Üçüncü Döviz Savaşı (2010 – ) Bölüm-3
Para, Devletler ve Biz | James Rickards | Ekim 31, 2012 at 7:11 pmAVRASYA CEPHESİ
Euro ile dolar arasındaki ilişki eğer karşılıklı bir marazi duygusal bağımlılık ise, euro ile yuan arasındaki ilişki sadece “bağımlılık” olarak tanımlanabilir. Çin halen hızla Avrupa’nın Yunanistan, Portekiz ve İspanya gibi çevre ekonomilerinin potansiyel kurtarıcısı bir konumda karşımıza çıkmaktadır. Avrupa’nın devlet borçları krizinin ortasında Çin gönüllü olarak bazı ülke devlet tahvillerini satın almaya başladı.. Ancak, Çin’in Avrupa ve euro ile ilgili niyetleri kendi menfaatlerinin gereği ve soğuk kanlı bir hesaplılığın sonucudur.
Çin’in kuvvetli euro’da hayati çıkarı var. Çin’in en AB ile ticareti ABD’den de daha fazla olup, halen en büyük ticari ortağı konumundadır. Eğer Avrupa’daki karışıklık Yunanistan veya İrlanda gibi ülkelerin euro’dan çıkması ve yuan’a göre çok daha devalüe olmuş şekildeki eski paralarına dönmesi sonucunu verirse o zaman Çin’in avrupa’nın bazı kısımlarına olan ihracatı bundan büyük zarar görecektir. O nedenle, Çin’in euro’yu desteklemekteki, çıkarı en az yuan kurunu dolara karşı düşük tutmaktaki çıkarı kadar hatta daha fazladır.
Çin’in Avrupa ile ilgili diğer yönelimleri de rezervlerindeki euro payını arttıracak şekilde çeşitlendirmek, devlet tahvilleri satın alarak Avrupa ülkeleri arasında saygı ve dostluklar kazanmak, ve ona bağlı olarak bazı karşılık imtiyazlar da edinmek. Bunlar çok farklı şekillerde olabilmektedir. Örneğin liman ve enerji santraları gibi bazı hassas altyapılar için doğrudan dış yatırım imtiyazları edinmek. Avrupanın bazı hassas ileri teknoloji ürünlerine ulaşmak ve normalde sadece NATO ülkelerinin ve İsrail gibi dost ülkelerin edinebildiği ileri silah sistemlerini satın alabilmek. Almanya ve Çin ihracat işleri konularında birbirlerine şiddetli rakip olmalarına rağmen, aslında Çin’in euro’yu desteklemekteki çıkarları Almanya’dan çok farklı değil.
Avrupa’nın çevre ülkelerine ait devlet tahvillerini satın almakla Çin Avrupa’daki kurtarma çalışmalarının külfetini taşımakta Almanya’ya yardım etmektedir. Euro’nun düze çıkmasına yardım etmekle Çin Almanya’nın aksi halde karşılaşabileceği kendi banka iflasları da dahil olası büyük kayıplar ve katastrofik zararlardan kaçınmasına yardım etmektedir. Bu Çin için hiç kaybı olmayan bir durum, ve bu sayede ABD ile cepheden vereceği mücadele sırasında kendi Avrasya yamacını güvence altına almak anlamına da gelmektedir. Döviz savaşlarında Çin’in ana cephesi ABD dir, ve şu ana kadar da Avrasya cephesindeki herhangi bir alevlenmeden kaçınabilmiş durumdadır. Bu hem avrupa’nın zayıflığına hem de Çin’in bu durumu yönetmekteki kurnazlık ve ustalığına verilebilir.
Euro ABD tarafından desteklenmektedir. Çin ile ayni nedenlerden dolayı. Euro’da yıkıcı bir çöküş olması dolara göre değerini düşüreceğinden ABD ihraç mallarını ve Orta Doğu, Latin Amerika ve Güney Asya’daki pozisyonlarını çökertebilir. Çin ve ABD Euro’nun sadece hayatta kalmasını değil kendi ihracatlarını desteklemesi bakımından dolar ve yuan’a göre güç kazanmasını da istemektedirler. Avrupa, Çin ve ABD’nin çok farklı güdüleri ve başka alanlarda yer yer düşmanca rekabetçi konumları bulunmasına karşın euro’nun çökmesini önleme konusundaki gayretleri müşterektir.
Bu amaç müşterekliği sayesinde, mevcut kemer sıkma planları, devlet tahvili yeniden yapılandırmaları gibi tüm istenmeyen durumlara rağmen muhtemelen euro bugünkü kriz ortamından çıkacak ve görünebilir bir gelecekte varlığını önemli hasar görmeden sürdürmeye devam edecektir.
