Zekâ

Sözlük | | Ekim 30, 2016 at 5:23 pm

Zekâ, sınırlı kaynaklarla sorun çözme becerisi olarak tanımlanabilir ki buradaki en önemli kaynak zamandır. Dolayısıyla yemek bulmak ya da bir avcıdan kaçmak gibi bir sorun daha güçlü bir zekâyı yansıtır. Zekâ hayatta kalma mücadelesi için faydalı olduğundan evrimleşti – bu belirgin bir gerçek gibi görünebilir fakat herkesin katıldığı bir gerçek değildir. Kendi türümüz tarafından uygulandığı gibi bu beceri sadece gezegenimize hâkim olmamızı değil hayatımızın kalitesini sabit bir şekilde artırmamızı da sağladı. Bu ikinci nokta da, herkes için çok belirgin değildir zira bugün yaşamın sadece kötüye gittiğine dair yaygın bir algı var. Örneğin 4 Mayıs 2011’de yapılan bir kamuoyu anketi “Amerikalıların sadece %44’ü bugünün gençliğinin ebeveynlerinden daha iyi bir hayat süreceğine inanıyor” olduğunu ortaya çıkardı.

Resim oldukça kötü genç adam… Dünyanın iklimi değişiyor, memeliler yönetimi devralıyor ve hepimizin sadece bir ceviz büyüklüğünde beyinleri var.GARY LARSON’ın The Far Side adlı kitabında dinozorların konuşması

Eğer yaygın eğilimlere bakarsak, sadece beklenen insan ömrünün son bin yılda dört katına çıktığını (ve son iki yüz yılda en az ikiye katlandığını) fakat kişi başına düşen gayri safi yurt içi hasıla (bugünkü sabit dolar bazında), 1800’deki yüzlerce dolardan gelişmiş dünyada vurgulanan eğilimlerle birlikte bugün binlerce dolara çıktı. Bir yüzyıl önce yalnızca bir avuç demokrasi varken bugün demokrasi norm haline geldi. Ne kadar ilerlediğimiz üzerine tarihi bir bakış açısı için insanlara Thomas Hobbes’un “insan hayatını” yalnız, zavallı, kötü, yabani ve kısa” olarak anlattığı Leviathan (1651) eserini okumalarını öneririm. Daha modern bir bakış açısı için son zamanlarda çıkan, X-Prize Vakfı kurucusu (ve benimle birlikte Singularity Üniversitesi’nin kurucularından) Peter Diamandis ile bilim yazarı Steven Kotler’in yazdığı Bolluk (2012) bugünkü hayatın her boyutta sabit bir şekilde büyüdüğü sıradışı yolları belgeliyorlar. Steven Pinker’ın yakın zamanlarda çıkan The Better Angels of Our Nature: Why Violence Has Declined (2011) kitabı titizlikle insanlar arasındaki barışçıl ilişkilerin sabit yükselişini belgeliyor. Amerikalı avukat, girişimci ve yazar Marine Rothblatt (1954 doğumlu) sivil haklardaki istikrarlı gelişmeleri belgeliyor, örneğin eşcinsel evlilik dünyada hiçbir yerde yasal görülmezken birkaç on yıl içerisinde hızlıca artan sayıda yargı yetkisiyle yasal olarak kabul ediliyor.

İnsanların yaşamın kötüye gittiğine inanmasının birincil sebebi dünyanın sorunlarıyla ilgili bilgimizin istikrarlı bir şekilde artmasına bağlı. Eğer bugün gezegen üzerinde bir yerde bir savaş olsaydı neredeyse oradaymışız gibi bu savaşı deneyimlerdik. İkinci Dünya Savaşı boyunca on binlerce İnsan savaşta can vermiş olabilir ve halk tüm bunları görmüş olsaydı birkaç hafta sonra pürüzlü görünen bir haber filmi haline gelirdi. Birinci Dünya Savaşı boyunca küçük elit bir çevre anlaşmazlıkların gelişimini gazeteden (resimsiz) okuyabiliyordu. 19. yüzyıl boyunca neredeyse hiç kimse haberlere zamanında erişemiyordu.

Zekâmıza bağlı olarak kaydettiğimiz gelişme bilgimizin evrimine yansıdı ki bu da teknolojimizi ve kültürümüzü içeriyor. Çeşitli teknolojilerimiz artarak bilgi teknolojileri haline geliyor ki bilgi teknolojileri de üstel bir şekilde gelişmeye devam ediyor. Böyle teknolojiler sayesinde insanlığın büyük zorlu görevlerini belirleyebiliyoruz. Örneğin sağlıklı bir çevre oluşturmak, büyüyen bir popülasyon için (enerji, yemek ve su dahil) kaynaklar sağlamak, insan ömrünü artırmak ve sefaleti gidermek. Kendimizi geliştirmenin tek yolu bu zorlukların üzerine eğitmek için gerekli olan karmaşıklık ölçüsüyle baş edebilecek akıllı teknolojilerdir.

