Ruanda Soykırımı Nasıl Gerçekleşti

Tarihte Neler Oldu | | Eylül 29, 2015 at 5:05 pm

İnsanların, aralarında kabile, din, dil, mezhep farklılıkları olmaksızın, ayni toprakta 6-7 yüz yıldan beri birlikte gül gibi yaşadıkları insanları vahşice katletmeye azmettirilmeleri nasıl mümkün olabilir? Toplu imha silahları kullanmadan, 100 günde basit silahlarla tek tek 1 milyon insan nasıl katledilebilir? Nasıl bir duygu insanları bunu yapmaya zorlayabilir ki?

1994 yılındaki vahşi Ruanda Soykırımını çeşitli internet kaynaklarından araştırırken gördüm ki çoğunluk yazarlar bu soykırımın Avrupalı Sömürgecilerin Hutu-Tutsi ilişkileri üzerindeki olumsuz etkisinden kaynaklandığı konusunda hemfikir. Ancak bunu nasıl yaptıkları pek de anlatılamıyor. Olayı ayrıntılı bir biçimde incelemedikçe işin aslını anlamak da mümkün değil. Çünkü cinayetlere bizzat iştirak eden veya cinayetleri teşvik edici konuşma yapan bir Avrupalı yok, cinayetler Avrupalıların verdiği silahlarla da işlenmemiş. Çoğunluk cinayet silahı Çin’den tanesi yarım dolara ithal edilen Pala’lar. Ama, önce bu soykırımda neler olduğuna bir bakalım.

Soykırım Gerçekleri
6 Nisan 1994’de başlayan Ruanda Soykırımında 100 gün içinde Tutsi’ler ve bazı ılımlı Hutu’lardan oluşan yaklaşık 800,000 ila 1 milyon arası sivil kişi katledilmiş..
Bu dönem zarfındaki her günün, her saatinin, her dakikası başına 6’dan fazla erkek, kadın ve çocuk öldürülmüş, bu öldürme hızına 3 aydan fazla süreyle devam edilmiş.
Soykırımdan sadece 300,000 ile 400,000 arasında kişi kurtulabilmiş.
Soykırımın 100 gününde 250 – 500,000 kadına tecavüz edilmiş, bu kadınlar ~20,000 kadar çocuk doğurmuşlar.
Soykırımda tecavüze uğrayan kadınların %67’den fazlasına HIV ve AIDS bulaşmış. Bu durum çoğu zaman HIV+’ların bilhassa tecavüzü soykırım silahı olarak kullanılmaları sonucu olarak gerçekleşmiş.
Hayatta kalanların 75,000’i soykırım sonucu öksüz kalmış.
Dul kadınların sayısı dul erkeklerin 10 katıdır – soykırımda 50,000 kadın dul kalmış.
Hayatta kalanların 100,000 kadarı 14 ila 21 yaş arasında, 60,000 kadarı kendine bakamıyor.
Hayatta kalan çocukların yarıdan fazlası fukaralık dolayısıyla okulu bırakmışlar.
Hayatta kalanlardan çoğunun soykırım sırasında evi de yıkılmış, 40,000 kişi evsiz kalmış.
Hayatta kalanların 10 da 7’sinin aylık geliri 5000 Ruanda Frankından ( $8 USD) daha az.

Interhamwe (Birlikte saldıranlar) Hutu Gücü'nün milis örgütü idi. Fakir gençler toplanıp, ellerine 500binden fazla Pala ve diğer silahlar verilerek kamplarda eğitilip indoktrine edildikten sonra ''karafatma'' belledikleri Tutsilerin hepsini öldürüp kökünü kazımakla görevlendirildiler.

Soykırıma Götüren Adımlar

Toplumları soykırıma götüren (Gregory H. Stanton tarafından oluşturulmuş) 8 adımın Ruanda Soykırımına uygulanmış safhaları şöyledir;
• 1. Adım: Sınıflandırma
Hutu’lar ile Tutsi’ler arasındaki ayrım Kuşit’lerin(Tutsi) Bantu’ları(Hutu) fethettiği ve Tutsi’ler olarak kendilerini hükmedici elitler haline getirdikleri zamanlardan kalma ve çok eskiye dayanmaktadır.
Daha sonra Sömürgeciler geldiklerinde bu ayrımı fiziksel özelliklere de bağlayıp Tutsi’lerin daha Avrupalı olduklarını vurgulayarak derinleştirmişlerdir.
Sömürgeciler ayrılırken Hutu’ları iktidara getirdiler. Bunun üzerine Tutsi’lere karşı zaten nefretle dolu olan Hutu’lar da kendilerini Tutsi’lerin üstünde bir yerde tanımlayıp yeniden yerleştirerek yepyeni bir ayrımcılık ortaya çıkardılar.

