Gerçek Sorun Kapitalizm ?
Sürekli Söyleşi | canakci | Kasım 22, 2015 at 2:39 pm– Hayır, gerçek sorun demagojik kavramların ardına kapılıp ne dediğini bilmemektir.
– Nasıl yani?
– Eskiden dedüksiyon mantığıyla “Aristo Mantığı” diye alay etmekte kullanılan şöyle bir çıkarsama (tümden gelim) örneği vardı; “Kuş uçar”, “uçak da uçar” o halde “kuş = uçaktır”.
Benzer biçimde diyebilirsin ki “demokrasi iktidarların seçimle belirlendiği sistemdir”, “seçimle iktidara kötü bir diktatör de başa geçebiliyor” o halde “demokrasi sorunludur”
– Öyle değil mi?
– Tabii ki değil. Gelmiş geçmiş en kötü rejimlerden olan Faşizm’deki “İl Duçe”, Nazizmdeki “Führer” seçimle iktidara gelmiş değiller miydi? Mesela Kuzey Kore Demokratik Halk Cumhuriyetinde geçenlerde seçim oldu, üçüncü kuşak (torun) diktatör Kim Jong Un oyların %100’ünü alarak yeniden seçildi. Aksi mümkün değildi zaten, çünkü adı Demokratik Halk Cumhuriyeti olmasına karşın rejimde Demos yok, Halk yok, Cumhur yok. Ülkedeki rejimin korkunç bir rejim olduğunu biliyoruz ama adını “Demokratik” koymakla demokrasiyi de onunla birlikte batırmış oluyoruz. Oysa o rejimi “Demokrasi” olarak tanımlamak için ya demokrasinin ne olduğunu hiç bilmemek yahut da aptal olmak lâzım.
– Peki “Demokrasi” ne demek?
– Demokrasi (Demos-Kratos) kavramı etimolojisi itibariyle “yönetilenlerin” yani “halkın” devlet politikasını şekillendirmede hak sahibi olduğu bir rejim demek. Oysa adı “demokratik” olan çoğu ülkede devlet politikasını şekillendirmede halkın hiçbir hakkı yok. Yani demokrasinin adı var, hatta seçimleri de var ama kendisi hiç yokk. Tüm kararlar tepedeki birkaç kişi tarafından veriliyor ve halka zorla dayatılıyor. Mesela, halk kendi ürettiği katma değerin üçte biriyle güç bela yaşamaya çalışırken tepede birileri geri kalan kaynağı gönlünce har vurup harman savuruyor.
– Halk buna razı geliyor mu?
– Gelmese de yapabileceği bir şey yok, çünkü karşı gelebilecek bir güce sahip değil. Devlet kandırma, korkutma ve kışkırtma ile cebir ve şiddet kullanarak halka böyle bir rejimi zorla dayatıyor. Sistem öyle kurulmuş ki, halkın bunu kendi başına değiştirmesi mümkün değil.
– Neden?
– Yapabildiği için. İktidar sahibi bunu yapabilecek bir konumda olduğu için kendini bunu yapmaya da hak sahibi olarak görüyor. Bu doğal bir durum, çünkü doğadaki her yaratık biraz böyledir. Elindeki gücü sürekli maksimize etmeye çalışır.
– Hiç yıkılamaz mı?
– Kendi iç arızası nedeniyle yahut da bazen bir dış müdahale sonucu bir yıkılma söz konusu olabilir. Ama hemen ardından yeni kurulacak rejim de aynisini yapacak, halk üzerindeki gücünü arttırmaya çalışmaya ve halkı ezmeye devam edecektir. Çünkü rejimi deviren iç güçler olsun, dış güçler olsun hiçbiri bunu halkın refahını ve özgürlüğünü arttırmak amacıyla yapmaz. Kalkınma, refah, eşitlik, adalet, özgürlük gibi kavramlar yeni iktidar adaylarının sürekli dilinde olsa dahi, gerçekte hiçbirisi iktidara geçtiğinde kendi elindeki güçten bir gramını olsun eksiltip halka geri vermeyi düşünmez.
– Kâbus gibi desene, peki hiç çaresi yok mu?
– Çaresi halkın en azından yeterli bir yüzdesinin gerçek dostunu ve düşmanını ayırt edebilecek bir olgunluğa ulaşmasıdır. İktidarın yasama, yürütme ve yargı erklerine tam hâkim olduğu, kolluk güçlerini, eğitimi, medyayı, ekonomiyi tek elden idare ettiği bir düzende halkın böyle bir bilinç düzeyine ulaşabilmesi neredeyse imkânsız.
– Buraya nereden geldik?
– “Gerçek sorun kapitalizmdir” demenden geldik. Kapitalizm “Hür Teşebbüs”, yani girişim özgürlüğü, yani insanların kendi yaptığı işin asıl sahibi olması demektir. Türkiye’de hür teşebbüs var mı? Türkiye’yi bir yana bırak dünyanın neresinde tam bir girişim özgürlüğü var ki?. Rusya, ABD, İngiltere? Hiçbirinde gerçek bir girişim özgürlüğü yok. Eğer olsa idi aksayan şeylerin suçunu, sorumluluğunu doğal olarak ona yükleyebilirdik.
