İkinci Meşrutiyet ve İttihatçılığın gelişi

Tarihte Neler Oldu | | Kasım 19, 2012 at 3:51 pm

Osmanlı Anayasası (Teşkilat-ı Esasi’nın), 29 yıl askıda kaldıktan sonra, 24 Temmuz 1908 tarihinde yeniden ilân edilmesiyle başlayan ve 5 Kasım 1922’de Osmanlı Devleti’nin tasfiyesiyle sona eren döneme ikinci meşrutiyet denmektedir. Ülkede ilk parlamenter demokrasi, seçim, siyasi parti, askeri darbe ve diktatörlük, iki büyük savaş (Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı) ve 600 yıllık imparatorluğun dağılması hepsi bu 14 yılın içinde olmuştur.

İkinci Meşrutiyetin ilânından sonra derhal seçimlere gidildi. Seçimlerin başlıca 2 partisi İttihat ve Terakki ile liberal görüşlü Ahrar Fırkası‘ydı. Seçimleri İttihatçılar kazandı. Seçimlerin ardından oluşan yeni Meclis-i Mebusan 17 Aralık 1908’de çalışmalarına başladı.

Aşağıda dedemin evrak-ı metrukesi arasında bulduğum ve o dönemde İttihatçılar tarafından tüm istanbul sokaklarına asılan bir ilan posterini görmektesiniz;

Yeni harflerle yazılışı şöyle;

El ilanında “Hadi gine iyisiniz, bayram edin, artık biz iktidara geldik, bundan böyle hiç kimsenin keyfine hizmet etmeyeceksiniz, kimse sizi ezemeyecek, üzemeyecek, artık bu ülkede adalet hüküm sürecek, yolsuzluklar kalmayacak” diyorlardı. Seçimle iktidara gelmelerine rağmen (tıpkı daha sonra Adolf Hitler’in Nazi partisinin de yapacağı gibi) koyu bir askeri diktatörlük kuruldu. Daha en baştan itibaren partinin tetikçileri siyasi suikastlere giriştiler.

6 Nisan 1909 günü muhalif gazeteci Hasan Fehmi Bey’in bir İttihat ve Terakki fedaisi tarafından öldürülmesi, İstanbul’da büyük bir protesto gösterisine yol açtı. Ve sonunda 13 Nisan 1909’da bazı askerî birliklerin ve medrese öğrencilerinin katıldığı bir ayaklanma başladı; bazı subaylar ve bazı milletvekilleri linç edildi ve İttihatçı olarak bilinen gazeteler yağmalandı. Eski takvimle yeni takvim arasındaki 13 günlük farktan dolayı 31 Mart Olayı olarak anılan bu ayaklanma, Selanik’ten gelen Hareket Ordusu tarafından 24 Nisan’da bastırıldı. 27 Nisan’da yeniden toplanan meclis, II. Abdülhamit’i bu ayaklanmadan sorumlu tutarak tahttan indirilmesine ve yaşlı şehzade Mehmed Reşâd Efendi ‘nin V. Mehmed ( Sultan Reşâd ) adıyla yerine geçirilmesine karar verdi.

8 Ağustos 1909’da Kanûn-î Esasî üzerinde yapılan bir dizi radikal değişiklikle padişahın yetkileri “sembolik” bir düzeye indirildi. Artık vekiller heyeti (bakanlar kurulu) meclise karşı sorumluydu. Meclisten güvenoyu alamayan vekillerin ve hükümetin görevi sona eriyordu. Meclis başkanını padişah değil, meclis kendisi seçiyordu. Padişaha meclisi kapatma yetkisi tanınmakla birlikte, bu yetki koşullara bağlamış ve üç ay içinde yeni seçimlerin yapılması zorunlu hale getirilmişti. Bu değişikliklerle ilk defa parlamenter sistem uygulanamaya başlanmış, ayrıca toplantı özgürlüğü gibi temel hak ve özgürlüklerden bazıları anayasaya eklenmişti.

