1904-1906 Vergi Ayaklanmaları
Para, Devletler ve Biz | Aykut Kansu | Temmuz 15, 2022 at 2:35 pm1904 Baharına gelindiğinde, vergi yükü kırsal kesimde köylüler, kasabalarda zanaatkârlar ve esnaf, şehirlerde ise tüccarlar için dayanılmaz bir hal almış bulunuyordu. Buna bir de vergi toplamakla yükümlü mültezimlerin açgözlülükleri eklenince durum vergi mükellefleri açısından iyiden iyiye zorlaşıyordu. Bu dönemde, bir çeşit gelir vergisi olan temettü’nün örneğin İzmir’de toplanması bir takım sorunlar doğurmuş, verginin toplanması süresiz askıya alınmıştı. Benzer olaylar –bu kez tepki adanın yerel Yunan halkından gelse de– 1905 yılının Şubatında Midilli’de de görüldü. Hayvanat-ı Ehliye Rüsumu’nun kaldırılması isteğiyle –başka birçok yere ek olarak- 25 Mart 1905’de İşkodra’dan, 13 Nisan 1905’de Basra’dan ve 28 Haziran 1905’de Trablusgarp’ten İstanbul’a telgraflar gelmişti. “Şahsî Vergi”nin kaldırılması isteğiyle de –örneğin, 14 Ocak 1906’da Kastamonu’dan ve 13 Eylül 1906’da Necid’den– Bab-ı Ali’ye telgraflar çekilmişti.
Hem toprak ağalarına hem de mültezimlere ağır bir biçimde borçlanmış olan köylü tam anlamıyla dar boğazdaydı. Doğu vilayetlerindeki durum öylesi bir yoksulluk ve sefilliğe neden olmuştu ki, çok sayıda köylü, şehir ve kasabalıların yardımıyla geçinebilmek ümidiyle köylerini terk etmeye başlamıştı. Gelecek hasatta evinde kalıp kalmayacağı bile belli olmayan köylü toprağını ekip ekmeme konusunda karara varamıyor, bu belirsizliğin yarattığı huzursuzluktan tarlasını bırakıp gitme düşüncesi doğuyordu. Gelecek yılın borçları için ipotek altına girmiş olan insanlar yarınlarından kuşku duyuyorlardı. Hasat zamanı geldiğinde, ürün köylüyü beslemek yerine toprak ağası ve mültezimlere gidiyordu. Sürekli artan vergiler, durumu iyice çekilmez bir hale getirmişti. Görgü tanıklarının anlatımıyla şehirler kıtlık ve parasızlıktan çöküyordu. Ticaret durmuş, açlık baş göstermişti. 1906’da başlayan büyük çaplı ayaklanmaların arifesinde şehir aç, köy aç, ordu aç ve çıplaktı.
Vergi ayaklanmaları olarak bilinen ve 1906 yılının başlarında patlak veren olayların en önemli nedeni, Hükümet’in, biri kişilerden alınacak “Şahsi Vergi”, diğeri de hayvanlar üzerine konulan ‘Hayvanat-ı Ehliye Rüsumu’ adında iki yeni vergi toplama kararıydı. Hükümetin yeni vergileri toplama girişimiyle birlikte, ülkenin her yerinde sivil itaatsizlik eylemleri düzenlenmeye başlandı. Bu hareketlerin ilki, AnadoIu’nun diğer kasabalarından Abdülhamid rejimi tarafından sürgüne gönderilmiş kimselerin yoğun olması dışında hiçbir farkı olmayan Kastamonu’da başladı.
