Bizi kim birbirimizle konuşup anlaşamaz hale getirdi? – IV
Sözlük | canakci | Haziran 22, 2015 at 8:05 pmOsmanlı ülkesinde halk küçük ve birbirlerine yabancı klanlar halinde yaşıyordu. Farklı diller konuşulduğu için bir köydekiler öbür köydekilerin dilinden anlamıyor, dil, din, mezhep ve kültür farklılıkları yetmiş iki buçuk milletten oluşan Osmanlı halklarının birbiriyle iletişiminin önünde doğal bir bariyer oluşturuyordu. Bunlara ilave olarak Saltanatın oluşturduğu cebrî yasal iletişim engelleri de bulunuyor.
Sözgelimi, Sultan Abdülhamit devrinde, “Serkatib-i Hazret-i Şehriyari” (Padişah hazretlerinin başkâtibi) Tahsin imzasıyla Matbuat İdaresi’ne gönderilen ve gazetelerin uyması gereken kuralları içeren dokuz maddelik GİZLİ yönetmeliğin kısmen sadeleştirilmiş hâli şöyledir;
|
Matbaa’nın Avrupa’dan 275 yıl kadar sonra geldiği Osmanlı’da aslında basınla ilgili ilk resmî “Nizamname”, Abdülaziz devrinde yayınlanmış (Aralık 1864) ve İkinci Meşrutiyet devrinde çıkarılan Matbuat Kanunu’na kadar (Temmuz 1909) yürürlükte kalmış. Ama, bu dönem içinde Nizamname de yeterli bulunmayarak, 1867 yılında bir “Kararname-i Âli” çıkartılarak, pek çok gazete süreli ya da süresiz kapatılmış.
Bu kararnamede “
Asayişi ve düzeni korumak gerektiğinden, bu türlü gazete ve dergilerin bütün devlete ve bütün millete dokunan zararlarının önlenmesi için, Basın Nizamnamesi’nin hükümleri dışında olarak hükümetce cezalandırma işlemine ve önleyici tedbirler alınmasına karar verilmiştir.
” ifadesi yer alıyormuş.
O dönemde sarayı, iktidarı ve özgürlükleri çağrıştıran sayısız sözcük sadece basında değil, gündelik hayatta da yasaklanmış… Bakkaldan “yıldız şehriyesi” isteyen bir kadının (saray imâsı taşıdığı için) sürgüne gönderildiği rivayet edilir. “Curnalciler(ihbarcılar)”in pek revaçta olduğu bu dönemde, Saray’a yakın edebiyatçılardan bir “üdeba(edipler) cemiyeti” oluşturulmuş. Bunlar, haftada iki gün mabeyinde Paşa Dairesi’nde toplanırlarmış…
Bugün Serkatip Tahsin’in yayınladığı GİZLİ sansür genelgesinin üzerinden birbuçuk asır, insan hakları evrensel beyannamesinin yayınlanması ve Türkiye hükümetinin de onu imzalamasının üzerinden yarım asırdan fazla zaman geçti. Anayasamızın da maddeleri haline getirilen bu beyanname ifade özgürlüğünü kutsayan, haberleşme gizliliğini, serbestliğini, dokunulmazlığını takdir eden maddelerle doluydu. Oysa şimdi bunun tamamen tersine olarak Serkatip Tahsin’in yaptığından da daha koyu bir biçimde hem yasada hem de uygulamada insan haklarımız en galiz bir şekilde tehdit altındadır. İktidar saltanatı bize her gün ihlal etmekte duraksayacağı hiçbir insan hakkımızın olmadığını en açık bir şekilde göstermektedir.
Şu dünyada kendimizi var etmek için ihtiyaç duyabileceğimiz (fiziksel veya ruhsal) her şey ama her şey (kendimiz dâhil) bir kısım insanların aklı ve emeği sayesinde yaratılmak ve üretilmek (yani yoktan var edilmek) zorunda. Bir yüce antite tarafından bize hazır bahşedilmiş hiçbir nimet mevcut değil. Dünyaya geldiğimizde hazır bulduğumuz şeyler sadece üretimde kullanabileceğimiz üçüncü sınıf araç gereç, hammadde niteliğinde olabilir. Ama hammaddelerin en önemlisi olan “bilgi” bile üretici insanlar tarafından üretilip yoktan var edilmesi gereken bir unsur. Hazır sunulan, bize vahiy edilen işe yarar hiçbir bilgi yok.
O halde eğer dünyadaki tüm insanlar “üretici” olsalardı ve üretimde / paylaşımda kullanacakları üç temel unsura, yani üretim araçları, bilgi, ve hammaddeye erişimlerine “kendileri üretici olmayan ama üreticilere hükmetme amacındaki insanlar tarafından bilhassa konulan” engellerle karşılaşmasalar idi işte o zaman dünya gerçek bir cennet olabilirdi. Hepimiz şu dünyada fiziksel veya ruhsal istek ve ihtiyaç duyabileceğimiz her şeye ama her şeye kolaylıkla ulaşabilirdik. Böyle bir cennete kavuşabilmek için temel ihtiyacımız bireysel ağdaşım (networking) ve sınırsız global iletişim. İnsanlık olarak bu cennete ulaşmamıza hemen tek engel de kendileri “üretici olmayan”, ama üreticilere hükmederek, (onların üretiminden aldığı yüklü paylarla) çok büyük güçlere ulaşma sevdalısı “yağmacı” insanlar olmalı. Onların bunu başarabilmeleri ise üretici insanların verimli olabilmek için gerek duydukları üretim araçları ve iletişim imkânlarına erişimini kontrol altında tutmakla mümkün. Yani yağmacıların tüm başarısı üretim araçlarını ele geçirmek ve böl/yönet prensibi gereği üreticilerin birbiriyle olan iletişimini olabildiğince sınırlamaktan geçiyor.