• 2. Adım: Sembolleştirme
Önceleri Hutu’lar ile Tutsi’ler arasındaki ayrım aralarındaki aslında belli belirsiz bazı fiziksel farklılıklara dayandırılmaktaydı. Hutu’lar ise bunu belirginleştirecek ve herkesin Hutu veya Tutsi olduğunu kesinkes gösterecek kimlik kartları çıkarttılar.

• 3. Adım: Canavarlaştırma
Tutsi’ler Hutu’lar için iğrenç mahluk, karafatmalar, sıçanlar haline getirildiler.

• 4. Adım: Örgütlenme
MNRD ve Interhamwe soykırımı çok ayrıntılı biçimde planladı.
Silahlar zamanında gerekli noktalara sevk edildi.
Propaganda faaliyetleri etkili şekilde uygulandı.
Tutsilere karşı koordineli şekilde saldırılara geçildi.

• 5. Adım: Kutuplaştırma
MNRD ve Interhamwe Hutu Gücü ideolojisini her türlü medyayı kullanarak tüm ülkeye yaydı.
Mesaj açıktı: “”Hutu’lar Tutsilerden daha iyidirler””.
Başkan’ın uçağı düştüğünde propaganda ve medya suçu Tutsi’lere atmayı etkin ve verimli bir biçimde gerçekleştirdi.

• 6. Adım: Hazırlık
Şimdi geriye doğru baktığımızda MNRD ve Interahamwe’nin saldırıya en uygun şekilde hazırlandığını ve her şeyi kusursuz zamanladığını görmekteyiz. Kurbanlar esas olarak Hutu iktidarının daha önce çıkarttırmış olduğu kimlik kartları üzerinden kolayca tanımlanıp seçildiler.

• 7. Adım: Toptan İmha
Sinyal verildiğinde, Interhamwe ve diğer Hutu’lar Tutsi’lere ve ılımlı Hutu’lara karşı koordineli, kararlı bir saldırı başlattılar. Soykırımın bitmesine kadar 100 gün boyunca seçilmiş hedeflere sistematik saldırılar gerçekleştirildi.
Tutsi ve Hutu her iki taraftan milyonlarca kişi hayatını kaybetti.

• 8. Adım: İnkâr
Soykırım sürmekte iken Birleşmiş Milletler tarafından önce inkâr edilmeye çalışıldı.
Daha sonra Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komisyonu tarafından konu hakkında bir inceleme başlatıldı.
Derin incelemeler ve tartışmalardan sonra Ruanda’daki katliamların bir Soykırım olduğu kabul edildi.
Bugün BM bir soykırımın varlığını inkar etmemekte ve UNAMIR’in başarısızlığını açık ve doğru bir şekilde vurgulamaktadır.