– Girişim özgürlüğü ne demek?
– Kapitalizm, tüm piyasaların serbest piyasa olması demektir, hür teşebbüsçü (özel girişimci) sistem olarak da anılabilir. Üretim, dağıtım ve değişim araçlarının özel mülkiyetini ve kapital (anamal / sermaye) sahiplerinin rekabetçi koşullarda kâr amacıyla kendi mülklerini işletme ve idare özgürlüğüne sahip olmalarını ifade ediyor.
Bu sistemde üretim ve dağıtım araçlarına yatırım ve bu araçların mülkiyeti esas itibariyle özel kişi ve kuruluşların kontrolündedir. Gerçek sorun kapitalizmdir dediğin zaman dünyada zaten gerçek kapitalizm (yani tam hür teşebbüs) diye bir şeyin hiçbir yerde olmadığını bilmiyorsun demektir. Eğer hiçbir piyasa serbest değilse, yani hiçbir malın fiyatı alıcı ile satıcı arasında özgürce belirlenemiyorsa, üretilen her katma değerin üçte ikisi üretime hiçbir katkısı olmayan devlet ve mali piyasalar (bankalar) tarafından zorla gasp ediliyorsa, üreticinin neyi nasıl üreteceği, tüketicinin neyi nasıl tüketeceği ve tüm yaşam tarzı bürokrasi tarafından belirlenmekte ise böyle bir sistem kapitalizm olarak adlandırılabilir mi?
Esas üretimin tarım ve hayvancılık olduğu eski çağlarda bilinen en önemli üretim araçları sadece “toprak” ve “insan” idi. Bunlara sahip olanlara kapitalist değil “feodal (ağa, mütegallibe)” diyorduk. Kölelik kalkmış dahi olsa bir feodal toprak sahipliği üzerinden orada yaşayan tüm insanlara hükmedebilme gücüne sahiptir. Köylünün ne yapıp yapmayacağı, karşılığında ne alacağı gibi konular üzerinde hiçbir pazarlık şansı olmaz. Feodal ile köylünün ast üst ilişkisi köle sahibi ile efendisi arasındakinden hiç farklı değildir. Bir feodalin şehirli sanayici versiyonuna ise kapitalist demekteyiz. İnsanların sahip olmak ya da tüketmek istedikleri her türlü şeyin sağlanıp hazır edilmesine yönelik tüm çalışmalara endüstri (sanayi) diyoruz. Özellikle üretim kastedilir ve tabii ki üretim insan hayatının ve refahının temelidir. O halde endüstriyel üretim her şeyin temelidir. Zenginliği de, ekonomiyi de, parayı da hiç yoktan var eden, olmazsa olmaz bir şeydir.
Üretimin yapılabilmesi ise üretim araçları dediğimiz hammadde, toprak, makine, bina, işgücü bilgi gibi birçok faktörün bir araya getirilmesini gerektirir. İşgücünü de satın alınabilen bir mal olarak düşündüğümüzde kapitalist çalışan insanlara hükmedebilen her şeyin hâkimi bir güç haline geliyor. Sanayi devrimi geldiğinde ortaya çıkmaya başlayan fabrikaların sahipleri ile onların çalışanları arasında işte böyle bir ilişki düzeni oluşmuştu. İşçinin neleri yapıp karşılığında ne alacağı tamamen patronun (yani kapitalistin) kontrolünde idi. İngiltere’de devletin çıkardığı ilk çalışma yasaları da (poor law) çok zalimce sermaye sahibinin haklarını kollar nitelikte olduğundan ilkel kapitalizmin aslen emek düşmanı, zalimce ve istismara dayalı olduğunu söylemek hiç yanlış olmaz. Oysa şimdi böyle bir düzen yok. Ondan çok daha sömürücü, çok daha köleleştirici tamamen başka bir düzen var.
Yeni “İlkel Kapitalist” artık devletlinin ta kendisidir. ABD’de Büyük Bunalım (1929) dönemindeki (alkol yasağından yararlanarak) “alkol piyasasını denetleme” (TAPDK?) işine soyunan ünlü mafya lideri Al Capone gibi bu yeni devletliler artık gerektiğinde yeni yasalar çıkartarak tüm piyasaları denetleme ve düzenleme işine soyunmuşlardır. Hangi piyasaya hangi hortumların bağlanacağı, ne işten ne oranda rantlar alınabileceği, hangi kaynakların nereye aktarılacağı, hangi sanayinin başına kimlerin geçirileceği, kimlerin işinin batırılıp el konulacağına devlet tarafından (gerektiğinde acilen yeni yasalar çıkartılarak) karar verilir olmuştur. Kime “YÜRÜ YA KULUM” deneceği artık “Allahın” değil de “Devletlilerin” kararına bırakılmıştır.
Türk Tipi Başkanlık Sistemi iktidarlarının bulunduğu Türkmenistan, Azerbaycan gibi ülkelerde durum özellikle tam olarak böyledir. Kuşkusuz ki böyle bir sistemin kapitalizmle uzaktan yakından ilgisi yoktur ve oralarda yaşanan büyük zulümlerden de kapitalizm sorumlu tutulamaz.