Petrole dayalı dönem biter mi? -2-

Gelecek De Gelecek | | Ekim 21, 2012 at 3:18 pm

Denizlerde ve nehirlerdeki su akıntılarından enerji elde eden santrallar da son dönemde yaygınlaşmaya başladı. Bunların barajlara kurulan hidroelektrik santrallerinden en büyük farkı ekolojik etkisinin çok daha sınırlı olması

Atmosfere verilen gazların sera etkisi yaratması sonucunda, dünya atmosfer ve okyanuslarının ortalama sıcaklıklarında belirlenen artışı ifade eden “küresel ısınma” esas olarak atmosferdeki karbondioksit oranının artmasına bağlanmaktadır. Her ne kadar atmosferdeki karbondioksit, yeşil bitkilerin fotosentez yapması, ve karbondioksitin litosfer yüzeyinde suda çözünmesiyle, (doğal yollardan ve kendiliğinden) bir miktar atmosferden çekilmekte ise de, bu mekanizmaların kapasitesinin üzerindeki bir karbondioksit salınımı, halen gezegen üzerindeki sera etkisi tehlikesinin baş sorumlusu konumunda. Biz enerji ihtiyacımızı kömür, petrol ve doğalgaz gibi fosilleri yakarak giderdikçe atmosfere saldığımız karbondioksit miktarı doğal olarak artmaktadır. Önümüzdeki 50 yıl içinde dünya nüfusunun iki, enerji ihtiyacının ise sekiz katına çıkacağı hesaplanıyor. Eğer gelecekte enerji tüketimimiz böyle bir hızla artarak sürecek ise bu sorun nasıl çözülebilir?

FİZYON ATOM SANTRALLERİ
Bilinen alternatif enerji kaynaklarından en eskisi nükleer (fizyon) enerjisi. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansının verilerine göre, dünyada halen 30 ülkede 438 nükleer (fizyon) santrali faal durumda. Bu santralar o ülkelerin ürettiği enerjinin %17,7’sini sağlıyor. Kurulu gücü 371.562 gigawatt (GW). Nükleer santrallerin 272 tanesi G-7 (sanayileşmiş 7) ülkelerinde bulunuyor. G-7 ülkelerden İtalya’da nükleer santral bulunmaz iken, Fransa’da 59, Almanya’da 17, Japonya’da 55, ABD’de 104, İngiltere’de 19 ve Kanada’da 18 santral var. Fransa, ürettiği enerjinin 76,18’ini nükleer enerjiden elde ederken, ikinci sırada yüzde 72,89’luk pay ile Litvanya izliyor. Halen yeni kurulmakta olan santraller de var. Öte yandan nükleer atıklar ve kazalarla ilgili riskler nedeniyle çoğu ülke bu enerji teknolojisinden soğumuş durumda. Uzun süreden beri bu enerjiden yararlanmakta olan Almanya ve Japonya gibi ülkeler bile yeni santral kurmamak, mevcutları da belirli bir süre içinde tasfiye etme kararı aldılar. Çevreye yaratabileceği zarar ve risklerin getirisinden daha fazla olduğu değerlendiriliyor.

FÜZYON ATOM SANTRALLERİ
Atom çekirdeğinin parçalanması değil de birleşmesine(füzyon-kaynaştırma) dayalı alternatif bir teknoloji olan “nükleer füzyon” enerjisinin ise önü açık. Halen bu konuda çok ümit vadeden sonuçlar alınmış durumda. Gelecekte en önemli bir enerji alternatifi olarak fosil yakıtların yerini alabileceği konuşuluyor.

ABD, Çin, AB, Hİndistan, Japonya, Kore ve Rusya'nın birlikte 10 milyar euro masrafla ürettiği ITER santralı dünyanın ilk füzyon enerjili atom santralı olacak. Ağırlığı Eyfel kulesinin üç katından fazla (23bin ton), metal santral 19 katlı ve 60 futbol sahası alana inşa ediliyor. 500 megavatt üretecek.