Soykırıma Götüren Olayların Kısa Tarih Çizelgesi

Ağustos 1993 – Barış uzlaşması tarafsız bölge Arusha(Tanzanya)da imzalandı. Buna göre bir geçiş hükümeti kurulması, ordunun birleştirilmesi, ve Ruanda’ya Birleşmiş Milletler güçlerinin gelmesi gerekiyordu. Ancak, bu esnada Hutu Gücü medyada Tutsi nefreti mesajları yayınlamaya başladı. Çünkü uzlaşmanın Tutsileri kayırdığını düşünüyorlardı.
Eylül 1993 – Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Butros Butros Gali bir iç savaşın çıkmasını önlemek için Ruanda’da acilen BM barış gücüne ihtiyaç olduğunu belirtti.
Ekim 1993 – BM Barış Gücü – UNAMIR (Birleşmiş Milletler Ruanda’ya Yardım Misyonu) 23 ülkeden 2,500 askerden müteşekkil olarak kuruldu ve Ruanda’ya gönderildi. Başında Kanadalı general Romeo Dallaire komutan olarak bulunuyordu.
Aralık 1993 – Ruanda ordusundan bir asker suçluluk duygusu ile Dallaire’e bir mektup göndererek Aruşa uzlaşmasını sabote etmek üzere Tutsi’lerin katledilmesine yönelik olarak hazırlanmış bir planın ayrıntılarını aktardı.
Ocak 1994 – İnsan Hakları Gözleme Örgütü Ruanda’da Hutu milislerin oluşturduğu Interhamwe’nin silahlanmakta olduğunu belirten bir rapor hazırladı. General Dallaire silahları toplatma izni istedi, ancak bu izin kendisine verilmedi.
Mart 1994 – Aruşa Uzlaşmasının üzerinden 7 ay geçmesine rağmen gerekli adımlar atılmadı. Butros Gali BM Güvenlik Konseyinden UNAMIR vekaletinin 6 ay daha uzatılmasını istedi.
5 Nisan 1994 – BM Güvenlik Konseyi Butros Gali’nin talebini bazı koşullarla kabul etti. Buna göre uzatma Arusha uzlaşmasının bu arada onaylanıp yürürlüğe girmemesi kaydıyla ve sadece 6 hafta olabilecekti, 6 ay değil.
6 Nisan 1994 – Ruanda Başkanı Habyarimana ile Burundi Başkanı Ntaryamira’nın içinde bulunduğu uçak vurularak düşürüldü, her iki başkan da öldüler. Hutu çoğunluğun ilk tepkisi Tutsi’leri suçlamak oldu. Başkent Kigali’nin yolları kapatıldı ve 10 Belçikalı asker vurulup öldürüldü. Bu noktada uçağın düşürülmesi ve Başkanın öldürülmesinin de hızlandırıcı etkisi ile Hutu’lar tarafından Tutsi’lerin soykırımı başlatılmış oldu.
8 Nisan 1994 – Tutsi Ruanda Vatansever Cephesi (RPF) Araşa Barış Uzlaşmasına göre Kigali’de bulunan 600 askerini kurtarmak ve katliamları durdurmak üzere büyük bir saldırıya girişir. Ruanda Hutu Başbakanı Agathe Uwilingiyimana 7 nisan 1994 günü Tutsi’lere karşı anlayışlı olduğu gerekçesiyle öldürülür.
Interhamwe başkent Kigali’de yol barikatları kurmaya devam eder. Tüm Tutsi’leri ılımlı ya da Tutsi’lere sempati duyan Hutu’larla birlikte toplayıp kuşatmaya başlarlar. En bilinen örnek Hutu kadın başbakan Agathe Uwilingiyimana’nın barışçı olduğu gerekçesiyle diğer bazı Hutu’larla birlikte Interhamwe tarafından Palalarla katledilmesidir. Pala bu soykırımın karanlık bir sembolü olmuştur. BM askerlerine ise olaylara karışmamaları ve durumu gözlemekle yetinmeleri talimatı verilir. Karışmaları yasaklanan BM askerlerinin gözü önünde katliamlar şehir merkezinden kırsal alanlara doğru yayılır.

