Değnek Cezası

Anı - Yaşayanların Ağzından Hikayeler | | Ocak 8, 2021 at 7:22 am

Büyükdere, 27 Eylül 1836

Bu sıralarda, benim de pek hoşuma giden bir işle uğraşıyorum; Boğaziçi’nin her iki yakasının haritasını almak. Bu sırada birçok dağlara tırmanmak lazım geliyor, ama harikulade güzel manzara yorgunluğa değiyor; bir Frengin plançetesini sarayın avlularında kurduğu ilk defa oluyor. Muhteşem bir sonbahar geçiriyoruz ve nemli deniz rüzgârı, dört aydan beri yağmur yağmadığı halde, bütün ağaçları ve bitkileri yemyeşil tutuyor. Sabahleyin erkenden kalkıyor ve hemen denize atlıyorum; bu nefis banyodan sonra kahvemi içiyor, ya bir yelkenli şalupe ile ya da süratli bir kürekli taşıtla yahut kera tarafından atla olmak üzere işimin başına gidiyorum. Bir günlük iş 9-10 saat sürüyor, akşamları yemeğimi pek nefis buluyorum. Elimde Türkçe yazılmış açık bir emir var, bu bana bütün istihkâmlara ve bataryalara gitmek ve istediğim kadar askeri yanıma almak yetkisini veriyor.

Bugün ilk defa olarak Serasker kapısında değnek cezasının uygulandığını gördüm. Beş Rum, her biri 500, toplam olarak 2500 sopa yemeye mahkûm edilmişti: bir kavas, yani polis zabiti mahkûmun göğsü üzerine diz çözüyor ve onun ellerini tutuyordu, iki kavas mahkûmun ayaklarının bağlı olduğu bir sırığı omuzlarına almışlardı, iki tanesi de değnekleri vuruyordu. Bana karşı hususî bir iltifat eseri olarak paşa, adam başına, daha doğrusu adam ayağına 200 değneği affetti. Ben geri kalanı da hayli çok buldum ve 25 değnek teklif ettim, bunun üzerine paşayla pazarlıkta 50 değnek üzerinde uyuştuk. Sopa yiyenlere, bu Iûtfun Prusya beyzadesinin (yani prens oğlunun) hatırı için olduğu bilhassa ihtar edildi.

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.