Çalışma, İşsizlik, Sömürü
Sürekli Söyleşi | canakci | Aralık 15, 2015 at 11:14 amBu üç kavram arasında ne gibi bir irtibat olabilir ki?
Aslında tüm toplumsal ekonomik ilişkilerimiz bence bu üç kelime bağlamında açıklanabilir. Çünkü dünyadaki tüm ihtiyaçlarımız bir üretimi gerektiriyor. Çalışma dediğimiz şey de bu üretimin gerçekleştirilmesi. Gerçi üretken olmayan çalışmalar da olabilir ama kasdımız üretken olan ve gelir getiren çalışmalar. Yani işsizliğin tam tersi. Kendimiz için çalıştığımızda ürettiğimiz değer doğrudan elimize geçiyor ve ne kazandığımızı kolayca görebiliyor, attığımız taş ürküttüğümüz kurbağaya değer mi değmez mi kolayca hesap edebiliyoruz. Oysa hizmetlerimizi birilerine yevmiye veya maaş üzerinden sunduğumuzda nasıl bir ücreti hak ettiğimiz belli mi? İnsanca yaşamı, ve belirli bir refah seviyesini sizce hak etmekte miyiz?.
İşverenin bizden taleplerini tam olarak yerine getirdiğimiz halde elimize insanca bir yaşam sağlayacak gelir geçmiyorsa sömürü var.. Öyle değil mi?
Hayır, değil. Buradaki temel konu hizmet satışı yaptığımız kişiye/kuruma sağladığımız katma değer. Eğer bu değer ona olan toplam maliyetimizin çok üstünde ise güzel. O zaman aldığımız bedeli fazlasıyla hak ediyoruz demektir. Ama eğer bu maliyet ürettiğimiz katma değere kıyasla kıyaslanabilir boyutta ise o zaman gelirimiz düşük olmak zorunda. Yoksa üretim yapılamaz.
Peki, maliyetimizi ne arttırıyor?
İki şey. Birincisi kullandığımız teknoloji. Yani eğer düşük teknolojiyle çalışıyorsak verimimiz (bizim kendi beceri ve çalışkanlığımızdan bağımsız olarak) düşük olur. Üstelik yaşam ve sağlık riskleri de içerebilir. Patron bizim sırtımızdan çok bir kazanç da elde etmediği halde yaşamımız ucuza gider. Maliyetimizi yükselten (kazancımızı düşüren) diğer şey de patronun sırtına bizi çalıştırmaktan dolayı üstüne (vergi vb) yüklenen yükler. Biz bir işe girdiğimizde ne işverenin kullandığı teknolojinin verimliliğini biliriz, ne de sırtına bizi çalıştırması dolayısıyla ne gibi fazladan yükler olduğunu. Oysa o yükler aslında bizim kendi sırtımızdadır. İşverenin sırtında sanırız.
Nasıl yani?
Sadece kendi aldığımız net ücreti biliyoruz. Devletin işverenin sırtına bizi çalıştırdığı için yüklediği fazladan masrafları hiç bilmiyoruz. Oysa işveren bize ne ücret ödeyebileceğini hesaplarken bütün kendi giderlerini üsüste toplar öyle hesaplar. Ayni şekilde kendi yatırım giderlerini azlatan, bizim yaşam ve sağlık risklerimizi arttıran seçimler de yapabilir. Eğer patron bizi çalıştırırken ölüm ve meslek hastalıkları risklerine karşı yüzbin milyon gibi çok yüksek bedelli bir sigorta yapmak zorunda kalsa idi kendisi bu riskleri azaltma doğrultusunda önceden bazı yatırımlar yapmak zorunda da olur, bu da bizim ona maliyetimizi arttırırdı. Oysa böyle bir durum yok. Bizim çalışan olarak risklerimize yönelik yatırımlar genellikle yapılmadığı halde maliyetimiz yine de çok yüksek (refah payımız düşük). Yani maksimum riskle ve minimum ücretle çalışmak durumunda kalıyoruz. O yüzden iş kazaları ve ölümlerde dünyada en önde geliyoruz.
Bu nasıl oluyor ?
Adam Smith “Milletlerin Zenginliği” eserinde iş bölümü ve uzmanlaşma konularını anlatırken bir iğne fabrikası örneği verir. Ben de size günümüz Türkiye’sinde böyle hayali bir iğne fabrikası üzerinden katma değer ve maliyet / fiyat oluşumunu örneklemek istiyorum.
Bütün iğneleri siz tek başınıza üretiyorsunuz. Yani iğnenin son haline gelmesi için gerekli 18 farklı aşamalı işlemin her birini ve hepsini siz tek başınıza gerçekleştiriyorsunuz. Gün boyu bu ağır mesainizin sonucunda da ortaya 12 tane iğne çıkıyor. (Eskiden öyleymiş). İğnenin satış fiyatı 1 lira olsun. Tabii fabrika sahibi atölyeyi kurdu, sizi işe aldı. Yani emek dışındaki tüm üretim faktörleri patron tarafından sağlanıyor. Üretim bilgisini, pazarlama becerisini, dükkân kirasını, makine teçhizat, alet edevat ve hammaddeyi, hepsini o temin ediyor. Siz sadece kendi emeğinizi getiriyorsunuz.
