Hükümetsizlikte Somali Deneyimi
Adalet - Hak, Hukuk, Hakkaniyet | canakci | Ocak 14, 2019 at 7:27 amSomali’nin sömürge dönemi öncesindeki -devletsiz- haline döndüğü 1991 yılından beri işlev gören herhangi bir merkezi hükümeti yoktu. Orada devletsizlik durumunun tam tersi olan totaliter bir şeriat devleti kurmak isteyen El Şabab gibi haydut çeteleri ile onlara yardımcı olan bazı siyasal islamcı ülkelerin ve Birleşmiş Milletler’in müdahaleleri yüzünden büyük acılar çekti ve sonunda uluslararası camianın da kabul edip tanıdığı bir federal hükümet kuruldu. Ülke 2013 yılında Failed State (düşkün ülkeler) listesinin başındaki yerinden kurtuldu. Aşağıda ABD’li yazar antropolog Spencer Heath MacCallum’ın Somali’nin merkezi bir hükümeti olmadan kaldığı yirmi yıllık süre içinde nasıl olup da sosyal düzenini, adaletini, hukukunu, üretim ve ticaretini geliştirmeyi sürdürebildiğini inceleyen bir yazısını bulacaksınız.
***
Somali’nin kırsal ekonomisi bugün komşusu Kenya’dan da Etiyopya’dan da daha güçlü. Doğu Afrika ülkeleri arasında canlı hayvan ihracatı en fazla olan ülke. Telekomünikasyon filiz vermiş durumda. Somali’de cep telefonuyla konuşma Afrika’nın başka herhangi bir yerinden daha ucuza yapılabiliyor. Az sayıdaki uluslararası yatırımcı Somali’deki mülkiyet ve sözleşme güvenliğinin burada iş yapılmasını garanti ettiği görüşündeler. Bunlar arasında Dole, BBC, kurye şirketi DHL, British Airways, General Motors, ve yakın zamanda Mogadişu’da bir şişeleme tesisi açan Coca Cola bulunuyor.
Beş yıldızlı bir Ambassador Hotel Hargeisa’da faal halde. Üç tane de yeni üniversite faal. Borama’da Amoud University (1997), Mogadişu’daki Mogadishu University (1997),ve University of Benadir (2002).
Demokrasi’nin Kurulması Çağrısı
Birçok nedenden dolayı bu çağrı burası için siyaseten doğru değil. Sonuç olarak Birleşmiş Milletler Somali’de bir merkezi devlet kurmak üzere iki milyar dolardan fazla para harcamış bir durumda. İşte ironi de burada: Somali’de görülen türbülansın asıl ortaya çıkma nedeni bizatihi Birleşmiş Milletler’in burada bulunması. Neden böyle olduğunu açıklayayım.
Sömürge dönemi öncesi Afrika’nın çoğunda olduğu gibi aslında Somali de geleneksel olarak devletsiz bir toplum idi. Koloni güçleri geri çekilmeleri sırasında kendi amaçlarına daha iyi hitap etmesi dolayısıyla yerel halkı çabucak eğitip Avrupa tarzı hükümetler kurarak kendi yerlerine onları bırakmışlardı. Bunlar sözde demokratik rejimler olacaklardı. Ama kısa sürede gaddar diktatörlüklere dönüştüler.
Demokrasi Afrika’da çeşitli nedenlerden dolayı işletilemez. Oylamanın yapacağı ilk şey halkı —Hükmeden grup ve hükmedilen grup olmak üzere —iki gruba bölmek olacaktır. Bu durum ise Somali’nin geleneklerine tümden aykırıdır. İkincisi ise, eğer demokrasi çalışacak ise bu en azından teorik olarak belirli konulara oy verecek bir halk kitlesini gerektirir. Ama Somali gibi akrabalığa dayalı bir toplumda oylama konuların liyakati üzerinden gerçekleşmez. İnsanlar kendi aşiret üyeliği bağlantısı üzerinden oy verirler, çünkü akrabalık etiği kendi aşiretinden olanlara sadakati gerektirir. Kazananlar da hükümet gücünü kendi aşiret üyelerinin yararına kullanırlar ve bu da diğer aşiret üyelerinin istismar edilmesi biçiminde olacaktır.
Sonuç olarak, dehşet verici polis, yargı tekeli ve vergilendirme güçleriyle bir hükümet aygıtı ortada bulunduğunda aşiretlerin çıkar çelişkileri ortaya çıkmaktadır. Hükümet aygıtı sonuçta bu aşiretlerden birinin kontrolüne gireceğinden aşiretlerin herbiri istismar edilmemek için hükmeden aşiret kendisi olma gayretine girer.
