İsviçre

Hikayeler / İnsanlık Halleri | | Ağustos 30, 2020 at 2:22 pm

Günümüzden ve geçmişten kötü canavar (Despot Leviathan) devlet /devletçilik örnekleri pek fazla. Peki, birey vatandaşlarını yüksek vergilerle soymayan, halkının güvenliğini, refahını ve özgürlüğünü amaçlayan başarılı bir devlet örneği hiç mi yok?

Bugün birçok kişi size hemen İsviçre’yi işaret eder, buranın zenginliğinin başlıca kaynağını da her yerden insanların getirip parasını koyduğu bir huzur ve güven merkezi olmasında bulur. İsviçre; insani gelişmişliği (HDI) çok yüksek, kişi başı geliri 83 bin dolarla dünyanın en yüksek ülkelerinden birisi.

Aslında İsviçre’nin zenginliği bir vergi cenneti olmasından kaynaklanmıyor. Dünyada ayni kolaylıkların sağlandığı daha başka birçok vergi cenneti var (Kıbrıs, Liberya Cumhuriyeti, Panama, Afrika) üstelik birçoğu sadece düşük vergi değil kapasite de sunuyor, ama hepsi çok daha düşük gelirliler. İsviçre’nin doğal kaynakları da neredeyse hiç yok ama bilimde sanatta, sanayide, teknolojide saygınlığı yüksek uluslararası pek çok markaya sahip.

Mesela İsviçrelilerin bir milli motto (düstur) olarak bildikleri “Unus pro omnibus, omnes pro uno” lafı var. Latince “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için şeklinde”. Hepimiz kimiz derseniz ülkenin hepsi “kanton” adı verilen hepsi 26 farklı eyaletten oluşuyor. Resmi dil Latinceyi bilen ve konuşabilen kişi sayısı pek az çünkü tarihi bir dil, ülkede günlük kullanımda bir geçerliliği yok. Halkı birbirine zorla çimentolayacak, ya da bir grubu diğerlerine hâkim kılmakta kullanılabilecek, “kahir ekseriyetimiz buyuz… ne mutlu biz buyuz diyene” denilecek (din, dil, ırk şeklinde) hiçbir özellik yok… Halkın var olan inanç, etnisite vb özellik farkları hiç dile getirilmiyor. Kültürel normların özellikle siyaset alanında hiç tahammül gösterilmeyen tek kısmı belki de ayrımcılık. Farklılıklar ülkenin zenginliğidir. 4 farklı dil konuşuluyor. Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Romanş. Fransızca konuşan kısımda Almanca konuşan pek kimseye rastlamazsınız.

İsviçre’nin mottosu “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” ama dünyanın belki tekçiliğe en uzak ülkesi. Yani tek dil, tek din, tek devlet, tek başkan tarzı bir slogan orada herkesi öfkelendirir. Herkes kendi diline, etnisitesine, farklarına sahip çıksa da birinin öne çıkıp diğerlerini de temsil edecek bir asimilasyon siyasetine yakınlaşması yahut da milliyetçi mukaddesatçı görüşler ileri sürmesi siyasi hayatının hemen sonu olabilir. Devletin değil yatırımcılığa, girişimciliğe soyunması, milli kalkınma hamlesi gibi şeylerden söz etmesi, eğitime, sanayiye, ekonomiye, ticarete, ya da sosyal hayata yönelik herhangi bir yeni kural getirmeye kalkması halkın kahir ekseriyeti tarafından geri çevrilir.  

Sadece hayatta lazım olacak gerçek bilgilerden oluşan bir eğitim veriliyor. İnsanlar bilgi, düşünce farkını biliyor ve küçük yaştan itibaren norm haline getirilmiş ezber değer yargılarından oluşan bir kafesin içine sokulmuyor. Dünyadaki en egaliteryen (eşitlikçi) politik sistemlerden birine sahip, sağlık sistemi de Norveç veya Danimarka’nınki kadar iyi. Hiçbir konumda, hiçbir şartta demokrasiden ve insan haklarından asla taviz verilemiyor.  

İsviçre’yi siyasal sistemi bakımından geleceğin küresel dünya düzenine tam uyumlu ve diğer ülkelere göre üstün yapan 5-6 temel özellik var;

En önde gelen özelliğini “Merkezsizleşmiş” olmak olarak nitelendirebiliriz. İsviçre halen dünyadaki tek gerçek konfederasyon örneği olup 26 eyaletten oluşuyor. Eyaletlerin tek ortak noktası anayasa, dış politika ve milli paradır. Bunun dışındaki konularda hepsi tamamen birbirinden farklılar. Mesela “Jura” kantonunda yaşıyorsanız ve geliriniz 6.000CHF kadar ise, %14 gelir vergisi ödeyeceksiniz. Ama eğer Zug da yaşıyor olsaydınız gelir verginiz sadece %4 olacaktı. Geneva’da bir dükkânınız varsa eğer, akşam saat 6’da dükkânınızı kapatmak zorundasınız, ama eğer dükkânınız Zürich’de olsa idi istediğiniz kadar açık tutabilirdiniz. Bu farklar sayesinde kantonlar her farklı bölgenin özel ihtiyaçlarına göre ayarlama yapabiliyor ve daha da önemlisi dükkânlar birbiriyle rekabet edebiliyor.