1906 Ocak ayı sonlarında Kastamonu’da yapılan belediye seçimleri, düzene karşı duyulan hoşnutsuzluğun dışavurumu için önemli bir fırsat oluşturdu. Vilayet her zaman olduğu gibi halka açık yerlere, belediye meclisi üyelerinin seçimi için ilanlar astı. Ama şehir halkı, vergilendirme ve harcamalar üzerine hiçbir denetimleri olmadığı, bu nedenle de seçimin anlamını yitirdiği gerekçesiyle ilanları dikkate almayarak seçimi boykot etti. Seçimleri protesto etmelerinin nedenlerini açıklamak üzere yerel askeri komutana delege yollayan Kastamonulular, askeriyeden belediyenin harcamalarını kontrol etmesini istediler. Ayrıca, paranın nasıl ve nereye harcandığını bilmeleri için, kendilerinin seçeceği güvenilir kişilerin belediye meclisine seçilmesini talep ettiler. Halk öncelikle, “Şahsî Vergi”den şikayetçiydi. Özellikle, vilayetteki tüm yüksek rütbeli devlet memurlarının vergiden muaf olması dolayısıyla, kendileri de vergi ödemeyi reddediyorlardı. Her şeyden çok, oldukça varlıklı olan Kastamonu Valisi Enis Paşa’nın tek kuruş bile vergi ödemiyor olması şehirde rahatsızlık yaratıyordu. Kastamonu halkının temsilcileri, en varlıklı kişi olarak. Şehrin tüm “şahsi vergi”lerinin toplamını Enis Paşa’nın ödemesini istiyorlardı. Askeri komutan bu sorunların kendi görev alanına girmediğini ve sivil bürokrasiyle ilgili olduğunu söyleyerek meseleye karışmayı reddediyordu. Kastamonu’daki tüm ticari faaliyetleri temsil eden otuz iki esnaf ve zanaatkârın imzasını taşıyan bir dilekçe/telgraf bir hafta önce merkezi hükümet’e –İstanbul’a– gönderilmiş, fakat her zaman olduğu gibi, Saray dilekçeyi dikkate almamıştı.
Talepleri cevapsız bırakılınca, 21 Ocak’ta, yaklaşık beş yüz kişilik bir topluluk Vilayet Konağı’nın önünde gösteri düzenlemiş, sonra da Telgrafhane’ye doğru yürüyüşe geçerek binayı ele geçirmişti. Saray’a, vergilerin kaldırılması taleplerini yineleyen telgraflar çeken kalabalığın sayısı akşama doğru dön bin kişiyi bulmuştu. Bu kitle gösterisinde, hem Müslümanlar hem de Ermeniler birlik içinde hareket ediyorlardı. Halk, sabahın ilk saatlerine kadar Saray’dan taleplerine bir cevap gelmesi için umutsuzca bekledi. Vali Enis Paşa olaylardan öylesine korkmuştu ki, gün boyunca bulunduğu yeri terk edemedi. Ertesi gün iki polis memuru Telgrafhane’ye girmeye çalıştılarsa da, biri yakalanarak esir alındı, diğeri de kaçmayı zor da olsa başardı. Şehrin ileri gelenlerinin de desteği ile halkın Telgrafhane’yi işgali tam on gün sürdü. Bu on gün boyunca, isteklerinin kabul edilmesi için merkezi hükümetle sürekli bağlantı kurmaya çalıştılar. 31 Ocak günü, Müslüman, Ermeni ve Rumlardan oluşan büyük bir kalabalık, tekrar Telgrafhane önünde toplanarak, konan ek vergilerin kaldırılması ve Vali ile Defterdar’ın görevden alınması için yeniden gösterilere başladı. Kalabalığa destek vermek amacıyla, dükkân ve işyerleri de gün boyu kapalı kaldı.