Somalideki kargaşa da aşiretlerin sonuçta ortaya çıkacak olan devletin hükmedeni olmak üzere kendilerini konumlandırmalarından dolayı ortaya çıkmış, ülkeye demokrasiyi getirmeye en uygun gördüğüne silah verilme beklentisini canlı tutan başta ABD olmak üzere dünyanın diğer devletleri de bunun şiddetlendirilmesinde etkili olmuşlardır.
“Savaş lordu” fenomeni genellikle eski merkezi hükümet kalıntılarının da içinde bulunduğu aşiret ve bağımsız milislerin kendi aşiretlerinin kumandasında bir merkezi hükümet kurmayı vaadetmelerinden kaynaklanmaktadır. Çoğu zaman bunlar geleneksel yaşlıların kumandasında olmayıp, bazen onlara muhalif konumda da hareket etmektedirler.
Bunun sonucu olarak, Somali’de şiddetin en fazla hâkim olduğu yıllar 1991 yılı ertesinde Birleşmiş Milletler’in fiziksel olarak orada bulunduğu ve ülkeye bir merkezi hükümet dayatmaya çalıştığı bir dönemde olmuştur. 1995 yılında Birleşmiş Milletlerin ülkeden çekilmesinin ardından ise bir merkezi hükümetin ortaya çıkma beklentisi azalmaya ve işler stabilize olmaya başlamıştır.
Yine de Birleşmiş Milletler başarısız olan on altı kadar “barış konferansı” aracılığıyla ülkede yeniden bir hükümet kurma gayretlerini sürdürmüştür. Bu gayretlerin sonucu olarak 2000 yılında çöpten bir geçici ulusal hükümet (TNG) de kurulmuştu. Ama kuzey Somali aşiretlerinin bu hükümeti tanımaması bir yana, hükümet başkent yapmaya niyetlendiği Mogadişu kentine bile tam hâkim olamamıştı. Bunun üzerine ABD’nin desteğiyle “barışı koruma misyonu” adı altında Somali’nin geleneksel düşmanı Etiyopyalı ve Ugandalı birliklerin himayesindeki bir TNG hükümetine ülkeye hükmetme yetkisi verilmesi üzerine şiddet patladı.
Durum ilginç biçimde Yunan mitolojisindeki bir olayı andırmaktadır. Olimpos dağındaki tanrılar bir şölen vermektedirler ve anlaşılabilir nedenlerle uyuşmazlık tanrıçası Eris şölene davet edilmemiştir. Eris de yine anlaşılabilir biçimde meseleyi kişisel olarak ele almış, ve demirci Hephaestus’a üzerinde καλλιστι — “En adil olana” yazan bir altın elma yaptırmış, sonra da onu şölenin yapıldığı salonun kapısını aralayarak içeriye doğru yuvarlamış. Bunu gören tanrılar hiç vakit geçirmeden elmayı kimin alması gerektiği üzerine bir kavgaya tutuşmuşlar. Somali’deki altın elma da orada hemen bir merkezi hükümetin kurulacağı beklentisidir. Bu beklenti sürdükçe aşiretlerin hükümeti kimin kontrol edeceği üzerine savaşmaları gerekir.
Somali ve Hukukun Üstünlüğü
Şimdi, buraya kadar size Somaliyi anlatmadan geldim. Arap yarımadasının hemen altında, kuzeydoğu Afrika’nın Hint Okyanusu’na doğru uzanan boynuzudur. Somali kültür bölgesi içinde 11,5 milyon halkın yaşadığı boynuzun tamamını kapsar. Sömürge güçleri bu kültür bölgesini güneyde bir bölümü Kenya, batıda bir bölümü Etiyopya ve kuzeyde bir kısmı da Cibuti kontrolunda kalacak şekilde gelişigüzel biçimde böldüler. Sahil boyunca geri kalan kısmı da işler bir hükümeti olmadan kaldı.
Tüm bu halkın ortak tarafı dilleri, yaşam tarzları ve fiziksel özelliklerindeki benzerliklerden daha ziyade Xeer adı verilen geleneksel yasalarıdır. Bu yasalar kuruluş efsaneleri gibi bazı ayrıntılarda aşiretten aşirete değişiklikler göstermesine rağmen kişilerin ve mülkiyetin korunması konusunda kayda şayan biçimde aynidir. Xeer tüm bölge boyunca hâkimdir ve ticaret, özgür seyahat, evlilik vb konularda hukukun üstünlüğü – yani geleneksel hukukun üstünlüğü― güvencesini sağlar. Xeer, önceden İngilizlerin hâkim olduğu kuzey Somali’de hemen hiç değişmemiştir. Güneyde İtalyanlar yok edip izlerini silmeye çalışmışlarsa da kentsel alanlar dâhil her yerde önemli ölçüde halen hayatta kalmış, Somali’nin tüm kırsal bölgelerinde ise hemen hemen hiç değişmemiştir.
