Amerika, Amerika; Türkler Beraberdir Seninle

Zeitgeist / Denemeler | | Kasım 30, 2012 at 5:24 pm

Daha henüz okula başlamamıştım 1954 yılında Izmir’de beni Fuar’a götürdüklerinde. Ama fuardan eve daha önce hiç görmediğim türde bir plakla döndük. Bu plak Amerikan pavyonuna gelen tüm ziyaretçilere birer adet bedava verilmekte idi, ve bizim eve benim elimde gelmişti.. 78 devirli bu plak daha sonra uzun süre evimizde durduğu için çok iyi hatırlıyorum. Plak 78 devirli taş plaklar gibiydi ama taş değil kartondandı. Yani düşürüp kırmak ihtimali yoktu.. Kıvrılabilen çok yeni bir teknoloji ile üretilmişti.

Ortadan ikiye bir çizgiyle ayrılmıştı ve çizginin altında ve üstünde birbirine ters yerleştirilmiş şekilde camileriyle istanbul fotoğrafı ve uzun gökdelenleriyle NewYork fotoğrafları yer alıyordu. Söz ve müzik “Celal İnce” tarafından yapılmıştı.
1950 yılında başlayıp Çin destekli Kuzey ile ABD ve Birleşmiş Milletler destekli Güney Kore arasında 3 yıl süren savaşa biz de asker göndermiştik. ABD fuarında bu plağın bedava dağıtıldığı 1954 yılı itibariyle bu savaş henüz yeni bitmiş, Türk askerleri geri dönmüş durumdaydı.

Bir ankete göre ABD ülkemizde %69 ile “en fazla nefret edilen ülke” konumunda çıkmış. Bu aynı zamanda tüm dünyada ABD’den en fazla nefret edilme rekoru oluyor. Yani dünyada bizden daha fazla ABD’den nefret eden bir başka ülke vatandaşı yok.

Şimdi düşünüyorum da, ben bu amerikalıların bize yaptıkları hiçbir kötülüğü hatırlayamıyorum. Hafızam mı beni yanıltıyor??, …Yoksa nefret etmemizin esas sebebi bize bugüne kadar hiçbir kötülük yapmamış olmaları olabilir mi?
Ankete göre biz hangi ülkeyi mi seviyoruz??. Japonyayı en çok. Peki Japonlar en çok hangi milleti seviyor ?..

“””ABD’yi”””

Şaşırdınız değil mi?. Hani ülkelerine atom bombası atan Samurayları, Kamikazeleri, Şogun’larının hepsini emekliye ayıran, tüm kalelerini, tüm tersanelerini fethedip teslim olmaya ve İmparatorlarını “”güneşin oğlu olmadığını”” açıklamaya zorlayan Amerikalıları en çok seviyorlar…

Amerikalılar Japonlara kötülük mü yaptılar?. Eğer yaptılarsa yeryüzünde hiçbir kötülük yoktur ki ucundan bize de bir zararı dokunmasın, ve de hiçbir iyilik yoktur ki ucundan bize yararı dokunmasın. Şu dünyadaki yedi milyar insan sürekli bir etkileşim içinde yaşayıp gitmekte değil miyiz?. Birisi Çin’de insanların dinleyip eğlendikleri bir şey yapsa, yaratsa ortaya çıkarsa o önünde sonunda o buraya da gelip bizi de eğlendirecek değil midir?.

Amerikalılar tarafından Nagazaki ve Hiroşima’ya atom bombası atılmasının Japonlara net olarak bir zararı dokunduğuna inanıyorsak eğer, bu zarar mutlaka bize de olmuştur. Japon insanına zarar veren şey bize zarar vermemiştir diyemeyiz asla.

Bomba yüzünden olan doğrudan kayıpların dışında 1945 yılı sonuna kadar radyasyon zehirlenmesi sonucu olduğu tahmin edilen 60,000 kadar daha ölüm gerçekleşmiş. Ve.. toplam ölüm sayısı 140bin'e ulaşmış. Uzun vadeli radyasyon etkisini de hesaplarsanız zarar görenlerin toplam sayısı bunun iki katını bulabilir. Şimdi siz bu sayının çok fazla olduğunu düşünebilirsiniz. Ama bir de bu sayıyı 'eğer bomba hiç atılmasaydı' ve savaş aynen sürüp gitseydi gerçekleşebilecek olan ölüm sayısı ile karşılaştırın lütfen


Önemli olan esas kötülüğün ne olduğunu ve nasıl yapıldığını bilebilmek. Bu kuşkusuz ki çok zor birşeydir ve insan bu konuda genellikle kolayca ters yola da girip, düşmanını dostu sanarak onunla birlikte kolayca potansiyel bir dostuna karşı savaşa da girişebilir.