Bu dengeleme faaliyetlerinin ve Çin’in Avrupa’daki sevimlilik hamlesinin sürdürülebilirliğini bilmiyoruz. Eğer euro günün birinde sahiden çökerse Çin hem Avrupa’daki devlet tahvillerinden, hem de yuan’ın değer artışı nedeniyle yaşayacağı ihracat kayıplarından büyük zarara uğrayacaktır. Çin’in Avrupa ile çeşitli başka konularda karşı karşıya gelmesi de söz konusu olabilir. Ancak, şimdilik Çin’in batı cephesi sakin görünmektedir.
KÜRESEL ÇATIŞMALAR
Üçüncü Döviz Savaşının üç büyük cephesi yani Pasifik (dolar – yuan), Atlantik (euro – dolar), ve Avrasya (euro – yuan), dışında çok sayıda başka cephe de mevcut. Döviz savaşındaki bu çevre aksiyonlarından en önemlisi Brezilya’daki döviz savaşı.
1994 yılına kadar Brezilya kendi parasını ABD dolarına bağlı tutmakta idi. Ancak 1994 aralığında Meksika’daki “Tekila Krizi” olarak adlandırılan olayın bulaşıcı etkisi sonucu üzerindeki baskı arttı ve Brezilya kendi parası Real’i korumaya geçti. Sonunda bir “Real Planı” ortaya çıktı. Bununla Brezilya real’in değerini 1995 ila 1997 yılları arasında yönetilen bir dizi devalüasyon sonunda yaklaşık %30 indirdi.
Real’in değerini dolar karşısında daha sürdürülebilir bir değere indirme başarısını göstermesinin ardından Brezilya bir başka bulaşıcı etkinin kurbanı oldu. Bu defa kriz Latin Amerika değil Doğu Asya kaynaklı idi. Yeni finans krizi 1997 yılında başlayıp Tayland’dan Endonezya, Güney Kore, ve Rusya’ya doğru ilerledikten sonra Brezilya’da park etti. O sırada FED hummalı bir şekilde ABD faiz hadlerini düşürerek küresel çaptaki dolar ihtiyacını karşılamaya çalışırken, IMF de Brezilya’da acil durum fonları ile parasal bir güvenlik duvarı kurmuştu. Parasal fırtınanın ardından Brezilya IMF’in teşvikiyle Real’i dalgalanmaya bıraktı ve sermaye hesaplarına serbesti getirdi. Yine de ödemeler dengesi krizlerine düşüp 2002 yılında tekrar IMF’den yardım istedi.
2002 yılındaki seçimlerde Lula (Luiz Inacio Lula de Silva) nın başkanlığı kazanmasının ardından Brezilya’nın ekonomisi olumlu yönde kesin bir dönemeç kazandı. 2003 yılından 2010 yılına kadar onun zamanında Brezilya’nın hem doğal zenginliklerini ihraç kapasitesi ve hem de teknoloji ve üretim bazı çok büyük gelişme kaydetti. Brezilya’nın Embraer uçakları dünya çapında oldu ve ülkeyi dünyanın üçüncü en büyük uçak üreticisi haline getirdi. Çok büyük iç pazarı da özellikle 2008 paniğinden sonra yüksek verim arayan küresel sermayenin cazibe alanına girdi.
2009 ile 2010 yıllları içinde real kuru dolara göre 2.4’den 1.69’a yükseldi. İki yıl içinde real’in dolara göre %40 yükselmesi Brezilya’nın ihracat sektörü için çok ızdıraplı oldu. Ayni dönemde ABD ile olan ticareti 15 milyar dolar fazla’dan 6 milyar açığa dönüştü. Bu duruma dayanarak Brezilya’nın maliye bakanı 2010 eylül’ünde küresel bir döviz savaşının başladığını duyurdu.
Yuan – Dolar kurunun sabit olması dolayısıyla real’in dolara göre %40 değerlenmesi real’in yuan’a göre de ayni oranda değerlenmesi demekti. Dolayısıyla Brezilya’nın ekonomisi sadece yüksek teknolojili ABD ürünlerinden değil ayni zamanda düşük teknolojili Çin ürünlerinden de darbe yemekte idi. Brezilya merkez bankası yerel bankaların dolar munzam karşılıklarını yükselterek ve diğer sermaye ve parasal önlemlerle bu duruma karşı durmaya çalıştı.
