Harem… Abdülhamit’in Haremi
Tarihte Neler Oldu | canakci | Nisan 7, 2018 at 4:50 pmPadişah haremi!.. Doğu’nun bütün ihtişamı, onların bütün hazineleri, dünyanın her tarafından mücevherler, en pahalı kumaşları siyah ve beyaz halkların en güzel kadınları, sayısız ince, tatlı ve acı sırlar. Bütün bunlar hayalimizdeki büyülü kelime: Padişah hareminde birleşiyor. Ve bunun hakkında söylenen her şey çok zayıf çok sönüktür. Haremi bekleyen siyah esrarengiz nöbetçi bile taşıdığı unvanın içinde yalnız yarı gerçeği ifşa ediyor; bu siyah nöbetçinin ruhsuz bakışlarında, gayriinsanî duygusuzluğunda bütün cazibe yanından geçip gider, adı: Cennet kapısının koruyucusu.
Saltanat hareminin 1001 mucizesinden romantik hayaller yaratmak istemiyorum. Onu görenlerden hiç kimse tam gerçeği anlatamaz. Ve onu tarif edebilecek hiç kimse henüz sırlara vakıf olabilme şansını yakalayamadı. Ben bu nedenle, beş sene boyunca sahiden duyduğum azı, ama gerçeği ve yeniyi anlatmak istiyorum.
Padişahların haremlerinde daima halkların çok renkli karışımı vardı. 1. Bayezid’in pek çok oryantal gözdesi yanında meşru karıları olarak dört Avrupalı prenses vardı: bir Sırplı, iki Rum ve Bizans kralı için tayin edilmiş ama yolculuk sırasında Türkler tarafından ele geçirilmiş Fransız bir prenses. Muhteşem Süleyman’ın en sevdiği karısı, neşeli, Rokselana da denilen, önemli politik rol de oynayan ve kalıntıları Süleymaniye’de gömülü olan Rus Hürrem’di. Sultan III. Murad’a Baffo ailesinden bir Venedikli, Safiye adı ile eş ve anne olarak meşhur olan bir Venedikli egemendi; Safiye geçici bir süre 500 köle tarafından, bilhassa onlardan biri, bir Macar tarafından gölgede bırakıldı, ama padişah üzerindeki kudretini tekrar geri kazandı. Sultan Ahmed’in en çok sevdiği karısı Rum Kösem, Türkçe Mahpeyker’di. IV. Mehmed’in gözdesi Rethymo’da yine bir Rum’du, Türkçe adı Rabia Gülnuş’du. IV. Mehmed’in annesi Turhan (Hatice Turhan Sultan) bir Polonyalıydı. III. Osman’ın annesi Şehsuvar Sultan yine bir Rus’tu, fakat Türk kadını olarak o kadar dindar olmuştu ki, İslam’ın en kutsal kadınlarından biri olarak tanınır.
Bütün bu kadınlar parlak rol oynamışlardır. Osmanlı müstebitleri çoğunlukla karıları tarafından despotça davranılanlardır. Tuhaf gelse de, Rusya’nın dışında dünyada hiçbir imparatorlukta kadınlar Türkiye’deki kadar kudretle devlet politikasına el atmamışlardır. Haremin kafesli pencerelerinin ardında en önemli ekseriya çok felaket getiren kanunlar kararlaştırılmıştır; Poniatowski bir Portekiz Yahudisi’nin, hekim Fonseca’nın, aracılığıyla valide sultanı on ikinci Karl ile ilgilendirtme fırsatını bulmuştu ki valide oğlunu kışkırtıyordu: “Benim aslanıma, İsveç Kralı’na yardım et ki, o Rus ayısını silip süpürsün.”
Bütün valide sultanların en meşhuru Kösem veya Mahpeyker idi. Ahmed’in karısı olarak zalim Murad’ın ve hovarda İbrahim’in annesi ve nihayet IV. Mehmed’in büyük annesi olarak bu Rum kadını otuz yıl boyunca, ta ki, genç padişahın genç annesinin valide sultanın boyunduruğuna artık tahammül etmek istememesine kadar, Osmanlı İmparatorluğu’nun kadın efendisiydi ve kendi doğal hakkına, gerçek valide sultan olmasına, yöneten padişahın annesi olmasına dayanıyordu.