Bugün ikinci büyük savaşı Atom bombasının bitirdiğini biliyoruz. Bilmediğimiz tek şey eğer 6 ağustos 1945 günü o bomba atılmasa idi dünyanın bu gününde (iyi veya kötü yönde) nelerin bugünkünden daha farklı olabileceği.

Ancak o zaman;
1. Bombanın atıldığı sırada japonya devleti kabinesi hiçbir barış görüşmesine yanaşmayan Şogun’ların (Japon “İttihatçı”ların) kontrolunda idi. Ki bu savaş azgını kişilerden bir kısmı bombanın ertesinde teslim olma kararı veren imparatora karşı darbe düzenlemeye bile çalışmışlardır.

2. Teslimden sadece 8 hafta önce gerçekleşen Okinawa savaşında 110 bin Japon, 12 bin Amerikan askeri ölmüştü.

3. 8 ağustos günü sovyetler Japonya’ya savaş açtıklarında başkomutan Masakazu Amanu Mançurya’daki birliklerine son askerine kadar savaşma emri vermiş, zayıf donanımlı ordu da son askerine kadar düşman karşısında çaresiz bir savaş vererek kırılmış. Ordu tümüyle bitmişti.

4. Hiroşima kentinin tek bomba ile yitirildiği öğrenildikten sonra barış yanlısı sivillerin kabinede eli güçlenmiş, imparator teslim kararını uygulamaya geçirebilmiştir.

5. Japon tarihçi Daikichi Irokawa’nın söylediğine göre eğer japonya kısa sürede teslim olmasa idi açlık ve kötü beslenmeden birkaç ay içinde Japonya’da 10 milyondan fazla sivil kişi ölecekti.

Çünkü ABD donanması denizlere mayın döşemiş, gıda merkezleri ile kentler arasındaki demiryolu bağlantısını da kopartarak büyük kentleri en temel ihtiyaçlarından mahrum hale getirmişti. Teslim öncesi Sovyetler, Çin ve Malezyada süren savaşlar sadece asya kıt’asında her hafta 200bin’den fazla sivilin ölümüne neden olmakta idi.

Teslimden hemen sonra müttefikler tarafından gerekleştirilen yüklü gıda yardımları sayesinde kentlerde açlıktan ölümlerin önü alınmış oldu. Teslim gerçekleşmeseydi savaş en az 1946 martına kadar sürecekti ve bu tarihe kadar 500 bin kadar Amerikalı da hayatını kaybedecekti.

6. Japon savaş bakanlığının 1 ağustos 1944 tarihli bir emrine göre eğer japonya işgal edilirse müttefik ülkelerin vatandaşlarından 100bin savaş esiri idam edilecekti. Ayrıca Japon işgali altındaki bölgelerde milyondan fazla Çinli vardı ve 200bin kadar Hollandalı ile 400bin kadar Endonezyalı Japon konsantrasyon(temerküz – toplama) kamplarında yaşamakta idi.

Savaşın sonuçlarının (tüm acı veren kayıplarına karşın) Japonya’da bir rejim ve kültür değişikliğini gerçekleştirmiş olması Japon insanı ve dünya insanlığı için kesinlikle hayırlı olmuştur denebilir. Aynı hayır Mussolini ve Hitler’in bitirilmesinde, geri kalan tüm avenesinin yargılanmasında, ve daha birçok yerde daha (örn. Bosna’daki, Sırpların durdurulması v.b.) geçerli olmuştur.

Dünyada Slobodan Miloseviç gibi Saddam Hüseyin gibi kendi halkından korkmayan totaliterci iktidar sahiplerinin önünde sonunda saklandıkları inlerine girileceği, yakalanacağı ve yargılanacaklarını bilmelerinden daha gerekli neyin siyaseti olabilir ki bu dünyada ?… Bunları gerçekleştirenlerin elleri dert görmesin… Bunu şimdiki Japonlar biliyorlar ama biz bilmiyoruz.

İran – Irak arasındaki 10 yıldan fazla süren ve 1,5 milyondan fazla ölüm ve çok büyük yıkıma sebep olan savaşın 1990’da ABD’nin Irak’ı işgali (Körfez Savaşı) sayesinde sona erdiğini biliyor muyuz?. Bu işgal hemen hiçbir kara savaşı olmadan ve sadece 20bin kadar Iraklı ile 350 adet koalisyon askerinin ölümüyle sonuçlanmıştı. Kuveyt kurtuldu, İran kurtuldu. Eğer böyle bir müdahale yapılmasa idi söz konusu olabilecek toplam ölüm ve hasarın herhalde çok çok daha azı söz konusu olmuştur.

