Saltanatı Yıkabilecek Yeni Teknolojiler

Gelecek De Gelecek | | Nisan 7, 2015 at 6:38 pm

Saltanat dediğimiz şey, belirli kişiler ve hükmi şahsiyetlerin yasama, yürütme ve yargı erkleri ile din üzerinden insanlara kandırma, korkutma kışkırtma, cebir ve şiddet uygulayarak hükmetme fırsat ve imkanlarına sahip olmasıdır. Saltanat sahibi bu fırsat ve imkanların kendisine Tanrı (veya toplum) tarafından görevi icabı bahşedildiğini iddia eder. Oysa iktidar sahibine bu gücü aslında ne toplum ne de tanrı vermiştir. Ortada kandırma, korkutma, kışkırtma ile halktan gaspedilerek oluşturulmuş, ve saltanata fırsat tanıyan bir sistem vardır. O da bu sistemin getirdiği fırsatlardan yararlanmasını bilmiş, biraz da şansı yardım etmiştir. Yani aslında onun orada bulunabilmesinin asıl nedeni hükmedilenlerin hayatlarını kendi kontroleri altına almaktan aciz kalmalarından ibarettir.

Ama bu değişmez bir durum değildir. Günümüzdeki teknolojik gelişmeler tarihte ilk defa birey kişilere saltanattan kurtulma fırsat ve imkanını vermeye yaklaşmakta gibi görünmektedir.

Saltanatın dayandığı ve sürekli kendini yeniden üreterek ayakta kalabilmesini sağlayan üç temel unsur vardır. Birincisi ülke parasını kendi kontrolü altına almasıdır. İkincisi ülkedeki ulaşım, iletişim ağlarını kontrolünde tutması, üçüncüsü ise kişileri adalet, eğitim, sağlık vb ihtiyaçları bakımından kendine mecbur bırakmasıdır. Eğer birey kişiler saltanatın aracılığına hiç ihtiyaç duymadan kendi (1) PARA, (2) İLETİŞİM ve (3) ADALET imkanlarını üretme ve paylaşma imkanına kavuşurlarsa saltanat kendiliğinden biter. Unutmayalım ki bir saltanatın temel muarızı bir başka saltanat değil, bizzat kendi hükmettiği birey kişilerdir. Birey kişilere sistematik olarak hükmedilemez hale gelmedikçe bir saltanatın el değiştirmesi, ve revizyona uğraması onu yıkmaz, tam tersine güçlendirir.

1. Üretici ve tüketicilerin kendi özgür ve gerçek bir PARAsının olması

Para insan aklının ve emeğinin varlığına işaret eder. Bu güne kadar zihninin pırıltısı ve alnının teriyle üretmiş olduğu, kullanılmaya hazır durumdaki tüm katma değerleri temsil eder, değer ölçme, saklama ve sürüm gücü yüksek itibarlı bir araç olmalıdır. Oysa hükümetler ve onların tam kontrolüne girmiş olan paralar bu özellikte değildir. Aklı emeği ve gerçek üretimi temsil etmez. Hepimiz aklımız ve emeğimizi kullanarak üretim yapmak ve bunu temsil eden bir gelire kavuşabilmek durumundayız. Hakça olan şüphesiz ki sadece budur.

Bireysel kişiler daha fazla mal ve hizmet alabilmek için daha çok üretmek ve diğerlerine onların istedikleri şeylerden daha çok satabilmek zorundadırlar. Çünkü serbest bir piyasada para sadece insanların isteyeceği malları üretip satarak kazanılabilir. Hükümetler ise bizden (ve tüm diğer oluşumlardan farklı olarak) gelirlerini yaptıkları hizmetlerin karşılığı olarak elde etmezler, halkın istediği hiçbir şeyi verimli olarak üretemediklerinden, gelirlerini arttırabilmek için kendi tebaası olan halktan insanların ürettiği katma değerlerin daha çoğuna “onların kendi rızası olmadan” el koyabilmenin bir yolunu bulmak zorundadırlar. Bu el koymaya “vergilendirme” diyoruz. Ancak, hükümetlerin doğrudan ve dolaylı olarak tam kontrol altında tuttukları bankalar üzerinden hiç yoktan (karşılıksız) para üretebilme ve her türlü para hareketlerini otomatik şekilde izleyebilme kabiliyetini de kazanmalarının ardından bu olayın rengi çok değişmiştir.

