1906-1908 Vergi Ayaklanmaları – 1

Para, Devletler ve Biz | | Temmuz 15, 2022 at 1:36 pm

Erzurum’daki huzursuzluk 1906 Sonbaharında yeniden alevlendi. 21 Ekim’de şehrin Müslüman ve Hıristiyan halkı, artık daha fazla vergi ödemeye halleri kalmadığını söyleyerek, yeni vergilerin kaldırılması isteğiyle, birlikte hareket ettiler. Müftü halkın huzursuzluğunu Erzurum Valisi Mehmed Ata Bey’e ilettiyse de, Vali halkın isteklerine kulak asmadı ve vergilerin kaldırılmasının mümkün olmadığını, kendisinin de vergileri toplamaya kararlı olduğunu söyledi. İsteklerinin reddedilişi üzerine halk, kurulu düzeni hedefleyen şiddetli bir gösteri düzenledi. Yerel polis örgütü ve jandarma, halkın üzerine ateş açarak birçok kişinin ölümüne neden oldu. Bu şiddet hareketiyle iyiden iyiye dehşete kapılan halk, şiddete şiddetle karşılık vererek pek çok jandarma ve polisin yanı sıra Jandarma Kumandanını da öldürdü.

Mehmed Ata Bey, Mart’ta meydana gelen olayların sorumlularının bulunması için İstinaf Mahkemesi Reisi Tahir Efendi ile Serkomiser Sabri Efendi’den oluşan bir araştırma komisyonu kurmuştu. Komisyon, topladığı bilgileri Eylül ayında Vali’ye sundu. Vali de kendisine sunulan listeyi İstanbul’a göndererek emir beklemeye başladı. Hareketin önde gelen liderleri olarak yirmi iki kişinin ismi verilmişti. Bu yirmi iki kişilik listede Erzurum Müftüsü Hacı Lütfullah Efendi, önde gelen tüccar ve avukatlar ve İttihad ve Terakki Cemiyeti ile bağlantısı bulunan, yasadışı ‘Can Veren’ devrimci örgütünün lideri Durak Bey’in de isimleri bulunuyordu.

21 Ekim’de İstanbul’dan gelen cevapta, Hükümet, Vali Mehmed Ata Bey’e, Müftü ve Mart olaylarında rolü olan çok sayıda Müslüman’ın hemen tutuklanarak sürgüne gönderilmesi emrini verdi. Aynı gece, tutuklananların sayısı altmışı buldu. Müftü ve diğerleri –Tahsin Bey, Kirlizade Yusuf Efendi ve Hoca Şevket Efendi– tutuklanmalarından hemen sonra Dördüncü Ordu merkezi olan Erzincan’a doğru yola çıkarıldı. Erzurum’un önemli isimlerinden ve isyanın ön derlerinden Hacı Akif Ağa kendisini tutuklamaya gelen jandarmalara karşı ciddi bir direniş gösterince olaylar şehre yayıldı ve halk tutukluların salıverilmeleri için hemen örgütlendi. Tutuklanmaların yapıldığı gecenin sabahı, öfkeli Müslümanlardan oluşan büyük bir kalabalık Pastırmacı Hanı’nın önünde topladıktan sonra Vilayet Konağı’nı kuşatarak sürgüne gönderilenlerin Erzurum’a geri getirilmelerini istedi. Vali, Hükümet Konağı’ndan kaçarak başka bir eve sığınmak zorunda kaldı, fakat yakalanarak İbrahim Paşa Camii’ne hapsedildi. Aynı gün, ilerleyen saatlerde, çığırından çıkmış topluluk, Gürcü Kapısı Karakolu’na sığınmış olmalarına rağmen, Serkomiser Tevfik Bey, oğlu İkinci Komiser Tahir Efendi ve polis Abdülgani’yi Karakol’dan çıkarıp çarşı ortasında önce döve döve öldürdü, sonra da cesetlerin ayaklarına ip takarak sokaklarda sürüttü. Her iki olayda da jandarma, galeyana gelmiş halka müdahale etmedi. Daha sonra Jandarma Komutanını aramaya giden topluluk komutanın ve polis komiserinin evine zarar verdi ve bir başka polis memurunu öldürdü. Tüm bunlar olurken, sivillere ve sivillerin mallarına zarar verilmemesine özellikle dikkat edildi.

