İslam ve Aydınlanma
Hikayeler / İnsanlık Halleri | canakci | Ocak 10, 2015 at 4:54 pmİmam Gazalî “Bilginin kaynağı nedir? Neyi bilebiliriz?” tartışmasına katılarak İbn Sina’yı eleştirmiş, “Aklınla bilemezsin. Neyi bilebileceğini akıl yoluyla çözmeye çalışmak seni çelişkiye götürür, dinden saptırır. Bilgi ancak vahiyle gelir.” demişti. İnsan bilgisinin doğası konusunda Vahiy’leri yani “Tanrı tarafından peygamberlere bildirilen ilahi duyuruları esas almayı önerir. İslam dünyasında “Aydınlanma”nın önünü tıkayan şey o günden bu güne devletli ulema’nın hep “Gazalî haklıdır” demesi olmuştur.
Gazalî siyaset konusunda da mutlak otoriteye arka vermekten hiç şaşmamıştı. Onun bu düşünceleri, doğal olarak, İslam dünyasında iktidarda olanların çok işine gelmiş, fikirlerine her zaman en fazla başvurulan düşünür olmuştur. Çünkü Siyasette Gazalî’nin en korktuğu şey otoritenin sarsılması, yani “anarşi”dir. Ona göre “Hükümdar”ın resmen deli olması, hiç hükümdar olmamasına tercih edilmelidir. Delirmiş bir hükümdarın yapabileceği kötülükler hükümdar olmayan bir ortama göre “ehven-i şer”dir, çünkü hükümdar olmayan bir ortamda çok daha büyük kötülükler olacaktır.
Oysa biz bunu 624 yıllık Osmanlı tarihi, onun öncesi ve sonrasıyla neredeyse bin yıldır yaşadık. Hâlâ yaşıyoruz. Diğer tüm İslam dünyasıyla birlikte. Bana göre Osmanlı Sultanlarının hiçbirisi tam akıllı sayılmazdı. Mesela, 17. yüzyıl Osmanlı Padişahlarının 18. ve İslam Halifelerinin 83.üncüsü, (sakalına boncuk dizdiren) Sultan İbrahim’in devri. Kendisi o sırada Maltalı korsanların Mekke’ye giden bazı hacıları taşıyan bir gemiyi ele geçirmesi üzerine imparatorluk içindeki tüm Hıristiyanların öldürülmesini emreden bir fetva çıkartmış, ancak divandaki vezirlerin karşı gelmesi üzerine sadece İstanbul’daki bazı Katolik rahipler katlediliyor ve tüm Hristiyan elçilere sokağa çıkma yasağı konuyor. Ayrıca korsanların bulunduğu Girit’e daha sonra 24 yıl sürecek ve (Osmanlı hazinesini boşaltacak olan) kuşatma seferi açılmış.
Haremdeki 280 kadının hepsini bir dedikodu (makul şüphe) üzerine canlı olarak tek tek birer çuvala konup ayağına taş bağlanarak çuvalın ağzı bağlandıktan sonra küçük gruplar halinde küçük bir tekneye konuluyor. Daha büyük bir tekne ile denizin ortasına götürüldükten sonra ip çekilerek taş bağlı çuvalların denize düşmesi sağlanıyor. Bu işlem tüm kadınlar denize atılıncaya kadar devam ediyor. Ayni Sultan, soylu bir Müftü’nün kızını kaçırtıp saraya getirmiş, bir süre alıkoyup tecavüz ettikten sonra evine göndermiş, Cinci Hüseyin’i hamileliği sağlayan büyülü formülü sayesinde hediyelerle zengin edip yüksek bir dini makama atamış, Kösem Sultan da sarayda yakacak odun sıkıntısı olduğundan şikayet etti diye veziriazam’ı boğdurtmuştu. Yani hukuk anlayışı bu şekil.
Hiç de akıllı işler yapmayan bu Sultanlardan sonuncusu olan Vahidettin’e kadar 624 yıl boyunca 44 veziriazam idam edildi, padişahlardan 17’si darbe ile gitti, sayısız şehzade boğduruldu. İslam dünyasındaki mutlakiyetçi otorite neredeyse bin yıldır sonuçta hiç kimse için hayırlı olmamıştır. İnsanlığın karanlık çağını ifade eden bu Totaliterci dönem batı dünyasında Rönesans (14.yy)ile başlayarak Akıl Çağı (17.yy) ve Aydınlanma Çağı (18. yy) ile sona erdirildi. İslam dünyasında ise daha 21. yüzyılda ancak yeni yeni Aydınlanma çağının geliş sancılarını yaşamaya başladık. Liderlerimiz Aydınlanma karşıtı İmam Gazalî hayranlıklarını hâlâ açık açık sürdürseler de son dönemde yaşadığımız çatışmalar İslam dünyasına da gelmekte olan Aydınlanma Çağı’nın ayak sesleri olabilir.
İslam dünyasında bir şeyin şeraite uygun (meşru) olup olmadığını fıkıh belirliyor. Ama bu hukuk cinsi halife sultandan veya onun icma ile (toplayarak) meşveret ettiği(danıştığı) ulemanın (alimlerin) fetvasından bağımsız değil. Ulul emre uygun olarak fıkıh ayni konuda birbirine 180 derece zıt kararlar da verebilir. Bu kararların hikmetinden sual olunamaz. Bu rejimi “şeklen” cumhuriyet kalıbında gösterebilmek için çoğu zaman bir plebisiter (halk oylamalı) düzenleme de getirilmiştir. Ulu önder (halife sultan) bir veya iki cumhurbaşkanı adayını ortaya sürer. Halktan buna oy vermesi istenir. Böylece Cumhur(yani halk) kendi başkanını kendisi seçti gibi bir görüntü sağlanır. Aslında seçilen başkan da tamamen ulu önderin vesayeti ve hükmü altındadır. Kendi inisiyatifinde mesela halkın özgürlüklerini arttırıcı yönde bir hüküm icra etmesine izin verilmez.
57 islam ülkesi, dünya nüfusunun %22’si, yaklaşık 1,5 milyar Müslüman 111 yıllık Nobel tarihinde sadece 10 nobel almış. 6 barış ödülü, 2 edebiyat ödülü, 2 bilim ödülü. 1979 Nobel fizik ödülünü 2 batılı meslektaşıyla paylaşan Pakistanlı Abdus Salam ve 1999 kimya ödüllü Mısırlı Ahmet Zewail. Edebiyat ödülünün biri Türk Orhan Pamuk’un. Öbürleri de zaten bir marifet sonucu değil siyaseten verilen barış ödülleri. Son 100 küsur yılda İslam dünyasından hiç kimse dişe dokunur herhangi bir icat, buluş, inovasyon yapmamış. 57 İslam ülkesi dünya üretiminin sadece %7sini üretiyor.
Yani hepsinin toplam üretimi Almanya’dan az. Oysa tüm dünyadaki toplam nüfusu Müslümanların sadece %1’i kadar olan Musevilerin tam 104 nobel bilim ödülü var. İslam ülkelerinin çoğunluğu “sadece” enerji (petrol) üretiyor. Dünya enerji kaynakların %90’ı Müslüman ülke topraklarında. Müslüman Etiyopya ile Katar arasındaki zenginlik farkı 300 kat. Yüzyılın sonu gelmeden bu avantajın da tamamen tükeneceği konuşuluyor. Halen dünyanın en fakir 48 ülkesinin 22si İslam ülkesi. ABD dünya nüfusunun %4,5’u olduğu halde üretimin %20sini gerçekleştiriyor.