Somali’nin hükümetsiz nasıl olup da başarılı kalabildiğine dair tüm kafa karıştırıcı sorunun sırrı Xeer’dir. Çünkü Xeer, ticaret ve ekonomik gelişme konusunu destekleyen hukukun üstünlüğünü sağlamaktadır. Bugün Xeer’i 1990’larda Somali’nin en büyük beşinci aşireti olan kuzey batısındaki Samaron aşiretinden biriyle evlenen ve hayatının son 12 yılını onlarla birlikte geçiren Hollandalı avukat Michael van Notten sayesinde biliyoruz. Kendisi bu fırsatı Xeer’i incelemekle ve 2005’de yayınlanan bu konudaki öncü eseri ”Somalililerin Hukuku”nu yazmakla değerlendirdi. Van Notten el yazması eseri henüz bitmeden öldü. Neyse ki, etnografik malzeme toplamayı büyük ölçüde tamamlamıştı. Vasiyetinde benden el yazmasını düzenleyip yayına hazırlamamı istemişti. Bundan sonraki iş eserin Somali diline çevrilmesidir.
Xeer’in Önemli Noktaları
Burada size sadece Xeer’in bazı önemli başlıklarını verebileceğim. Öncelikle yasa ve sonuçta suç tanımı mülkiyet hakları cinsinden verilmektedir, çünkü yasa cezalandırmaktan çok telafi etmeyi öngörmektedir. Mülkiyet hakları cezadan çok telafiyi gerektirdiğinden hapis yoktur, para cezaları ise sınırlıdır. Verilecek olursa da para cezasının miktarı telafi miktarını pek nadiren geçer ve bir hükümete ya da mahkemeye değil de doğrudan mağdurun kendisine ödenir. Ceza, örneğin bir devesi kasten ve tasarlayarak öldürülmüşse mağdura bir deve değil iki deve verilecektir.
Cezalar bir diğer ilginç şekilde de kullanılmaktadır. Toplumda önde gelen bir siyasi veya dini kişi ya da bir polis veya yargıçın herkese örnek bir hayat sürdürmesi gerekir. Eğer yasayı ihlal edecek olursa onun sıradan bir kişinin ödeyeceğinin iki misli ceza ödemesi gerekir. Ayrıca, yasa ve suç mülkiyet hakları cinsinden tanımlandığı için Xeer herhangi çeşit vergiye dolambaçsız bir şekilde karşıdır.
İkincisi, failin beş parasız, çocuk, engelli yahut yurt dışına kaçmış bir kişi olması durumunda dahi telafi bedelinin ödenmesi güvence altına alınmıştır. Xeer, her kişinin yasa karşısında sorumlu tutulabileceği herhangi bir duruma karşı tam sigortalı olmasını öngörür. Bireyin gerekli ödemeyi kendisi yapamaması durumunda akrabasından tanımlanmış bir grup sorumlu tutulur. Van Notten bunun nasıl olduğunu ilginç bir biçimde anlatmaktadır:
Birisinin haklarını ihlal eden bir kişi eğer telafi bedelini ödeyebilecek bir durumda değilse ailesini haberdar eder, bedeli onlar öder. Duygusal bir bakış açısından bu prosedür çok acı vericidir. Çünkü hiçbir aile üyesi suçluya ne kadar aptal ne kadar kötü birisi olduğunu ikaz etmek için bu fırsatı kaçırmayacaktır. Yanısıra kendisinden gelecekte daha dikkatli olacağına dair güvenceler isterler. Hakikaten aile üyesi birinin yanlışı için bedel ödemek durumunda kalan herkesin daha sonra gözü onun üstünde olur ve bir daha suçlu duruma düşmemesi için önceden müdahale etmeye çalışırlar. Mesela onun bir silahı olmasını veya taşımasını engellerler. Diğer her yerde suçlunun eğitilmesi tipik olarak hükümtin bir görevi iken Somali’de bu ailenin sorumluluğundadır.
Eğer bir aile mükerrer olarak suç işleyen bir bireyinden bizar olursa onu aileden dışlayıp resmen reddetme hakkına sahiptir. O durumda kişi yasadışı hale gelir. Sigortası olmadığı için de yasaya göre sahip olduğu tüm korunma haklarını kaybeder. Kendi güvenliği için ülkeyi terketmesi gerekir.
