Birazcık özgürlük mümkün müdür?
Sürekli Söyleşi | canakci | Mayıs 27, 2012 at 1:09 pm– Sen hürriyet (özgürlük) nedir bilir misin?
– Neden bilmiycekmişim. Kuş gibi özgür olmak işte !
– Yani özgür olmak için kanatlarımızın olması ve uçabilmemiz mi gerekiyor.
– Hayır. Herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya, bağlı olmaksızın düşünme veya davranma, herhangi bir şarta bağlı olmama durumu yani.
– Herhangi bir şarta bağlı olmamak imkansız. Doğanın kaidelerine, fizik kurallarına, aklımın ve vicdanımın şartlarına bağlıyım mecburen. Bunlar beni özgürsüz mü yapıyor.?
– Hayır. Özgürlük, kendine ve başkalarına zarar vermemek şartı ile, dilediğini yapma hürriyetidir. Başkalarının özgürlüğünün başladığı yerde senin özgürlüğün biter. Özgürlükler hiçbir zaman sınırsız değildir.
– Yanlışş . Hem de ne yanlış. Hani şu galat-ı meşhur derler, herkesin bilip sık sık tekrarladığı yanlışlar vardır. İşte bu da tam öyle. Herkes gibi senin de kafanda özgürlük kavramı belirsiz, muğlak, müphem.
– Neden ki? Herkes mi yanlış biliyor.
– Evet. Özgürlükler diye birşey olmaz. Özgürlük tekil bir kavramdır, ve eğer sınırlanmışsa, (yani sınırlanabilmişse) o zaman “özgürlüksüz” olunur. Sınırlandığı bir durumda hala bir özgürlükten söz edilebilir mi?
– Neden edilemesin?
– Cezaevinde de özgür olunabilir mi mesela?. Bir köle ile bir özgür insan arasında ne fark var?. Köle de bazı dilediklerini gönlünce yapabiliyor. Özgür insan da bazı dilediklerini yapamıyor. İstediklerinin “yüzde şu kadarını yapabilenler özgürdür” diye bir tarif yapamayacağımıza göre senin özgürlük tarifine göre ya herkes birden özgür ya da hiç kimse özgür değil olur. Özgürlük kavramı tamamen anlamsızlaşır.
– O halde sen kendi tarifini açıkla bakalım..
– Eğer ortada benim üzerimde etkili olabilen bir “kamusal sınırlayıcı” yoksa ben özgürüm, varsa özgür değilim demektir.
– Kamusal sınırlayıcı ne demek?
– Ayıp, günah ve yasaklar. Üç ana türü var. Devletin koyduğu yasaklar, dinin koyduğu günahlar ve toplumun baskı gruplarının koyduğu töre, gelenek görenek, âdet, anane gibi şeyler. Bunlar tamamen senin benim özgürlüğümüzü kısıtlamak amacıyla var edilmiş, üzerimizdeki etkisi oranında bizi özgürsüz yapan, başkalarına kul köle eden şeyler. Kandırma, korkutma ve kışkırtma kültürünün amacı bu sınırlayıcılar üzerinden insanlar üzerinde bir otoriteyi tesis etmek.
– Böyle bir otorite olmazsa kaos ortaya çıkar ve tüm insanlar daha beter özgürsüz olmazlar mı?
– Olmazlar. İşte bu en büyük kandırmaca. Sana kamusal otoriteyi olmazsa olmaz göstermek için uydurulmuş kocaman bir yalan. Oysa kamusal otorite denilen şey doğadaki en gayritabii şeylerden biridir. Doğaya aykırı olduğu için de eğer sürekli bir kandırma, korkutma ve kışkırtma olmazsa ayakta durması tamamen imkansız hale gelir. Ormanda kamusal otorite yoktur. Her ağaç, her bitki, her hayvan kendi nam hesabına gereken kararları verir. Ormanın sağlığı bunu gerektirir.
– Özgürlük ve doğallıktan kasıt, hayvan gibi başı boş, her istediğini yapmak ve serbest yaşamak olmasa gerek.