Elli kişiden oluşan silahlı bir grup Erzurumlu, sürgüne gönderilen önderlerini bulmak için şehirden ayrıldı. Hapisteki Vali ölüm tehdidiyle sürgündekilerin geri dönmeleri için yeni bir emir vermeye zorlandı. Erzurum Müftüsü ile onunla birlikte tutuklananlar o gün Erzurum’a geri getirildi ve gece yarısı şehre girişlerinde büyük bir merasimle karşılandı. Ertesi gün Müftü’nün emriyle dükkânlar açıldı ve Vali’nin konağına dönmesine izin verildi. Sivil otorite tam anlamıyla çökmüş, hükümet binaları halka sempati duydukları gözlenen askerler tarafından gün boyunca koruma altına alınmıştı. Ertesi gün hayat yine eskisi gibi sürmeye devam etti: “Gene dükkânlar açıldı; gene alışveriş başladı; memurlar vazifelerinin başlarına gittiler; alaylar , taburlar aynı saatte talime çıktılar; Mahpushane nöbetçileri gene yerlerinde beklediler; ezanlar gene tam zamanında okundu çanlar gene tam saatlerini çaldı. Bu arada, 29 Ekim 1906 tarihli bir irade ile Mehmed Ata Bey görevden alındı ve yerine Harput Valisi Mustafa Nuri Bey atandı. Mustafa Nuri Bey, Mayıs 1906’ya kadar Musul Valiliği görevinde bulunmuş, sonrasında da Diyarbakır ve Harput Valiliklerine atanmıştı. Yeni Vali Erzurum’a geldiği ilk günden itibaren uzlaşmacı bir tavır takındı. Söylentiye göre, Mustafa Nuri Bey ‘hürriyet taraftan’ idi. Kötümserlerin, devlet şiddetinin daha da artacağına ilişkin endişeleri gerçekleşmedi. Durumun görece sakin olduğu ve devlet baskısının azaldığı bu ortamda, İtthad ve Terakki Cemiyetinin propaganda ve örgütlenmesi hızla sürmeye devam etti.

Ayaklanma süresince askerler olaylara karışmamışlardı. Daha önce Mart ayaklanmasını bastırmayı reddeden Dördüncü Ordu Kumandanı Müşir Mehmed Zeki Paşa, bu sefer de Vali’nin emirlerini yerine getirmeyi reddetmiş ve tepkisiz kalmayı seçmişti. Kurulu düzene karşı çıkmada olağanüstü bir başarı gösteren Erzurumluları destekleyen İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin Paris’teki liderlik kadrosu, Çerkes Mehmed Zeki Paşa’ya olaylar sırasında göstermiş olduğu tarafsız tutumuyla haklı ve zayıfları korumuş olmasından dolayı kendisini kutlayan bir mektup göndermekte gecikmedi.

Erzurum’daki Ekim ayaklanması, yalnızca adaletsiz vergilendirmeye karşı bir isyan olmaktan çıkmış, kurulu düzenin şiddetle reddedildiği –tam anlamıyla devrimci– bir harekete dönüşmüştü. Özellikle Vali ve Polis Komiserlerinin huzursuzluğun ve şiddetin boy hedefi haline gelmeleri de Abdülhamid’in mutlakıyetçi rejimine duyulan öfkeden kaynaklanıyordu. Yeni konan vergilerin halk tarafından ödenmemesi ve protesto karşısında Valilerin görevden alınmak zorunda kalınması Türkiye tarihinde eşsiz bir olay olarak yorumlanarak İstanbul’daki merkezi hükümette büyük endişe yaratmıştı.

Kurulu düzene karşı gerçekleştirilen Erzurum’daki başarılı direnişin haberleri hemen etrafa yayıldı. Direniş, Van’daki Müslümanların günlük konuşmalarının bir parçası olmuştu artık. Meydana gelen isyanlardan, tepkisiz davranışlarıyla olayların büyümesine neden olan mutlakıyetçi rejim sorumlu tutuluyordu.