Geleneksel yasa bu ve diğer birçok konuda tüm dünyada da oldukça benzer şekildedir. Benim İskoçya’daki kendi aşiretim MacCallum’un kuruluş efsanesinde de rivayete göre aşiretin kurucusu 1500 yıl önce kavgalara bulaştığı için ailesi tarafından reddedilerek İrlanda’dan sürgün edilmiş asabi bir kimse imiş. Kuzey denizindeki yalnızlığı sırasında barışcıl bir insan olmuş, ama yasanın koruması altında olmadığı için İrlanda’ya dönememiş çünkü eğer orada öldürülürse öldüren cezadan muaf olurmuş. O yüzden İskoçya’ya gitmiş ve orada bizim klanımızı kurmuş.
Xeer hakkındaki üçüncü bir nokta da hiçbir polis veya hukuk servisi tekelini öngörmemesidir. Aynı zamanda mevki sahibi bir siyasi veya ruhani lider konumunda olmaması kaydıyla (çünkü böyle bir durum hukuk, siyaset ve din arasındaki keskin ayrımı tehlikeye düşürebilir) isteyen herkes böyle bir görevi üstlenebilir. Ayrıca, böyle bir rolü üstlenen herkes diğer herkesle ayni yasalara tabidir. Dahası eğer yasayı çiğnerse diğer herkese göre daha yüksek ceza ve zarar ziyan tazminatı ödemesi söz konusudur. Çünkü kamu görevi üstlenenlerin örnek davranışlar içinde olmaları beklenir.
Dördüncüsü, mağduru olmayan bir suç YOKTUR. Yargı başvurusu ancak bir mağdur veya onun ailesi tarafından yapılabilir. Mahkeme başvurusu yapan bir mağdur ortada yoksa bir mahkeme toplanamaz. Herhangi bir kanıt veya suç iddiasına dayanarak kendi inisiyatifiyle resen bir dava açabilme yetkisine sahip bir mahkeme ve savcı sözkonusu değildir. Ortada dava açacak bir mağdur yoksa dava açılamaz, mahkeme toplanamaz.
Son olarak, mahkeme süreci ilginçtir. Doğduğundan itibaren her Somalilinin eğer bir yasayı çiğnerse kendisini mahkemede yargılayacak kendine ait bir yargıcı vardır. Yargıç kendi büyük büyükbabasının soyundan gelen genişletilmiş ailenin tüm erkeklerinden oluşan “oday” meclisidir. Birkaç genişletilmiş aile biraraya gelerek eğer aileden birisi başka bir aşiretten birini öldürecek olursa gerekli tazminati (kan bedeli) ödeyecek “jilib” oluşturulur. Oday yani yargıç aşiretin yaşlılarınca haftalar hatta aylar süren görüşmeler sonunda dikkatle seçilir. Bu kişinin aile üzerinde hiçbir yetkisi bulunmaz, ancak sadece beşeri konulardaki bilgisi ve aklına güvenilerek seçilir, ve eğer verdiği kararlar cemaat tarafından yeterince saygıdeğer bulunmazsa konumunu kaybedebilir.
Bir suç işlendiğinde fail ilk önce kendi Oday’ına gider. O da müştekinin Oday’ı ile birlikte bir mahkeme teşkil eder. Eğer iki Oday birlikte konuyu bir çözüme ulaştıramazlarsa içinde diğer ilave ailelerin, jilib veya aşiretlerin temsilcisi Oday’larının içinde bulunduğu daha büyük bir mahkeme teşkil edilir. Herkesin doğduğundan itibaren kimin kendi hâkimlerinden biri olacağını bildiği ve her hâkimin de bir gün fail olarak karşısına gelip davasına bakması gerekecek kişiyi zaten çok yakından tanımasının küçük problemlerin büyüyüp ceza konusu bir suç haline gelmeden danışıp önlenebilmesi imkânını vermesi önemli bir toplumsal yarardır.
Bir mahkeme teşkil edilip, davanın ele alınması kabul edildiğinde ilk yapılan iş bir zabıt kâtibi görevlendirmektir. Davalar şifahen yapıldığından Kâtibin görevi duruşma sırasında konuşmacılardan herbirinin vurguladığı önemli noktayı yüksek sesle tekrarlamaktır. Mahkemede daha sonra duruşmanın ne zaman ve nerede görüleceği duyurulur. Duruşma oturumu başladığında, mahkeme müştekiden davasını ortaya koymasını ister. Müşteki isterse kendi namına olaya sunum yapacak bir temsilci (avukat) atayabilir. Sunum sırasında müşteki isterse hiçbirşeyi atlamadığından emin olmak için ailesinden birilerine de danışabilir. Sunumuu bitirdiğinde mahkeme ondan davasını özetlemesini ve taleplerini belirtmesini ister. Son olarak da mahkeme sanıktan savunmasını vermesini ve eğer varsa karşı iddialarını sunmasını ister.