Bu teknolojiler bizimle yarışacak ve eninde sonunda bizi yerimizden edecek akıllı istilanın öncü kuvvetleri değildir. Daha yüksek bir dala ulaşmak için bir çubuk kullanmaya başladığımızdan beri ulaşabildiğimiz yerleri genişletmek için hem fiziksel hem zihinsel olarak kendi araçlarımızı kullandık. Bugün cebimizden bir araç çıkarıp birkaç tuşa basarak insan bilgisinin çoğuna ulaşmak bizleri sadece birkaç on yıl önce hayal etmesi mümkün olmayan yerlerin ötesine taşır. Cebimdeki “cep telefonu” (bu terim tırnak içine alındı çünkü geniş ölçüde bir telefondan daha fazlası) ben MIT’de lisans okurken oradaki profesörlerin ve öğrencilerin paylaştığı bilgisayarlardan milyonlarca kez daha ucuz olsa da çok daha güçlüdür. Kırk yıl içerisinde bir binanın içine sığabilecek şeyin şu anda cebinize sığması ve daha sonra bir kan hücresi içine sığacak olması, fiyat/performans oranında birkaç milyar katlık bir artıştır ve gelecek yirmi beş yıl içerisinde tekrar göreceğimiz bir yükselmedir.

Bu şekilde yarattığımız akıllı teknolojiyle birleşeceğiz. Kan dolaşımımızdaki akıllı nanobotlar biyolojik vücutlarımızın hücresel ve moleküler düzeyde sağlığını koruyacak. Saldırgan olmayan bir şekilde kılcal damarlarımızdan beyinlerimize girecekler ve biyolojik nöronlarımızla etkileşerek direkt olarak zekâmızı artıracaklar. Bu, göründüğü kadar fütürist değil. Şimdiden hayvanlarda tip 1 diyabeti önleyen ya da kan dolaşımındaki kanser hücrelerini saptayıp yok eden kan hücresi boyutlarında araçlar var. İvmelenen geri dönüşler kanununa göre bu teknolojiler otuz yıl içinde bugün olduklarından milyar kat daha güçlü olacaklar.

Şimdiden kullandığım cihazları ve bilgisayım kaynakları bulutunu –ki buna kendi uzantım gibi sanal olarak bağlıyım– düşünüyorum ve bu beyin katkı maddelerine erişimim kesildiğinde kendimi eksik hissediyorum. Bu sebeple SOPA (Stop Online Piracy Act) Google, Vikipedi ve başka binlerce İnternet sitesi 18 Ocak 2012’de bir günlük grev yapmasının bu kadar dikkate değer olmasının sebebidir: Beynimin bir parçası grev yapıyor gibi hissettim (bu çevrimiçi kaynakları kullanmanın başka yollarını bulsak da). Bu ayrıca, yasa anında ortadan kaldırılırken –ki başta onaylanmaya gidiyor gibi görünüyordu– bu sitelerin politik gücünün etkileyici bir gösterimiydi. Daha önemlisi, düşünme parçalarımızı baştan aşağı bilgisayım bulutuna nasıl atadığımızı gösterdi. Bu siteler şimdiden kimliğimizin bir parçası. Beynimizde akıllı biyolojik olmayan zekâlara rutin bir şekilde sahip olduğumuzda, bu büyüme –ve bağlı olduğu bulut– beceride üstel bir şekilde büyümeye devam edecek.

Beyni ters mühendislik yöntemleriyle işledikten sonra yaratacağımız zekâ kendi kaynak koduna sahip olacak ve hızlıca kendini ivmelenen ve tekrar eden bir döngüde geliştirecek. Biyolojik insan beyninde, gördüğümüz gibi, hatırı sayılır derecede plastisite olsa da görece sabit bir mimarisi var ki bu sınırlı kapasitede olduğu gibi önemli bir şekilde değiştirilemez. Beyindeki 300 milyon şekil tanıyıcıyı biyolojik olmayan bir yöntem kullanmadıkça örneğin 400 milyona çıkaramayız. Bunu başardığımız zaman, belirli bir beceri seviyesinde durmamız için bir sebep kalmayacak. Bu sayıyı bir milyar şekil tanıyıcıya ya da bir trilyona çıkarabiliriz.

Sayısal gelişmeden niteliksel gelişme doğar. Homo Sapiens’in en önemli evrimsel ilerlemesi niceliksel idi: daha fazla neokorteks ağırlayabilmek için daha geniş bir alın. Daha fazla neokortikal kapasite bu yeni türün daha yüksek kavramsal seviyelerde düşünce yaratma ve düşünüp taşınmasını sağladı, bu şekilde çeşitli sanat ve bilim dallarının kurulmasına yol açtı. Biyolojik olmayan bir kalıba daha fazla neokorteks eklersek daha fazla niceliksel soyutlama seviyesi bekleyebiliriz.