Trabzon’daki devrimci etkinlikler de Erzurum olaylarından cesaret alarak ivme kazandı. Hükümet yetkilileri Kasım ayı sonlarında, Trabzon’daki Müslümanlar arasında yeni bir devrimci hareket oluştuğunun farkına varmışlardı. Devrimciler yine halk arasında büyük huzursuzluk yaratan vergi konusunu işliyorlardı. Devrimci etkinliklerde bulunduğu için İstanbul’dan Trabzon’a sürülmüş birçok kimseden biri olan İshak Bey, buradaki devrimci hareketi örgütleme suçuyla tutuklandı. Polis İshak Bey’in üzerinde merkezi Paris’te bulunan İttihad ve Terakki Cemiyeti’ne ait bazı belgeler bulmuştu. Bu belgeler yadsınamaz bir biçimde İshak Bey’in İttihad ve Terakki Cemiyeti ile bağlantıda olduğu kuşkularını doğruluyordu. İshak Bey, aralarında Erzurumlu bir mollanın da bulunduğu pek çok İttihatçı devrimci ile ilişki içindeydi. Trabzon’daki askerî komutan Hamdi Paşa’nın baskısıyla Vali Reşad Bey, durumu İstanbul’a bildirdi. İshak Bey Hükümetin emriyle tutuklanarak Erzincan’a sürüldü. Erzurumlu Molla, Trabzon’daki devrimci hareketin içindeki en önemli kişilerden biriydi. Şehirde yürüttüğü etkin devrimci propagandaya ek olarak, Hamdi Paşa’ya da açıkça saldırıyordu.

Hükümet Vali Reşad Bey’i Trabzon halkının aşırı hoşnutsuzluğu yüzünden görevden almak zorunda kalarak onu önce Konya Valiliği’ne atadı. Ama, Mabeynci Tahsin Paşa’nın himayesinde olan Reşad Bey, Konya Valiliği yerine, daha itibarlı olan Edirne Valiliği’ne atandı. Trabzon Valiliği’ne de Adliye Nezareti Din Işleri Müdürü Ziver Bey atandı ve 19 Şubat’ta Trabzon’a vardı.84 Yeni Vali de konmuş olan yeni vergilere dair kanunu tatbike ve Şahsi Vergi’nin tahsiline deyam emri verdi.

1907 yılı başlarına gelindiğinde İttihad ve Terakki Cemiyeti yurt içinde ve dışında toplam onyedi şube açmayı başarmıştı. Bu başarı, Mart 1906’da yeniden örgütlenmiş olan İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin geniş çaplı örgüt kurma etkinliklerinin sonucuydu. İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin amacı, yalnızca yurtdışında etkinlik göstererek Sultan Abdülhamid’in Avrupa kamuoyundaki itibarını zedelemektense Türkiye içindeki devrimci propagandayı hızlandırmaktı. İttihad ve Terakki Cemiyeti Paris Merkezi, 25 Mart 1906’da yurt içinde halen faaliyette olan şubelere gönderdiği genelgede, Türkiye dâhilinde devrimci propaganda için çalışacak yeni üyelerin bulunmasını istiyordu. Paris’teki merkez ile Türkiye içinde etkinlik gösteren şubeler arasında yapılacak haberleşme için gizliliği korumak amacıyla yeni şifreler geliştirildi. Merkez, eskiden olduğu gibi yine Paris’te kalacak ve Türkiye deki duruma ilişkin çeşitli kaynaklardan toplanan bilgileri İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin çıkarttığı Türkçe Şura-yı Ümmet ve Fransızca Mechveret adlı dergilerde yayınlayacaktı.

İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin ilk yerel ilişkileri İmparatorluğunı sınırlarında kurulmuştu. Kafkasya Şubesi, Kızanlık’ta Bulgaristan Şubesi, Girit Şubesi, Kahire’de Mısır Şubesi ve Kırım Şubesi. Ancak 1906 yılı Ağustos ayından itibaren asıl Türkiye’de şube kurma çabalan başladı. İlk girişimlerden biri Selanik’te yapıldı. İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin Paris’teki merkezinden gönderilen 6 Ağustos 1906 tarihli bir mektupta kurulu düzeni yıkma amacıyla Selanik’te resmen bir şubenin kurulması arzusu ifade edilmekteydi. Paris’teki merkez Ekim ayında da Bosna’ya bir şube kurulması için bir mektup gönderdi. İttihad ve Terakki Cemiyeli 1907 yılının Ocak ayında Erzincan’da bazı şahıslarla temas kurarak devrimci propagandanın o civarda yaygınlaştırılması için teşebbüse geçti. 1907 yılı Şubat ayında kurulmuş olan onyedi şubeye ek olarak İzmir’de de bir şube kuruldu. Burada, vatandaşlar daha 1906 yılı Şubat ayında Fırka-i Ahrar adlı yasadışı bir örgüt kurmuş ve Paris’teki İttihad ve Terakki Cemiyeti merkeziyle ilişki kurarak Cemiyet’e katılma arzularını bildirmişlerdi. Bu arzuya Paris merkezince verilen yanıtta İzmir’deki girişime destek verilirken, İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin amacının yalnızca Sultan Abdülhamid’i tahttan indirip yerine Veliahd Mehmed Reşad Efendi’nin getirilmesi olmadığı, esas amacın ülkeyi özgürlükçü bir siya sal düzene kavuşturmak olduğu vurgularııyordu. Üsküb’te ise, yine aynı yılın Ağustos ayında Mehmed Necib [Draga], Galib [Pasinler] ve Mazhar Bey liderliğinde bir şube kurulmuştu. Mitroviçeli tanınmış bir ailenin oğlu olan Mehmed Necib [Draga] İstanbul’da Mekteb-i Mülkiye’de okuyarak buradan 1893 yılında mezun olmuştu. Mezuniyetinden sonra 1902 yılına kadar devlet memuriyetinde çalışmış, ondan sonra memuriyetten istifa ederek Üsküb’te avukatlık yapmağa başlamıştı. Memuriyetten istifasını müteakip İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin Selanik Şubesi’ne kaydolmuş ve bu örgütte etkin olarak devrimci propaganda çalışmalarına katılmıştı. İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin Manastır Şubesi de Enver ve Hasan Tosun Beylerin başkanlığında kurulmuş bulunuyordu.

Bu arada, Erzurum’daki olaylar görünüşte yatışmış gibi gözükse de mutlakıyetçi rejim aleyhindeki propaganda faaliyeti gizliden gizliye tüm hızıyla devam ediyordu. Önceleri yalnızca devlet işlerindeki kötü yönetimden ve vergilerden şikâyette bulunan halk artık hoşnutsuzluğun boyutlarını rejim aleyhtarlığına götürmüştü. Başlangıçta, halkın genel gidişat karşısında duyduğu memnuniyetsizliğin patlak vermesinden ibaretmiş gibi görünen hareket, zamanla hükümet muhalifi bir örgütün kurulmasına yol açtı. 1907 yılına gelindiğinde Erzurum’da şehrin tüm Müslüman mahallelerinden gelen temsilciler aracılığıyla etkinlikte bulunan devrimci örgüt, düzenli olarak toplantılar yapıp yalnızca halkla Valilik arasında zaman zaman çıkan sorunları konuşmuyor, aynı zamanda 1906 yılının Ekim ayında patlak veren Vergi Ayaklanması üzerine devletin alması muhtemel kararlarına karşı nasıl bir tavır takınılacağını da tartışıyordu. Sızan haberlere göre, Erzurum halkı şu anda yeni bir ayaklanma planlamıyor, ancak çıkması kuvvetle muhtemel olaylara karşı şehrin gayrimüslim nüfusuyla da ilişkiye geçip takınılacak tavır hakkında Ermenilerle görüşmeler yapıyordu. 1907 yılının Ocak ayında Erzurumlular yine Saray’a telgraflar çekerek Vali’nin uzaklaştırılması için propagandaya başladılar.


