Osmanlıya Saygı – Ecdadımıza Saygısızlık!
Zeitgeist / Denemeler | canakci | Aralık 20, 2012 at 11:04 amOsmanlılar Türk Müydüler?
İlk sorumuz aslında belki, “Rumlar Yunanlı mıdır?” Olmalıydı.
Yunan (Ionian) biliyorsunuz bugünkü Türkiye hudutları içinde kalan İzmir, Aydın, Manisa, Muğla bölgelerini kapsayan antik İyonya halkını ifade ediyor. Bu terim Arapça ve Farsçada evrensel “Grek” teriminin yerine yerine geçmiş. İçinde çok sayıda türk asıllı vatandaşı da olan Bugünkü Helen Cumhuriyeti halklarına biz de biraz hatalı olarak bu ismi vermişiz.
Rum ise Roma İmparatorluğu’nun halkından demek. İçinde Helen ırkından olmayan çok sayıda ırkı ve kavmi de barındırıyor. Çok tanrılı büyük Roma imparatorluğu Hıristiyanlığa geçtiğinde, doğu ve batı diye Katolik Ortodoks diye bölündüğünde parçalandığında, farklı iktidarların ve hanedanların eline geçtiğinde, oradan doğu (Bizans) kısmının peyderpey Osmanlı sülalesinin kontroluna girdiğinde halklar değişmiyor. . O yüzden Yunanlılar da Rum’dur ama Rum terimi Yunanlıyı ifade etmez. bu topraklarda yaşamış farklı dil, din ve ırktan tüm insanları (ister Ermeni, Kürt, Laz, Arap, Acem, Süryani, Alevi, Sünni, Musevi olsun) hepimizi içine alan çok daha geniş bir mozayiği temsil etmektedir.
Osmanlı Sultanı II. Mehmet İstanbul’u fethettiğinde halk birdenbire Orta Asya’dan gelme Hun ırkına dönüşmedi. Fatih Mehmet “Kayser-i Rumi “ yani Rum hükümdarı oluyor. Kentin adı da Konstantiniyye olarak (Osmanlı yıkılıncaya kadar) devam etmiştir. Yani biz Türkler de dahil tüm Osmanlı halkı aslında ta o zamandan beri kadim Roma’nın mensubuyuz, yani Rum’uz. Büyük göçler, tehcirler, çok önemli demografik değişiklikler oluyor. Din, dil, ulus değişiklikleri oluyor. Ama bu toprakların insanları yine de hala Romalı (Rum) olmaktan çıkmış değildir. Eğer varsa bir şüphemiz bugünün genetik bilimi bunu rahatlıkla çözebilir. Türkiyeli insanların DNA’sı Orta Asya’dan gelme bir karakteristik göstermez. Tipik bir Türkiyeli Türk’ün fizyonomisi yunanlıyla, ermeniyle, acemle benzerlik gösterir de her nedense doğu Türkistanlı, Sincan’lıdan epey farklıdır. Orta Asyalı genetiği içimizde sadece çok küçük bir yüzde olarak mevcuttur. Toplumun ezici çoğunluğu binlerce yıldan beri bu topraklarda yaşayan sayısız farklı ulusun DNA’sını taşır. Genetik olarak hepimiz Rum’uz demek hiç hatalı olmayacaktır.
Osmanlı ismi ise bir ırkı, dini, kavmi, ülkeyi temsil etmez. Sadece bir Hanedan ismidir. Yani Avrupa’daki, Bourbon’lar, Habsburg’lar, Romanov’lar gibi sadece bir coğrafyaya iktidarıyla hakim olmuş bir sülalenin ismidir. 1281–1923 yılları arasında kesintili biçimde hüküm süren bu sülalenin gerçek anlamda bir ülkesi, kavmi, ırkı ve dini de HİÇ olmamıştır.
Normal olarak bir imparatorluğun halklarının isminden kaynaklanan bir adı olduğunu farzederiz. Avusturya Macaristan, Rusya, Roma gibi. Halkların tamamen önemsiz kılınıp, iktidar sahibi hanedanın isminin ülke ismi yapıldığı dünyada bir başka örnek daha tanımıyorum. Osmanlı’nın 642 yıl gibi epey uzun bir süre iktidarı olmuş, ama bu süre mesela Vietnam’daki Hong Bang hanedanının ömründen dört kat daha azdır.