Alan Turing’in çalışma arkadaşı olan İngiliz matematikçi Irvin J. Good 1965’te “ilk çok zeki makine insanın yaratma ihtiyacının olduğu son şeydir” diye yazdı. Böyle bir makineyi, Good “her ne kadar akıllı olsa da herhangi bir insanın düşünsel faaliyetlerini” aşabilecek şey olarak tanımladı ve “makine tasarımı bu düşünsel faaliyetlerden biriyken çok zeki bir makinenin çok daha iyi makineler tasarlayabileceği” sonucuna vardı; dolayısıyla burada tartışmasız bir “zekâ patlaması” olurdu.

Biyolojik evrimin yapması gereken son icat –neokorteks- kaçınılmaz şekilde insanlığın yapması gereken son icada –gerçekten zeki makineler– yol açıyor ve bunlardan birinin tasarımı bir diğerine ilham veriyor. Biyolojik evrim devam ediyor fakat teknolojik evrim ondan milyonlarca kez daha hızlı ilerliyor. İvmelenen geri dönüşler kanununa göre bu yüzyılın sonunda mümkün olan sınırlarda, fizik kurallarının temel alındığı ve bilgisayıma uygulandığı bir bilgisayım yaratabileceğiz. Bu şekilde düzenlenmiş olan madde ve enerjiye “kompütronyum” adını vereceğiz ki bu, gramı gramına İnsan beyninden çok daha güçlü olacak. (computronium ismi ilk olarak: Norman Margolus ve Tomaso Toffoli tarafından öne sürülen programlanabilir madde). Sadece çiğ bir bilgisayım olmayacak fakat tüm insan-makine bilgisini oluşturan zeki algoritmalarla doldurulmuş olacak. Zamanla kütle ve enerjinin çoğunu galaksinin bu amaç için uygun olan ufacık bir köşesinde kompütronyuma dönüştüreceğiz. Sonra, ivmelenen geri dönüşler kanununun devam etmesi için bu maddeyi galaksi ve evrenin geri kalanına yaymamız gerekecek.

Eğer ışık hızı değiştirilemez bir limitse, Dünya’ya en yakın yıldız sisteminin dört ışık yılı uzakta olduğu düşünüldüğünde, evreni kolonileştirmek uzun zaman alacak. Eğer bu limitten kurtulmanın güç algılanan bir yolu varsa bile, zekâmız ve teknolojimiz bundan faydalanmak için yeterli derecede güçlü olacak. Bu, müon nötrinoların İsviçre Fransa sınırındaki CERN hızlandırıcısından Orta İtalya’daki Gran Sasso Laboratuvarı’na 730 kilometre yol kat ettiği önerisinin neden ışık hızından daha hızlı hareket ettiğinin sebebi olması, potansiyel olarak önemli bir haber. Bu özel gözlem yanlış alarm gibi görünüyor fakat bu limitin etrafında olan başka olasılıklar da var. Görünürde çok uzak olan yerlere alışık olduğumuz üç boyutun dışında mekânsal boyutlarla kestirme yollar bulursak ışık hızını aşmamız gerekmez bile. Işık hızını aşabilmemiz ya da bir sınır olan bu hıza yaklaşmamız insan-makine medeniyeti için 22. yüzyılın başında önemli bir stratejik mesele olacak.

Bu yazı Ray Kurzweil'in ''How to Create a Mind (Bir Zihin Yaratmak)'' isimli eserinin Epilogue (Sonsöz) bölümünden alınmıştır.

Kozmologlar dünyanın sonunun ateşle mi (büyük patlamayla eşleşen büyük bir çatırtı) ya da buzla mı (yıldızlar sonsuz bir genişlemeyle yayılırken ölmeleri) geleceğini tartışıyor ancak sanki zekânın ortaya çıkması sadece bugün evrene hükmeden büyük göksel makineler için sadece eğlendirici bir gösteriymişçesine zekânın gücünü hesaba katmıyorlar. Zekâmızı biyolojik olmayan bir formda tüm evrene yaymamız ne kadar sürecek? Işık hızının ötesine geçebilirsek –kuşkusuz bu büyük bir varsayım– örneğin, uzay boyunca solucan delikleri kullanarak (ki bunlar bugünkü fizik anlayışımızla tutarlı) bunu birkaç yüzyıl içinde başarabiliriz. Diğer türlü, çok daha uzun zaman alacak. İki senaryoda da, evreni uyandırmak ve sonra biyolojik olmayan bir kalıpta İnsan zekâsını evrene aşılayarak zekice kaderine karar vermek bizim kaderimiz.

Tags: ,

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.