Irak’a yapılan ikinci müdahale de öyle. Dünyanın en büyük beşinci ordusuna sahipti Saddam. Duceyl katliamını, 100bin’den fazla Kürt’ün öldürüldüğü Enfal operasyonu, ve Halepçe’yi düşünün. Çok kısa zamanda ve çok az ölümle gerçekleşen işgal sayesinde Saddam bitirilmiştir. Yabancı güçlerin ülkeyi işgali dolayısıyla Irak’ın bu savaştaki tüm zayiatının (ülkede sürecek olan Saddam iktidarına karşı eğer hiçbir dış müdahale olmasaydı) o anki Irak devletinin kendi vatandaşlarına belki sadece 1 ayda verebileceği ölüm sayısından çok daha az olduğunu da biliyor muyuz?
.
Efendim ülke işgal ediliyor, ülkedeki savaşçı militerler bitiriliyor. Ülkeye serbest seçimli demokratik bir rejim getiriliyor. Anayasa dahil tüm kurumsal yapılarda şeffaflık (glasnost) ve yeniden yapılanma (perestroyka) gerçekleştiriliyor. Eğitim dahil herşey ona göre değişiyor. Halk militerlikten, zorla Kamikaze yapılmaktan kurtuluyor.. En azından Japonya’da tamamen böyle oldu. Öyle değil mi?. Her yerde bu tam olarak gerçekleşemese de yine de sonuç olumlu değil midir? Uzaktan ilk bakışta zarar olarak görünen bu şeylerin sonuçta uzun dönemli bir faydaya işaret ettiği çok açık….
Ülkenin milli ordusunun yok edilmesi ülkeyi kısa sürede büyük bir sanayi gücü haline getiriyor. İşte Japonya, İşte Almanya. Halk sivilleşiyor… Çelişki gibi görünen rasyonel kritik noktası bu…. Sivilleşen halkın hayatı çok belirgin bir şekilde daha iyiye doğru gidiyor.. Doğal olarak bu değişikliğin gerçekleşmesinde önayak olanları halk seviyor.
Almanya’da, İtalya’da, Japonya’da avrupanın geri kalan birçok yerlerinde gerçekleşen budur. (dış güç olmadan o ülkelerin hiçbirinde bu değişiklikler kendiliğinden gerçekleşemezdi.. bu bir gerçek)…

İşgal edilen İstanbul'da müttefik askerlerin resmi geçidi


Henüz bunun gerçekleşmediği yerlerde gerçekleşmesine karşı çok büyük bir direniş var. Biz olayın burasındayız… Bizim en sevdiğimiz ülkenin Japonlar olması, Japonların da en çok Amerikalılara müspet duygular beslemesinin şöyle basit bir açıklaması olduğunu düşünüyorum.

ABD’nin 6 Nisan 1917’de aralarına katıldığı İtilaf devletleri ile Osmanlı Devleti arasındaki savaş 13 Kasım 1918’de İtilaf ordularının İstanbul’u işgali ile sonuçlanmıştı. Yİne de işgalci güçler arasında Amerikan askeri yoktu. O sırada iktidarın tepesinde bulunan İttihatçı üç önder Enver, Talat ve Cemal ülkeden kaçtılar. Parti mensuplarının iktidar dönemlerinde bizzat işledikleri veya sebep oldukları büyük yıkım, kıyam ve büyük insanlık suçlarından dolayı 1919′da İstanbul’da kurulan Divan-ı Harp’de yargılanılmaya başlandı. Ancak ABD’nin müdahil olmadığı bu mahkeme daha sonra Nazilerle ilgili olarak görülen Nürnberg Mahkemelerindeki gibi etkili olmamış ve henüz tam bir sonuca varamadan, (itilaf askerlerinin 6 Ekim 1923’te geri çekilerek ülkeyi terk etmeleri sonucu) lağvedilmişti.

Anadolu’ya kaçan İttihatçıların daha sonra Kuvvayı Milliye içinde güçlenmeleri ve iktidarın asil paydaşı olmaları sonucu Nazizm’e ve diğerlerine yapılanlar İttihatçılığa da yapılamadı. Büyük insanlık suçlarıyla birlikte anılan İttihatçılığın mensupları (Talat, Cemal vb) bilakis şereflendirilip, Türk tarihinin mümtaz şahsiyetleri haline getirildi. Anıtları dikildi, okullara, caddelere isimleri verildi. Yaptıklarının tam tersine birer “Hürriyet Kahramanı” haline getirildiler.

