Daha Doğuştan İnsana El Koyma Yöntemleri

Zeitgeist / Denemeler | | Şubat 9, 2015 at 3:27 pm

Neredeyse geçen yüzyılın başına kadar nice kasaba papazıyla köy hocası, “Dünyamızın tepsi gibi düz olduğuna ve asla dönmediğine; şayet dönen birşeyler varsa, onların da hepsinin “Dünyamızın” çevresinde döndüğüne…” inanarak öldüler.

Hem de kendileri gibi düşünmeyenlerin Tanrı’ya karşı gelen birer cehennemlik günahkar olduklarına kalıplarını basarak…

Acaba güneş sistemini ve dolayısıyla Tanrı iradesinin böylesine mükemmel bir görüntüsünü bir türlü algılayamadığı için kendisini daha ruhani bir sadakat içinde sanan ve asıl gerçeği yakalamış olanları da kâfirlikle suçlayan o kasaba papazlarıyla köy hocaları şimdi cennette mi, yoksa cehennemde midirler?

Ya Tanrı’nın bir yansıması da sayılabilecek Güneş sisteminin gerçeğini aramak yerine, sadece o papazlarla hocalara inanmış olmakla yetinenler nerededirler; cehennemde mi cennette mi?

Papazlarla hocalar neden dünyanın tepsi gibi düz olduğunda ve asla dönmediğinde yalıkazığı gibi tepeden tırnağa öylesine inatlaştılar ve dünyanın hem kendi ekseninde, hem de güneşin çevresinde dönen bir “yuvarlak” olduğunu söyleyenlere öylesine karşı çıktılar?

Onların salt bilgisizliğine bağlayamazsınız bunu.

Kutsal kitapların yorumlarını kendi tekellerinde tutan bir egemenlikleri vardır ruhban sınıfının.

Evreni bilimsel olarak yeniden değerlendirme girişimleri, ruhban sınıfının tekelinde bulunan kutsal kitap yorumculuğunu ırgalıyor ve onların “inanç âlemindeki mutlak egemenliğini” beyinsel bir kuşkuculukla zangırdatıyordu.

Sorun, “Tanrı’ya sadakat” görüntüsü altında bir egemenlik sorunuydu.

Kuran-ı Kerim’de, insanların Müslüman olarak doğduğuna dair bir ayet-i kerime mevcut değildir.

Ancak; Müslümanların yüzde doksan dokuzu Müslüman olarak doğmuş olduklarına inanırlar.

Oysa 7. yüzyılın ikinci yarısıyla 8. yüzyılda olduğu gibi, bir insanın gerçekten Müslüman sayılması için “reşit” olduktan sonra İslâm’ı kendi özgür iradesiyle bizzat seçmesi, Kuran-ı Kerim’in felsefesine daha uygundur. Madem ki Kuran-ı Kerim’de insanların Müslüman olarak doğdukları belirlenmemiştir.

Bize göre insanların doğuştan Müslüman sayma geleneğinin pekişmesi de “ulema sınıfının” egemenliğini güçlendirmeye dönük siyasal bir değerlendirmenin sonucudur.

Kişi doğuştan Müslüman sayıldığında…

Tüm cami hiyerarşisi hemen tepesine binme ve onu kendi takımına nefer kaydetme hakkına “otomatik olarak” sahip olur.

Ve başlayabilir tutturmaya;
“Bir Müslüman önce büyüğünün sarığını yıkayıp kalıplar.”
“Bir Müslüman cihat ilan edildiğinde en önde koşar.”

Oysa İslam felsefesinin özünde “Kişi Müslüman doğar ve daha önce doğmuş olan Müslümanın buyruğu altında onun sözünden dışarı çıkmadan yaşar” diye bir ilke yoktur.

Türk olarak doğan için de aynı yöntemi kışla uygulamaktadır;
“Bir Türk önce askerdir.”
“Bir Türk önce verilen emri yerine getirir…”
vs…
Bir insanı daha doğarken kendi egemenliğinin uydusu yapma yöntemleri, toplumları mumya sargılar içinde dondurup beyinsel dinamiğini yok etme yöntemleridir.

Türkiye gerekli aşamaları gösteremiyor ve aynı kalıplar içinde oyalanarak sirkeleşiyorsa, “doğuştan Müslüman ve doğuştan Türk” olmanın başkaları tarafından dikte edilen koşullara uyma zorlanması ötesinde, kendi özgür düşüncesiyle kişiliğini geliştiremediği içindir.

Bir de Türk ve Müslüman olmadıkları halde uzayda yürüyenlere bakın…

Ortodoksluğun da , Protestanlığın da, Katolikliğin de iyice dışına çıktıkları halde Tanrı’ya daha yakın görünmüyorlar mı?

Kendi uluslarının da çok üstüne çıktıkları halde uluslarını en yükseğe çıkaranlar olarak göründükleri gibi…

Tanrı’nın bir yansıması olan evreni merak etmediğin zaman papaz da olsan, hoca da olsan, komutan da olsan ne mistik, ne de ulusal yücelmelerin doruklarına ulaşabiliyorsun..

İnsanları daha doğuştan kendi buyruğun altına almak için onlara el koyma yöntemleri uygulasan bile.
19.03.1992

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.