Yaşlı valide Mahpeyker ile genç valide Turhan arasında imparatorluk hareminde çok acı çarpışmalar oluyordu ve kadınların her birinin maiyetindeki harem ağaları birbirleriyle mücadele ediyordu. Şimdi yaşlı validenin kızlarağası veya baş haremağası – büyükannenin mutabakatı ile veya mutabakat olmaksızın – torunu Mehmed’i, onun annesi Turhan’ı ve maiyetindeki en önemli haremağalarını öldürmeye karar vermişti. Plana ihanet edildi ve Mehmed’in ve Turhan’ın kızlarağası Süleyman Ağa hemen bir karşı komplo kurdu. Zencilerinden onbeşi ile yaşlı validenin odasına girdi. Valide beyhude yere katillere altın ve mücevherden hazineler fırlattı ama acımasızca boğuldu.
Çok meşhur, Rum, valide sultan, Türk prensesi olarak dört padişah süresince hükmeden, 30 sene boyunca aynı şekilde kudretli olabilen, İstanbul’un yegâne harem kadını bu şekilde bir haremağasının eliyle son buldu. O, yıllık 250.000 Kronentaler’lik bir gelire sahipti ve bunun büyük kısmını hayır işlerine harcamıştı: İstanbul’daki valide ham onun tarafından yaptırılmış ve köprüdeki Valide Camisi’ne başlanmıştı (Yeni Cami). Onun fakirlere, borçlulara, dullara, yetimlere, hastalara yaptığı hayır işlerinin listeleri sonsuzdur ve köle kadınları azat etmek için, fakir kadınları ve kızları evlendirmek için devasa paralar harcamıştı. Buna rağmen hala düka altını ile dolu 20 sandık, mücevherlerini ve pahalı gardırobunu bıraktı – sadece 2.700 şal hariç.
Valide Rum Kösem Sultan’dan sonra harem de en uzun süre Venedikli Safiye toplam 28 sene hükmetti. Önce Haseki Sultan olarak, III. Murad’ın doğum yapan karısı olarak, sonra onun oğlu III. Mehmed’in annesi olarak. Torunu Ahmed’in tahta çıkmasından birkaç gün sonra eski saraya (Beyazıt’taydı – İstanbul Üniversitesi bahçesinde) sürüldü, orada on dört yıl daha derin inziva içinde yaşadı. Bir hükümet değişimi her şeyden önce haremi korkunç etkiledi. Sultan III. Murad öldüğünde onun arkasında kalan 20 oğlundan 19’u mirasçının tahtının rakibi olarak derhal öldürtüldü, yüz kadın ve cariye sürüldü, yine Murad’ın 27 kızı da; fakat hamile olan cariyeler – yedi tane – denizde boğuldu. Sultan IV. Mehmed tutuklandığında haremi de aynı akıbete uğradı ve gözdesi Giritli Gülnuş, çiçekler açan egemenlik bahçesinden, orada solmak ve paslanmak için sefalete gitmek zorunda kaldı.
Valideler, anneler ve hasekiler arasında çok şiddetli kıskançlık savaşları olmuş, genelde zehir veya iple sonuçlanmıştır. Bir padişahın karısı kendi eliyle padişahın hoşuna giden çok sayıda cariyeyi boğmuştu. Rabia Gülnuş IV. Mehmed’in bir Çerkez dansöze gülümsediğini fark ettiğinde, “Gül’ zehirden köpürmüş ve bir harem ağasını dansözle deniz kıyısında dans etmek için kiralamış, bu sırada harem ağası Çerkez kıza çelme takmış ve kız kazaen denize düşmüş ve boğulmuş. Sultan İbrahim başkentin en şişman ve en büyük kadınını, bir Ermeni’yi, bir dev karşısında kendi gücünü denemek için hareme getirtmiş ve o kadın padişahı meşgul ettiğinde diğer kadınlar bu kadının nüfuzundan korkmaya başlamışlar; eski gözdeler yeni gözdeye bir ziyafet vermişler ve yemek sonunda verilen tatlı bir sürprize yol açmış: Ermeni kadınının ani ölümüne.