Tutsi'leri katletmekte kullanılan esas millî suç aleti


8 Nisan 1994 günü general Dallaire BM merkezine etnik ayrımcılığa dayalı katliamları anlatan bir mesaj gönderir. Katliamların nasıl planlı ve sistematik olduğunu ve kamu yetkilileri tarafından nasıl yürütülmekte olduğunu anlatır. Soykırıma giden yolun ana kısmı burasıdır.
9 Nisan 1994 – Ülkedeki Fransız ve Belçikalılar BM paraşütçüleri tarafından toplanarak Ruanda’dan çıkartılır. Paraşütçüler Avrupalıları kurtarma sırasında Gikondo’daki bir kilisedeki çocukların katliamına da şahit olurlar. Askerler buna rağmen ülkede kalıp UNAMIR’e yardımcı olmazlar.
10 Nisan 1994 – Elçi ve 250 Amerikan vatandaşı kurtarılır, ama UNAMIR’e yardımcı olmak üzere hiçbir asker kalmaz. Bu sırada yakalanmış bazı Tutsiler köle olarak cesetleri taşıma ve atık arabalarını itme gibi görevlerde çalıştırılmaktadır.
11 Nisan 1994 – General Dallaire tüm yabancıların ülkeden çıkartılması için bir ateşkes taahhüdü alır.
12 Nisan 1994 – Bir katolik kilisesinde saklanmakta olan 1,500 Tutsi Interhamwe’nin binayı buldozerle yıkması ve içerideki herkesi palalarla tek tek doğraması suretiyle katledilirler. Kilisenin rahibi daha sonra yargılanarak insanlığa karşı suçlarından dolayı mahkum olmuştur.
14 Nisan 1994 – Katliamların yayılarak devam etmesi üzerine Belçika UNAMIR2deki askerlerini geri çeker.
21 Nisan 1994 – BM’in askerleri çekme kararı almasından sonra UNAMIR’in ülkedeki asker sayısı 2,500’den 270’e iner.
30 Nisan 1994 – BM Güvenlik Konseyi Ruanda’daki durum üzerine yapılan hararetli tartışmalardan sonra durumun bir soykırım olarak tannımlanmasını reddeder.
17 Mayıs 1994 – Sonunda BM 5,500 askerden oluşan bir birliği Ruanda’ya gönderir. Masrafları kimin çekeceği üzerine olan tartışmalar yüzünden karar alınması gecikmiştir.
22 Mayıs 1994 – Kigali havaalanı Tutsi Ruanda Vatansever Cephesi (RPF) güçleri tarafından ele geçirilir.
25 Mayıs 1994 – BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Ruanda’ya insan hakları ihlalleri iddialarını incelemek üzere bir temsilci gönderir.
29 Mayıs – 11 Haziran 1994 – Tutsi Vatansever Cephesi RPF misyonunu sürdürerek Ruanda çapında bazı kent ve kasabaları ele geçirir. Ancak buna rağmen katliamlar engellenemez.
23 Haziran 1994 – Fransa Ruandaya geçici bir barış gücü gönderme kararını açıklar ve ayni gün General Dallaire komutasındaki UNAMIR’e destek verecek olan Fransız birliklerinin ilki ülkeye gelir.
1 Temmuz 1994 – BM Güvenlik Konseyi Ruanda’daki olayların “muhtemel bir soykırımın” eylemlerini teşkil edip etmeyeceği konusunu ele alır.
5 Temmuz 1994 – Güney Batı Ruanda’da Fransız askerleri tarafından bir “güvenli bölge” oluşturulur.
14 Temmuz 1994 – Güvenli bölgeye saatte 6,000 kişi gibi şaşılacak bir hızla hükümet yetkilileri ve milisler dahil olmak üzere çok sayıda insan akın eder.
17 temmuz 1994 – Katliamların bittiği resmen ilan edilir.

Hutu – Tutsi İlişkilerinin Tarihi

Hutu – Tutsi ilişkilerinin sorunlu ve karmaşık dinamiği Ruanda Soykırımının çok eskilerine, Tutsi’lerin o topraklara ilk olarak ayak bastığı 14ncü yüzyıla kadar gider.

Hutu ya da Bantu halkı şimdi Ruanda, Burundi ve Kongo olarak bilinen ülkelerin esas yerli halkıdır. Bu topraklarda daha kısa boylu olarak bilinen Twa’lar (Pigme’ler) de en eskiden beri yaşamaktadırlar.

Ruanda halkı esas olarak 3 farklı ırktan oluşmakla birlikte bu ırklar aslında resimde görüldüğü gibi fiziksel olarak çok belirgin farklılıklara sahip değildir. Büyük ölçüde tamamen birbirine karışmıştır, ayırt edilemez durumdadır.


Asıl kökeni itibariyle Kuşit (eski Kuş Krallığı halkından) olup güney Habeşistan topraklarından göçüp gelmiş olan Tutsi’ler fiziksel bakımdan Bantu (Hutu) ya da Twa’lardan daha zayıf ve uzun boyludurlar. Tutsi halkı Ruanda’nın tüm tarihi boyunca hiçbir zaman nüfusun %15’ini aşmamıştır. Ancak bu topraklara 14. yüzyılda sığır çobanlığı yapan güçlü savaşçılar olarak gelmişler ve sayıları az olduğu halde güçleriyle bölgenin yerlisi olan Bantu ve Twa’ları fethetmişlerdir.

