Kahve İçmemiz Caiz Midir?

Hikayeler / İnsanlık Halleri | | Ağustos 3, 2020 at 11:10 am

İnovasyon zenginliğin, umurun, refahın asıl kaynağı olduğu halde hiç popüler değildir, ortaya çıkan her yeniliğin yaygınlaşmasından önce daima güçlü muarızları ortaya çıkar.

Medeniyetle tanışması epey geç olan, 1500’lerden önce Avrupa ve Asya’da hiç bilinmeyen kahveyi ele alalım. Habeşistan (Etiyopya) menşeli bu bitkinin çekirdekleri kavrularak uyarıcı, alışkanlık da yapan bir içkiye kaynak oluyor. Çekirdeklerin doğru şekilde kavrulması ve öğütülmesi makine gerektirdiğinden dolayı genellikle ancak umuma açık yerlerde içilebilmesi söz konusu. Fantezi menüleriyle ünlü olan bugünkü Starbuck’s gibi kuruluşlar insanlar için ideal buluşma ve bir araya gelme yerleri olmuş. Tabii bu son versiyonu, aslında geçmişi dört yüz yıl kadar öncesine dayanıyor.

1655 ylında Arthur Tillyard adında bir eczacı öğrencilerin sıcak bir şey içerek çeşitli fikirleri tartışabileceği bir kafe olan Oxford Kahve Kulübünü kurmuş. Yedi yıl sonra kulüp Britanya’nın Kraliyet Bilim Akademisi Topluluğu haline gelmiş.

Burada inovasyonun temel özelliğini: yani daima direnişle karşılaşması durumunu kahvenin tarihi örneğinde de görmekteyiz. 1500’lerde ve 1600’lerde kahve Arabistan, Türkiye ve Avrupa’da yaygınlaştıkça  –nihai olarak etkili olamasa da– şiddetli bir direnişle karşılaşıyor ve yasaklanıyor.

1511 yılında Mekke emiri Hayir Bey bütün kahve dükkânlarını kapatıp, kahve çekirdeği stoklarını yakar ve sahiplerini dayaktan geçirir. Bu karar Kahire’nin Sultanı tarafından kaldırılır, ancak bir süre sonra 1525’te Mekke’deki kahve dükkânları yeniden yasaklanır. 1534’e gelindiğinde kahve dükkânları Kahire’ye ulaşmış, orada da bir güruh kahvehanelere saldırmıştır. Yine de yasak sürdürülemez, kahveler kalır. Hatta komik bir şekilde “eğer bir erkek karısına kahve sağlayamaz ise bu bir boşanma sebebidir” diyen bir yasa çıkmıştır.

Kahve, İstanbul’a 1550’lerde ulaşır ve hemen devrin Sultanı II. Selim tarafından yasaklanır. 1580’e gelindiğinde despot Sultan III. Murat tarafından bir daha yasaklanır ve 1630’larda IV. Murat bir daha yasaklar. Buradan şunu anlıyoruz ki sultanların koydukları yasaklar pek de öyle uzun boylu etkili olamamıştır. Peki sultanlar bunu neden yasaklamakta, ortadan kaldırmakta neden bu kadar ısrar etmektedirler? Tabii esas olarak kahvehanelerin insanların bir araya gelip dedikodu yaparak muhalefeti kışkırtma ve ayaklanmaya hazırlanma potansiyeli sağlayan mekânlar olmasından dolayı.

Mesela III. Murat özellikle iktidarı ele geçirebilmek için tüm ailesini katletmek zorunda kalmış olan zalim bir hükümdardı ve bu türlü mekânlarda insanların bunlar hakkında konuşabilecekleri paranoyasına sahipti, tabii gerçekten konuşurlardı da.       

1673 yılında İskoçya ve İngiltere Kralı II. Charles kahvehaneleri yasaklamaya çalıştı ve bunu niye yapmak istediğini de dürüstçe şöyle açıklamıştı: Kahve, çay ve çikolatanın hiçbir yararı olmadığını biliyorum. Ancak bunların satıldığı yerler insanların bir araya gelip yarım gün birlikte oturmaları ve gelen herkesle haberleri ve devlet meselelerini kurcalamaları, bir kısım yalanlarla bir kısım yargılara varmaları ve kendi yöneticilerini alenen çekiştirmelerine pek uygundur. Eğer engel olunmaz ve bu duruma çok fazla maruz kalınırsa durum hükümdarlar için çok tahripkâr olabilir.   

Kahveye karşı direnişin başka nedenleri de vardı. Fransa’da şarap yapan ve satanlar, Almanya’da ise Bira imalatçıları müşterilerini uyuşturmak yerine tam tersine uyaran bu yeni rakip ürüne karşı idiler.

1670’ler Marsilya’sındaki şarap tüccarları sağlıkçı tıp camiasından yandaşlar buldular. Özellikle Aix Üniversitesi’nden iki profesör ‘Colomb’ adlı bir tıp öğrenicisinin vasıtasıyla kahveye karşı el ilanlarıyla bir saldırı başlattılar. “Kahve, Marsilya sakinleri için zararlı mıdır” başlıklı el ilanında kahve kana girdiğinde beyaz kan hücrelerini cezbettiği, böbrekleri kuruttuğu, insanları tükenmiş ve iktidarsız hale getirdiği yönünde sözde bilimsel saçmalıklar anlatılıyordu. Tabii bu bildiri ödenmiş ve satın alınmıştı.      