2010 yılında Lula’nın yerine geçen başkan Dilma Rousseff G20 ve IMF’ye çağrıda bulunarak (ABD ve Çin’i kasdederek) döviz manipülatörü olan ülkelerin kontrol altına alınmasını sağlayacak önlemler istedi. Bu çağrı kısa vadede real’in yükselişini engellemeye katkıda bulunur görünse de bir başka problem olan enflasyon’un artışına yol açtı. Bu defa Brezilya ABD’den enflasyon ithal etmeye başlamıştı.
Brezilya şimdi Çin’ile ayni ikilemi yaşamaya başlamıştı. Enflasyon mu, revalüasyon mu?. ABD dolar basarken bir başka ülke parasını onunkine sabitlemeye çalıştığında ülkeye enflasyon ithal ediliyordu. Bunun sonucu olarak yüksek getiri arayan yatırımcıların parası (sıcak para) ABD’den Brezilya’ya aktı. Bu sonunda öyle bir noktaya geldi ki Nomura global ekonomi araştırma raporu 2011 başında Brezilya ekonomisini “döviz savaşlarının en fazla kaybedeni” olarak tanımladı. Real’in kıymetlenişi noktasında bu tespit doğruydu. WallStreet Journal analizine göre 2011 nisan’ına gelindiğinde Brezilya “döviz savaşında beyaz bayrak sallamaya” başlamıştı. Yabancı yatırımları vergilendirme, döviz kontrolları gibi birçok karşı önlemin ardından real’in değeri durdurulamayınca daha yüksek bir değere çıkmasına razı olunmuştu.
Çin’in sahip olduğu gibi rezervler ve ticaret fazlaları olmayan Brezilya parasının değerini sabit tutmak için ülkeye gelen tüm dolarları satın almak imkanına sahip değildi. ABD ve Avrupa gibi ama farklı nedenlerden Brezilya da ayni dertten muzdarip idi ve döviz savaşlarında çözümü G20 de görmekteydi.
Brezilya coğrafi, demografik ve ekonomik boyutları nedeniyle çok önemli bir vakadır. Ama dolar, euro ve yuan arasındaki döviz savaşlarında iki ateş arasında kalıp hasar gören tek ülke de değildir. Sıcak parayı kontrol etmek üzere sermaye akışlarını (özellikle dolar akışını) kontrol altına alan veya almayı düşünen ülkeler arasında Hindistan, Endonezya, Güney Kore, Malezya, Singapur, Güney Afrika, Tayvan ve Tayland da bulunmaktadır. Hepsinin ortak endişesi FED’in kolay para siyaseti nedeniyle paralarının değerinin yükselmesi ve ihracatlarının bundan zarar görmesidir.
Sermaye akışlarının kontrolunda uygulanan yöntemler merkez bankasına ve onları empoze eden maliye bakanlarına göre çeşitlilik arzetmektedir. 2010 yılında Endonezya ve Tayvan kısa vadeli yatırım kağıtlarını yasakladı. Bu şekilde sıcak para yatırımcıları daha uzun vadelere yönelmek zorunda bırakılmaktaydı. Güney Kore ve Tayland ise hükümet borçlarına yapılan yatırımların faizine vergi getirerek bu tür yatırım yapılmasını ve bunun yüzündenparanın değerini yükseltecek baskıyı azaltmaya çalıştı. Tayland’ın durumu ironiktir, çünkü Tayland 1997 – 1998 finans paniğinin başladığı ülkedir. O sırada yatırımcılar (şimdikinin tersine) paralarını dövize çevirip ülke dışına çıkarmaya çalışırken yetkililer de ülke parasını ayakta tutmaya çalışmakta idiler. Son on yıl içinde gelişmiş ülkeler sermaye piyasalarından gelişmekte olan ülkeler sermaye piyasalarına doğru olan mali güç akışını gösteren an açık örnek Tayland’dır.
Parasının değerini dolara göre sabit tutmaya çalışan çoğu Asyalı bu çevre ülkelerden hiçbiri yaygın kabul gören bir rezerv para dövizin sahibi değiller. Üstelik hiçbiri doğrudan piyasalara müdahale ederek bir döviz savaşını yürütmeye yeterli ABD, Çin ve Eurozon gibi bir konuma da sahip değiller. Bu ülkelerin de Üçüncü Döviz Savaşının yarattığı gerilimleri çözümlemek üzere çok taraflı bir foruma ihtiyaçları var. IMF geleneksel olarak bu anlamda bir forum sağlamış olmakla beraber G20 üyesi olsun olmasın dünyadaki ticareti sürekli artan tüm ülkeler bu döviz savaşının tırmanarak kendilerine ve tüm ülkelere telafisi mümkün olmayan zararlar vermesinin önüne geçilmesi için gerekli yönlendirme ve yeni kurallar belirlenmesi bakımından G20 ye bakmakta ve inisiyatifi artık ondan beklemektedirler.