– Sen ne kadar hayvan gibi olmak istemesen de hayatının fiziksel ve ruhsal temeli onlardan tümüyle farklı olamaz. Unutma ki özgür olmak her istediğini yapabilmek demek değildir. Kendi türünden yaratıklara hükmetmek isteyen, bunun için gerekli “güç ve şiddet kullanma tekelini” korumak isteyen organizasyonlar hayvanlar aleminde de var. Ama tümü istikrarsızdır. Çünkü hiçbir yalan, hiçbir kandırma, korkutma düzeni doğada sonsuza kadar baki olamaz.
Bir cangıl düşün. Önünde seni engelleyen hiçbir yasak, hiçbir kural, günah ve ayıp yok. Yapmak istediğin şeylerin önünde sayısız engeller olabilir ama bu engeller yine de seni özgürsüz yapmaz. Sen ormanda bir yılkı atı mı olmak istersin, ahırdaki beygir mi. İyi düşün. Orman tehlikelerle dolu. Aç açıkta kalabilirsin, vahşi hayvanlara yem olabilirsin. Oysa ahırdaki hayatın bir anlamda tamamen güvende. Hangisini seçersin?. Hayvan da olsan insan da. Özgürlüğü seçersin. Bu değişmez. Çünkü doğal, içgüdüsel olanı budur.
– Özgürlük her aklına geleni yapmak, diğer insanların hak ve hukuklarını ihlal etmek, değerlerini aşağılamak değildir. Şimdi bazı cahiller her türlü özgürlüğü medeniyet ve insan hakları olarak tanımlıyor. Her türlü çirkin işleri yapmayı hoşgörüyor, bunların topluma ve sosyal hayata vereceği zararları düşünmüyor. İnsan bir hayvan değildir ki kanunsuz, nizamsız, başı boş yaşasın. Hayvanlar dahi kendilerine tanınan haklar dairesinde yaşam sürmekteler. Mesela bir ayı genelde dağda yaşar ve şehire indiği çok nadir görülmüştür. Mesela bir kaplan ormanda yaşar ve kendine belirlediği bölgenin dışına çıkmaz. Bütün hayvanlar yaratılış fıtratına göre davranır ve bunun dışına çıkmazlar. Bir zebranın denizde yaşadığı görülmemiştir. Demekki hayvanların özgürlükleri de yaratılış fıtratları çerçevesindedir.
Şimdilerde nikahsız yaşamayı, İstediği, beğendiği kişi ile beraber olmayı, caddede sokakta hayasızca kucak kucağa oturmayı, öpüşmeyi, sevişmeyi özgürlük olarak tanımlayanlar var. Bunları hiç kuralsızca pekala hayvanlar da yapıyor. Acaba onlar gibi olmayı mı istiyorlar bu kişiler özgürlük diyerek.
– Topluma ve sosyal hayata verilebilecek en büyük zarar insanları doğal olmayan bir yaşam biçimine zorlamakla olur. İnsanlar fıtratına göre davranır, bunun dışına zinhar çıkamazlar. Bir insanın beğendiği kişi ile beraber olması, caddede sokakta kucak kucağa oturması, öpüşmesi, sevişmesi onun fıtratının gereğidir. En doğal halidir. Sen eğer böyle olmadığını düşünüyorsan bu vaktiyle sana hayasızca (edepsizce) yapılmış olan bir koşullandırmanın sonucu. Allahü teâlâ insana ilişkin tüm kuralları onun fıtratıyla (yaradılıştan gelen tabiatıyla) birlikte vermiş zaten. Bunu değiştirmeye kalkışmak tanrıya karşı gelmek olur.
– İnsanların manevi değerlerine özgürlük adı altında saldıranlar var. Bu yapılanlar insanlar arasında düşmanlık oluşturmaz mı ? kin ve nefret tohumları ekilmesine sebep olmaz mı ? Bazı özgürlükçüler, Allah ne diye namaz kıl, oruç tut, içki içme, zina etme gibi kurallar koymuş? Bu özgürlüğe, doğallığa aykırı değil mi? diyorlar. Allahü teâlânın kural koymadığı mahlukları da var. Mesela aslan, geyik dağda özgürce gezip dolaşırlar. Varsayalım küçük çocuğunuz, pis ve zararlı şeyleri yese, yeme o pistir, zararlıdır der misiniz? Ateşe uzansa, cızzz yakar o der misiniz? Yılana elini uzatsa, sakın dokunma sokar der misiniz? Kışın sokağa çıplak çıksa, üşürsün hırkanı giy de çık der misiniz? Derseniz, çocuk size baba benim özgürlüğüme karışma dese ne dersiniz? En azından ben babayım, çocuğumun iyiliğini düşünmem gerekir, onun için böyle söyledim dersiniz.