Ayaklanmanın önderlerinden biri saygınlığıyla Kastamonuluların güvenini kazanmış olan Hakim Esad Efendi idi. Esad Efendi ve onun gibi Kastamonu’ya sürülmüş bir kaç aydın hareketi dikkatle planlamış ve Kastamonu Askeri Kumandanı Ali Rıza Paşa ile önceden görüşerek, hem hareket için onay hem de kendilerine karşı kuvvet kullanılmayacağına dair söz almıştı. Vali Enis Paşa, yeni oluşan bu hareketi öğrenir öğrenmez askeri komutanı ve polis şefini çağırarak, kalabalığı dağıtmalarını, sonra da olayın nedeni ve olayı düzenleyenler hakkında bilgi toplamalarını istedi. Her ikisi de ellerindeki kuvvetlerin zayıflığını ve bir askeri bastırma hareketinin sorumluluğunu üzerlerine alamayacaklarını gerekçe göstererek Vali’ye itiraz ettiler. Soruna askeri bir çözüm bulamayacağını anlayan Enis Paşa, bu sefer şehrin ileri gelenlerini toplayarak, olayları bastırmada nüfuzlarını kullanmalarını söyledi. Bu ileri gelenler arasında Belediye Meclisi üyelerinden Namık Efendi, Şeyh Ataullah Efendi, Şeyh Ziyaeddin Efendi, Said Hemdem Dede, Merdane Efendi ve Kastamonu Müftüsü Mehmed Emin Efendi vardı. Enis Paşa’nın kalabalıkla konuşmalarını istemesi üzerine, durumu normale döndürmeye çalışarak, ayaklanmanın temsilcileriyle görüşmeyi başaran şehrin ileri gelenlerine, halen sürmekte olan gösterilerin yalnızca vergilerin kaldırılması için değil, aynı zamanda Vali ve birtakım yüksek rütbeli memurların görevden alınmaları için yapıldığı söylendi. İsyancılar kendileriyle görüşmeye gelen heyeti, Vali’nin görevden alınmasına ilişkin Sultan’a gönderdikleri dilekçeye imza atana kadar rehin aldılar. Telgrafhane’nin işgali halkın sabahtan akşama kadar Vali’nin görevden alındığına ilişkin emrin gelmesini beklediği bir gün daha sürdü. Sonunda Vali ve defterdar’ın görevden alınmalarına ilişkin istekleri gerçekleşti. 1 Şubat akşamı, Ali Rıza Paşa Saray tarafından telgrafhaneye çağrıldı ve kendisiyle yapılan görüşmeden sonra, Saray Vali Enis Paşa’nın azline karar verdi. Hükümet Ali Rıza Paşa’yı vekâleten valiliğe atadı. Halk haberin yayılmasını alkışlarla karşıladı ve gecenin geç saatlerine kadar elde ettiği başarıyı kutladı.
2 Şubat’ta göreve başlamasıyla birlikte Ali Rıza Paşa, hakkında söylenti çıkmış rüşvetçi memurları görevden almaya başladı. Hükümet, Paşa’dan ayaklanmayı çıkaranlar hakkında bilgi toplaması ve soruşturma açmasını istediyse de, Ali Rıza Paşa meselenin üzerine gitmeyi reddederek görevinden istifa etti; çünkü, Ali Rıza Paşa Abdülhamid’in mutlakıyetçi rejiminin şiddetle karşısında yer alıyor ve baskıcı yönetime daha fazla alet olmak istemiyordu.
Hükümet çevreleri Kastamonu’nun vergilerden hoşnut olmayan diğer illere de örnek olacağının farkındaydı. Gerçekten de ülkenin diğer bölgelerinde de benzer olaylar baş göstermeye başlamıştı. Sinop’ta birkaç bin kişilik bir grup, Kaymakamlığa yürümüş, Telgrafhaneyi işgal etmiş ve Sinop Kaymakamı’nı İstanbul’a gitmekte olan bir gemiye zorla bindirmişti. Musul’da da Ocak ayı sonuna doğru, yine vergi toplanması yüzünden bir ayaklanma patlak verdi.
Ancak, Kastamonu olaylarından sonra en önemli ayaklanma Şubat 1906’ da Erzurum’da oldu. Halk zaten 1902’den beri Vali Nazım Paşa’nın acımasız yönetimi altında eziliyordu. Topladığı vergileri vilayetin gereksinimleri için kullanacağına, toplamın %25’ine yakın bir bölümünü İstanbul’a gönderiyor, karşılığında da muılakiyetçi rejimden kişisel çı” karlar sağlıyordu. “Şahsi Vergi” ve Hayvanat-ı Ehliye Rüsumu’nun açıklanması Erzurum’da da bardağı taşıran son damla oldu. Vergilere en şiddetli tepki şehrin varlıklı kesimini temsil eden tacirlerden geliyordu. Bunlar, “’Büyükbaş hayvanlar için de, insanlar için de koyun gibi vergi verelim, ama bu paralar nereye gidiyor? işte; askerin ayağında don yok, kıçı görünüyor. İşte; memur aç, sefil ve parasızlık yüzünden hırsızlık yapıyor. İşte: asayiş yok. Ticaret durdu. Rahat yok. İşte; bıçak kemiğe dayandı.” Evet; verelim, verelim ama, bunun nereye gittiğini hiç sormayalım mı?” diyordu.