Bireysel kişilerin aklı ve emeğiyle ürettiği katma değerin üçte ikisine varan orandaki büyük kısmının onların ellerinden alınıp, iktidar sahiplerinin kontrolüne girmesi salt vergilendirme yoluyla sağlanmak istense idi bu asla mümkün olmazdı. “Kazı ürkütmeden yolmak” olarak tanımlanan rafine vergilendirme teknikleri küçük ve çok sayıda önceden deklare edilmiş oranların doğrudan ve dolaylı olarak “cebren” tahsil edilmesine dayanır. Oysa paranın tam devlet kontrolünde olması devletlilere vergi tahsilâtının çok ötesinde, ondan çok daha geniş imkânlar sağlamaktadır.

Türkiye’de örneğin 2’ye alınıp 6’ya (ya da 100’e alınıp 300’e) satılabilen hangi mal olabilir. Tabii ki sadece (bankalar üzerinden kamunun tekelinde olan) “para”. Çünkü serbest piyasada hiçbir şeyin ticareti insana %300 kazandıramaz. Paranın sahipliği üzerinden kurulup işletilebilen böyle bir tekel sayesinde devletliler bu büyük kazancı sadece az sayıdaki imtiyazlı bankacı ile paylaşmak zorunda olduğundan ülkedeki en karlı sektör bankacılıktır. Öte yandan, bireysel kişilerin bu tekeli kırma girişiminde bulunması (tefecilik, kara paracılık vb) yasalarda “ağır suç” olarak tanımlanmıştır.

Halen üretici ve tüketici arasındaki en basit ödeme bile içinde çok sayıda tüzel kişilik barındıran çok karmaşık bir ağın içinden dolaşmakta, zincirdeki en zayıf halkada oluşan bir sorun tüm sistemde aksamaya neden olmaktadır. Devletsiz e-para sistemleri nakit ve kredi akışlarını sadeleştirerek çok daha sağlam ve güvenli hale getirecek, yararsız aracıları ortadan kaldıracaktır.


Devletlerin paramızı tutsak etmiş olması bankalar üzerinden ülkedeki tüm üretimi ve ekonomik faaliyetleri tam kontrol edebilme anlamındaki bilgi akış gereksinimini de sağlamaktadır. Bilgisayar olanakları da seferber edilerek küçük işletmeler ve bireysel kişilerin tüm ekonomik faaliyetleri kontrol altına alınarak “Kazı ürkütmeden yolmak” metodolojisi gereği nereden ne kadar daha vergilendirme yapılabileceği hesaplanabiliyor.

Enerji ithal/üretim/dağıtım, imar izni tekeli gibi imtiyazlar sayesinde de %300’lü kazançlar sağlanabilmektedir. Bu kamu imtiyazları kamu kurum ve bireysel kişilerine doğrudan veya dolaylı, resmi veya gayriresmi büyük oranda haksız gelirler sağlamaktadır. Öyle ki, ülkedeki her bireysel kişi kendi aklının ve emeğinin eseri olan ürettiği her 3 liralık katma değerin ancak 1 lirası ile geçinebilmekte, geri kalan iki lirasının kamu üzerinden kendi arzusu ve rızası dışında başkalarının ziyan ederek harcamalarına rıza göstermek zorunda kalmaktadır.

Kuşkusuz düzenlerin biçimleri ve oranları ülkeden ülkeye değişiyor, ama bu hükümetlerin var olduğu, alışverişte ulusal paraların ve türevlerinin kullanıldığı tüm piyasalarda (yani hemen hemen tüm dünyada) geçerli bir haksızlık biçimi. Global olarak ekonomik gelişmeyi yavaşlatan, dengesizlikleri arttıran, teknolojik ve bilimsel ilerlemeye, inovasyona ket vuran, hem bireyler hem de toplumlar açısından hiç istenmeyen bir durum. Bilinçli bilinçsiz tüm ulusların halkları bu duruma az veya çok isyan halindedir. Tüm bu düzeni değiştirecek yeni bir modelin ayak sesleri de artık hissedilmeye başlanmıştır.

Yeni para bir yasama yürütme yargı iktidarının parası olmamalı, bir hükümet tarafından temsil edilmemeli, arz miktarı, faiz hadleri, ve kurları kişiler ve kurumlar tarafından (merkezi olarak) belirlenememeli. Para üzerinde moneter kontrol sahibi kurum (hükmi şahsiyet) olmamalı ve hele de böyle bir kurum sahip hüviyetiyle o para adına borçlanma ve borç verme faaliyetleri yapamamalı, para sadece alışveriş yapan üretici ve tüketicinin doğrudan otomatik kontrolunda olmalıdır. Böyle bir durumda ayrıca hükmen “idare” edilmesine de hiç gerek olmayacaktır.