İsviçre’de hiç Cumhurbaşkanı yok. ABD’deki Kongre gibi bir federal parlamento seçiliyor. Bu parlamento 7 kişiyi seçiyor ki bunlar her biri “bakan” rolünde ve hepsi ayni güce sahipler. Her yıl bir tanesi bir yıllığına İsviçre’ nin uluslararası temsilcisi oluyor. Teknik olarak bu kişi ülkenin başkanıdır ama sembolik bir konum çünkü gerçekte diğer 6 kişinin üzerinde herhangi bir güce sahip değil. Oysa diğer ülkelerde cumhurbaşkanının büyük icra gücü oluyor. İsviçre’de tüm karar verme işleri bir ekip tarafından yürütülüyor. İsviçre’de vatandaşların sadece 4 yılda bir oy kullanma hakları yok, hemen her 4 ayda bir oy kullanıyorlar. Sadece liderlerini seçmiyorlar her sene birçok defa yapılan referandumlar aracıyla “ülke politikalarını” da kendileri seçiyorlar.

İsviçre siyasetinin en önemli özelliği “Doğrudan demokrasi” yani Referandumlar. Çok sıradan durumlar dışında kanunların çoğu halk oylamasıyla getiriliyor, bazıları kanton düzeyinde, bazıları ise federal düzeyde. Bir referandum önerisi için sadece 50 bin oya gerek var, anayasa düzeyinde değişiklik gerektiren bir referandum için ise 100 bin oy gerekli.  Kolay olması yüzünden her sene 5-6 referandum oluyor. Dört ayda bir geçmiş 4 ayda başvurusu yapılmış tüm konularda referandum yapılıyor. Mesela “her İsviçreli için bir temel gelir olsun mu?” için bir referandum başvurusu yapılmış. Teklif gelir getiren bir işi olsun veya olmasın tüm yetişkin vatandaşlar için 2500 (çocuklar için de 625) İsviçre Frankı (2580 dolar) bir temel gelir olsun mu olmasın mı? Önerisi getiriyordu. Çocuklar için de 625 Frank önerilmişti. Vatandaşın %92’den fazlasının aylık geliri bu rakamın zaten üstünde idi. Referandum oylamalarına katılım %60’ın üstünde oluyor ve seçmenin %23’ü onayladı, %70’i bu temel geliri reddetti. Temel gelir reddedildi. 

Serbest Piyasa, “bir Fransız için şarap ne ise bir İsviçreli için de serbest piyasa odur” deniliyor. Böyle bir sistemde popülist, antikapitalist bir lider rahatça ortaya çıkabilir diye düşünebilirsiniz. Dağlık bir ülke olduğundan ekilip biçilen tarlaları yok ama her ülkeyle özel serbest ticaret antlaşmaları imzalamak zorundadır, yine de tarım destekleri ABD ve Avrupa’da olduğundan fazla değil. İran ve Rusya ile olan ticaret ambargolarını o da Avrupa ve ABD ile paylaşıyor. Tek farkı İsviçre’nin 1874’den bu yana serbest ticaret anlaşmalarının olması oysa diğerleri bunu sadece son birkaç 10 yıldan beri yapıyor.

İsviçre tarafsızdır, dünyadaki tarafsız birkaç ülkeden biri. Hiçbir silahlı çatışma durumuna katılmıyor. Halkının ezici çoğunluğu Hitler’e muhalif olduğu halde 2. Dünya Savaşı sırasında bile taraf olmamıştı. O yüzden savaşta milyonlarca insan öldüğü ve Avrupa’nın büyük kısmı yıkılıp yeniden kurulduğu halde İsviçre’de böyle bir şey olmadı. Tüm tasarruflarını ülkelerini geliştirmeye ayırdılar. Dünyada ekonomik gelişmenin bir numaralı düşmanı savaştır. İsviçre’nin ordusu var ve bu ordu sadece savunmaya göre yani dış saldırı durumunda ülkeyi savunmaya göre planlanmış. Öz savunma dışında hiçbir şey için kullanılamıyor. İsviçre vatandaşları 18 yaşından 30 yaşına kadar her yıl 1 ay orduya hizmet veriyor. Hizmet dönemi bittikten sonra da evlerinde bir silah bulundurmaları gerekiyor. Tabii bu Norveç ve İsrail’de de aynen böyle zorunlu askerlik var. Bunun iyi olduğunu savunanlar bu sistemin daha çok girişimci yarattığı ve gelir dengesizliklerini azalttığını söylüyorlar. Çünkü bu 1 ay sırasında zengin ve fakir ayni şartlarda bir araya geliyorlar. Pek çok girişim ve startup askerlik sırasında bir araya gelen insanlar tarafından kurulmuş.