Günlük 12 TL hâsılatın çok önemli bir kısmının sizin emeğiniz dışındaki yerlere harcanacağı aşikâr. Yani patron hiç “kâr etmese bile” onun payına düşen maliyet giderleri bu 12 liranın 10 lirasını tutabilir. Kalan 2 liranın hepsini size vermek istese bile devlet gelip yakasına yapışıyor ve yarısını size veremeden elinden alıyor. Size kalan sadece 1 tek liradır. O lirayı harcarken de devlete ayrıca vergi vereceksiniz. Tıpkı patronun öbür 10 lirayı harcarken devlete verdiği gibi.
Biliyorum bu 1 lira sizin insanca yaşamanız için yetersiz, çok az bir miktar ama şu anki mevcut paylaşım modelinde payınıza düşen hakkınız bu. Siz tek başınıza 12 liralık üretim yaptınız. Bunun toplamda en az 5,75 lirası devlete gitti. 25 kuruşu bütün sermayesini bu işe yatırmış olan ve emeğini de üstüne ekleyen patrona kaldı. Geri kalan 6 lira da üretim için gerekli diğer harcamalara gitti. Eğer işin aslını bilseydiniz eminim ki kapitalist patronun sizi sömürdüğünü, 12 liranın 11 lirasını kendine aldığını, size sadece 1 lirasını verdiğini düşünmezdiniz.
Üstelik bu şu andaki iyi olan durum. İğneler üretilip satılabiliyor. Patron 25 kuruşunu siz 1 liranızı alabiliyorsunuz. Eğer birileri Çin’den iğne ithal edip piyasaya 90 kuruştan satarsa sizin iğneler satılamaz hale gelir. Atölye kapanır. Patron da siz de ceketinizi alıp gitmek zorunda kalırsınız. Patron bütün sermayesini batırmış, siz de işsiz kalmış olursunuz. İkinizin de geliri sıfır olur, eve ekmek götüremezsiniz. Ama devlet sizden alacağı 5,75 yerine bu defa ithalatçıdan 6 TL almaya başlar.
– Peki Çin’li iğneyi kaça satıyor?
Bizim piyasaya 90 kuruştan verilen iğnenin Çin’deki alış fiyatı 40 kuruştur. İthalatçı 45 kuruş devlete verir 5 kuruş da kendisine kalır. Dikkat edersen eskiden patron senin ürettiğin iğne başına sadece 2 kuruş kazanmakta idi. Üretim yaparak tüm sermayesini batırdıktan sonra ithalatçı olmaya soyununca kazancı 2,5 kat arttı. İğne başına 5 kuruş kazanmaya başladı.
Dahası eğer sermayesi ve bilgisiyle atölyesini Çin’e götürürse orada daha da fazla kazanacağını fark etti. Gördüğün gibi artık sen işsizsin o yüzden seni sömüren bir kapitalist de yok, ama devlet de patron da eskisinden daha güzel kazanmaya devam ediyorlar.
– Bu nasıl mümkün olabilir ki? Çinli benim 1 liraya ürettiğim iğneyi nasıl 40 kuruşa üretebiliyor?
Bu sana biraz şaşırtıcı gelebilir ama Çinli işçi senin 1 liraya sağladığın refah seviyesini 30 kuruşa yaşayabiliyor. Sen onun üç katı paraya ancak onun kadar yaşayabiliyorsun. Hiç fazlan yok. Söz gelimi sen her gün işe gidip gelmek için kazancının dörtte birini yol parasına veriyorsun, o bedavaya getiriyor. Yiyecek içecek, kira maliyeti seninkinin yarısı bile değil. Devletin üretilen birim başına aldığı vergi seninkinin üçte biri. ama üretim çok daha fazla ve daha verimli olduğu için devlet sürümden kazanıyor.
Senin patron atölyesini Çin’e taşırsa iğne başına 2 değil 2,5 kuruş kazanabilir. Eğer üretilen iğneleri oradan Türkiye’ye ihraç ederse 5 kuruş da ithalatçılıktan kazanır, iğne başına kazancı 7,5 kuruşa çıkar.
– Peki, Türkiye’de üretip de kazanmak mümkün değil mi?
Tabii mümkün ama çok da kolay değil. Sen atölyede o iğneleri üretmek için her gün sabahtan akşama belirli el kol bacak hareketleri yapmaktasın değil mi. İşte şimdilerde o hareketleri senden çok daha mükemmel yapabilen makineler çıktı. Sana göre 5 misli daha hızlı çalışıyor, kusursuz üretiyor. Sen günde 8 saat çalışıp paydos ediyorsun, o ise 24 saat sürekli çalışabiliyor. Senin beden işinde gün boyu üretebileceğin enerji en fazla 8x250W yani 2 kilovatsaat. Türkiye’deki fiyatı ile senin bir günde üretebileceğin kol gücünün elektrik maliyeti yaklaşık 80 kuruş. Türkiye’de bile beden işçisi bir asgari ücretlinin işverene minimum maliyetiyle ayni kol gücünü sağlayan en az bir düzine elektrikli makine çalıştırmak mümkün. Oysa, ABD’de elektrik daha ucuz, asgari ücret bizdekine göre çok daha yüksek olduğu için kol gücü maliyeti elektrik maliyetinin 100 katını buluyor.