Helyum-3 izotopu füzyon enerjisi bakımından bilinen en cazip madde. Dünyada sadece birkaç kilo bulunduğu, bunun çoğunun da nükleer silahların muhafaza edilmesi sırasında elde edildiği, oysa dünya’nın uydusu Ay’daki helyum 3 gazı miktarının çok fazla (bir milyon ton kadar) olduğu ve bu miktarın dünya’nın tüm enerji ihtiyacını birkaç bin yıl karşılayabileceği hesaplanıyor. Sadece bir uzay gemisiyle getirilecek 25 ton gaz, ABD’nin bir yıllık enerji ihtiyacını karşılamak için yeterli. Bugünkü petrol fiyatlarına göre ise, bir ton helyum 3 gazının değeri 2,4 katrilyon liradan fazla.
Öte yandan helyum 3 gazının Ay’dan çıkarılması hiç de kolay değil. Yaklaşık 70 ton helyum 3 gazını çıkarmak için, 1 milyon ton Ay taşının 800 derecede yakılması gerekiyor. Dünyaya getirildiğinde ise Helyum’daki bu enerjinin açığa çıkarılması için çekirdek füzyonu gerekli. Fizikçiler, uzun zamandır, özel reaktörlerde, ağır hidrojen olarak da bilinen döteryum ile trityum gibi yanıcı nükleer maddeleri, yüksek ısıda birleştirmeye çalışıyorlar. Günün birinde kontrollü çekirdek füzyonu başarılı sonuç verirse, helyum 3 ile döteryum benzer termonükleer reaktörlerde birleştirilebilecek.
Dünya’nın enerji ihtiyacının “çevreyi kirletmeden” hem de çok uzun süreli olarak karşılanması için akla ilk gelen alternatif füzyon enerjisi ise de daha onlarca çılgın alternatif üzerinde insanlar halen kafa yormakta.

YENİLENEBİLİR / ALTERNATİF ENERJİ KAYNAKLARI
Arzın merkezinde yeralan “magma” daki enerjiden yararlanmak, güneşin enerjisini uzayda toplayıp dünyaya yansıtacak uydu santralar kurmak gibi konularda halen yürütülen birçok araştırma ve proje bulunuyor.

Daha bilindik, elle tutulur teknolojilerle geliştirilen çeşitli uygulama projeleri var. Bunlar halen ticari olarak kullanılıyor ve ağırlıklı olarak güneş, rüzgar, biyokütle, jeotermal, hidroelektrik ve hidrojen gibi “yenilenebilir enerji” dediğimiz teknoloji gruplarının altında toplanıyor.

Havadaki karbondioksiti toplayıp petrole dönüştüren bir tesis prototip olarak halen çalışır durumda

Air Fuel Synthesis isimli bir İngiliz şirketi karbondioksit, su buharı ve elektrik kullanarak petrol üretmeyi başardı. Şirket günde bir ton petrol üretecek ticari bir rafineriyi de iki yıl içinde kurup faaliyete geçirmeyi planlıyor.

Diyeceksiniz ki elektrik kullanarak petrol elde etmenin avantajı nerede?. Elektrik enerjisinin nakliyesi ve depolaması hala çok verimsiz. Üretilmeye başlanan elektrikli araçlar için kullanılan aküler çok ağır, kısa ömürlü ve çok kayıplı çalışıyor. Fotovoltaik güneş enerji panellerinin üreteceği enerjiyi hemen yerinde bir sıvı yakıta dönüştürmek çok yararlı bir çözüm olacak. Bu teknoloji ilerde geliştiğinde petrolle çalışan tüm araçların üstü fotovoltaik güneş panelleriyle kaplanabilir. Çünkü araçlar yürürken sarfettikleri petrolü park halindeyken (aracın üstündeki güneş panellerinin topladığı enerji ile) yeniden üreterek deposuna doldurabilir. Üstelik net CO2 salınımı da sıfır olur. Daha ne olsun?. Güneş enerjisi ve karbondioksiti toplayıp petrole dönüştürmekten daha cazip ne olabilir?.

Tabii hidrojen. Hidrojen yakıt hücresi teknolojisi daha da cazip. Elektrik enerjisini suyu ayrıştırıp hidrojen gazına dönüştürmekte kullanan bir jeneratör teknolojisi var. Hidrojen gazını yaktığınızda atık madde olarak sadece su(buharı) çıkıyor. Petrole göre enerjisi çok daha yüksek ve verimli. Honda FCX Clarity “Fuel Cell Electric Vehicle” tam olarak bunu yapan bir prototip. Eğer güneşli bir ülkede yaşıyorsanız ve 20-30 metrekare bir güneş gören çatıya sahip iseniz. Tüm ulaşım, ısınma ve elektrik giderleriniz bu teknoloji sayesinde sıfır olabilir. Bireysel olarak kendi enerjinizi üretebildiğinizde merkezi sistemin yarattığı tüm sorunlardan da kurtulabilirsiniz.

Alternatif enerjiler ile ilgili yapılan araştırmaların bazıları size çok radikal gelebilir. Ama bence en radikal (ve en komik) olanı kuşkusuz bir Türk icadı olarak tarihe geçmiştir. Bunun yukarıda anlatılanlardan en önemli farkı bu icadın bilime (enerjinin yoktan var edilemeyeceğini savunan termodinamiğin birinci kanununa) temelden aykırı oluşuna ve ortaya çalışan hiçbir ürün koyulmamasına rağmen devletimizin en üst noktalarında görev yapmış bürokratların enerji vizyonuyla örtüşmesi ve üstelik “bilimsel düşüncenin gücü” mottosuyla onların itimat ve teveccühünü kazanmasıdır.