İsviçre’de iş yapmak kolay, vergi düşük, adalet sistemi son derece şeffaf ve öngörülebilir. Zengin fakir uçurumu bizdekine göre çok daha makul bir düzeyde. Yüz bin kişiye düşen tutuklu ve hükümlü sayısı 77 civarında yani bizdekinin beşte biri bile değil. Son dönemde Türkiye’de tutuklu sayısı çok büyük bir hızla arttığı için aramızdaki fark olumsuz yönde çok açılmakta. İsviçre’de siyasi suçlu diye bir şey sanırım hiç yok.    

Bana göre İsviçre’nin bu başarısının temelinde hem devletin hem de halkın temel değerler bakımından (kendisine göre her alanda geri olan) öbür ülkelere göre bir bakıma “tam tersi” olması. İnsanlara küçük yaştan itibaren zorla dinci devletçi milli manevi değer koşullandırması yapılmaması. İsviçreliler bizim gibi dayatılmış normlar kafesinin içinde yaşamıyorlar. Amme menfaati, kamu yararı, milli çıkarcı kutsal devlet kavramları yok. Vatandaşa göre üstün ve hükmedici konumda bürokrat ve siyasetçiler yok. Söz konusu “Dar Koridor” kitabında bahsedilen Leviathan türlerinden hangisi arasında sayılabilir bilmiyorum. Otoriterliği despotluğu kesinlikle yok, ama öte yandan “Namevcut” veya “Kağıttan Leviathan” da olmadığı muhakkak. Çünkü (paylaşımcı kurumların oluşturulması ve ekstraktif kurumların yapılanmasına engel olunması) gibi vatandaşın en temel ihtiyaç olarak gördüğü tüm konularda son derece becerikli ve etkili bir icraat gücüne sahip. Bu durumda “Prangalanmış Leviathan ” sayılması mı gerekir, yoksa İsviçre devletinin o anlamda bir devlet olmadığını, yani o deniz canavarı “Leviathan” türlerinden biri olarak sayılamayacağını mı kabul etmemiz gerekir bilemiyorum. Çünkü merkezsizleşmiş devlette hükümetin cebir şiddetle vatandaşı ıslah, icbar gücüne dair pek bir şeyler ortalıkta görünmüyor.  Belki işin sırrı rejimin merkezsizleşmiş olmasında. Devleti prangalamak üzere anayasaya titizlikle hazırlayıp koyduğunuz en kritik maddeler bile zamanla çiğneyip aşındırıp etkisizleştirilebiliyor. 

“Burada ne yapılmışsa bize ilham olsun, öbür ülkelerde de aynisini yapalım, oralar da hep İsviçre olsunlar” derseniz eğer, böyle bir şey sanırım hiç mümkün değil. Bu ülkenin tarihinden, asırlar boyu yaşanmışlık deneyimlerinden gelen rafine olmuş yerleşik normları var. Ama sonuçta bir ülkede rejim ne kadar İsviçre’ninkine benziyorsa, yani merkezsizleşmiş, bireyci hale gelmişse o ülke o kadar refahta, özgürlükte, insani gelişmişlikte daha üstün bir ülke oluyor. Devlet /devletliler (otokrasi) ne kadar halkı üzerinde güçlü hale gelir, kolektivist, halkını koruyan, esirgeyen bağışlayan (kutsal tanrısal) bir nitelik kazanmaya hamlederse halkının başı o kadar dertten kurtulmuyor. 

İleri batı demokrasisi olarak nitelendirilen tüm ülkeler hak ve özgürlükler konusunda az veya çok İsviçre’dekine benzer özelliklere sahip. Mesela, Lüksemburg başkanı açıkça eşcinsel olan tek ülke. 500 bin nüfuslu bu ülkenin böyle konularda ayrımcılığı suç sayan yasaları var. Oysa Müslüman ülkelerde tam tersine eşcinsellerin değil açıkça başkan olmak, vatandaş olarak bile huzur içinde yaşamasına izin yok. Çünkü böyle ülkelerde devlet halkın ihtiyaçlarına çare olmak yerine tüm enerjisini halka hükmetmeye ve kendisine biat etmeyenleri ötekileştirip sürekli cihat etmeye harcıyor. Pek çoğu bin yıl öncesinden gelen böyle normlara dayalı bir düzen oluşmuş. Küreselleşmeye tamamen uyumsuz olduğu halde tüm Orta Doğu ülkelerinde hükümetlerin halk üzerindeki gücünü çok arttırdığı için halen en fazla tercih edilen yönetim yapısı bu. Küreselleşmenin iyice hızlandığı ileri batı demokrasileri ile Orta Doğu ülkeleri arasında bu konuda neredeyse taban tabana zıt yönetim anlayışları geçerli. Ama bu durum üretim gücü ve ekonomik kapasiteler üzerinde çok fazla etkili oluyor. Mesela nüfusunun %40’ı göçmen olan Lüksemburg, AB’nin en küçük ama en yüksek göçmen payına sahip ülkesi, asgari ücret 2.000 €, yani bizdekinin 6-7 katı. Ortalama ücret ise 5.000 Euro yani 33 bin TL. . Asgari ile ortalama ücretler arasındaki büyük fark çalışanların neredeyse yarısının (Fransa, Almanya ve Belçika’da) ülke dışında yaşaması ve günü birlik ülkeye girip çalışmasından kaynaklanıyor.

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.