Mart ve Ekim aylarındaki ayaklanmalar sırasında, İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin Avrupa’ da bastığı devrimci broşürlerler Erzurum’a da ulaşmıştı. Bunlar sürekli okunup tartışılmaktaydı: ülkenin diğer bölgelerinde durumdan memnun olmayanlarla da aktif bir devrimci haberleşmenin sürdürülmekte olduğu şüphesizdi. Eğitim görmüş vatandaşlar arasında Rusya ve İran’da meydana gelmiş olan olaylar da tartışılmaktaydı; bu ülkelerdeki devrimci olaylara giderek daha fazla atıfta bulunulması, bazı vatandaşların gidişatı durdurmak için bir devrime ihtiyaç olduğunu göz önünde bulundurmakta olduklarına işaret ediyordu.

Yaygın propaganda çalışmalarına daha 1905 yılında başlamış olan İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin yurtdışında bastığı gazeteler ülkeye kaçak olarak sokulmakta, şehir ve kasabalarda yaygın olarak dağıtılmaktaydı. Bu tür yayınlardan özellikle ikisi –Mechveret ve Şura-yı Ümmet- yaptığı devrimci propaganda ile kurulu düzenin itibarını halkın gözünde düşürmekteydi. Yurtdışından gizli olarak yurda sokulan gazete ve broşürler şehirden şehre taşınmakta ve dağıtılmaktaydı. Bunlar yalnızca İttihad ve Terakki Cemiyetinin Paris’te bastığı yayınlar değildi, ayrıca, Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasal çıkmaza sütunlarında geniş yer ayıran ve Rusya’da –özellikle, Kafkasya ve Azerbaycan’ da- çıkan bazı Müslüman ve Ermeni gazete ve dergileri de tüm Doğu Anadolu’da bulunabiliyordu. Bu bölgede devrimci gazete/dergi dağıtımı ve İttihad ve Terakki Cemiyeti merkezi ile olan haberleşme büyük ölçüde, Kars Postanesi Müdürü ve aynı zamanda Rusya’da kuryelik görevini yürüten Ermeni “Çarpan” aracılığıyla gerçekleştiriliyordu. Çarpan aracılığıyla gelen mektuplar, belgeler ve gazeteler sınırdan geçmek suretiyle İttihad ve Terakki Cemiyeti ile bağlantısı olan Erzurum Postanesi Müdürü’ne veriliyordu. Erzurum’a gelen bu yayınlar da –ömeğin, Hüsamettin [Ertürk] ve Hüseyin Tosun tarafından– Postane Müdürü’nden alınıp Van, Bitlis, Diyarbakır, Muş ve Erzincan gibi şehirlere dağıtılıyordu.

Taşımacılık yapanlardan tüccar Serdarzade Sıtkı Bey, Van Valisi’nin Erzurum’daki yetkililere yaptığı ihbar sonucu 27 Şubat’ta Erzurum’da tutuklandı; Sıtkı Bey’in naklettiği balyaların arasında devrimci yayına rastlanmıştı. Serdarzade Sıtkı Bey Erzurum’da Hüseyin Tosun, Durak Bey ve Hoca Seyfeddin Efendi ile birlikte İttihad ve Terakki Cemiyeti Erzurum Şubesi’nin önde gelen üyelerinden biriydi. Tutuklanmasından hemen sonra Erzurum’daki-devrimci örgütün talimatıyla hareket ettikleri anlaşılan bir grup gösterici, Vilayet Konağı önüne yürüyerek Sıtkı Bey’in tutuklanma nedenini sordular. Şehirde olay çıkması olasılığına karşı Vali bir önlem olarak Erzurum Müftüsü ile şehrin diğer önde gelen Müslümanlarını makamına çağırarak Sıtkı Bey’in tutuklanmasının gerekçesini açıklamış, ancak Vali’nin bu açıklamaları vatandaşlarca doyurucu bulunmamıştı. Erzurumlular, Sıtkı Bey’in şehir dışına sürülmesine engel olmak için şehrin kapılarını tutarken, tevkifhane gardiyanlarına eğer tutuklunun başına bir şey gelirse çıkacak olaylardan kendilerinin sorumlu olacağı konusunda ayrıca uyarıda bulundular.