İtalya’da, Almanya’da, Japonya’da ABD öncülüğünde yenilip, tüm kaleleri fethedilen İttihatçılık ve onu temsil eden semboller o ülkelerin halkları tarafından da bir nefret objesi haline getirilmişti. Artık, ileri ülkelerin tümünde dinci veya otoriter askercil devletçilik (faşizm)halklar nezdinde nefret konusudur. Bugün Almanya’da bir Adolf Hitler Caddesi açmak asla mümkün değil. Bizde, Orta Doğu ve İslam coğrafyasındaki ülkelerde ise bunun tam tersi geçerli. Her şey tersyüz edilmiştir. BAAS partisi türünden İttihatçı rejimler giderek güçlendi ve tüm orta doğu ve İslam ülkelerinde başa geçtiler. Şimdi İttihatçıların insanlık suçları işlediklerini iddia etmek, Liberal (özgürlükçü) olmak vatanı satmak, Amerikan mandacısı, kapitalizm sömürgenliğinin uşağı olmaktır. Amerika sırtlan, AB çiyandır. Bu anglosaksonlar ne hınzırdır, bu amerikalılar aslında ne domuzdur. Ulusalcıların şemsiyesinin altına girmek özgürlükçülük, onların iktidarına karşı çıkmak ise emperyalist uşaklığıdır.

ABD 1939’dan itibaren İtalya’da Faşizm’le, Almanya’da Nazizm’le, Japonya’da Şogun’larla, Kore’de Çin’li Mao’cularla savaştı. Dünyadaki otoriter /totaliter devletçi rejimlere karşı yürütülen (Hürriyet Savaşı diye sloganlaştırdığı) bir savaşın şeklen de olsa küresel bir önderi oldu.

Gerçi ABD’nin kendi içinde bile dinci, devletçi, askercil eğilimler zaman zaman güç kazanmaktadır. Yine de “”ABD bayrağını yakmayı”” suç haline getirebilmek üzere bizzat başkan G.W. Bush tarafından başlatılan girişimin dahi sonuç vermediğine dikkatinizi çekmek isterim. Başkan koltuğunda oturan G.W.Bush gibi birisi dahi olsa Amerika Amerika’dır enseyi karartmayın. Halkın akıllı kesiminin gücü vardır. Devletin gücü sınırsız değildir. Yanlış hesap Bağdattan da geri döner…

Amerikalı deyince aklımıza ne geliyor?.. Benim aklıma şahsen G.W.Bush hiç gelmez. Bir kısım zenci şarkıcılar ve sporcular gelir. Holivut prodüksiyonları gelir. Sonra NASA gelir, CocaCola, Cargill, WellsFargo gelir. Efendim dahi Ray Kurzweil ve algoritmaları gelir. Uzay asansörü, Güneş yelkeni, Şarkı söyleyen diş fırçası, Nanotüp ve fraktal robot tasarımları gelir. SpaceShipOne’ı tasarlamış olan Burt Rutan gelir. Sesten 10 kat hızlı giden Scramjet’ler, ve insansız uçak X-45C gelir. İnsan gücüyle uçan Gossamer Albatross ve onu yapan Paul McCready gelir aklıma. Daha böyle binlerce şey. Bunlara saygı ve sempati duymamı engelleyemezsiniz. Tüm dünyanın her meslekten üstün yetenekli insanları için bir tür cazibe merkezi olması ABD’yi farklı ve vazgeçilmez yapmaktadır.

Öte yandan seri cinayet rekorunu elinde tutan katillerin ve “vay bunu da mı yapmışlar” diyeceğiniz en kötü işleri yapanların amerikalı çıkması da bizi hiç şaşırtmaz. Kocaman kitaplar dolduracak kadar en büyük bürokrasi ve hukuk garabetlerinin yaşandığı yer de, koskoca devlet başkanına oval ofiste yapılan oral seksin onbinlece sayfa raporlara ve hukuk davalarına konu yapıldığı yer de orasıdır.

ABD’nin milyonu aşkın sayıda evsiz barksız karda kışta sokakta yatıp karton koliler örtünerek yaşamak zorunda olan insanları vardır. Dünyanın en zengini de en fakiri de en akıllısı ve en aptalı da oradadırlar. Beş milyondan fazla kişisi okuma yazma bilmez. Yirmi milyon kadar ülke vatandaşı hiç ingilizce konuşamaz. Amerikalılar hakkında “şöyledirler” diye yapabileceğimiz her genellemenin yanlış olacağının peşinen farkındayım. Ama yine de, şu dünyada her ne sorunumuz varsa, ona eğer günün birinde birileri bir çözüm bulacaklarsa, bunu başarabilecek kişinin ABD’den çıkmasının dahi en yüksek olasılık olduğunu düşünüyorum. Siz ne dersiniz?

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.