– Neden ABD’de elektrik daha ucuz?
Eyalete ve bölgeye göre değişir ama orada serbest piyasa perakende fiyatı (maliyet + kâr) güneş enerjisi 9 Cent/kWh fiyattan satılabiliyor. Bizde ise daha bol olan güneş yerine fosil yakıt ithal ediliyor. Devlet tekeli olarak üstüne iki kat da vergi vesair maliyetler eklenince üç kat oluyor.
– Vesair maliyet ne demek?
Mesela elektrik kullandığında devlet televizyonuna da, ziyan edilen elektriğe de böyle 5-6 kalem ayrı ayrı paralar ödüyorsun. 50 özel TV kanalından bile daha fazla para harcayan devlet televizyonu için vatandaş hiç seyretmese bile senede bir milyar dolardan fazla para ödemek zorunda.
– Peki, güneş neden kullanılmıyor.
Eğer vatandaş kendi elektriğini üretir ve kullanırsa devletin onun üçte ikisini vergi olarak alması pek mümkün olmayabilir.
– Nasıl yani?
İğne fabrikasında 12 liralık üretim yaptığımızda patronla ikimiz toplamda 102 kuruş kazanırken devlete 575 kuruş kazandırıyorduk hatırlarsan. Eğer iğneyi kendimiz için üretirsek ortada alışveriş olmayacağı için devlete bir pay vermemiz de söz konusu değil. İğneyle kendimize bir elbise dikersek onu hiç vergi vermeden hemen alıp giymeye başlayabiliriz. Oysa eğer komşumuz için bedeli mukabili dikse idik alacağımız paranın önemli bir kısmı devlete gidecekti.
SON 15 YILDA ALTIN CİNSİNDEN
ASGARİ ÜCRETİMİZİN %45\’İ ERİDİ
2000 yılında 86,9 liralık asgari ücretle 9 adet çeyrek altın alabiliyorduk. Oysa bugün 1000 TL asgari ücretle sadece 5 adet çeyrek altın satın alabiliyoruz. Yani patron bize bir aylık çalışmamızın karşılığı olarak artık 9 yerine sadece 5 altın verebiliyor. Eski ücretimiz neredeyse yarı yarıya azaldı.
Mesai sonucu hak edilen ücretten bahsediyorduk ya. İşte diyelim ki ben patron olarak iğne üretimi işinde seni çalıştırmak yerine iğne üretebilen o makineden satın aldım. Bu durumda kazancım sana vereceğim 1 lira ve kendi kazanacağım 2 kuruşun yanına devlete vereceğim 1 liranın da eklenmesiyle 202 kuruş oluyor.
– Bu durum işçi çalıştırmanın kapitalist için değil de devlet için daha kârlı olduğunu ispatlar.
Evet, ama eğer makineyle üretilmiş bir mal benim maliyetimden daha ucuza yurt dışından ithal edilirse o zaman hem benim hem de işçimin kazancı sıfıra düşüyor. Türkiye’de işsizlik çok yüksek, işçilik ucuz, ama işçiliğin çok daha da ucuz olduğu yerler de var. Sanayicinin oralara teknoloji ve sermaye götürüp çok daha kârlı üretim yapması mümkün.
– Türkiye’de işçilik yeterince ucuz değil mi?
Aslında refah seviyesi açısından bakarsan Türkiye’deki sanayi işçisi dünyadaki en ucuza çalışan işçilerden. Yakıtı ekmektir, yani buğday. Türkiye’de en çok buğday yetiştirilir ama biz Rusya’dan onu da ithal ediyoruz. Buğday fiyatları dünyada düşerken son dönemde dolar fiyatıyla bizde %25 gibi inanılmaz bir oranda arttı. Sanayi işçimiz saat ücretiyle ancak 5,68 kg buğday alabiliyor. Bu çok eski zamanlara göre hiç de fena sayılmaz ama müflis komşumuz Yunanlı asgari ücretli işçinin saat ücretiyle alabildiği buğday miktarı bunun neredeyse 5 (tam olarak 4,92) katı. ABD’li işçinin alabildiği ise 6,32 katı. Asgari ücretli İngiliz işçi yevmiyesiyle bizimkinden 9,6 kat, Lüksemburg’lu 12,85 kat fazla buğday alabiliyor. Geçen yıl İsviçre’de bir asgari ücret referandumu yapıldı. Çalışanların %92’sinin gelirlerinin altında olan bu asgari ücret rakamında bir uzlaşma olmadı. Ama, eğer olsa idi İsviçreli bir asgari ücretli işçi geliriyle bizimkinin tam 24.65 katı buğday satın alabiliyor olacaktı.