Serdarzade Sıtkı Bey’in tutuklanması üzerine başlayan gösteriler 5 Mart’tan 22 Marta kadar aralıksız devam etti. İstek aynıydı: adaletsiz vergilerin kaldırılması. Erzurum’daki devrimci örgüt, 8 ve 11 Mart’ta İstanbul’a iki telgraf göndererek isteklerini bildirdi. Alışılageldiği şekilde bu telgraflara Saray’ın cevap vermemesi üzerine, yaklaşık yirmi bin kişilik bir kalabalık, 15 Mart’ta Telgrafhane’yi kuşattı. Saray ile doğrudan yapılan haberleşme sonucunda, İstanbul’daki yetkililer durumun vahametini kavradı ve ödün vermeye razı oldu. Vali Mustafa Nuri Bey’in 10 Mart’ta İstanbul’a çektiği telgrafta önerdiği şekilde Hükümet, hemen bir irade çıkartarak 1906 yılının Mart ve Ekim aylarında ortaya çıkan olaylarla ilgili görülerek sürgüne gönderilen tüm devrimcilerin Erzurum’a geri dönmelerini sağlayacak bir genel af ilan etti. İki polis komiserinin öldürülmesi ve Mehmed Ata Bey’in yaralanması ile ilgili davalar da düşecekti. Ama vergi konusunda bir ödün söz konusu değildi: geçmiş iki yılın bakiyeleri affedilmekle beraber, “Şahsi Vergi” ödenecekti. Erzurum halkı için ayrıcalıklı bir uygulama düşünülemezdi.

Erzurumlular ise konan vergilerin kaldırılması konusunda ısrarlıydı. Doğal olarak, açıklanan bu kararlar halkı yatıştırmaya yetmedi. Olayların yatışması şöyle dursun, tam tersine, ertesi gün Müslümanları temsilen kalabalık fakat düzenli dört yüz kişilik bir grup, Vali’yi ziyaret ederek Padişah’ın affını gerektirecek hiçbir suçun mevcut olmadığını ve hiç kimsenin ne Şahsi Vergi’yi ne de Hayvanat-ı Ehliye Rüsumu’nu ödeyeceğini söyledi. Ek olarak, halkın yükümlülüklerini yerine getiremeyecek kadar yoksul olduğundan bu vergilerin tümden kaldırılması isteklerinin Hükümet’e iletilmesini rica etti.’07 Vali, bu istekler doğrultusunda, İstanbul’a gönderdiği telgrafta ağır bir yük oluşturan Hayvanat-ı Ehliye Rüsumu’nun toplanmasının ertelenmesi ve Şahsi Vergi’nin herkesten değil de yalnızca zenginlerden alınması yönünde görüş bildirdi. Durumu atlatmayı planlayan Hükümet ilk önce, Hayvanat-ı Ehliye Rüsumu’na göre eşek başına verilecek vergiyi beş Kuruş’tan üç Kuruş’a, eşekler dışındaki bütün diğer ehli hayvanlardan alınacak olan vergiyi de on Kuruş’tan üç Kuruş’a indirdi. Hükümet bu ilk ödüne ek olarak, 20 Mart’ta çıkardığı iki irade ile vergilerde halkın lehine tekrar değişiklik yaptı. Buna göre, Şahsi Vergi köy halkı ile silah altında bulunanlardan alınmayacaktı, Vergi, zanaatkâr, ticaret erbabı ve sair geliri olanlardan onar Kuruş, sıralanan işleri seyyar olarak yapanlardan beşer Kuruş olarak toplanacaktı. Memurlardan ise daha önce maaşlarının üç günlük kısmı üzerinden hesaplanan vergi, bir günlüğe indirilerek alınacaktı. Hayvanat-ı Ehliye Rüsumu’nun ise Erzurum’dan bir süre için toplanmaması karara bağlandı. Ancak, halk hiçbir surette vergi ödemeyi kabul etmediği için bu ödünlerin bir faydası olmadı. Halk verdiği verginin nasıl harcandığını bilmek istiyordu. 22 Mart tarihinde halkın her iki vergiye karşı sürdürdüğü direniş, Hükümeti halkın isteklerini kabule mecbur etti. Erzurum Valisi önce vilayetin Gümrük Nazırı Mazlum Efendi’yi görevden aldı. Nihayet, 25 Mart’ta tüm gazetelerde yayınlanan ve ilgili tüm dairelere iletilen bir irade ile yeni vergiler bütünüyle kaldırıldı. Böylelikle, verdikleri mücadele sonucu isteklerini kabul ettiren Erzurum halkı normal hayata döndü.