ÇAĞIN BULUŞU – BİLİMSEL DÜŞÜNCENİN GÜCÜ
Erke Araştırmaları ve Mühendislik A.Ş. isimli şirketin 21 Kasım 2006 tarihinde düzenlediği bir basın toplantısıyla geliştirdiğini duyurduğu bu yeni “devridaim” makinesinin ismi Erke Dönergeci idi.

Firma’nın Bilimsel Düşüncenin Gücü “çağın buluşu” adı altında kamuoyuna büyük bir kampanyayla duyurduğu Erke Dönergeci “çevreye zarar vermeyen, istenilen güç ve sürati sağlayabilen, doğrudan hareketin elde edilebildiği, yakıt gerektirmeyen bir kuvvet makinesi” olarak tarif edilmekte, maddenin eylemsizlik özelliğinden faydalandığı belirtilmekteydi. Bu buluşun istenen yerde istenen miktarda elektrik üretme yeteneği bulunduğu, tüm taşıtlarda kullanılabileceği açıklandı.

Basın toplantısında bu icatla ilgili girişimin önde gelen yatırımcı yönetici ve ortakları olarak bilim adamları ve mühendisler değil emekli orgeneral ve yüksek yargı mensubu bürokratlar bulunmaktaydı. Firma, “güvenlik” sebebiyle ayrıntılı teknik açıklama yapmayı reddetti. 2007’de makinenin seri üretimine geçileceği belirtildi. 7 Aralık 2006 tarihinde düzenlenen ikinci basın toplantısında da Erke’nin bilimsel araştırmalar yapan ticari bir kuruluş olduğunun altı çizilerek, yurt içi ve yurt dışındaki hiçbir siyasi parti, siyasi oluşum, siyasi hareket, dernek, vakıf, cemaat, tarikat, finansal kuruluş vb. ile ilgisi bulunmadığı kaydedilerek “Yakıt gerektirmeyen elektrik üreteci, 2007 yılında halkımızın kullanımına sunulacaktır” denildi. Daha sonra, 12.12.2007 tarihi geldiğinde web sitelerinde yayınlanan basın açıklamalarında, verilen tarihe uyulmayabileceği, gecikme yaşanabileceği ifade edildi. Erke Araştırmaları ve Mühendislik Anonim Şirketi, aygıta ilişkin ilk patent başvurusunu, Türk Patent Enstitüsü’ne, 10 Ekim 2008 tarihinde gerçekleştirmiş, patent isteğini 28.09.2010 tarihinde “Başvurunun Geri Çekme Talebi” ile sonlandırdı. Aslında, bu dönergeç hakkındaki bilgilerimiz yakın tarihimizden “Con Ahmet’in Devridaim Makinesi” adıyla bildiğimiz icattan hiç farklı değil.

Con Ahmet’in “Devr-i Daim'” makinesini de hemen aynı dönemde bir başkası daha düşünmüş. Ancak bu şahıs Ahmet gibi sadece söylemekle kalmayıp olayı bilimsel bir söyleme de dönüştürmüş. “Kendi gücü ile çalışan makinenin mucidi Mehmet Doğruluk” olarak kendisini tanıtan ilkokul mezunu bir fırıncı, hazırladığı şekilleri, projeleri uzun bir süre tanıtmaya başlamış. Yüksek meblağda para harcayarak ciddi bir tanıtım işine giren, sergiler açan Doğruluk, projesini ulaşabildiği bilim adamlarına sunmaktan da geri kalmamış. “BİLİM’DE İHTİLAL: denge-basınç-hareket ve yerçekiminde çözülmeler.” isimli bir kitabı da 1973’te basan Mehmet Doğruluk, kitabın kapağında çalışmasını anlatırken çok iddialı: “Fizik biliminin ‘imkânsız’ gördüğü, tüketime giren enerjilerin hiçbirini harcamadan kendi gücüyle çalışan makinenin ‘sırrı’ çözülmüştür.” Doğruluk, kitabın yazarı kısmına şu garip notu düşüyor: “Yazan: Unutulan bir insan; kendi gücüyle çalışan makinenin mucidi Mehmet Doğruluk.” Mehmet Doğruluk, kendi gücüyle enerji üreten “Devr-i Daim” icadını 1934 yılında planladığını, projelendirdiğini ancak tam 36 yıl daha üzerinde çalıştıktan sonra “müthiş icadı” bütün çıplaklığıyla gözler önüne serdiğini aktarıyor. Bu durumda “Dönergeç”in babası sayılacak olan Mehmet Doğruluk, “Fizik kanunları yoktur, fizik kuralları vardır” diyerek buluşunun termodinamiğe aykırı olmadığını izah ediyor.

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.