka hakkı sahibi veya onun izniyle bir başkası tarafından, ülke dışında piyasaya sunulan ve üçüncü kişiler tarafından ülkeye ithal edilen markalı özgün malların, daha önce marka sahibi tarafından veya onun izniyle üçüncü kişi tarafından, ülke içinde piyasaya sunulan markalı mallardan farklı olması durumunda söz konusu olur. Örneğin, Türkiye´deki X markasının sahibi bu marka altında Türkiye´de üretip piyasaya sunduğu bilgisayarlarda Türkçe karakter seti, aynı marka altında Almanya´ da piyasaya sunduğu bilgisayarlarda Almanca karakter seti kullanmışsa bu iki bilgisayarın aynı mal olduğu söylenemez. Marka sahibinin Almanya’da piyasaya sunduğu bilgisayarın Türkiye´ye ithali gri piyasaya yol açacaktır.
Agorizm sözcüğü antik yunan şehir devletlerindeki toplantı ve pazaryeri meydanlarını adından geliyor. Bu terim ideolojik olarak devrimci bir serbest pazar anarşizmini ifade eder. Vergisiz çalışan gri piyasalar ile karaborsa faaliyetlerinin savunulduğu bir karşı-ekonomi fikri Konkin’in libertereyen felsefesine Schulman’ın bir katkısı olarak ortaya çıkmıştır.
Konkin’in Agorizm’i anlatan ve “”Yeni Liberteryen Manifesto”” adıyla ele aldığı eser ilk olarak 1980 yılında basılmıştır. Daha önce bu felsefe J. Neil Schulman’ın “Alongside Night” isimli bilim kurgu eserinde 1979 yılında yayınlanmıştı. Aslında, Schulman da bu eserinde Ayn Rand’ın Atlas Shrugged(Atlas Silkindi) isimli eserinde sunduğu fikirlerden esinlenmiştir.
Agoristler özel mülkiyetçi (properteryen) dirler, ve bir kısmı kendilerini pazar anarşisti olarak tanımlarlar. Ancak bu konu çok tartışmalıdır.
– Neden?
– Anarşizm öteden beri sadece devlet tarafından değil özel mülkiyet ve kapitalizm savunucuları tarafından da şiddetle karşı çıkılan bir kavram. Gerçi anarko-kapitalistler ve agoristler tarafından kullanılan kapitalizm tanımı diğer anarşistlerin çoğundan farklı. Agoristler mülkiyet hakkını kendine sahip olmaktan gelen doğal bir hak olarak görmektedirler. Karşı ekonomiyi ve bireysel özsavunmayı devleti yenmenin yolu olarak önerdiklerinden Agorizm devrimci damara sahip bir tür anarko-kapitalizm olarak nitelendirilebilir.
– Ben sevmedim bunu. Hem anarşist hem kapitalist. Hayır gelmez bunlardan
– Doğal olarak bu kavramların her ikisine karşı da bir allerjimiz var. Kapitalisti parasıyla insanlara hükmedip köleleştirdiği için, Anarşist’i de kırıp dökerek kaos yaratıp ortalığı karıştırmak eğiliminde olduğu için sevmiyoruz. İkisinin birleşmiş halini ise gözümüzde canlandırmamız bile güç. Oysa bu terimleri bir tarafa bırakıp aslında neleri istediğimizi, ve neleri istemediğimizi alt alta yazarsak anlaşabileceğimizi sanıyorum.
Adalet istiyoruz, huzur güven istiyoruz, ama bunu sağlamak adına birilerinin gelip bize hükmetmesini istemiyoruz. Üretmek, tüketmek refah istiyoruz, ama birilerinin üretim araçlarının sahipliği üzerinden bize hükmetmesini istemiyoruz. Kendi üretimimizi özgürce tüketicisine sunmak, pazara hükmeden bir iradeye tabi olmamak istiyoruz. Öyle değil mi?
– Tamam ama bu mümkün değil gibi. Kamuyu, yasaları ve kolluk güçlerini ortadan kaldırdığın anda herkes otorite boşluğunu doldurmaya, hükmeden güç olmaya soyunur. Kötülük yapanın yaptığı yanına kalır. Caydırma olmayacağından iyi insanlar bile sonunda kötü olmaya soyunur. Yaşanmaz bir düzen ortaya çıkar ki işte anarşi budur.
– Bu doğru değil. Aslında buna inanmamız tamamen devletçi propagandanın üzerimizde yarattığı koşullandırmanın eseri. Devletçi olmayan bir düzende herkes kendi üretiminin ve üretim araçlarının sahibidir. Bir insan ne kadar çok şeyin sahibi ise o kadar kendi sahip olduklarını koruma güç ve iradesine de sahip olur. Dolayısıyla, saldırganlık üretecek kişinin iki defa düşünmesi lazım. Eğer güç konsolidasyonuna giderse savunmacılar da anında ona yetebilecek bir karşı gücü kendisinde toplayabilir. Devletten özgürleşebilen bir toplum daha sonra yeni ortaya çıkacak her türlü güç heveslilerine de kolayca haddini bildirebilir. Ayrıca çağımızın teknolojisinin bireye sunduğu muazzam yeni imkanlar var.
– Ne gibi?
– Şu anda devletlerin birinci önceliği kendisini muhaliflerinden korumak üzerinedir. Halkın parasıyla çok pahalı uçaklar, helikopterler, tanklar alınır. Yakın zamanda canlı örneklerini Tunus’ta, Mısır’da, Libya’da gördüğümüz üzre devlet bunları esas olarak kendisine karşı gelecek vatandaşlarına karşı, onları yakalamak ve öldürmekte kullanacaktır. Devletlerin tüm sistemi, donanımı, düzenlemesi vatandaşlarını korumak üzerine değil, kendi varlığını korumak üzerinedir. Bireylere karşı işlenecek suçlarda failin devlet tarafından hiç yakalanamama ihtimali (en ileri ülkelerde bile) genelde %90’dan fazla. Yakalandıktan sonra ise suçun telafisi veya suçlunun caydırıcı bir ceza görme olasılığı genelde %50’den azdır.. Öte yandan bir bireyin suç olarak tanımlayabileceğimiz herhangi bir şeyin faili olmadığı halde devletin yargı sisteminin mağduru olma olasılığı buna göre çok daha yüksek bir olasılık. Fiilen tutuklu veya mahkum olarak ceza görmekte olan insanların çok büyük bir çoğunluğu fail değil kötü bir sistemin mağdurudurlar. Yani vatandaşlar açısından devletçi adalet sisteminin marjinal verimliliği genelde eksi (-) bir değerliğe sahiptir.
Gerçek suçlular için ise en büyük tehdit yakalanma olasılığıdır. Şimdi, günümüzün teknolojisi sayesinde bireyler için kendisine karşı işlenebilecek her türlü suçun failini %100 belirleyebilecek ve yakalayabilecek teknik donanımlar erişilebilir maliyetler içinde.