Muş’ta ise. Şubat ayı ortasında yeni vergileri toplama girişimi, zaten ağalara büyük borçları olan ve açlık çeken halk için tam bir felaket oldu. Borçluluğun ve kıtlığın had safhaya vardığı koşullarda yeni vergileri toplama girişimi halkta büyük çapta hoşnutsuzluk yarattı. Çıkan ayaklanmalar sonucu tutuklananların sayısı ve bunlara yapılan işkenceler, tanımı güç boyutlara vardı.

Van’a atanan yeni Vali Ali Bey Şubat ayında göreve başladı. Hayli acımasız bir kişi olan Ali Bey, derhal baskı politikalarına başvururken yeni vergilerin toplanması konusunda da emir verdi. Şehrin Ermeni, Türk ve Kürt halkı, zaten büyük çaplı bir mali sıkıntı içindeydi; yeni vergilerin toplanması, Vanlıların –yatağındarı kap-kacağına kadar, ellerinde ne var ne yoksa – tüm mallarına el konulması demekti.

Nisan ayında, Van’daki Rus ve Fransız Konsoloslukları ağırlıklarını halktan yana koyup vergilerin askıya alınmasını sağlayınca olaylar tırmandı. Vali, müdahale karşısında Konsolosluklara karşı kuvvet kullandı. Jandarmalar Fransız Konsolosluğu’na girmeye kalkıştılarsa da, karşılarında Konsolosluğu cansiperane koruyan Ermeni devrimcileri buldular. Jandarmalar Rus Konsolosluğu’na saldırdıklarındaysa silahlı çatışmalar çıktı. Her iki ülkenin Konsolosu da bu olayları Vali nezdinde protesto etti. Vali ise olaylara devrimci grupların neden olduğunu ve hükümet güçlerinin çatışmada bir rolü olmadığını söylediyse de, Konsolosluklara yapılan saldırıya katılan bazı vergi tahsildarları ile emrindeki diğer memurları hapsettirdi. Daha sonra –olaylar yatışınca – devrimcilerin peşine düştü. Van Valisi’nin devrimci avına Bitlis Valisi Ferid Paşa da askeri yardım sağladı. Kırsal arazide devrimcileri aramakta olan askeri birlikler, bu bahaneyle köylerde geniş çaplı şiddet ve talana giriştiler. Mali açıdan zaten harap olmuş olan köyler, böylelikle daha da zor bir duruma düştüler. Hükümet, bu terör eylemlerinden sonra vergilerin tahsiline devam etti. Ermenilerden alınan Bedelat-ı Nakdiye ve Şahsi Vergi mükellefiyeti  –gerekli ön çalışma ve inceleme yapılmadan– göçmüş, ölmüş veya henüz çocuk yaştaki kimseler için de konmuştu; aile fertleri, konan bu vergileri onların yerine ödemek zorunda bırakılıyordu.