İnternet gibi herkesin özgürce erişim hakkı ve imkanı olan (merkezi ve patronu olmayan) bir ağda serbestçe dolaşan, sınırsız sayıdaki gerçek kişiler tarafından her an alınan ve satılan (teknik olarak hiçbir kişi ve grubun üzerinde kontrol hakimiyeti kuramayacağı nitelikte (dağıtık ağ = distributed system özellikli) olmalı. Bulut üzerindeki farklı anonim sunucular tarafından akredite edilen, hamiline ve kayıtlı versiyonlarının özgürce saklanıp aktarılabildiği böyle bir para hazır durumdaki tüm katma değerleri temsil eden, değer ölçme, saklama ve sürüm gücü yüksek itibarlı bir araç olacağından mevcut ulusal ve uluslararası banka sistemlerine gerek bırakmayacaktır. Böyle bir paranın kullanıldığı tüm global piyasalarda mal ve hizmet üreticilerinin ürettiği katma değer bugünküne göre en az üç kat değerlenecek, üretilen her mal ve hizmet gerçek değeri üzerinden talep bulacaktır. Bkz. BITCOIN

2. Otoritelerden bağımsız, mahremiyet güvenli, özel erişimli İLETİŞİM ağı

Şimdiki düzende “kamu” yani devlet her türlü haberleşme ve ekonomik faaliyetimizi denetlemek, düzenlemek, tam kontrol altında tutmak, ve bu suretle özel yaşamımıza da her türlü müdahale etmek imkanına sahip. Anayasada dokunulamaz insan hakları olarak belirlenmiş olsalar dahi bu haklar her gün her ülkede kamu tarafından fütursuzca çiğnenmektedir. Devletin bunları yapmasının bireylere ve topluma hiçbir yararı yok. Her türlü üretim ve tüketimimizi tam kontrol altında tutması belki kendisinin halktan topladığı gelirleri maksimize etmesinde yararlı olabilir ama toplumsal bir menfaat söz konusu değildir. Halkın içeceği her bir yudum suyun bile devletin kaydı altına girmesini ve bunun için mutlaka devlete ödeme yapmasını zorunlu hale getiren mevzuatlar haksız ve adaletsizdir. Eğer hepimiz devletin köleleri değilsek onun bizim her hareketimizi izleme, denetleme, düzenleme hakkı olması, bizim ise ona hiç karışamamamız ahlaksızca bir durum değil midir?. Devlet bunu neden yapıyor. Tabii yapabildiği, yapmaya gücü yettiği için. Devletler gelişen yeni teknolojilerden yararlanma ve kendi lehinde halkı istismar etme güçlerini eskiye göre çok arttırmışlardır. Tarihin hiçbir döneminde halkın ürettiği katma değerin bu günkü gibi üçte ikisine varan orandaki haksız bir payı kendisine alabilen bir devlet olmamıştır. Gelecekte bu durumun devletler aleyhine, halkın lehine bir düzelme dönemine girmesini beklemeliyiz. Bunun eğer birinci şartı özgür para ise, ikinci şartı da özgür iletişim ağları olacaktır.

Günümüzde bütçemiz içindeki fiziksel olmayan (kontür, digital abonelik, yazılım, kitap, dergi, film, müzik, telif hakkı, kullanma hakkı, kira, mevduat vb gibi) malların gider payı fiziksel mallara oranla her geçen gün artmaktadır. Bugün bu oran söz gelimi 30-70 gibi ise yakın bir gelecekte 60-40 gibi olması beklenebilir. Hatta bugün fiziksel varlığını zorunlu saydığımız, aksini hayal bile edemediğimiz (mobilya ve beyaz eşya gibi) endüstriyel malların dahi yakın gelecekte (internetten gönderilecek yazılımlar ve 3 boyutlu yazıcılarla) kendi evimizde üretilip kullanılır hale getirilmesi söz konusu olabilir.

Dolayısıyla alışverişimizin önemli bir kısmı fiziksel bir alışverişe ve kargo hizmetine hiçbir ihtiyaç duyulmaksızın) doğrudan internetten göndereceğimiz para karşılığı doğrudan internetten teslim alacağımız mal şeklinde olacaktır. Yani alışveriş olması gerektiği gibi tüketici ile üretici arasında olacağından üçüncü şahısların araya girmesini zorunlu hale getiren hiçbir şey yoktur. Mal ve Paraların saklanması ve oradan oraya aktarılması bulutlardaki VPN (Sanal özel ağlar) üzerinden doğrudan kişisel bilgisayarlarımız aracılığıyla yürütüleceğinden özellikle bugünkü bankalara ve bankacılık sistemine hiçbir ihtiyacımızın kalmaması söz konusu.