Bütün padişahların arasında şimdi anılan 1. İbrahim en azılı hovardaydı. Ona göre esir kızlar için hiçbir şey fazla değildi, bu yüzden fiyatları da ne daha önce, ne de daha sonra bu kadar yüksek olmuştu. Bir yığın gözdesi vardı, bunlardan ancak yalnız sekizi hasekiydi. O, gücünü taşkınlıkla harcıyordu, III. Murad’ın ise hareminde 40 hasekisi vardı, onlardan yüz çocuğu olmuştu. İbrahim’in en meşhur karıları Saçıbağlı ve Telli’ydi. Her birinin kendi saray halkı ve bir sancağın veya valiliğin geliri vardı. Diğer gözdelerin de özel saray halkı, başmaklık, altın kaplama arabaları, mücevher işlenmiş eğer takımı vardı. Harem kadınlarının kıyafetlerinin ihtişamı tarif edilemezdi. Tüccarlar dünyanın her tarafından en pahalı kumaşları İstanbul’a getiriyordu, orada bunlar o kadar sabırsızlıkla bekleniyordu ki, daha gemilerin Boğaz’a girişinde sarayın kuryeleri tarafından saldırıya uğruyor, hatta yağma ediliyordu. İbrahim’in hareminde pahalı kürklere öze) bir teveccüh vardı.
Birinci gözde Telli haseki, padişahtan hediye bir köşk almıştı, köşk tamamen samur kürkle donatılmıştı ve bir servet yutmuştu. Hasekilerden, kadın efendilerden başka İbrahim’in bir yığın cariye gözdesi vardı, bunların da padişah üzerinde büyük nüfuzları vardı; en meşhur esir cariyeleri Şekerpare ve Şekerbuli’ydi. Fakat bu şekerler çoklarına zehir gibi acıydı ve haremde cehennemi düşmanlık mevcuttu. Hatta padişah prensesleri, iki gözdesine hizmet etmeye zorladığında, valide sultanla iki bayan arasında şiddetli döğüş sahneleri vuku buldu, arada Şekerpare yaralandı; nihayet kovuldu ve nakit parasını, kıymetli gardırobun u ve çamaşırlarını – bunların arasında biri hakiki incilerle işlemeli, 200 muhteşem yatak örtüsünü – geride bırakarak Mısır’a kaçtı. Bütün bu kadınlar politikaya karıştılar, en yüksek devlet makamlarını başmak olarak satma hakları vardı ve bir isyan çıkıncaya, padişah indirilinceye ve ihtişam dolu devasa haremi sürgüne gönderilinceye kadar idare ettiler.
Abdülhamid’in Haremi
Padişahın hareminde en asil bayan valide sultan unvanını, kelime anlamıyla doğum yapan kadın, taşır: Ona imparatorluk onuru bahşedilir. Arabası selamlıkta göründüğü zaman askerler esas duruşa geçerler.
Abdülhamid’in öz annesi hayatta değildir. Annesi Ermeni bir köleydi. Onu tanımış olan bir saray haremağası bana, padişahın sanki annesinin kopyası olduğunu anlatmıştı:
Şayet öz anne artık hayatta değilse, yerini – şimdi şu anda padişahın sarayında olduğu gibi – onun ölümünden sonra sütanne alır: Dadı Tana.
Şimdiki valide Yıldız Köşkü’nde oturmuyor, aksine yakındaki Nişantaşı’nda. Onun önemi yok; oğlu vestiyerci İsmet Bey’in ise çok yüksek nüfuzu var.
Valide sultandan sonra rütbe sırasında birinci Hazinedar Hanım, sonra ikinci, üçüncü Hazinedar Hanımlar geliyor.
Padişahın veya selefinin kızları, prensesler “Kayzerliche Hoheit’ unvanını taşırlar ve özel bütçeleri vardır.
Padişahın nikâhlanmış, doğum yapmış eşlerine resmen Kadın Efendi denir. Şu anda padişahın yalnız bir tane nikahlı karısı var, Çerkez binbaşı Rıza Bey’in, albay Ahmed Şevket Bey’in ve mabeyinci Arif Bey’in karısının kız kardeşi.
“Kadın” olan harem bayanı adını değiştirir. Kadın Efendilerin sayısı dört olur; onlar İkbal Hasekilerin sayısından alınır.
“Kadın”lardan sonra yani anne, haseki olan İkballer veya gözdeler gelir. Sonra henüz anne olmamış gözdeler gelir.
Gözdeler yine, henüz padişahın sevgisine nail olmamış, fakat her zaman padişahın gözüne girecek hamile genç kadınlardır, bunlar daha sonra hemen bir İkbal veya Haseki rütbesine ulaşırlar. Odalık kelimesi resmi değildir ve haremde özel olarak kullanılmaz. Türkçe odalık kelimesinin yanlış anlaşılan bir kullanımıdır, kadın, karı demektir.