Osmanlıyı Türk saymamız için temelde iki şey gerekir. Birincisi genetik olarak Türk ırkından olan anne ve babalardan doğmaları. Ki değiller. İkincisi de Türk kültürü diye bir kültürü benimsemeleri ve temsil etmeleri. Ki o da değil. Bilakis türklüğün düşmanı oldukları hiç su götürmez.
Ecdadımız saymamız için ise bundan daha da fazlası gerekir. Kan bağımızın olması dışında onların temsil ettiği değerler ve dünya görüşü ile empati kurabilmeli, onları sevmeli ve benimsemeliyiz. Çağımızın insani değerlerine taban tabana zıt bir kültürü benimsemişler. Onların gerçek yüzlerini tanıyınca sevmemiz hiç mümkün değil.
Biliyoruz ki, Osmanlı sultanlarının hemen hiçbirisi Türk anadan doğma değildir. (lütfen aşağıdaki listeye bakınız)
Sultan analarının hemen hepsi çeşitli ülkelerden cebir ve şiddet kullanılarak alınıp getirilen, küçük yaştaki köle kızlardır.. Tüm Osmanlı Sultanları yasalarımızda “sureti cebirle küçük yaştaki kızın cinsel istismarı” olarak tanımlanan ağır suç fiillerinin mahsulü olup (evlenmeden birlikte olunduğu için) hepsi gayrimeşru doğmuşlardır. Siyasi iktidar için kardeş katili olup, iktidarları boyunca da siyasi cinayetler başta olmak üzere sayısız insanlık suçunun doğrudan veya dolaylı failidirler. Bunların “”o zamanlar adet öyleymiş”” diye savunulması mümkün değil.
İçimizde saf ırktan olan yok, hepimiz biraz karışığız ama Osmanlı hanedanındaki kadar “çok karışık” soyu olanımız içimizde hiç yok denecek kadar azdır. Bu durum Osmanlı hanedanının Türklerle biyolojik akrabalığını tamamen yok eden bir durum.
Peki Osmanlıyla biyolojik akrabalığımız olmasa da kültürel bir akrabalığımız var mıdır?.
Osmanlı Türkçe konuşmuyor. Konuştuğu Arapça – Farsça karışımı hibrid bir dil. Akdeniz levant dillerinden de biraz karışmış. İçinde Türkçe yok denecek kadar az. (Fransızcaya giren Türkçe sözcük sayısı bile Osmanlıcadakinden fazla). Türk gelenek ve kültürü diye bir şeyi temsil etmiyor. Şeklen bir müslümanlığı korusa da kutsal kitaba aykırı her türlü günahı işlemekten de geri durmuyor. Türklerden ve Türklükten nefret ediyorlar.
Osmanlının 623 yıllık saltanatı boyunca iktidar görevi verdiği 215 sadrazamdan sadece 4’ünün Türk asıllı oluşu da çok ilginç değil midir?
(Karamanlı Mehmet Paşa, Çandarlızade İbrahim Paşa, Piri Mehmet Paşa ve Manisalı Lala Mehmet Paşa’nın).
Hırvat kökenli sadrazam Kuyucu Murat döneminde (1606-1611) 155bin insanın doğrandığı ya da diri diri kuyulara doldurulduğu söylenmektedir. Aman dileyen insanlara Kuyucu’nun yanıtı “vurun şu pis Türkün başını” şeklinde olmuştur. Cellatların bile öldürmeye kıyamadığı çocuğu atından inerek öldüren Kuyucu Murat Osmanlı’nın bir yetkilisi, öldürülen çocuk da Anadolu’nun evladı bir Türk değil midir?.
İstanbulun fethinden sonra Osmanlı yönetiminde devletin en yüksek yürütme organlarının Türklere kapalı tutulduğu, devlet adamlarının yetiştirildiği Enderun okullarına Türklerin alınmadığı bilinmektedir. Osmanlı yönetiminde Türke yaklaşım o denli aşağılayıcıdır ki, o günlerden kalan aşağıdaki şiir bu yaklaşımı özetlemektedir.
“Türk değil mi, Merzifon’un eşeği, / Eşek değil köpekten de aşağı.”
