Padişahın kızının düğünü– MEDDAH yahut Halk Masalcısı

Anı - Yaşayanların Ağzından Hikayeler | | Ocak 8, 2021 at 7:21 am

İstanbul, 5 Mayıs 1836

Evvelki gün sultan, ikinci kızı Mihrimah’ın –yani Güneş- ayın– düğünü şerefine sefirlere muhteşem bir akşam yemeği verdi. Her yanı pencereli ve İstanbul, Beyoğlu ve denize geniş bir nezareti olan bir köşkte toplanıldı. Pencerelerin altında ip cambazları, at cambazları, İranlı pandomimacılar ve sayısız seyirciler vardı. Kadınlar bol feraceleri ve beyaz yaşmaklarıyla yüksek bir yamacın ta yukarısına kadar sıralanmış oturuyorlardı, Gün batmasından bir saat önce bizi gayet büyük bir eski Türk çadırına götürdüler, burada yüz kişilik bir sofra kurulmuştu. Bronz tepsiler, gümüş takımlar ve porselenler gerçekten muhteşemdi. 200’den fazla mum, kordiplomatikle padişahın damadı, vezirler ve imparatorluğun üstün rütbelilerinden mürekkep heyeti aydınlatıyordu. Yemekten sonra tekrar köşke gidildi ve oradan donanma fişeklerinin atılışı seyredildi.

Eve döndüğümüz sırada donanmış olan Boğaziçi’nin görünüşü pek güzeldi. İşin en güzel tarafını burada daima tabiatın yapması lazım. Eğer bu şenlikler başka bir tarafa götürülmüş olsa bütün parlaklığını kaybederdi.

Dün Hanım Sultanın çeyizi yeni ikametgâhına götürüldü. Süvarilerin himayesi altında ve önden birkaç paşa giderek, büyük, kıymetli kumaş denkleri yüklü 40 katır, bunun arkasından şallar, halılar, ipekli elbiseler ve bunun gibi şeyler dolu 20 kadar araba, nihayet başlarının üs tünde büyük gümüş tepsilerle 160 hamal geçti. Bu tepsilerin en öndekinde, cildi altın ve inci ile süslü muhteşem bir Kur’an vardı, sonra büyük gümüş sandalyeler, mangallar, mücevher dolu çekmeceler ve kutular, altın kuş kafesleri ve Allah bilir daha ne takımlar geliyordu. Bu eşyadan bir kısmı herhalde gizlice yeniden hazineye dönecekti ve gene bir prenses evlendiği zaman tekrar halkın önünden geçirilecekti.

Bugün prenses, şimdiye kadar yüzünü görmemiş olduğu kocasına teslim edilecekti. Önden süvariler, sonra sarayın bütün memurları, bütün paşalar, sonra müftü ile benim hâmim Serasker gidiyordu, bunların arkasından da açık arabalarla padişahın iki oğlu, sonra kızlar ağası ve 30 harem ağası; nihayet muhteşem, tamamıyla kapalı bir arabada gelin geliyordu. Araba ile altı al aygırı Rus Çarının hediyesi idi. Bunu, içlerinde cariyelerin bulunduğu 40 kadar araba takip ediyordu. Alay kalabalık bir halk arasından herhalde bir mil yürüdü. Birçok güzel atlar göze çarpıyordu. Fakat en güzel şenliği şimdi ilkbahar yapıyor. Altı haftadan beri hava ardı arası kesilmeden pek güzel gidiyor. Bütün ağaçlar çiçek açmış. Burada bulunan dev gibi çınarlar artık yeşillenmiş, badem ağaçları kırmızı çiçeklerini çepeçevre yerlere serpmiş, ben de bana kalan zamanımı atla ve yayan, civarı dolaşmakla geçiriyorum. Evvelki gün bir Türk kahvesine rastladım: duvarlarının üstünden Boğaz ve Asya kıyısının muhteşem bir şekilde göründüğü küçük bir bahçede yüzden fazla erkek, alçak, arkalıksız kamış iskemlelerde oturuyor ve nargile içiyordu. Hepsi manzaraya sırtını çevirmiş, bahçenin ortasında ayakta durup pek ifadeli jestlerle bir şeyler anlatan kelli ferli bir adamı dinliyordu. Bu, «Bin bir Gece» masalları anlatan, fakat çoğu zaman o andaki siyası durumu masalların içine karıştıran, bazen de halk kitlesi üzerinde büyük etkileri olan meşhur meddahlardan, yani halk masalcılarından biri idi. Tek bir kelime bile anlamadığım halde bu adamı bir müddet zevkle dinledim ve seyrettim. Bazen kibar bir efendi gibi, derken hamam tellakları gibi konuşuyor, arkasından bir kocakarının cırlak sesini, bir Ermeninin, bir Frengin, bir Yahudinin lehçesini taklit ediyordu. Kolay memnun kalışta eşi az bulunur dinleyicileri de onu, nargilelerini tüttürerek, gülerek, büyük bir dikkatle dinliyordu. Meddah hikâyesinin en meraklı yerine gelince kesti ve elinde kalaylı bir tasla dolaştı, buna herkes hikayenin geri kalan kısmını dinleyebilmek için bir para attı.

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.