Kadın hizmetkârlar veya kalfaların özel bir kıyafeti vardır. Kafalarının üstünde ve daima solda tülden çeşitli renklerde bir tokayla süslü hafif küçük bir başlık taşırlar: bu başlığa ‘votos’ denir. Çok uzun etekli entarileri hizmet esnasında önde toplanır ve uçları bir kuşağa sokulur. Kalfa, bilinen oryantal köle pozisyonunda hareketsiz beklerse, katlanmış ellerini de bu kuşağa sokar.
Buna karşılık haremdeki asil bayanları kısa elbiseler giyer. Yıldız’ın bahçelerinde gezerken veya selamlığa giderken votoslarını veya tül başlıklarını takarlar fakat buna yaşmağı veya peçeyi iliştirirler; evde votosu hiç takmazlar.
Her “kadın” ve ikbalin kendi evi, kabilesi veya nedimesi, kadın vekilharcı, katibesi, mühür muhafaza eden kadını, giydiricisi, çamaşırcısı, şerbet direktrisi, kahve direktrisi, gardrop yöneticisi vardır. Asil harem kadınlarının bazen yüz personelli bir evi vardır, çünkü her bir memur kadın tekrar sahibesinin rütbesine ve zenginliğine göre sayıca daha küçük veya daha büyük miktarda yardımcı memurelere sahiptir. Kadın hizmetçilerden, kölelerden ve harem ağalarından bir grup daha alt hizmetleri ve gözetleme görevlerini ifa eder. Bir büyük hanımın bütün ev idaresinin şefi baş haremağası veya başağadır. Böyle biri, bir defa bütün imparatorluk hareminin başına geçme ümidini taşır. Şimdiki kızlarağası veya büyük harem ağası Gani Ağa önceden, kısa süre önce Gazi Osman Paşa’nın oğlu Mehmed Kemaleddin Paşa ile evlenen, padişahın bir kızı olan prenses Naime’nin hareminde başağasıydı. Henüz çocukluk yaşlarında bulunan genç köleler iki veya üç kişi olarak, onlara anne yerini tutan, onları eğiten, ödüllendiren, cezalandıran, iaşelerini ve kıyafetlerini sağlayan ve onlardan sorumlu olan bir kalfaya düşer. Çocuklar büyüdüklerinde, buna karşılık üvey annelerine küçük hizmetlerde bulunurlar, çamaşırlarını yıkarlar ve ev idaresinde yardımcı olurlar.
Hemen bütün harem kadınları yerde, yalnız asil kadınlar yataklarda yatar ve de hiç kimse geceleri arka arkaya aynı odalarda veya aynı köşelerde yatmazlar, yatma mahalleri daima değişir; göçebeliğin yeniçağa nasıl uzadığının karakteristik bir saikı.
Padişahın sözlü bildirimlerini hareme harem ağaları getirir; yazılı bildirimler için padişahın yanında pek çok kâtibe çalıştırılır.
Hareme hekim gelirse, bir harem ağası önden gider ve “Destur, çekilin yoldan!” seslenişi ile koridorlarda dolaşan bütün kadınları ürkütüp odalarına kaçırtır. Eğer hekim hasta bir kadını muayene etmek isterse, her yerine bakabilir ve elleyebilir, çünkü Kur’an der ki, hekimin önünde kadının hiçbir şeyi saklamasına gerek yoktur; yalnız çok önemli durumlarda hekime saç diplerini muayeneye izin verilir.
Eğer kadın hekimin önünde elbiselerini açarsa, harem ağasının çıkması gerekir harem kadınları her şeye rağmen ona nötr bir varlık olarak değil, aksine önünde utandıkları bir erkek olarak bakarlar. Bu nedenle, harem ağalarının gecelerini de kadın odalarında geçirdikleri masalı, masal dünyasına havale edilebilir. Kadınlar gece istirahatına çekildikleri zaman harem ağaları da çekilmek zorundadır.
(Kaynak: Abdülhamit’in iktidarı döneminde 5 yıl Berliner Tageblatt ve Neue Freie Presse muhabiri olarak İstanbul’da bulunan Alman gazeteci Bernhard Stern’in Abdul Hamid II Seine Familie und sein Hofstaat” isimli eseri.)