Örgütlenen Erzurumlular ‘dededen kalma’ bir yönteme başvurdular: Bir ‘Mazhar-ı Umumi’ yapılması fikri ortaya çıktı. Mazhar-ı Umumi iki-üç satırlık bir arzuhalden başka bir şey değildi, Mahalle mahalle bütün şehrin yaşı on sekiz ile yetmiş arasındaki tüm erkekleri, hazırlanan defterleri ayrı ayrı imzalayacaklar ve iki ‘satırlık’ arzuhal ile bu defterleri Vali’ye sunacaklardı. Arzuhalde şu iki madde vardı: “(1) Erzurum’dan her ne suretle olursa olsun bundan sonra İstanbul’a para gönderilmeyecek: bütün mahalli ihtiyaçlara ve ordunun ihtiyaçlarına sarf olunacaktır. (2) Hayvanat-ı Ehliye ve Şahsi Vergi kanunlarından bu hudut mıntıkası İstisna edilecektir.” Toplanan defterler ve iki maddelik arzuhal, Erzurum esnafından on üç temsilci aracılığıyla Vali’ye sunuldu ve yeni vergilerle Hicaz Demiryolu için alınan ek verginin kaldırılması istendi.
Vali Nazım Paşa halkın isteklerini dikkate alacağını söylediyse de bunun tam tersini yaptı: 2 Mart’ta İstanbul’a bir telgraf göndererek, bir kaç kışkırtıcının yeni vergiler aleyhine halkı ayaklandırdığını, fakat gereken bütün önlemin alındığını bildirdi. Alınan önlemleri bütünüyle desteklediğini vurgulayan Hükümet Naim Paşa’ya 12 Mart 1906’da gönderdiği telgrafla her iki verginin de toplanması için gerekenin yapılmasını emretti. İstanbul’dan istekleri doğrultusunda cevap alamayan Erzurum’un belli-başlı celepleri ve İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin yerel üyeleri ”Can Veren” adı altında örgütlenip, merkezi hükümetin yerel temsilcilerine karşı radikal bir hareket başlatma karan aldılar.
Erzurum’daki vergi ayaklanması başından beri diğer Şehirlerdeki ayaklanmalara göre hem daha iyi örgütlenmiş, hem de daha geniş bir kitleye yayılmıştı. Halk, Vali’nin görevden alınmasını istemekteydi. Esnaf, halka destek olmak için dükkân kapatma eylemi başlattı. Şehir halkı Saray ile doğrudan iletişim kurabilmek için 13 Mart’ta Telgrafhaneyi işgal etti. Vali, Erzurum Müftüsü’nden halkı yatıştırmasını istediyse de, Müftü buna uymayarak vergilerin zaten İslam’a da aykırı olduğunu ve ayaklanmanın meşru olduğunu belirterek, siyasal otorite’yi çiğnedi ve halka katıldı. Olaylar süresince, Erzurum’daki askeri birlikler, üstlerinin, Vali’nin emirlerine uymadılar ve dolayısıyla, isyanı bastırmak için hiçbir girişimde bulunmadılar. 18 Mart dolaylarında yine protesto gösterileri yapıldı ve vergilerin kaldırılması için Saray’a çok sayıda telgraf çekildi.
