İcbar, İztırar, ve Devletçilik

Sözlük | | Aralık 15, 2011 at 4:56 pm

Yasalarda daima devletin (kitabına uydurarak) vatandaşa karşı (yasal ama adaletsiz) güç ve şiddet uygulamasına imkan veren maddeler bulunur.

Birinin yapmak istemediği birşeyi yapmak zorunda bırakılması osmanlıca’da icbar, ingilizcede ise “coercion” sözcükleriyle ifade edilir. İztırar ise icbar sonucu ortaya çıkan (üçüncü kişilere) zarar verme durumudur.

Günümüz hukuk terminolojisinde örneğin, bir insanın kendini savunmak zorunda kaldığı bir esnada başkalarına verebileceği zararlar “iztırar” tanımına girer. Bir insan eğer bir suç fiilini kendi dışında bir sebep tarafından tazyik ve mecbur bırakılma sonucu işlemiş ise ceza hukukunda bu durum kişinin haksızlığını ortadan kaldıran bir sebeptir. (Borçlar kanununun 52/2, yeni TCK’nın 25/2 maddeleri de bu ve benzer durumları tanımlar).

Tüm hükümetlerin ana prensibi İCBAR, yani 'vatandaşları birşeylere zorlamak' üzerinedir.

Öte yandan birey olarak hayatımızda fiilen en fazla icbar, baskı ve şiddet gördüğümüz yapı devletin ta kendisidir.

Yani kendi devletimiz kanunlar, mevzuatlar, yönetmelikler yoluyla bize sürekli ve ileri boyutta bir icbar uygulamakta biz de bu icbar sonucu üçüncü kişilere iztırar etmekteyiz.. Dinden, mahalleden, ya da kabadayı azgın bireylerden göreceğimiz tazyik ya da sonunda onlar yüzünden yapmak zorunda kalabileceğimiz şeylerin devlet ve devletliler yüzünden yaşadıklarımızın yanında esamesi bile okunmaz. Hayatımızın her alanında devleti temsil eden insanların bize baskı uygulayarak yaptırttıkları şeyler, ve sonuç olarak uğrattıkları mağduriyetler katlanılamaz bir boyuttadır. Az veya çok, tüm ülkelerin devletleri ve devletlileri ile vatandaşları arasındaki durum böyledir.

Oysa bu durum insan hayatı ve icraatları için aslında tamamen gereksizdir. İcbar ahlaksızcadır, etkisizdir, ve hepsinden önemlisi insan hayatı ve tatmini için tamamen gereksizdir. Emsalimiz diğer insanlar tarafından sürekli birşeyleri zorla yapmak veya yapmamak zorunda bırakılmamız asla kayıtsız kalabileceğimiz bir durum değildir.

Hayatımızdaki icbar (zorlanma) durumları ile mücadele edebilmemiz için önce onun ne olduğunu, kendimizin de neyin yanında ve neyin karşısında olduğumuzu doğru anlamamız gerekir. Birey olarak herbirimiz kendimiz ve sevdiğimiz insanlar için sürekli olarak birşeyler üretmek ve tüketmek, bunun için en de doğru yolu kendimiz bulmak ve uygulamak durumundayız. Üreteceğimiz tüm katma değer kendi irademizle karar vereceğimiz tüketim içindir. Bizden başka hiç kimse bizim namı hesabımıza neleri yapıp neleri yapmamamız gerektiğini bizden daha doğru bir şekilde bilip karar veremez. Eğer verirse, ve bize bazı şeyleri zorla yaptırtmaya muktedir hale gelirse bizi parçası olduğu sistemin bir kölesi yapmış olur ki bu hiç doğal bir durum değil. Bunun için kullanacakları sistem ne kadar rafine olursa olsun sonuçta bizim için zararlı, kendileri için ise verimsizdir.

Bir yandan halkı köleleştirirken öte yandan özgürlük üzerine ahkam kesen bir haydut çetesinin itaatkar tebası olmayı içime sindiremiyorum. – John Pugsley, JPJ Nov 96

Bireylerin tüm hayatlarını kontrol etmek, onlara yapmak istemedikleri şeyleri yaptırtmak, yapmak istedikleri kimi şeyleri ise zinhar yaptırtmamak üzere kurulmuş, kurumsallaşmış icbar mekanizmaları (devletler, dinler) ahlaksızlığı merkezileştirir, bizzat çetelerin çetesi, mafyaların mafyası olur, gizli anlaşmalarla halklara tuzak üzerine tuzak kurar. Onların işledikleri katliamların boyutunu hiçbir suç ve suçluluk tanımına göre açıklamak mümkün değildir. Devletlerin sivil halk katliamları (Bkz. Demosid) sadece 20nci yüzyılda en az 262 milyon sivil insanın hayatına malolmuştur.

Devletlerin bir diğer projesi olan savaşlar, iç çatışmalar ve idamlarla olan ölümler bundan daha azdır. Dünyadaki en kötü bireysel canilerin tarih boyunca işledikleri tüm katliamları üstüste koyduğunuzda elde edeceğiniz toplam sayı ise bunların binde birine bile yaklaşamamaktadır.

Sosyal adalet konusunda dünyada halen mevcut üç temel yaklaşımdan ikisi (sağcı ve solcu) devletçiliği temsil eder. Devletçilik (statizm) köleci zihniyete dayanır ve bugün dünyanın hiçbir yerinde artık resmen savunulamayan köleci/haydut devlet uygulamasının rafine edilerek günümüze kadar gelen bir tür devamı niteliğindedir.

Vergi, enflasyon ve borçlanma yolu ile sadece son devirde halkların umur ve refahından çalınarak çarçur edilen servet miktarı tarihte bu güne değin üretilmiş tüm servet miktarından daha fazladır. Devletlerin sırf kendi bekası için ürettikleri politik yalanlar, propaganda ve hepsinden çok “eğitim” yolu ile zihinlere nüfuz edilip çarpıtılarak yolaçılan mantıksızlıklar tarihteki tüm örneklerinden daha aşırı bir boyutta olmuştur.

Liberteryen prensip hiç kimsenin yapmak istemediği birşeyi yapmaya, yahut da yapmak istediği birşeyi yapmamaya zorlanmaması üzerinedir.

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.