15nci yüzyıla gelindiğinde Kuşit’ler(Tutsi’ler) ülkede tam hükümran hale gelmişler, en tepede kutsal kökenli kabul edilen Kral Mwami’nin bulunduğu piramit tipi bir siyasi yapı kurmuşlardır. Tutsi kral Mwami’nin kurduğu iktidar hiç sarsılmadan beş altı yüz yıl boyunca başarıyla sürmüştür. Tutsi’lerle birlikte yeterince zengin Hutu’lar da iktidar elitinin arasına kabul edilmiş, fakir Hutu’lar ise Mwami’ye vergi vermeleri kaydıyla oldukça rahat bir şekilde rahatsız edilmeden yaşamışlardır. Özetle, Tutsi’ler iktidarda bulunarak, kendilerini Hutu’lardan daha yukarı bir sınıfa yükseltmişler, bu statülerini kullanarak da kendilerinden daha fakir durumdaki Hutu’lardan vergi sızdırmışlardır. Bir ırkın öbürüne hizmet ettiği bir durum mevcut olmasına rağmen yine de bu ilişkileri yaklaşık 19. yüzyıla kadar oldukça medeni bir şekilde sürmüştür.

Ondokuzuncu yüzyıl Hutu’lar ve Tutsi’ler arasındaki ırksal gerilimleri arttıran iki ayrı faktörle birlikte gelmiştir. Bu faktörler ülkenin kolonileştirilmesi(yani sömürge haline getirilmesi) ve toprakların yeniden paylaşılmasıdır. Arazi problemleri Uburetva ya da Ubuhake adı verilen bir sistemi ortaya çıkarmıştı. Bu kelimeler “Toprağa erişim için çalışma” anlamına gelmekte ve asil sınıftan olmayan Hutu’ları toprak serfleri haline getirmekteydi. Tarihin bu noktasında Hutu – Tutsi ilişkileri kaba derebeyi-kul ilişkilerine dönmeye başladı, ve 1800’lerin sonlarında Alman sömürgecilerin gelmesi ve onların da (daha beyaz oluşları nedeniyle) Tutsileri Hutu’lar üzerinde hükmeder bir konuma getirmeyi benimsemeleriyle problem daha büyüdü. Kolonistler bu iki ırk arasındaki gerilimi büyütecek pek çok şey yaptılar. En kötü katkıları da Irk Bilimi üzerine idi.

Saçma Hamitik Teori'nin mucidi John Hanning Speke


İngiliz Hint ordu subayı olan John Hanning Speke “Hamitik Teori” adı verilen ırkçı hipotezin yaratıcısı idi. Speke yazılarında Tutsi’lerin Hutu’lara göre daha Avrupalı olduklarını, daha düzgün kişilikleri ve kafkasoid yüz özelliklerinin onların daha kültürlü olduklarını yeterince ispatladığını öne sürmekte idi. Bu teori daha sonraki yıllarda Hutu’lar ve Tutsi’ler arasındaki tüm kültürel bölünmelerin esas temeli haline geldi. Bununla bir ırkın diğerinden nasıl daha üstün olduğunun ve dolayısıyla üstün ırka daha fazla güç ve etki verileceğinin özellikli bir tanımı yapılmış olmaktaydı.

Birinci Dünya Savaşının sonunda Ruanda’nın kontrolu Belçika’ya verildi. Belçika’lılar da Hutu’lar ve Tutsi’ler arasındaki ayrımı o sıralar (örneğin nazi Almanyasında) popüler olan Öjenik (insan ırkının ıslahı bilimi) safsatasıyla daha da arttırdılar. Kafatası ölçümleriyle beyin hacminin daha büyük, boyunun daha uzun, ten renginin daha açık olduğunun belirlenmesi Tutsi’lerin Hutu’lardan daha üstün olduğunu, daha saf, Avrupalıya daha yakın ataları olduğunu ispatlamakta idi.

Belçikalıların Ruanda’da yürürlüğe koyduğu son hamle Kahve üretimi idi. Genel olarak Hutu’lardan oluşan köylü çiftçiler Tutsi yetkililerin gözetiminde yürütülen Corvée “angarya yasası” gereğince “kendi topraklarında ölüm cezası tehdidiyle” kahve yetiştirmekle görevlendirildiler. Bu angarya gerçekte kölelikten dahi bir adım daha fazlasına işaret etmekte idi. Örneğin çoğu Hutu köylüsüne işe başlamadan önce 10’ar kırbaç vurularak çalışma disiplininin gerekleri hatırlatılmakta idi. Esas olarak 1962 yılındaki Ruanda bağımsızlığı kazanılmadan önce Hutu’lar sömürgecilerin kumandasındaki Tutsi seçkinler tarafından zulmedilen bir ırk halindeydiler.