Osmanlı’nın bu yaklaşımına Türkün verdiği yanıt da bir şiirin dizelerinde şöyle yer almış;
Şalvarı şaltak Osmanlı / Eğeri kaltak Osmanlı / Ekmede yok, biçmede yok / Yemede ortak Osmanlı
Bernard Lewis bu durumu şöyle anlatıyor;
Türk kimliği yönetimin merkezi olan İstanbul’dan uzak, savaştan savaşa asker toplamak için anımsanan, Anadolu köylerinde kapalı bir kültür içinde dili ve töreleri ile yaşamıştır. Zaman içerisinde Türk yöneticisine o denli yabancılaştırılmış ki, kimi kez Osmanlı efendisine Türk demek hakaret sayılmış. “Türk” sözcüğü, Anadolu köylüleri için, ve üstelik onları aşağılamak ve küfür yerine kullanılır olmuş. (Irki bir anlam taşımayıp, sadece cahil köylüleri aşağılamak için söyleniyor)
Osmanlı tarihçisi Naima “Tarihi”nde Türkler için; nadan (kaba) Türk, idraksiz Türk(etrak-ı biidrak), hilekâr Türk ifadelerini kullanmakta, şöyle demektedir. “Türkmen çözülüp gitmesi yamandır, cem-ü iltiyamına derman yok“. (Türk ulusu ve unsuru öylesine eriyip çözülecektir ki, bir daha birleşmesinin ve bütünleşmesinin ilacı ve dermanı olmayacaktır).
Osmanlı şairi Baki’nin, “Muhteşem Süleyman” olarak bilinen padişaha sunduğu bir şiirinin Türkçesi şöyle: “Her taç yoksulluk ve yokluk ehline baş tacı olamaz / Ey hoca Türk toplumundan olanın başı kabadır / Türk, sultan olma yeteneğinden yoksundur.”
Yine bir Osmanlı şairi olan Nef’i ; “Tanrı, Türke irfan çeşmesini yasaklamıştır” demiş. Divan-ı Hümayun yazmanlarından Hafız Hamdi Çelebi de 1499 yılında yazdığı şiirinde, “Baban da olsa Türkü öldür” nakaratını kullanmakta, üstelik bu sözün İslam Peygamberi Hz. Muhammet’e ait olduğunu vurgulamaktadır. Osmanlı sarayının devşirme yazarlarından Hafız Ahmet Çelebi’nin 1499 yılında yazdığı şiirin bir kıtası şöyle:
Sakın Türk’ü insan sanma / Bir an bile olsa Türkle olma / Türk eline şeker olsa, o şeker zehir olur / Türk’ün başını keserken sakın gam yeme / Baban bile olsa Türk’ü öldür.
Nitekim Anadolu’da öldürülen Türk sayısı, sadece Yavuz Sultan Selim zamanında 50.000 kadar. Gerçi Türkler hakkındaki kötü yargılar Türk saydığımız Selçuklulardan beri yaygın. Örneğin, Selçuklu yazar Aksaraylı Kerimeddin Mahmud da şöyle yazmış: “Hunhar Türkler, köpek ve kurt gibidirler, ellerine fırsat geçerse yağmayı ganimet bilirler, fakat düşman kuvvetleri gelirse kaçarlar.”
Osmanlı düşüncesinde, “kavmi necip” olarak görülen Araplar karşısında Türk ulusu aşağılanmıştır. 1912 yılında Sebilürreşt dergisinde çıkan bir yazıda; “Türk” deyiminin kullanılması, dinsizlik, kâfirlik sayılıyor, “Türk hükümeti”, “Türk ordusu”, “Türk ülkesi” deyimlerinin Osmanlı halkı üzerinde rahatsızlık yarattığı söyleniyordu.
1481 yılında kurulan Galatasaray Lisesi 1868 yılında Abdülaziz tarafından Mekteb-i Sultani adında tekrar açıldığında eğitim dili Fransızca. Okulda Türkçe yasak. Rumca, Ermenice, Latince, Fransızca, Almanca, Farsça, Arapça v.b. öğretiliyor, ama kurulduğundan beri Türkmen öğrenciler okula hiçbir zaman alınmamış.
Osmanlı efendisi İslâmı ancak şeklen uygulayıp, Türklüğü ise hiç benimsemez ve bir tür hakaret telakki ederken Osmanlı düşmanı Avrupalılar da Osmanlılığı Türklük ve Müslümanlıkla eşanlamlı olarak kullanmaya başlamışlar. Türk Arap, Kürt, Müslüman, anlamlarına da gelen jenerik bir isim haline gelmiş. Türklerin Osmanlı’dan nefret etmesi, Osmanlı’nın da Türklüğü “hakaret” saymasına karşın ne garip tecellidir ki bu nefret 20nci yüzyılda Avrupalıların icazeti ve İttihatçıların eliyle birden bir aşka dönüşmüş. Birbirine tamamen zıt bu iki ırk birden tek ve ayni hale gelmişler, Osmanlı artık resmen Türk ve Müslüman olmuş.