2020 yılına kadar tamamlanması beklenen yeni bir uydu internet ağı projesi global olarak 4 milyar kadar yeni abone beklemektedir. Bu abonelerin uzay ağını tercih nedeni erişimi yerel iktidarların denetim ve kontrolu altında olan karasal ağlardan kaçmak olacaktır. Alçak dünya yörüngesine(1200km) yerleştirilecek çok sayıdaki uydulardan kurulan ağın fiber'den %40 daha hızlı olması ve yerel hükümetlerce bir kullanıcının (kendisi istemedikçe) fiziksel mekanını belirleme, erişimini engelleme veya kontrol altına almanın teknik olarak mümkün olmaması avantajları söz konusu. Gizli, güvenli, hızlı ve ucuz olmasıyla birleştiğinde global ticari transaksiyonların zamanla büyük ölçüde bu ağlardaki VPN'lere taşınmasına, bu durum da giderek bankaların işsiz kalmasına yol açabilir.

Tarih boyunca saltanat iktidarları paramızı ve iletişimimizi kendi kontrolü altında tutarak bize hükmedebildiler. Yerel otoritelerden bağımsız, mahremiyet güvenliği sağlanmış bir internet ağına erişimimiz olması demek doğrudan tüketiciye ulaşıp ona üretimimizi sunabilmemiz, karşılığında ayni ağ üzerinden parasını tahsil edebilmemiz ve yine ayni ağ üzerinden harcayarak her türlü ihtiyacımızı karşılayabilmemiz demek. Bu bizi ekonomik bakımdan saltanattan özgür kılar.

3. Sosyal medyaya canlı erişimle şeffaflığın bireylere gerçek ADALET imkanını getirmesi.

Yasama, yürütme ve yargı erklerini elinde tutan bir saltanatın bize hiçbir zaman vermeyeceği, veremeyeceği şeyin adalet olduğunu biliyoruz. Saltanatın otoritesini kurmak ve korumakta dayandığı temel unsur gizliliktir. Yani kendisinin her türlü bilgiyi toplaması, ve buna karşılık kendisiyle ilgili gerçek bilgilerin bize olduğu gibi doğrudan ulaşmasının engellenmesi temel faaliyetleri arasındadır. Gerçekler sizi özgür kılar (veritas vos liberabit) denilmiştir. Hakikaten özgürsüzlüğümüzün ve saltanatın oyuncağı olmamızın temel nedeni doğru bilgilere anında erişim imkanımızın olmaması ve o yüzden kendimizle ilgili doğru kararları almakta aciz kalmamızdan ibarettir.

Ürettiğimiz mal ve hizmetin dünyanın öbür ucunda da olsa gerçek piyasasını ve değerini bulması, memnuniyet garantili olarak asıl müşterisine ulaşması, ödemesinin garantili olarak tahsil edilmesi ve eğer yaptığımız işte başarılı isek bu başarımızın ödüllendirilmesi sadece serbest piyasanın aktif olduğu bir ağ üzerinde mümkün. Yasama, yürütme ve yargı bize bu konuda adaleti değil ancak adaletsizliği sunabilir.

Yolda giderken birden karşımıza birisi çıktı ve bize silahını doğrulttu diyelim. Bu kişi üstelik büyük olasılıkla milli emniyetçi güvenlikçi, istihbaratçı ünvanlı birisi de olabilir.

Yolda giderken birden karşımıza birisi çıktı ve bize silahını doğrulttu diyelim. Bu kişi üstelik büyük olasılıkla milli emniyetçi güvenlikçi, istihbaratçı ünvanlı birisi de olabilir. Eğer olası kasıtla bizi öldürür veya yaralarsa, ya da bize hakaret ve işkence ederse bizi yasalar mı, polis mi, yargı mı koruyacak ?. Büyük olasılıkla yeterli delil bulunamadığından faili meçhule gidebiliriz.

Oysa bir de gözümüzde gugl gözlüğü olduğunu düşünelim. Karşımızdaki adam canlı sesli görüntüsüyle anında sosyal medyada. İnternetteki görüntü tanıma programlarından kişinin kimliği (arttırılmış gerçeklik) gözlüğümüze ulaşabilir. Şahsa ismi ve ünvanıyla hitap edebiliriz. Üstelik varsa etrafımızdaki diğer kameralı gözlükler de olayı başka açılardan nakledecekler. Saltanatın yargılayıp kendisini cezalandırmasını hiç beklemiyorum.