İkinci Dünya Harbinden sonra Belçika o zamanlar adı Rwanda-Urundi olan Ruanda karşısında daha farklı bir yaklaşım benimsedi. Ülke yönetim yetkilisi Belçika olan Birleşmiş Milletler gözetiminde bir konuma geldi. Demokrasinin geliştirilmesi arzusuyla Belçikalı elitler ve zamanın Mwami’si Kral Mutara Rudahigwa Birleşmiş Milletler gözetimi altında daha fazla Hutu’yu yönetime soktu. Kral Rudahigwa Tutsi’leri hâkim kılan eski Ubuhake sistemini de yürürlükten kaldırdı. Tabii bazı Tutsi’ler kendi aleyhlerinde bir tehdit olarak gördükleri bu değişikliğe çok kızdılar.

Mwami Mutara Rudahigwa


1954 yılına gelindiğinde Kral Rudahigwa Belçika işgalinin tamamen kaldırılması ve tam bağımsızlık konusunda ısrarcı oldu. Bağımsızlık hareketi sırasında Katolik Kilisesinin etkisindeki Hutu din hocası Gregoire Kayibanda bir Hutu Manifesto’su yayınladı. Buna göre Belçika’lılar yönetimden ayrıldıklarında siyasi yetkinin tamamen Hutu çoğunluğa teslim edilmesi gerekiyordu. İşte soykırım sırasındaki temel ideolojinin esası buna dayanmaktaydı. Kilise Kayibanda ve arkadaşlarını siyasi partiler kurma konusunda cesaretlendirdi. Sonunda Hutu menfaatlerini siyasi platforma taşıyan iki parti ortaya çıktı: APROSOMA (L’Association pour la Promotion Social des Masses) Halkın Sosyal Gelişimini Yükseltme Partisi ve RADER (La Rassemblement Democratique Rwandais) Demokratik Ruanda Birliği Partisi. Bu siyasi kabarma sırasında Kral Rudahigwa esrarengiz şekilde Bujumbura, Burundi’de öldü. Ölümünden Belçikalı elitlerin sorumlu olduğu söylendi.

Rudihigawa’nın yerine üvey kardeşi Kigeli V Dahindurwa kral oldu. Bu sırada üçüncü bir siyasi parti PARMEHETU(Parti du Mouvement de l’Emanicpation Hutu) Hutuların Kurtuluşu Hareketi öne çıktı. Bunlar da açıkça Tutsi karşıtı olan ve Hutu bağımsızlığı yanlısı Katolik Kilisesinin yönetimi altında kurulmuştu. Runada’da siyaset radikal bir şekilde değişmekte iken Belçikalı komando Albayı G. Logiest büyük bir Hutu grubu düzenleyerek binlerce Tutsi’yi öldürttü ve yüzbinlercesini de ülke dışına sürdü: Az sonra birkaç aylık yeni Kral Kigeli de sürgüne gönderildi. Yeni Demokrasi olmuş Ruanda’da 1960’da bir seçim yapıldı. Pek çoğunun Belçikalıların sonuçlarına müdahale ettiklerini düşündüğü seçimden Parmehetu galip çıktı. Partinin lideri yukarıda adı geçen Gregoire Kayibanda geçici hükümetin Başbakanı oldu. Ayni yılın 25 Eylül’inde monarşi’nin kaldırılması konusunda Birleşmiş Milletler tarafından bir referandum düzenlendi. Referandumda halkın çoğunluğunun oyuyla ruanda’da tutsi Mwami’lerin iktidarı olan krallık kaldırıldı. Bu şekilde güç yeni devlet başkanı ve başbakan Gregoire Kayibanda üzerinden Hutu’lara geçmiş oldu. 1962 yılında Belçika Ruandayı temelli terk etti ve ülke tam bağımsız hale geldi.

