Kendine Saygı ve Haset
Adalet - Hak, Hukuk, Hakkaniyet | Robert Nozick | Mayıs 1, 2019 at 5:08 pmEşitlik ve kişinin kendine saygısı arasında bir ilişki kurulabilir. “İnsanlar büyük ölçüde kendileri için ne hissediyorlarsa odurlar ve arkadaşları kendileri için ne düşünüyorlarsa kendileri için öyle düşünürler. Haset sahibi bir kişi başka birinin sahip olduğu bir şeye (yetenek vb.. ) kendi (de) sahip olamadığında, bu şeye diğer insanın da sahip olmamasını tercih eder. Bu kişi, diğer kişinin sahip olup da kendisinin sahip olmaması durumu yerine ikisinin de sahip olmaması durumunu tercih eder.
Siz, başka bir kişi ve belli bir nesneye ya da özelliğe sahip olmakla ilgili olarak dört olasılık mevcuttur:
3’ü 4’e tercih ederken, 4’ü de 2’ye tercih ediyorsanız, siz haset sahibi bir insansınız demektir. Öte yandan, 3 ve 4 arasında pek fark olmadığını düşünüp, 1’i 2’ye tercih ediyorsanız kıskançsınızdır. Temel fikir şudur: bir şeyi başkası ona sahip olduğu için istiyorsanız, kıskanç bir kişisiniz. Daha zayıf bir başka koşul da şu olabilir; bir şeyi diğer bir kişi sahip olduğu için daha fazla istiyorsanız (yani 1’i 2’ye, 3’ü 4’e tercih ettiğinizden daha çok tercih ediyorsanız kıskançsınızdır. Ayni şekilde hasetle ilgili daha zayıf bir koşul da konulabilir. Çok fazla haset sahibi bir insan, eğer kendisi sahip değilse, başka birinin de sahip olmamasını tercih eder. Kısmi olarak haset sahibi bir kişi bir başkasının kendisinin sahip olmadığı bir şeye sahip olmasını isteyebilir, fakat bunu kendisinin sahip olduğu bir şeye sahip olmasını istediğinden daha az ister. Yani 2’yi 4’e, 1’i 3’e tercih ettiğinden daha az tercih eder. Eğer 3’ü 4’e ve 3’ü 1’e tercih ediyorsanız, başarı istiyor ve diğerinin başarısından rahatsızlık duyuyorsunuzdur. Eğer 3’ü 4’e tercih ederken 4’ü 1’e tercih ediyorsanız kindarsınızdır. Eğer 3’ü 4’e tercih ederken 1 ve 4 arasındaki farka önem vermiyorsanız rekabetçisinizdir. Rekabetçi bir insan başarı ister ve diğerinin başarısından rahatsızlık duyar. Kıskanç olmayan (zayıf koşul anlamında) haset sahibi insanlar bulunmaktadır. Her ne kadar bu bir teorem olmasa da, çoğu kıskanç insanın haset sahibi olması mantıklı bir psikolojik görüştür. Bu arada kindar insanların haset sahibi oldukları psikolojik bir kuraldır.
İnsanlar sık sık hasetin (kıskançlığın/çekememezliğin) eşitlikçiliğin temelini oluşturduğunu iddia etmektedir. Diğerleri ise buna şu şekilde karşı çıkmışlardır. Eşitlikçi ilkeler ayrı ayrı olarak haklı görülebildiğine göre eşitlikçi için hiçbir reddedilemeyecek psikoloji atfında bulunmamıza gerek yoktur o sadece, doğru ilkelerin ortaya konmasını arzulamaktadır. İnsanların duygularını rasyonel hale getirmek için tasavvur ettikleri ilkelerindeki büyük yaratıcılığı düşündüğümüzde ve eşitlikle ilgili argümanları kendi içinde bir değer keşfetmedeki büyük zorluktan dolayı, bu yanıt ispatsız bir yanıttır. (Bu, insanların eşitlikçi ilkeleri bir kez kabul ettiklerinde, bu genel ilkelerin bir uygulaması olarak kendi durumlarının kötüleşmesini destekleyebilecekleri gerçeğiyle de ispatlanamaz.)