Ceza alması da bence tamamen gereksiz. Çünkü o şahıs ve yaptığı şey hakkındaki bilgi gün, saat, koordinat bilgisiyle arşive girmiş olacak. Ayni saatte ayni yerdeki diğer kameralardan doğrulanabilir. Tahrif edilemez. Silinemez. Silmeye çalışanın da yaptığı şey kayda geçer. Üzerinden 30 yıl dahi geçse o şahısla ilgili bir işiniz olduğunda ve araştırma yaptığınıza onun bu eylemini ayniyle karşınızda görebileceksiniz. Artık, onu sevecek misiniz, işe mi alacaksınız, birlikte iş mi yapacaksınız, karar tamamen sizin. Hakim değil siz kendiniz karar vereceksiniz. Saltanat istese dahi bu verilerin kanıtladığı gerçekliğin uydular üzerinden buluttaki sunucuya ulaşmasını ve herkesin izleyebileceği şekilde arşivlenmesini engelleyemez. İnsanlar hangi yaptıklarıyla kayda geçmek istiyorlarsa onları yapacaklar. Çünkü yaptığınız (iyi veya kötü şey) her ne ise belgelenecek, sizin tarihinize, kaydınıza, nüfusunuza geçecek. Siz onu yapan kişi olarak bilineceksiniz. Sizinle işi olan herkes onu sonsuza kadar her istediği an görüp bilebilecek. Bence adalet bundan ibarettir.


Saltanat sahiplerinin bu yeni teknolojilerden hiç hoşlanmayacaklarını, kendi ülkelerinde de kullanılır hale gelmelerini engellemek için ellerinden geleni ardına koymayacaklarını biliyorum. Şimdiden maliye bakanımız bitcoin türü paraların kullanımına karşı önlem alınacağını açıkladı. Yurt içinden erişim engeli konulamayan uydu ağı henüz ortada olmadığı için o konuda bir açıklamaları yok. Ama ağa erişebilen cihazların ithalini engelleme, üretici firmayla özel anlaşmaya gitmeye çalışma gibi yollara çıkacaklardır. Google Glass da henüz kısıtlı kullanılabiliyor. Şimdilik erken. O yüzden sadece Twitter kullanıcılarıyla mücadeleye ağırlık veriliyor.

Ama tarihte de hep böyle olmamış mıydı zaten? Saltanat kendi kandırma, korkutma ve kışkırtma sistemini sürdürebilmek için hep halkın iletişimini kısıtlama ve yeni çıkan teknolojilerden yararlanmasını engelleme çabası içinde olmuştur. Hezarfen Ahmet Çelebi’nin Galata Kulesi’nin tepesinden uçarak, Üsküdar’da Doğancılar meydanına inmesi üzerine Sultan Murad Han’ın “Bu adam pek havf edilecek (korkulacak) bir ademdir, böyle kimselerin bekası caiz değil” diyerek Cezayir’e gönderip orada boğdurduğu rivayet edilir.

Osmanlıda vatandaş beşyüz yıldan fazla bir süre boyunca ruhsat almadan kendi atına bile binemedi. Postahane ve nakliye hizmetleri bilhassa kurdurulmadı. Matbaa ikiyüzseksen yıl boyunca yasaklandı. Halkın telefon sahibi olması 40 küsur yıl boyunca engellendi. Gümrüğe gelen daktilolar geri çevrildi. 1937 yılında çıkarılan 3222 no’lu Telsiz Kanunu 46 yıl boyunca vatandaşın her türlü telsiz haberleşmesini engellemeyi başarmış, çıkarılan yasalarla Radyo/TV kamu tekeli haline getirilmişti. Posta Telgraf Telefon zaten kamu tekeli idi. Uydu TV çıktığında izlenen tüm yabancı yayınların kayıt altına alındığı pahalı bir ruhsat zorunluluğu getirildi.

Kandırma, korkutma ve kışkırtmayı zorlaştıracak, halkın kendi iletişim, adalet ve özgürlüğünü arttırabilecek her türlü yeni teknolojinin saltanat tarafından daima kısıtlanmaya, ve hatta eğer mümkünse tamamen engellenmeye çalışıldığını biliyor, engelin çoğu defa başarılı olduğunu da görüyoruz. Ama bir süre sonra saltanatın bu engelini sürdüremez hale geldiğini de biliyoruz. Engel halk tarafından fiilen aşılıyor, işlemez hale getiriliyor. Yasalar o zaman mecburen fiili durumu temsil edecek şekilde değiştirilmek zorunda kalınıyor. Yeni teknolojiler halkın ekonomik ve siyasi dokunulmazlığı ile iletişim özgürlüğünü güçlendirdikçe saltanatın kandırma, korkutma ve kışkırtma düzeninin, ve hatta saltanatın kendisinin de zayıflayıp yıkılma konumuna gelebileceği açıktır.

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.