Gregoire Kayibanda


Yüzlerce yıllık Tutsi yönetiminin Hutu’lara geçmesiyle iktidar rolleri yer değiştirmiş oldu. Kayibanda’nın liderlik iktidarı döneminde Tutsi’ler artan bir şekilde ülkeyi terk edip komşu ülkelere göçtüler. Hutu gücü çok kısa bir sürede merkezileşti ve tüm Tutsi’ler güç mevkilerinden hızla uzaklaştırıldılar. Bu sırada bazı Tutsi ayaklanmaları olduysa da hepsi başarısız oldu ve ardından Tutsi öldürmeleri başladı. Başkan Kayibanda yönetiminde Tutsi karşıtı bazı yasalar geçirildi, mesela okul ve üniversitelerde, kamu hizmetlerinde Tutsiler en fazla %10 ile sınırlanmakta idi.

1965 yılında Gregoire Kayibanda yeniden seçildi ve Juvenal Habyarimana Savunma Bakanı oldu. 1969 yılında Parmehetu partisinin adı MDR (Mouvement Democratique Republicaine) Demokratik Cumhuriyetçi Hareket olarak değiştirildi ve Kayibanda (seçime hile karıştırıldığı suçlamalarına rağmen) yeniden seçildi. Tüm bu dönemler boyunca Tutsi katliamları devam etti.

Juvenal Habyarimana


1973 yılında Tümgeneral Habyarimana başarılı bir askerî darbe ile Kayibanda hükümetini devirdi. Ancak, hükümet siyaset ve görüşlerinde bir değişiklik olmadı. Tutsi katliamları devam etti. 1974 yılında Hutu çoğunluğun eğitim ve sağlık alanlarında Tutsi’lerin fazla güçlü oldukları yaygarasıyla şiddetli saldırıları daha da şiddetlendi. Meslek sahibi çoğu Tutsi istifaya ve sürgüne zorlandı. 1975 yılında darbeci general başkan Habyarimana MRND (Mouvement Revolutionaire et National pour le Developpement) Devrimci Milli Kalkınma Hareketi’ni kurdu. Bu parti 1975’den 1994’e kadar ve Soykırım sırasında iktidarda kaldı. Tutsi katliamları yaygın olarak devam etti ve hükümetin maaş ödediği MNRD’nin militan kanadı Interhamwe milislerinin ortaya çıkmasıyla katliamlar daha da arttı.

1978 yılında başkan Habyarimana MNRD’yi ülkenin tek siyasi partisi olarak koruma altına alan yeni bir anayasa getirdi ve diğer tüm partileri yasakladı. Bunun doğrudan karşısında olarak 1979 yılında Kenya’da bulunan sürgün Ruanda’lı Tutsi’ler RANU’yu (Rwandan Alliance for National Unity) kurdular. Hedefleri arasında Ruanda’lı Tutsi sığınmacıları korumak ve Ruanda’daki MNRD ile mücadele etmek bulunuyordu. 1987’ye kadar RANU gelişti ve adı RPF (Ruanda Vatansever Güçleri) oldu. Üç yıl sonra da 1990 yılında MNRD ile silahlı mücadeleye başladılar. Bu Ruanda İç Savaşı’nın başlangıcı ve soykırımın öncülü idi. 1991 yılına gelindiğinde şiddet o kadar fazla arttı ki heriki taraf da N’Sele Barışkes Anlaşmasını imzalayıp barış üzerinde çalışma girişiminde bulundular. Bu ateşkes anlaşması sürmekte iken dahi Ruanda’da Kibirira, Bigogwe, Bugesera, ve Kibuye’de Tutsi katliamları sürdü.

4 Ağustos 1993’de ateşkes yürürlükteyken Aruşa Barış Uzlaşmasını her iki taraf da kabul etti. Buna göre hem MNRD ve hem de RPF’nin güç sahibi olacağı bir geçiş hükümeti kurulacaktı. Burada sonunda bir çözüm sürecinin başlamış olduğu inancı hâkim oldu.