Burada, haset duygusunun tuhaflığına odaklanmayı tercih ediyorum. Neden bazı insanlar, başkalarının iyiliğine veya talihli olmasına memnuniyet duymaktan ziyade onların belli bir boyutta daha iyi bir skor elde etmemesini tercih etmektedirler? Neden sadece, en azından, omuz silkmekle yetinmiyorlar? Burada bir durum özellikle dikkat çekicidir: Herhangi bir boyutta belli bir skor elde eden bir kişi, daha yüksek bir H skoru elde eden bir kişinin H’den daha düşük bir skor elde etmiş olmasını ister; her ne kadar bu kendi skorunu yükseltmese de. Çünkü bu durumlarda, diğer kişinin kendinden daha yüksek bir skor elde etmesi onun kendine güvenini tehdit eder veya zayıflatır ve diğer kişiye karşı bir aşağılık kompleksine girmesine neden olur. Bir başkasının faaliyetleri veya özellikleri kişinin kendine olan saygısını nasıl etkileyebilir? Benim kendime olan saygımın sadece benimle ilgili gerçeklere dayanması gerekmez mi? Eğer herhangi bir şekilde değerlendirdiğim kişi ben isem, başkaları ile ilgili gerçekler nasıl bir rol oynayabilir? Elbette ki yanıt şöyle olacaktır: Bir şeyi ne kadar iyi yaptığımızı değerlendirmek için başkalarınınki ile başkalarının ne yapabildikleri ile kıyaslamaktayız. Uzak bir dağ köyünde yaşayan bir kişi yüz elli basket atışından on beşini basket yapıyorsa ve köyde yaşayan diğerleri ise sadece bir basket yapabiliyorsa, kendisini çok başarılı olarak düşünür. Bir gün bu köye ünlü basketbolcu Jerry West gelir. Ya da, bir matematikçi uzun süre çalışır ve bir teoremi ispatlar. Daha sonra süper zeki matematikçilerin bulunduğunu keşfeder. Bir varsayıma ulaşır ve bu matematikçiler bu varsayımın doğru veya yanlış olduğunu ispat ederler ve çok da başarılı ispatlar ortaya koyarlar. Onlar da çok derin teoremler bulurlar, vs.
Her iki örnekte de kişi, bu gelişmelerden sonra çok iyi veya yetkin olmadığına karar verir. Başkalarıyla karşılaştırma yapmadan bir şeyi iyi yapmış olmanın standardı konamaz. Leon Troçki, Literature and Revolution adlı kitabının sonunda komünist bir toplumdaki bir kişinin sonuçta neye benzeyeceğini şöyle tarif etmektedir:
Kişi ölçülemeyecek boyutta daha güçlü akıllı ve mahir olacaktır; Vücudu daha düzenli, hareketleri daha ritmik, sesi daha müziksel olacaktır. Hayat formları dinamik bir şekilde canlı hale gelecektir. Ortalama insan türü bir Aristo, Goethe ve Marx düzeyine gelecektir. Ve bu zirvenin üstünde yeni zirveler ortaya çıkacaktır.
Eğer böyle bir şey olsaydı bile, sadece Aristo, Goethe ve Marx’ın seviyesinde olan ortalama insan, belli faaliyetlerde çok iyi ya da yetkin olduğunu düşünmeyecekti. Kendine saygı ile ilgili problemleri olacaktı. Tarif edilen basketbolcunun veya matematikçinin şartlarında bulunan bir kişi; diğer kişilerin bu becerilerine sahip olmamalarını ya da bu becerilerini en azından kendi önünde devamlı sergilemeyi bırakmalarını tercih edebilir; çünkü bu şekilde, kendine olan saygısı zarar görmeyecektir.
Bu; gelirle ilgili, bir endüstrideki yetki konumu ile ilgili ya da bir girişimcinin çalıştırdığı kişilerle olan yetki farklılıkları ile ilgili eşitsizliklerin neden bu kadar sorun yapıldığının bir açıklaması olabilir; bu üstün konumun hak edilmemiş olmasının düşünülmesinden dolayı değil, hak edildiğinin düşünülmesinden dolayı. Herhangi birinin kendine olan saygısına zarar verebilir ya da başka birinin kendisinden daha başarılı olduğunu bilmekten dolayı kendini daha değersiz olarak hissetmesine neden olabilir daha önce kendileri gibi bir işçi olan kişinin yanında çalışmaya başlayan işçiler, sürekli olarak şu düşünceleri taşırlar: Neden ben değil? Niye ben sadece işçiyim? Öte yandan, böyle bir kişiyle her gün karşılaşmayan bir kişi böyle bir durumu çok daha kolay bir şekilde yok sayabilir. Burada mesele, her ne kadar daha keskin de olsa, başka birinin herhangi bir boyutta daha üstün bir konumda olmayı hak ettiğine bağlı değildir. Her ne kadar, iyi dans etmedeki zarafetin büyük bölümünün doğuştan gelen tabii niteliklere dayandığını düşünüyor olsanız da, bir başkasının iyi bir dansçı olması, kendinizin ne kadar iyi dans ettiğinizle ilgili görüşünüzü etkileyecektir. Aşağıdaki basit modeli, bu değerlendirmeleri ihtiva eden tartışma için bir çerçeve olarak (psikoloji ile ilgili teoriye bir katkı olarak değil) ele alalım. İnsanların değerli olacak gördükleri, kişilere göre farklı özellikler taşıyan birkaç değişik D1,… Dn boyutu bulunmaktadır. İnsanlar, değerli olduğunu düşündükleri boyutlara ve değerli olduğu konusunda fikir birliğine vardıkları boyutlara verdikleri öneme göre farklılık gösterebilirler. Her bir kişi için her bir boyuttaki objektif konumunu temsil eden olgusal bir profil bulunacaktır. Örneğin, basket atışı boyutunda, 20 fit uzaktan 100 atıştan /sını basket yapabilme profiline sahip olabilir ve bu kişinin skoru 20, 34 veya 60 olabilir.
