Taharet ve Tuvalet Adabı
Hikayeler / İnsanlık Halleri | canakci | Mart 11, 2013 at 5:45 pmBir yüzümüz doğuya, öbür yüzümüz batıya dönük olduğundan olacak birçok konuda kafamız epey karışık. Söz gelimi taharet ve tuvalet adabı. Bu konu taş devrinden beri insanların epey kafasını yormuş.
Osmanlıda bu tasarımlar yirminci yüzyılda zengin gayrimüslimler tarafından ithal edilip kullanılmaya başlıyor. Seramikten imal edilen taşı ve metal döküm rezervuarıyla “Water Closet” (W.C.) adı verilen bu sistemden 1950’li yıllara kadar müslüman evlerinin çok azında kurulabilmiş. Ama avrupalılarda gördüklerini illaki isteyen bir mütegallibe müslüman kesimi de mevcut. Örneğin Fransaya gidiyor, orada büyük binaların içindeki kapıların üzerinde numara var. Kolay anlaşılsın diye her kattaki ayakyolunun üzerine 00 numarasını koyuyorlar, adı öyle anılmaya başlıyor. Fransızcadaki telaffuzları birbirine çok benzeyen “sans numero (numarasız 00)” ve “cent numero (100 numara) sözcüklerinin ayırdına varamayan bir kişi de ülkeye döndüğünde “yüz nümeğo” diye konuşmaya başlayarak herkese örnek olmuş. Böylece dilimizde 00’ın türkçe adı 100 numara haline gelmiş. Epey öteden beri aynı anlamı karşılayan “”ayakyolu, kenef, hela v.b sözcükler dilimizde eksik değil aslında. Ama,. sözcük ithalatçıları için o kavramın ülkede zaten mevcut olup olmadığı hiç de önemli değildir. Nitekim yüznumara’dan çok sonra da tuvalet(toilet), ve wc(water closet) terimleri dahi aynen ithal edilip sözcük repertuvarımıza eklenmiş.
AlaTurka sistem ise temelde bundan çok farklı çünkü içinde bir Su Dolabı (WaterCloset) yok. Günümüzde gayrimüslimler hala kapısında WC yazan alaturka bir tuvaletin içine girdiklerinde gördükleri sistem karşısında çok şaşırmakta, ve kendilerini kandırılmış hissetmektedirler.
“Götü Boklu” lafını büyükannemden çok duydum. Rahmetli bu tabiri çoğunlukla gavurlar (müslüman olmayanlar) ve nadiren de fakir ve cahil müslümanlar için kullanırdı. Bir gavur kesinlikle daima “götüboklu” olur, bir müslüman ise ancak çok fakir ve cahil olduğunda götüboklu olabilirdi. Büyükannem kendisini bir müddeiumumi eşi olarak osmanlı aristokrasisinden, ve ayrıcalıklı kent eşrafından sayar, kendini sıradan halktan epey farklı ve üstün görürdü. Ancak bu farklı görme gayrimüslimler konusunda daha da bir abartılı, ve peşin hükümlü olurdu.
Zamanla bu peşin hükmün gayrimüslimlerin müslümanlara göre epey farklı olan “taharet” tarzından kaynaklandığını anladım.. Taharet sözcüğünün (arapça “tı” ve “ha” ile yazılıyor) genel anlamı “temizlik, temizlenme”. Ama bu daha ziyade “”dışkılama sonrası temizliği”” anlamlarında kullanılıyor. (Gerçi su bulunamadığında uygulanan “teyemmüm” diye birşey daha var ama onu şimdilik hiç karıştırmayalım.) İslamın taharet konusuna yaklaşımda diğer kültürlerden temel farkı “su kullanımını” öngörmesidir. Oysa gayrimüslimler hiç su kullanmazlar kağıtla felan temizlenirlermiş.
O sıralarda ben de daha henüz hiç tuvalet kağıdı diye birşey duymamış ve görmemiş olduğumdan ta uzaya kadar gidebilen (1957 sputnik-1) gavurların bu konuda nasıl olup da bizden bu kadar daha geri kalmış olduklarını hiç anlayamamıştım. (O sıralar . Türkiyede üretilmez, gayrimüslim dükkanlarında bile satılmazdı. Sanırım büyükannem de hiç görmemiştir. Tabiatiyle tuvalet kağıdını hiç görmeden ve denemeden “kağıdın” bu işte elverişli olabileceğini kavramak da imkansız.)
Osmanlı aristokrasisi geleneksel “ibrik”(kulplu emzikli su kabı) dışında bir de bu kağıdın yerine geçmek üzere “taharet bezi” diye birşey kullanmaktadır. Yalnız, bu bez sıradan çamaşır kumaşlarının eskimişinden yapılır ve tek kullanımlık değildir. “Mendil” gibi defalarca kullanılan birşey. Osmanlının kendini üstün görmesi taharet işinde bu “bez kullanma” lüksüne sahip olmasından kaynaklanıyor olabilir. Ancak bu şimdi benim için bir muammadır. İnsan bu bezin kullanımdan sonra nasıl temizlendiğini, diğer çamaşırlarla birlikte ayni teknede mi yıkatıldığını, kişiye özel mi, yoksa paylaşılır mı olduğunu, nerede saklandığını falan düşünmeden edemiyor.
Türkiye’de klozet üretilmeye başlanması ve müslümanların “klozet” kullanımına geçmesi ilk olarak 50’lerin sonlarında başlamıştı. Bu üretimle ilgili tüm “know-how” ve kalıplar felan gavurlardan ithal edildiğinden tasarımında “taharet musluğu” diye birşey(tahmin edeceğiniz gibi) hiç bulunmuyor. Bu sorun hemen o sıralarda bir muslukçu tarafından ilave bir servis musluğu ve 60cm bir bakır boru dışarıdan eklenerek idareten geçici olarak çözülmüştü. Sürekli kullanıma uygun olmayan servis musluğuna taharet musluğu adı verilerek tüm yeni binalara bu geçici çözüm uygulandı.
Ve… öyle devam etti geçici çözüm… 40 yıl…
Klozet taşına taharet nozulu için bir küçük delik eklememiz..”””Tam 40 yıl sürdü”””..İnanır mısınız. Taşı “Alla Turca” hale getirebilmek için gereken bir küçük deliğin klozet taşı dizaynına eklenebilmesi ancak 1990’lardan sonra mümkün oldu.
Su ile taharet sağlayan teknolojimiz halen pratik ve etkili değil. Geliştirilmeye muhtaç. Su püskürtme işinin havayla karıştırılarak pülverize edilmiş dar hüzme kullanan dışarıdan kumandalı bir nozul marifetiyle etkili olarak yapılabilmesi ve hiçbir manuel müdahaleye gerek duyulmaz hale gelmesi olayı çok değiştirecektir. Japonlar yapmış, ama o da henüz geliştirilmeye muhtaç. Türk tasarımcının zekasının katkısı ile hızlı pratik ve güvenilir bir su temizliği sağlanabilirse dünya kağıdı bırakıp yeniden su taharetine geçebilir.