Nüfusun genelinde en çok rahatsızlık yaratan vergi ‘Şahsi Vergi’ idi. Bu verginin herkes tarafından reddedilmesinin başlıca nedeni, verginin toplanmasında eşitlik –ve hakkaniyet– prensibinin gözetilmemesiydi. Vergi mükellefleri üç gruba ayrılıp, ödeyecekleri vergi miktarı da dört yüz, iki yüz ve otuz beş kuruş olarak belirlenmişti. Buna göre, vergi yükünün çoğunun yoksullara düşeceği ve zenginlerin , kendi olanaklarıyla kıyaslandığında, çok düşük oranda vergi ödeyeceği ortadaydı. Bu verginin yarattığı gergin hava şehrin Müslüman nüfusu ile Ermenileri bir araya getirdi. İstanbul’dan hala olumlu bir cevap alınmadığından, Vilayet Konağı önünde büyük bir gösteriyi birlikte örgütlediler. Halk Vilayet Konağı’na giderken, hükümetin duvarlara astırdığı yeni vergiler hakkındaki afişleri de yırtıyordu. 25 Mart’ta Erzurum’da vergilerin kaldırılması ile yakından ilgilenen on beş kadar tüccar ve celep, Kapalıçarşı kuyumcularından Hacı Akif Ağa başkanlığında Tebriz kapısı yakınlarındaki Tophaneli Hanı’nda bir toplantı yaptı. Toplantıda, halkın yoksul durumunun göz önüne alınarak Şahsi Vergi ve Hayvanat-ı Ehliye Rüsumu’ndan affedilmesini Hükümet’ten isteyen bir telgrafın çekilmesi kabul edildi. Sarayı hayli endişelendiren bu telgraf sonucu Vali’ye olayın bastırılması için emir verildi. 28 Mart’ta Valinin görevden alınması isteği yinelendi ve Erzurum’un tüm dükkânları kepenk indirdi; ne esnaf, ne tüccar, ne de iş sahipleri dükkânlarını, tezgâhlarını açtı. Okulların da kapılan kilitli kaldı. Memurlar bile görevleri başına gitmediler. Protesto gösterilerinin sürdüğü on gün boyunca şehrin kontrolü bütünüyle halkın eline geç ve devlet otoritesi fiili olarak ortadan kalktı.
Bu sırada, Telgraf ve Posta Başmüdürü ve aynı zamanda yasadışı ‘Can Veren’ örgütünün üyesi olan Subhi Bey, Vali’nin Hükümet’le haberleşmeyi sürdürürken gerçekleri saptırdığını, olayları olduğundan küçük gösterdiğini ve Erzurum halkının kendisinin görevden alınmasına ilişkin isteklerinin yerine getirilmemesini istediğini, çünkü bunun yönetime karşı yeni hareketlere neden olacağı yolunda Hükümet‘e baskıda bulunduğunu tespit edince, Nazım Paşa’nın özel telgraf hattını keserek, Vali’nin İstanbul ile görüşmesini engelledi. Vali’nin bu tutumu kamuoyuna yansıyınca Nazım Paşa göz hapsine alındı ve bulunduğu yerden ayrılmasına izin verilmedi.
Verginin kaldırılmasına ilişkin sayısız dilekçenin, şehrin nüfusunu temsil eden tüm gruplar ve sözü geçen tüccarlarca imzalanmış olması ve İstanbul’a gönderilen telgrafların hiç de azımsanmayacak maliyetinin hemen bu tüccarlarca karşılanmış olması, merkezi hükümetin durumun ciddiyetini kavramasını sağladı.
İstanbul’da durumun vahameti üzerine yapılan Heyet-i Vükela özel toplantısında ayaklanmalara karşı sert önlemler alınması kararına varıldı. Hükümet Erzincan’daki Dördüncü Ordu Kumandanı Muşir Çerkes Mehmed Zeki Paşa’ya becerikli ve güvenilir bir komutanın emri altında Erzurum’a birlik göndermesini, gerekirse kuvvet kullanılarak ayaklanmanın bastırılmasını ve elebaşlarının tutuklanmasını emretti. Ancak, mutlakıyetçi hükümetin göz önünde bulundurmadığı şey askeri birliklerde kısmen subayların, fakat büyük çoğunlukla erlerin rejimden duyduğu hoşnutsuzluktu. Mehmet Zeki Paşa durumu değerlendirerek Erzurum’a gitmeyi reddetti. Çaresiz kalan Hükümet halkı yatıştırmak için Nazım Paşa’yı görevden alarak Diyarbakır Valiliği’ne, Diyarbakır Valisi Mehmed Ata Bey’i de Erzurum Valiliği’ne atadı.
Hükümet’in bundan başka çaresi yoktu: Erzurum halkı isyan hareketine ılımlı bakan askerlere o kadar güveniyordu ki askerlerin kendilerine hiçbir surette ateş açmayacaklarına inanmıştı.