İşi basitleştirmek için varsayalım ki, herhangi birinin olgusal profili hakkındaki düşünceleri makul ölçüde doğru olsun. Aynı zamanda bu kişinin olgusal profildeki kendi skorlarını temsil eden bir değerlendirme profili bulunacaktır. Her boyut için kendi ile ilgili değerlendirmesini temsil eden değerlendirme sınıflandırmaları (örneğin, mükemmel, iyi, fena değil, kötü, felaket gibi). Bu bireysel değerlendirmeler diğer benzer varlıkların (referans grubu) olgusal profili ile ilgili olgusal düşüncelerine, bir çocuk olarak kendisine verilen amaçlara, vs. dayanacaktır. Tüm bunlar arzularını şekillendirecektir. Ve bu arzular da zaman içinde belli şekillerde farklılık gösterecektir. Her kişi, kendisiyle ilgili genel bir değerlendirme yapacaktır. En basit şekliyle bu, kendi değerlendirme profiline ve boyutlara verdiği öneme bağlı olacaktır. Herhangi bir şeyin herhangi bir şeye ne şekilde bağlı olduğu, bireyden bireye farklılık gösterebilir. Bazıları, bütün boyutlardaki skorlarının ağırlıklı toplamını alabilir. Diğerleri, nispeten önemli bir boyutta başarılı olduklarında kendilerini yeterli olarak değerlendirebilirler. Bazıları ise, herhangi önemli bir boyutta başarısız olduklarında hiçbir şeyi beceremediklerini düşünebilir.
İnsanların, genel olarak, bazı boyutların çok önemli olduğu konusunda fikir birliğine vardığı, bu boyutlarda insanların sıralamasında farklılıklar bulunduğu ve bazı kurumların insanları umumi olarak bu boyutlardaki yerlerine göre grupladığı toplumlarda düşük skor elde edenler, daha yüksek skor elde edenler karşısında aşağılık duygusuna kapılırlar ve insan olarak kendilerini daha düşük düzeyde hissedebilirler. (Böylece fakir olanlar, fakir insanlar olduklarını düşünmeye başlarlar.) Herhangi biri, bu aşağılık duygularından kurtulmak için toplumu değiştirmeye ve böylece insanları birbirinden ayırt etmeye yarayan bu boyutların önemini azaltmaya veya insanların bu boyutlardaki kapasitelerini uygulamaya koyma veya başkalarının nasıl bir skor elde ettiklerini öğrenme fırsatlarını ortadan kaldırmaya çalışabilirler. Herhangi bir kişinin başarısız olup olmadığı direkt olarak belirlenemediği için bir toplumun en önemli boyutu kamuoyu tarafından belirlenemiyorsa, insanlar herhangi birinin bu boyuttaki skorunun, göreceli pozisyonlarını belirleyebildikleri başka bir boyuttaki skoruyla ilişkili olduğunu düşünmeye başlayabilirler. Bu nedenle, ilahî inayetin mevcudiyetinin en önemli boyut olduğunu düşünen insanlar, onun mevcudiyetini gösteren başka tespit edilebilir olgulara inanmaya başlarlar; örneğin Dünya’da başarı gibi.