– Eğer Allah’a, inanmak diye birşey var ise mutlaka ona inanmamak da olmalıdır. Allaha inananların onun hangi kuralları koyduğuna dair inançları hep çeşit çeşit. Birisi diyor ki içeceksin, öbürü diyor zinhar içmeyeceksin. Bunlardan herhangi birini esas saydığında öbürü için kafir oluyorsun. Oysa eğer bunlardan birine inanmak doğal birşey ise, öbürüne inanmak, ya da hiçbirine inanmamak da “ayni derecede doğal” kabul edilmelidir. Kin ve nefret tohumları ekenler bunlardan birini esas kabul edip diğerlerini savaşılması gereken düşmanlar olarak görenler değil mi?. Allah bir resulünün(elçisinin) dediklerine inananları öbür resulüne inananlarla savaşsınlar diye mi yarattı?. Bu hangi akla sığar. Bir dine inanman tamamen senin nerede doğduğuna ve etrafındakilerin seni küçük yaştan itibaren nasıl koşullandırdıklarına bağlı. Eğer ötekilerin inançlarını (veya inanmayışlarını) küfür sayar isen işte o zaman kin ve nifak tohumları ekmiş, allaha ve kendine karşı gelmiş olursun.
Birşeye inanman (veya inanmaman) ve ona göre yaşaman senin en doğal hakkın. Bunu sonuna kadar da savunabilirsin. Diğer insanların da senin inandıklarına inanmalarını, onların da senin gibi yaşamalarını istemene de hak veriyorum. Ama işte senin tüm hakların buraya kadardır. Bundan sonrası yok. Yani zorlama yaparak bunu cebren gerçekleştirmeye kalktığın anda kendin bir günahkar olursun.
Küçük bir çocuğa kendi inançların doğrultusunda koşullandırma yaparsan gerçek bir günah işlemiş olursun. Henüz reşit (ehl-i fiili kavli vukuf) olmayan bir sübyana uygulamalı seks eğitimi vermek ne kadar günah ise din eğitimi vermek de en az o kadar günah kabul edilmelidir. Çünkü o henüz bir inanç seçmeye ehil değil. Ona aşılayacağın manevi değerler onun hayatını tümden değiştirecek. Senin mutlak doğru olarak bildiğin şeylerden bazıları belki de pek o kadar doğru değildir. Senin “pis zararlı, sakın yeme” dediğin şeyler belki de ona faydalı olacaktır. Sakın dokunma sokar dediğin o yılan belki ona şifa dağıtacak olan asıl iksirin de sahibidir. Kendi inançlarının doğruluğundan nasıl bu kadar emin olabilirsin? Çocuğunun iyiliği diye onu iteklediğin yer meğer bir gayya kuyusu olamaz mı?. Ötekilerin inançları hepten yanlış ise eğer seninkiler neden hep doğru olsun ki?.
– Bu kâinat ve içindekiler başı boş değildir. Hepsinin bir sahibi vardır. Siz nasıl çocuğunuza zarar gelmesini istemiyorsanız, her şeyin sahibi olan Allahü teâlâ da, kendi mülkü olan insana, o kişinin faydası için bazı emir ve yasaklar bildirmiştir. Evinizdeki eşyalar nasıl sahipsiz değilse, bu kâinat da sahipsiz değildir. Bütün insanları Allah yoktan yarattı. Yani bütün insanlar, Allah’ın kulu, kölesidir. Efendimiz Allah’tır. Hepimiz köleyiz. Köle köleliğini bilmeli, efendisi ne emrediyorsa onu yapmalıdır. Bu efendi, kölelik sistemindeki efendiden çok farklıdır. Bizi dünyaya getiren akıl veren; can veren, el kol, bacak, göz gibi organlar veren, rızık veren bir efendidir. Üstelik diğer köleler gibi kaçıp kurtulma imkanımız da yok. (Sözümü dinlersen ebedi olarak Cennet denilen bir yerde seni ağırlarım, sözümü dinlemezsen, ebedi olarak Cehennem denilen yerde sana azap ederim) diyor. Bunları da yapabilecek kuvvettedir.