Anadolu’daki huzursuzluk Doğu’da meydana gelenlerle sınırlı değildi. Trabzon’daki olaylar, 15 Mart’ta Askeri Garnizon Kumandanı Hamdi Paşa’ya karşı yapılan suikastla birlikte zirveye ulaştı. Rediflerin XIV. Fırkası’nın kumandanı ve Trabzon Garnizon Kumandanı Hamdi Paşa, İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin Trabzon Şubesi üyelerinden Naci Bey adlı Trabzon Deposu memuru bir mülazım tarafından öldürüldü. Suikastın görünürdeki nedeni, dört aydır ödenmeyen zabit maaşları ve erat tayınlarıydı. Gerçekte ise, Naci Bey’e suikast emrini veren, Hamdi Paşa’yı Trabzon halkına karşı despotça davrandığı için ölüme mahkûm etmiş olan lttihad ve Terakki Cemiyeti idi. İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin Trabzon Şubesi üyeleri yapmış oldukları gizli toplantıda yalnızca Hamdi Paşa’yı değil, şehrin diğer bazı üst düzey mülki ve askeri erkânını da öldürmeyi planlamıştı. Suikastçı yakalanarak ölüme mahkûm edildi. Ancak, Hamdi Paşa’nın öldürülmesi halk arasında o kadar destek ve sempati ile karşılanmıştı ki, Hükümet infazı ertelemek zorunda kaldı. Nihayet, 28 Haziran günü Naci Bey, halka hitap etmesine mani olmak için normal olarak infazların yapıldığından farklı bir saatte –sabah saat dörtte– idam edildi. Lakin, yenilgiyi kabul eden Hükümet halka bir ödün vererek Trabzon’un en zengin iş adamlarından ve toprak sahiplerinden Nemlizade Cemal Bey’i Belediye Reisliğine tayin etti. Nemlizade Cemal Bey yalnızca Trabzon’un ‘yarısına’ sahip değil aynı zamanda Samsun, Erzurum ve İstanbul’da da mülkleri olan bir ailenin ferdiydi. Nemlizade Cemal Bey ayrıca –Sancakbeyizade Mehmed ve Hasan Beylerle birlikte Lazistan Şubesi’nln liderliğini yürüten akrabası Nemlizade, Salim Bey gibi– İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin Trabzon’daki yeraltı örgütünün etkin üyelerinden biriydi.  

lttihad ve Terakki’nin Trabzon’daki devrimci etkinlikleri Naci Bey’in idamıyla hızından hiçbir şey kaybetmeksizin devam etti. Rusya ve İran’daki devrimci hareketlerden ilham alan İttihad ve Terakki Cemiyeti,. Mayıs ayında, yeni Vali’nin evinin duvarına meşrutiyet taleplerini ilan ettiği afişler astı. Yeni Vali Trabzon’daki ittihatçılara sıkı bir baskı uygulamaya başladı. Paris’teki İttihad ve Terakki Cemiyeti merkezine gönderilen bir mektupta, Trabzon’un İstanbul’dan daha berbat bir hale geldiği. Mutlakıyetçi yönetimin yirmi beş casusunun şehirde kol gezdiği ve kimseye göz açtırtmadığı yazıyordu. Vali, yurtdışıyla Trabzonlu devrimcilerin haberleşmesini engellemek amacıyla Postane ve Konsolosluklara yeni memurlar atadı. Artık Postane’den gelen mektup ve paketler açılmış oldukları saklanmaya bile lüzum görülmeden sahiplerine iletiliyordu. Fransız Postanesi’nde görevli Hükümet yanlısı Fransız bir memur ise şüphelendiği paketleri hemen Sultan Abdülhamid’in Trabzon’da görevli casuslarına teslim ediyordu.

Postada karşılaşılan güçlüklere rağmen, Trabzon’daki devrimciler yine de Paris ile mektuplaşmayı sürdürmeyi başardılar. Devrimci propaganda yine eskiden olduğu gibi Trabzon’a ulaşıyordu. İttihad ve Terakki Cemiyeti merkezinin Lazistan Şubesi’ne gönderdiği uzun bir mektupta, altmış bin Osmanlı vatandaşının Rusya’ya iltica etmesiyle sonuçlanan mevcut felaket ve baskı havasından faydalanılması yönünde uyarıda bulunmaktaydı. Cemiyet, mülteciler arasından ülkenin kurtuluşu için mutlakıyete karşı mücadele edecek yeni üyeler kazanılabileceğini ummaktaydı. İttihad ve Terakki Cemiyeti, Lazistan Şubesi’ne hitaben yazılmış 23 Ağustos 1907 tarihli diğer bir mektupta ise, Türkiye’de parlamenter bir rejimin kurulması yönünde propaganda faaliyetinin arttırılmasını istedi.

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.