Şurası açıkça görülebilir ki, eğer insanlar bazı boyutlarda başarısız oldukları için aşağılık duygusuna kapılıyorlarsa ve sonra da eğer bu boyutların önemi azaltılırsa veya bu boyutlardaki skorlar eşitlenirse, artık aşağılık duygusuna kapılmayacaklardır. (“Elbette ki!”) Aşağılık duygusuna kapılmalarının temel nedeni ortadan kaldırılmış olur. Fakat bu durumda da, elimine edilenlerin yerine (başka kişiler üzerinde} aynı etkilere sahip başka boyutlar devreye girebilir. Sözgelişi zenginlik gibi bir boyutun önemi azaltılırsa veya eşitlenirse, o zaman toplum genellikle başka bir boyutun en önemli boyut olduğuna karar verebilir, örneğin, estetik güzellik, estetik cazibe, zekâ, estetik yetenek, insanlar arasındaki sempati düzey), orgazm kalitesi, vs. gibi ve böylece yukarıda sözü edilen durum kendini yineler.
İnsanlar kendilerini genellikle diğerlerinden farklılık gösterdikleri en önemli boyutlardaki konumlarına göre değerlendirir. İnsanlar özsaygılarını, insan kapasitelerini, bunlara sahip olmayan hayvanlarla karşılaştırarak elde etmezler. (“Ben oldukça iyiyim, bir başparmağım var ve konuşabiliyorum.”) İnsanlar siyasi liderlere oy verme hakkına sahip oldukları için de özsaygı kazanmazlar veya muhafaza etmezler. Fakat oy verme hakkına herkes sahip olmadığında durum farklı olabilirdi. Birleşik Devletler’de hiç kimse okuyup yazdığı için kendini değerli addetmez. Her ne kadar tarihteki birçok toplumda bu böyle olmuş olsa da. Eğer bir şeye veya bir özelliğe herkes veya hemen hemen herkes sahip ise, bu, özgüven için bir neden olamaz. Kendine saygı farklılaştıran özelliklere dayanır; bu yüzden kendine saygıdır. Referans gruplarıyla ilgilenen sosyologların sık sık keyifle belirttiği gibi, diğer insanlar grubu değişkendir. Prestij sahibi üniversitelerin birinci sınıflarındaki öğrencilerde, bu okullara gittikleri için bir bireysel kıymet duygusu vardır. Bu duygu gerçekten de lisenin son iki ayında en çok ifade edilen duygudur. Fakat çevresindeki herkes aynı konumda iken bu okullara gitmenin kendine saygı için bir temel oluşturma özelliği kalmaz. Sadece belki tatilde eve gittikleri zaman.
Başkalarının önemli olduğunu düşündüğü bütün boyutlarda, belki de sınırlı kapasiteden dolayı, diğerlerinden daha düşük bir skor elde eden (ve önemli veya değerli olduğu düşünülen hiçbir boyutta daha iyi bir skor elde etmeyen) bir bireyin özgüvenini desteklemeye nereden başlayabileceğinizi düşünün. Bu kişiye, her ne kadar mutlak skorları düşük de olsa, (sınırlı kapasitesine bakıldığında) yine de başarılı olduğunu söyleyebilirsiniz. Sahip olduğu kapasitelerinin büyük bir oranını gerçekleştirmiştir. Diğerlerine kıyasla kendi potansiyelinin büyük bir bölümünü kullanmıştır. Başladığı nokta düşünüldüğünde, oldukça başarılı olduğu söylenebilir. Bu durumda başka bir karşılaştırmalı değerlendirme devreye sokulacaktır. Diğerleriyle karşılaştırıldığında iyi bir iş yaptığını gösteren başka bir önemli boyut.
Kişinin kendisini diğerleriyle karşılaştırmasında kullanmasının doğru olmayacağı herhangi önemli bir boyut var mı? Timothy Leary’nin şu görüşünü değerlendirin. “Benim emelim dünyadaki en çok sevap işleyen, en akıllı, çevreme en yararlı kişi olmak. Bu belki megalomani olarak düşünülebilir. Fakat neden böyle algılanması gerektiğini anlayamıyorum. Bugün dünyadaki her bir kişinin böyle bir emele neden sahip olmaması gerektiğini anlayamıyorum. Başka ne olmak istemelisiniz ki? Yönetim Kurulu Başkanı, Bölüm Başkanı, ya da şunun bunun sahibi mi?” Politics of Ecstacy (New York: College Notes and Texts lnc., 1965) s. 218. Mümkün olduğu kadar sevap işleyen, akıllı, yararlı bir kişi olmak istemeye kesinlikle bir itiraz yok. Fakat günümüzde yaşayan en akıllı en yararlı vs. kişi olmak istemek biraz garip. Benzer bir şekilde, kişi mümkün olduğu kadar (Doğu gelenekleri açısından) aydınlanmış olmayı isteyebilir. Ancak özellikle en aydın kişi olmayı istemek gariptir. Diğerleri nasıl olursa olsun, kişinin aydınlanma derecesini değerlendirmesi sadece kendisine bağlıdır. Bu bize çok önemli yönlerin karşılaştırmalı değerlendirmeye açık olmadıklarını gösterir. Eğer bu son görüş doğruysa, metindeki karşılaştırmalı teori evrensel olarak geçerli değildir. Ancak, istisnaların doğası gereği, kişisel açıdan çok önemli fakat sınırı, sosyolojik değere sahip bir sonuca varmış olduk. Ayrıca, kendilerini diğerleriyle karşılaştırarak değerlendirmeyenler, belirli bir boyuta göre eşit hale getirilmeyi kendilerine saygı için önemli bir destek olarak görmeyeceklerdir.