Ayni sıralarda Londra’da da ayni konuda “Kahveye karşı geniş cephe”, ya da “Türk’ün Evliliği” adlarıyla el ilanları savaşı başlatılmıştı. 1672’de buna karşı Londra’nın ilk kahvehanesini açan Pasqua Rosee isimli Lübnanlı tüccarın “Kahve isimli sağlığa en uygun içkinin faydalarının kısa açıklaması” gibi ismi olan el ilanları yayınlandı. On sekizinci yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde İsveç kahveyi en az 5 defa yasaklamayı denemiş durumdaydı. Yasağı zorla sürdürebilmek için vatandaşların kahve fincanlarını toplatmak bile denenmiş , 1794 yılında bir kahve sürahisinin parçalanma merasimi bile düzenlenmişti. Kral III. Gustav kontrollü bir deney yardımıyla kahvenin insanlar için kötü olduğunu göstermeye çalıştı. Deneye göre iki cinayet hükümlüsünden birisi sadece kahve öbürü de sadece çay içecekti. Fakat hayret bir şekilde mahkûmlardan ikisi de gözlemci konumdaki doktorlardan ve hatta kraldan da daha uzun yaşadılar. En uzun yaşayan da üstelik kahve içeni oldu. Yine de İsveç’te kahve karşıtı kampanya yirminci yüzyıla kadar sürdü.


Burada yaygın olarak her türlü inovasyona karşı beliren genel karşıtlığın karakteristik özelliklerini görmekteyiz. Güvenlikçi yaklaşım, var olan kendi menfaatlerinin tehlikeye düşürüleceği endişesi, ve güçlü konumdaki insanların gücünü kaybetme paranoyası. Günümüzdeki genetiği değiştirilmiş gıdalarla ilgili ve sosyal medyayla ilgili yıpratıcı tartışmalar aslında aynen eski devirlerdeki kahve savaşlarının günümüzdeki yansıması gibidir.    

Calestous Juma isimli yazar “İnovasyon ve Düşmanları” isimli eserinde bu kahve savaşlarını ve margarin savaşlarını anlatır. Margarin ilk olarak 1869 yılında Fransa’da tereyağı fiyatlarının yükselmesine karşı ortaya çıkmıştı. Ama (Prof Juma’nın kitabında söylediğine göre) hemen ABD’nin süt ürünleri endüstrisi tarafından on yıllarca süren bir çamur atma kampanyasına maruz bırakıldı. Tıpkı bugünkü biyoteknoloji ürünü gıdalara yapıldığı gibi.

New York Süt Endüstrisi Komisyonu şöyle gürlüyordu; “Bugüne kadar dünyada bu sahte yapay yağ işi sahtekârlığı kadar büyük ve iğrenç bir dolandırıcılık vakası görülmemiştir, bugünden sonra da hiç bundan daha büyüğü olamayacaktır. Ünlü yazar Mark Twain, margarini alenen tahkir etti, Minnesota valisi bir iğrençlik olarak nitelendirdi, New York eyaleti kullanımını yasakladı. 


1886 yılında ABD kongresi aşırı yükler getirmek ve satışını sınırlamak üzere Oleomargarin Yasasını getirdi. 1940’ların başlarına kadar ABD eyaletlerinin üçte ikisinde gerçekliği gösterilemeyen sağlık sakıncaları iddiasıyla sarı margarine yasaklar sürmekte idi. Ulusal Süt Konseyi margarin karşıtı kampanyayı ve kanıt uydurmayı sürdürdü. Sözde bir üniversitenin farelerle yapılan deneyinde (tıpkı İsveç’deki çay kahve deneyi gibi) farelerden biri tereyağı öbürü margarinle beslenmiş, sonuç margarinle beslenenin çok aleyhine çıkmıştı. Oysa daha sonra bu deneyin tamamen uydurma olduğu anlaşıldı. Ancak bu arada margarin endüstrisinin de tamamen pasif bir mağdur konumunda kalmadığını belirtelim. Muntazam hayvansal yağ tüketiminin kalp hastalığına neden olduğu yolundaki bugün aksi ispatlanmış teorinin kökenleri de o zamanlar (1950’lerde ) bitkisel yağ endüstrisinin hayvani yağ endüstrisine karşı yürüttüğü mücadele sırasında desteklediği araştırmalara dayanmaktadır.

Juma kitabında eski Londra’daki iki tekerlekli taksi arabası işletenlerin insanların yağmurda yürüyebilmesini sağlayan şemsiye icadına öfkeyle karşı çıkışlarını, doğum uzmanlarının doğum esnasında anestezi kullanılmasını uzun süre reddedip direnmelerini, müzisyen birliklerinin radyoda daha önceden kaydedilmiş müzik çalınmasına kaşı çıkıp bir süre boyunca engellemelerini anlatıyor.
  
Mesela 1897 yılında Londralı bir yorumcu eğer ciddi bir sınırlama getirilmezse “telefon” cihazının özel hayatı yok edeceğinden dem vuruyor, birbirimize karşı şeffaf birer jöle yığını haline geleceğimizi anlatmış. Kitapta ABD Atçılar Birliğinin traktöre karşı yıllarca mücadelesini, doğal buz hasat endüstrisinin de buzdolaplarının insan hayatına getireceği tehlikeler üzerine halkı korkuttuğunu söylüyor, daha böyle pek çok yeni teknolojik inovasyonun ilk ortaya çıktığında getirdiği tepkilerden örnekler veriyor. Özde bu karşı çıkışların temelinde herkesin kendi hayatına, piyasasına, konumuna getireceği olası zararların endişesi yer aldığı halde genellikle ondan hiç söz edilmeyip, sadece inovasyonun getirdiği yeni teknolojinin risklerinden söz ediliyor.

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.