Rahatsızlığın derecesi, halkın hükümet politikalarını eleştirmeyi sürdürmesi ile gittikçe artıyordu. Şikâyetler, bazı memurların yüksek maaşlarından, halkın parasının çarçur edilmesine ve genelde yerleşik düzenin temelden eleştirisine kadar varan bir çeşitlilik gösteriyordu. 1905’te Rusya’da meydana gelen olaylara göndermeler yapılırken, Makedonya’da Batılı devletlerce kurulan ekonomik denetimin Erzurum’da da kurulması yönünde istekler de ifade zemini buluyordu. Daha özel olarak, Erzurumluların bu günlerde imzaladığı bir dilekçede, halkın çeşitli vergilerden muaf tutulması isteğinin yanı sıra, Ermenilerden alınan Bedel-i Askeriye Vergisi’nin azaltılması, Hamidiye Kürd birliklerinin lağvedilmesi. Hükümet tarafından müteahhitlere ve askerlere maaş yerine verilen senet ve kuponların ödenmesi ve son olarak, yerel memurların hareketlerinin ve Vilayet Bütçesi’nin sıkı denetim altına alınması isteniyordu.
Mehmed Ata Bey gelinceye kadar Valilik görevini Nazım Paşa’dan devralan Dördüncü Ordu Topçu Müfettişi Ferik Şevket Paşa’nın vergilerin ‘şimdilik’ kaldırıldığını ilan etmesine rağmen olaylar devam etti. İstanbul Hükümeti’nin bütün bu eleştirilere yanıtı, huzursuzluğun nedenlerini incelemek üzere Erzurum’a Şura-yı Devlet üyelerinden Mustafa Bey ve eski Muş Mutasarrıfı Hüsnü Bey’den oluşan bir heyet yollamak oldu. Heyetin en önemli görevi Şahsi Vergi’yi ödemeyi reddeden halkı yatıştırmaktı. Ancak, olayları yerinde incelemek üzere İstanbul’dan gelen heyete Bayburt’tan Erzurum’a kadar geçtikleri her köy ve kasabadan Hayvanat-ı Ehliye Rüsumu ve Şahsi Vergi’nin kaldırılması yolunda verilen dilekçelerden anlaşılıyordu ki, bu olay öyle kolayca yatıştırılacak gibi değildi ve heyetin İstanbul’a gönderdiği rapora göre kesinlikle tek bir merkezden yönetiliyordu.
Daha önce Diyarbakır Valisi olan Mehmed Ata Bey 3 Mayıs’ta Erzurum’a geldi. Vali görevine, vilayet memurlarının ve askerlerin maaşlarını ödeyerek ve rüşvet yiyen memurları görevden alarak başladı. Daha sonra halkın ödemeyi reddettiği vergileri toplama emrini verdi. Tüm bunlara ek olarak, devrimci ayaklanmayı bastırmak için elebaşları hakkında kovuşturma başlattı. İstanbul’dan verilen kovuşturma emrinde ayaklanmanın tek bir merkezden –İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin Paris’teki merkezinden- yönetilmekte olduğuna dikkat çekilerek, soruşturmanın bu yönüne özellikle önem verilmesi isteniyordu.
Nisan ayı başında ayaklanma Erzurum’a yakın Bayburt, Narman ve Hasankale’ye de yayıldıysa da, Erzurum’daki dükkân kapama eylemleri yalnızca Hasankale’de görüldü. Daha sonra vergi ayaklanmaları Trabzon, Sivas, Giresun, Kayseri ve Anadolu’nun diğer ticaret merkezlerine de yayıldı. Şahsi Vergi ve Hayvanat-ı Ehliye Rüsumu imparatorluğun Makedonyalı tebaası için de büyük yükler getiriyordu. Nitekim Nisan ayında Kastamonu, Musul, Erzurum, Sivas ve diğer yerleşim yerlerinde yaşananlara benzer ayaklanmalar Makedonya’da da baş göstermeye başladı. Haziran ayında yine Anadolu’da –Zeytun’da– yeni vergilerin yanı sıra eski vergilerin toplanmak istenmesi nedeniyle büyük bir huzursuzluk yaşandı.