Bu değerlendirmeler, kendine saygının önemli oranda temelini oluşturduğu belli bir boyuttaki konumları eşitleyerek kendine saygıyı eşitleme ve hasedi azaltma şansları konusunda kişiyi bir bakıma şüpheli kılar. Kişinin haset duyabileceği, başka birinin sahip olduğu çeşitli vasıfları düşünürseniz, farklı özgüven düzeyleri oluşması için ortaya çıkan fırsatları fark edersiniz. Troçki’nin, komünizm altında herkesin Aristo, Goethe veya Marx’ın seviyesine ulaşacağı ve buradan yeni zirvelerin doğacağı ile ilgili spekülasyonunu hatırlayın. Böyle bir noktadaki birey, bir dili konuşma kabiliyetine veya nesneleri kavrayabilmek için bir ele sahip olmaktan daha yüksek bir özgüveni veya daha değerli bir birey olma hissini elde etmez. Hatta bazı basit ve doğal varsayımlar; hasedin muhafaza edilmesi ilkesi diye bir ilkeye bile yol açabilir. Ve şöyle bir endişe de ortaya çıkabilir: Eğer boyutların sayısı sınırsız değilse ve farklılıkları elimine etmek için büyük adımlar atılırsa, yani farklı kılan boyutlar küçülürse, haset, daha şiddetli olacaktır. Çünkü farklı kılan boyutların sayısı azalırıca, birçok insan hiçbirinde başarılı olmadığını düşünecektir. Her ne kadar bağımsız olarak değişkenlik gösteren normal dağılımların ağırlıklı toplamı normal olacaksa da, eğer her bir birey (her bir boyuttaki skorunu bilen), boyutlara diğerlerinden farklı önem verirse, farklı bireylerin farklı olarak önem verdiği kombinasyonların toplam yekûnu normal bir dağılım göstermeyebilecektir. Her ne kadar her bir boyuttaki skorlar normal dağılım gösterse de. Herkes kendini bir dağılımın üst noktasında görebilir, çünkü dağılımı kendi vermiş olduğu öneme göre değerlendirir. Boyutların sayısı ne kadar düşükse, bir bireyin daha yüksek bir skor elde ettiği bir boyuta daha büyük ağırlık veren bağdaşık olmayan bir önem verme stratejisini özgüven için bir temel olarak başarılı bir şekilde kullanma fırsatı o kadar azalır. (Bu, hasedin ancak bütün farklılıkların kökten ortadan kaldırılması ile azaltılabileceği anlamına gelir.) Her ne kadar haset, bizim değerlendirmelerimizde kast edilenden daha yumuşak bir duygu ise de, diğerlerinin haset ve mutsuzluklarının azalması için bir kişinin durumunun kötüleştirilmesi yolunda müdahale etmek kabul edilemez bir şeydir. Böyle bir tutum, herhangi bir eylemi (örneğin, farklı ırktan olan kişilerin el ele dolaşmasını) yasaklayan bir tutumla kıyaslanabilir, çünkü burada sadece eylemin yapıldığının bilinmesi başkalarını mutsuz kılmaktadır. Burada benzer dışa dönüklük bulunmaktadır. Bir toplum için özgüvendeki yaygın farklılıkları bertaraf etmenin en etkili yolu, boyutlara ortak bir ağırlık vermemektir; bunun yerine, farklı boyutlar ve ağırlıklar ortaya konacaktır. Bu durumda bireyler, başkalarının da önemli bulduğu, kendisini makul ölçüde başarılı olduğu boyutlar bulma şansına sahip olacak ve kendisiyle ilgili daha olumlu kanaatlere sahip olacaktır. Yaygın bir sosyal ağırlığın bu şekilde parçalanması, merkezi bir çaba ile önemli bazı boyutların kaldırılması ile mümkün olmaz. Bu çaba ne kadar çok destek görürse, insanların özgüvenlerine veya kendilerine saygılarına temel olacak genel olarak kabul gören o kadar çok sayıda katkı ortaya çıkacaktır.