Yedi ay sonra, Nisan 1994’de Arusha Akordunun maddeleri henüz uygulamaya konulmadan Başkan Habyarimana’nın uçağı düşürüldü ve öldürüldü. MNRD ve diğer Hutu yanlısı partiler suçu “karafatma” Tutsilere attılar. Tüm medyadan Tutsi nefreti ve Hutu gücü üzerine propaganda konuşmaları yaydılar. Bunun hemen ardından Ruanda Soykırımı başladı. Interhamwe Hutu milislerinin Tutsilerle beraber diğer masum Ruandalılara da uyguladıkları korkunç katliamlar 100 gün boyunca sürdü. Milyonlarca insan katledilirken Birleşmiş Milletler bunu durduracak hiçbir şey yapmadı. Ülke üzerindeki BM iktidarı soruna mukabele etmeye uygun değildi. Sadece olaylar artık geçtikten sonra BM Yüksek Komisyonu ayrıntılı bir soruşturma yaparak Ruanda Katliamını bir soykırım olarak tanımladı.

Ruanda Soykırımı ancak Hutu-Tutsi ilşkilerinin tarihi incelendikten sonra anlaşılabilir. Dağlık kuzey Habeşistan topraklarının savaşçı sığır çobanları Kuşitler tarafından yerli Hutu’lar üzerinde yüzlerce yıl sürdürülen Tutsi zorbalığı onlar üzerinde kalıcı bir nefret bırakmış bu da Ruanda Soykırımına yol açan ırkçı gerilimi hazırlamış olmalıdır. Ancak yine de bu soykırımın Avrupalı Sömürgecilerin Ruanda’daki olumsuz etkilerinin doğrudan bir sonucu olduğu sonucuna varmak daha doğru ve özlü bir açıklama olacaktır. Çünkü Avrupalıların Tutsi seçkinlerini Hutuları ezmekte kullanmış olmaları Hutular üzerinde geçmeyen bir öfke duygusu yaratması beklenebilir bir durumdur. Daha sonraki bir safhada Avrupalılar bu defa Hutu’ların gücü Tutsilerin elinden zorla almalarına da yardımcı olduktan sonra geri çekilerek Hutu gücünün bir sulta rejimi oluşturmasına ve sık sık Tutsi katliamları uygulamalarına izin vermişler, ve nihayet Tutsi ayaklanmaları ortaya çıkınca da durumun Ruanda Soykırımıyla sonuçlanmasına en uygun zemin ortaya çıkmıştır. Dikkatle incelenecek olursa Avrupalı sömürgecilerin gelmelerinden önce tarihin hiçbir döneminde Hutu’lar ve Tutsi’lerin ilişkileri bu derece gergin olmamıştır. Önceki dönemde de Hutu’lar hizmetkar bir konumda bulunmalarına rağmen Tutsi’lerle olan ilişkileri nispeten rahat bir konumda idi. Aralarını ekşiten ve hırçınlaştırarak sonunda Ruanda Soykırımına yol açan psikolojik etkinin tamamen sömürgecilerden kaynaklandığını iddia etmek haksızlık olur.

Ülke içinde her türlü vahşeti planlamaya, uygulamaya ve alet olmaya zaten hazır geniş bir kesim varken yabancı etkisine hiç ihtiyaç yok aslında. Bir kandırma korkutma ve kışkırtma sisteminde ülkenin %10’luk (hali vakti yerinde üst tabaka) bir azınlığını hedef seçerek ülkenin %90’lık çoğunluğuna hedef göstererek kırdırmak planlı organize bir hareketle gerçekleştirilebilen bir durum. Benzerleri daha önce de dünyanın farklı köşelerinde defalarca gerçekleştirilmiş değil midir?. Asker/Din Adamı/siyasetçilerden oluşan bir kesim bir komployla devleti ele geçirerek kendilerine güç ve servet transferi için böyle manipülasyonları kolayca yapabilir hale geliyorlar. Yirminci yüzyılda Osmanlı’nın gayrimüslimleri, Almanya’nın musevileri nasıl yok edildiler?. Kuruluşu sırasında Çin Halk Cumhuriyeti için katledilen 76 milyon halk, SSCB’nin katlettiği 61 milyon nüfus unutuldu gitti mi? Her ülkenin kendi içinde milliyetçi mukaddesatçı, ittihatçı, ulusalcı askercil siyaset erbabı [ YERLİ VE MİLLÎ ] bir kesim bu tür operasyonlara her daim hazır vaziyette değil midir? Planlayıcıları, azmettiricileri ve uygulayıcıları ülke içinde zaten hazır ve nazır iken ayrıca olayların sorumlusu olarak yurt dışından yabancı emperyalist, sömürgeci kapitalist, kolonyalist uzaylılar aramaya ne hacet var ki.

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.