11 Haziran 1913 günü ittihatçı sadrazam Mahmut Şevket Paşa göreve gelişinin beşinci ayında suikastla öldürülünce Talat, Enver ve Cemal Paşa olarak 3 paşalı (triumvirlik) iktidarı kuruldu. Bu iktidar Ekim 1918′e kadar sürecek olan 5 yıllık saltanat döneminde Osmanlının dünya harbine katılmasına ve sonunda tamamen parçalanıp yok olmasına sebep olmuştur. Daha da önemlisi ülkede türkler başta olmak üzere her ırktan milyonlarca insanın mahvolmasına yol açan savaşlar ve katliamlar yaşanmıştır.

Yukarıdaki bildiride şöyle deniyordu;
Biliniz ki vatan denildi mi yalnız doğduğunuz köy, kasaba, şehir değil, Osmanlı toprağının Asya, Avrupa, Afrika’daki üç cüz’ü mukaddesi(kutsal parçası) hatırınıza gelecek, ve bu yerlerin her avuç toprağını içinde doğup büyüdüğünüz evin sevgisiyle, iştiyakiyle (özlemiyle) sevecek, ve hiçbir yerini garip bilmeyeceksiniz. Biliniz ki artık ayrılık gayrılık kalmadı, İslam, Hıristiyan, Musevi hep bir, hep kardaş, hep vatandaş, hep Osmanlıyız. Ahmet nasıl milletin gözbebeği, muhterem evladı, bir cüz-ü esasisi(asli unsuru) ise, Petro’nun, Kirkor’un, Mişon’un da ondan hiç zerre kadar farkı yoktur. Biliniz ki vatanın herhangi iki evladı arasında bir geçinmesizlik uyandıracak küçük bir hareket milleti büyük kederlere düşürür. Ve böyle bir harekette bulunan şahıs bütün osmanlılığın lanetlerine, nefretlerine, hatta kurşunlarına hedef olur”.

Oysa gerçek icraatleri ve alınan sonuçlar bunun tam tersi oldu. Kötü yönetim sonucu önce Balkan toprakları elden çıktı. Daha sonra gereksiz yere birinci dünya harbine girilerek ittifak ülkeleriye savaşıldı ve tüm cephelerde kaybedildi. Cephelerdeki büyük kayıpların ötesinde yurdun savaş görmeyen iç kısımlarında da hükümet bir başka tür mücadeleye girişmişti.

İttihat ve Terakki tarafından henüz 35 yaşında bir postane memuru iken Dahiliye nazırlığına getirilen Mehmet Talat(Paşa) diğer paşa Enver’in de teşvikiyle 24 Nisan, 1915 tarihinde Osmanlı imparatorluğu dahilinde faaliyeti olan tüm Ermeni siyasi kuruluşlarının kapatılmasını ve üyelerinin tutuklanmasını emreden bir genelgeyi, ve henüz 39 yaşında iken de milyonlarca kişinin ülkeden zorla göçürülmesini emreden tehcir genelgesini yayınladı.

Gerek bu gibi kararlar ve gerekse kimi kamu unsurlarının kontroldan çıkan faaliyetlerinin doğrudan ve dolaylı sonuçları olarak gayrimüslim halklardan çok büyük bir nüfus kaybedildi.

Politik bilimci R. J. Rummel in raporuna göre;

Sadece 1909 – 1918 yılları arasındaki İttihatçı iktidarın kararları sonucu ülkenin kendi halklarından 1 milyon 883 bin kişi savaş dışı nedenlerle ölmüştür.

Bu sayı 1900-1987 yılları arası için tüm dünyada toplam 260 milyon olarak verilen halk katliamları arasında büyüklük bakımından 9. sırada bulunmaktadır. (Çin, SSCB, Almanya, Japonya, Kamboçya gibi ülkelerde gerçekleşen halk katliamları sayı itibariyle bunun çok çok üstündedir)

R. J. Rummel bu durumu şöyle açıklamaktadır;

“Hiçbir sivil cani resmi görevli olanların yaptığı kadar büyük bir vahşeti asla gerçekleştiremez”

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.