– Şimdi bu söylediklerinin hepsinin “inanç” dünyasıyla ilgili şeyler olduğunu biliyorsun değil mi?. Eğer inanıyorsan senin için bunların hepsi vardır. Sual olunamaz gerçeklerdir. Hepsi aynen sana anlatılan ve senin de oradan bildiğin şekilde olmuşlardır. Hiçbirini tartışamayız.
Ama eğer sen başka bir coğrafyada doğmuş olsa idin, ve sana bunları anlatanlar başkaları olsa idi senin inanacağın gerçekler de bundan çok daha farklı olacaktı. Eğer sen bundan beşyüz yıl kadar önce avrupa’da doğmuş birisi olsa idin mesela, dünyanın tepsi gibi dümdüz olduğuna inanacak, ve dünyanın yuvarlak olduğunu iddia edenlerin katli vacip kafirler olduğunu düşünecektin. Çünkü din adamlarının yazdıkları kutsal kitaplarda (tanrı adına) böyle iddia edilmekte idi. Tanrı adına birilerinin cadı olduğunu belirleyip ateşte yakılmasına karar verebilen özel uzmanlıklara sahip rahiplerin idaresindeki engizisyon mahkemeleri 1200 yıl kadar hüküm sürdü. Bu mahkemeler (tanrı adına) yaklaşık 75 milyon kişiyi, işkenceyle katlettiler. Hepsi de tek tanrının varlığına inanan ama farklı dinlerden olan milyonlarca insan sürekli birbirleriyle savaştılar. Dünya onlarca yüzyıl insanların sürekli tanrı adına birbirini öldürdüğü bir cehennem oldu.
Eğer bundan birkaç bin yıl önce önce doğmuş olsa idin senin birçok tanrın birden olacaktı. Rüzgar için, güneş için, su için, ateş için, savaş için farklı farklı tanrılara ve kutsallıklara inanacaktın. Her biri için ayrı ayrı görevlerin ve ibadetlerin olacaktı.
Eğer bundan beş on bin yıl kadar önce doğmuş olsa idin hiçbir tanrın olmayacaktı. Çünkü daha hiçbir nebi doğmamış ve henüz hiçbir ölümlünün aklına tanrı diye bir kavram düşürülmemiş olacaktı.
30 bin yıl önce doğsa idin eğer, daha henüz hiçbir din ve devlet kurulmuş olmamakla beraber dünyada araştırıcı, yaratıcı bazı insanların olduğunu, ve bunların yaşam için bazı kolaylıklar, eşyalar ve sanatsal objeler geliştirdiklerini görecektin.
Bundan 3.600.000 yıl önce doğsa idin sen, henüz insan diyebileceğimiz bir yaşam formuna ancak yaklaşmış bir yaratık (hominid) olabilecektin. Ataların insan diyebileceğimiz özelliklere sahip yaratıklar olmayacaktı.
64 milyon yıl önce ise yeryüzünde var olan sayısız canlı türü arasında henüz insanı veya maymunu andıran hiçbir yaşam formu daha doğmamış, ama dinozorlar doğa üzerindeki onca uzun hakimiyet ve saltanat dönemlerinin ardından dünyadan çoktan göçüp gitmişler, son dinozor dahi ölmüş ve artık nesilleri tükenmiş olacaktı. Dinozorların 150 milyon yıldan fazla dünyaya hakim olduklarını unutma. İnsanlar ise daha ancak üçbuçuk milyon yıldır varlar.
Bundan 230 milyon yıl önce ise daha henüz hiçbir dinazor dahi doğmamış olacaktı. Ama dünya ondan milyarlarca yıl önce bile canlılarla dolu idi. Kainatın içinde ancak bir zerre kadar bile yer tutmayan şu yeryüzünde yaşam bundan 4 milyar yıl kadar önce başladı. Ama dünya ondan çok önce de vardı. Ve kainat.. henüz dünya yaratılmadan çok önceleri de vardı. Tüm özgürlüklerle birlikte…