Sonra duruşmaya herhangi şahitlerin dinlenmesi konusunda karar vermek üzere ara verilir. İhtilaflı bir konunun gerçek kanıt kabul edilmesi için üç şahidin tanıklığını doğrulaması gerekir. Taraflar isterlerse uzmanlar, bilirkişiler ve kişilik müşahitleri çağırabilirler. Eğer mağdur öldü veya yaralandı ise mahkeme ilgili ruhani lideri çağırıp nasıl öldüğü veya yaralandığını anlatmasını ister. Bu kişiler yaraları onikinci yüzyıl İslam âlimi al-Nawawii’nin Minhaaj at-Talibiin eserinde tanımladığı standart esaslara göre değerlendirerek tanımlar. Davacı davasını şahitleri ve kanıtlarıyla birlikte tafsilatlı biçimde ortaya koyduktan sonda savunmaya da kendi argüman ve kanıtlarıyla iddiaları çürütme fırsatı verilir. Kanıtların çapraz sorgulanması âdeti yoktur.,
Son olarak hâkimler kanıtları aralarında değerlendirmek üzere tekrar çekilirler. Şahitlerin birbirleriyle çelişkiye düşmesi veya gerçeği destekleyecek şahitlerin 3 kişiden daha az olması halinde mahkeme yemin ister. Çeşitli yemin tipleri vardır. En basiti yemin verenin “erkeklik gücüm üzerine yemin ederim” demesidir. Alternatif olarak “Allah üzerine yemin ederim” diyebilir. Daha güçlü yemin üçlü yemindir. Yani ayni yeminin üç defa tekrarlanması. Daha da güçlüsü 50 defa tekrarlanan yemindir. Bir de ayrıca boşanma yemini vardır. Yemin veren evliliği/evlilikleri üzerine yemin eder. Eğer daha sonra yalan söylediği anlaşılırsa evliliği hükümsüz hale gelir.
Belirtmek gerekir ki müşteki kendi davasına mahkemeyi ikna edemese bile mahkeme genellikle davalıdan bir masumiyet yemini almadan onun lehine bir karar vermez.
Daha uzun olarak polisin rolü, mahkeme kararlarının yürütülüşü de anlatılabilir ama bu kadarı da Somalililerin uyguladığı hukuk sistemi hakkında genel bir fikir vermelidir. Xeer tamamen arkasında hiçbir hükümet desteği olmadan yürütülen etkili bir hukuk sistemidir.
Somali’nin Xeer’i Roma Hukuku, Anglosakson Hukuk Sistemi, Tacir Yasası Lex Mercatoria ve Musevi Geleneksel Hukuku Halaşa gibi dünyanın diğer büyük hukuk sistemleri arasında yer almaktadır. Çok eski zamanlardan kalma olmalıdır ve Afrika’nın boynuzunda ortaya çıktığı düşünülmektedir. Başka bir yerde geliştirilmiş olduğuna ya da yabancı bir hukuk sisteminden büyük ölçüde etkilenmiş olduğuna dair hiçbir belirti yoktur. Somali’nin hukuk terminolojisinin başka dillerden alınma hiçbir sözcük içermemesi de Xeer’in hakikaten yöreye özgü (indijenöz) bir sistem olduğunu göstermektedir.
Michael van Notten’in bu hukuk sistemini anlatan kitabı daha iyi tanınmayı ve okunmayı hakediyor. Bu konuyu geleneksel hukukla ilgili ilk çalışma olarak geçmişe özgü bir merak saikiyle değil geleceğin özgür bir toplumu için öğretici potansiyele sahip bir örnek olarak değerlendirilmelidir. Kitabında Van Notten bugün içinde bulunduğumuz toplum için de yukarıda değinme fırsatı bulamadığım bazı pratik uygulamalar ortaya koymuştur. Yabancı hükümetlerin müdahalesinin Somalililerin ölmeyi yahut fakir kalmayı reddetmelerini kuvvetlendiren bu şeyi boşa çıkartıp çıkartamayacağını bize zaman gösterecek.
(Kaynak: The Rule of Law without the State – Spencer Heath MacCallum, 09/12/2007 ) ◊