Trabzon’da da yeni vergiler nedeniyle ancak askeri des tek ile bastırılabilen ciddi bir halk ayaklanması patlak verdi. Birlikler ayaklanmayı bastırabildilerse de, vergilerin toplanmasını sağlayamadılar. Halk tarafından yapılan gösteriler sonucu Vali Reşad Bey şehri terk etmek zorunda bırakıldı. Bütün bu baskılara dayanamayan Hükümet, 1903’ten beri Trabzon Valiliği yapmakta olan Reşad Bey’i yetersizlik nedeniyle görevden almak ve yerine vekâleten Hacı Arif Paşa’yı atamak zorunda kaldı.
Haziran sonunda Bitlis’te patlak veren ayaklanmadaysa bir polis komiseri ölmüş ve Vali de yaralanmıştı. Daha önceki olaylarda olduğu gibi halk Postahane’yi ele geçirmiş ve Vali’nin görevden alınması için İstanbul’a telgraflar çekmişti. Halk, Hükümet’in şiddet kullanma tehdidine, şiddetle karşılık verince, çaresiz kalan Hükümet Vali’yi görevden aldı.
Temmuz ortalarında yeni vergiyi protesto eden halk, Samsun’da da ayaklandı. Samsun’da halktan kimselerin ölümünü de kapsayan ciddi olayların meydana gelmediği tek bir gün yoktu. Olayları gizli tutmak için yerel yönetim, halkı –özellikle de Ermenileri- Telgrafhane’den uzak tutuyordu.
Vergi ayaklanmalarının boyutu mutlakıyetçi rejimi halkı memnun edecek bir takım önlemler almaya zorladı. Hükümet Mayıs ayında Van, Bitlis ve Trabzon Valilerine birer talimatname yollayarak valilerin teftiş gezilerine çıkarak halktaki hoşnutsuzluğun nedenlerini tespit etmelerini istedi. Hükümet valilerden ayrıca halka adilane davranmayan ve görevini suiistimal eden tüm memurları da görevden almaları konusunda uyardı. Bu direktiflerin bir sonucu olarak Hınıs kaymakamı yetersizlik nedeniyle görevinden alındı. Bitlis Valisi Ferid Bey ise Eylül ayı başında bir teftiş turuna çıkarak sorunları yerinde tespit etmeye çalıştı.
Bu arada, sorunların kaynağı olan yeni vergilerin toplanmasına ilişkin hiçbir girişimde bulunulmuyordu. Elde etmiş olduğu başarıdan cesaret alan Erzurum halkı, rejime getirdikleri eleştiri dozunu daha da arttırarak, yönetimin yerel gereksinimler dışında herhangi bir vergilendirmeye gitme hakkı olup olmadığını sorgulamaya başladı. Halkın temsil hakkı olmaksızın vergilendirilmesi karşısında özellikle şehrin ileri gelenlerinin yüksek sesle muhalefet yapmaya başlamış olması, devlet otoritesine karşı saygının ne kadar azalmış olduğunun açık bir kanıtıydı.
Yeni vergilerin halkta yarattığı huzursuzluk ve hoşnutsuzluk Ankara’da da sivil itaatsizlik ve ayaklanma hareketlerine neden oldu. Burada da Telgrafhane ele geçirilerek, vergilerin kaldırılması ve Valinin görevden alınması için Saray’a telgraflar çekildi. Hükümet, diğer vilayetlerde olduğu gibi burada da halkın isteğine boyun eğdi ve Ankara Valisi’ni görevden aldı.
Eylül ayı boyunca ve Ekim ayının başlarında Hükümet İzmir’de yurt dışındaki devrimci hareketle bağlantıları olduğu gerekçesiyle yedi Ermeni devrimciyi tutukladı. Hükümet, ayrıca Saray casusları sayesinde çok sayıda Türk, Rum, Musevi ve Ermeni’yi de devrimci etkinliklerde bulundukları iddiasıyla tutuklayarak hapse attı. Ayrıca, Manisa’da da devrimci hareketle ilgili bir soruşturma yürütülmeye başlandı. Yeni vergiler yüzünden Ekim başlarında Trabzon’da ciddi olaylar patlak verdi. Yeni konulan vergileri ödemeyi reddeden halkın ayaklanması ancak askeri birliklerin müdahalesiyle kontrol altına alınabildi. Vali, ayaklanmanın daha ileri boyutlara ulaşabileceği endişesiyle bu vergilerin toplanmasını ertelemek zorunda kaldı.