1906-1908 Vergi Ayaklanmaları – 2
Para, Devletler ve Biz | Aykut Kansu | Temmuz 15, 2022 at 4:05 pmHaziran ayında, Bitlis’te ciddi bir olay meydana geldi. Halkın galeyana gelmesine sebep, Vali Ferid Paşa’nın Bitlis Belediye Reisi’ni sürgüne göndermesi oldu. Belediye Reisi devrimcilere karşı yürütülen soruşturmalarda kendisiyle işbirliği yapmayan memurlara maaşlarını ödemeyen ve hâkimleri, yasal sürece dikkat etmeksizin belli şahıslan suçlu bulmaya zorlayan Ferid Paşa’yı sürekli eleştirmekteydi. Halk, şehirdeki devrimci liderlerin önderliğinde Vali Ferid Paşa’ya karşı bir gösteri yaparak Vali’yi, şehrin Ermeni ve Müslüman halkı arasında ayrılık yaratarak mutlakıyetçilik aleyhtarı devrimci hareketi bölmeye çalışmakla suçladı, Hükümet Konağı önünde gösteri yapan beş bine yakın Müslüman Vali’yi istifaya çağırdı. Vali, burada çıkan çatışmada bir gösterici tarafından yaralandı. Vali de o arada göstericilerden birini öldürdü. Bunun üzerine halk Vali’yi yakalamaya çalıştıysa da, o, mutlakıyetçi rejim destekçisi subayların yardımıyla kaçmayı başardı ve askeri garnizona sığındı. Askerlerin olaylara müdahale etmemesinden cesaret alan kalabalık, Polis Komiserini linç etti. Polis Komiserinin ve kurulu düzen destekçisi daha birkaç kişinin cesedi Bitlis sokaklarında sürütüldü. Bitlis ayaklanması, İttihat ve Terakki Cemiyeti ile temas halinde olan bir grup şeyh tarafından örgütlenmişti. Şeyhler, ayaklanmanın başlamasıyla Telgrafhane’yi işgal ettiler ve İstanbul’a telgraf çekerek Vali’nin azlini istediler. Saray, askeri kuvvet kullanmakla tehdit edince, şeyhler kontrolleri altında elli bin silahlı Kürd olduğu cevabını verdi. Bunun üzerine Saray, Vali ‘nin görevden alınmasına ve Erzincan’a nakline karar verdi. Şehrin idaresi Garnizon Kumandanı Celal Paşa’ya bırakıldı ve Trabzon Valisi, soruşturma yapmak üzere Bitlis’e gönderildi. Tanınmış bir Saray casusu olan Vali Ferid Paşa, Trabzon’a Vali Vekili olarak atanırken yeni Bitlis Valiliği’ne de Van Valisi Tahir Paşa atandı.
Bitlisli şeyhler ve eşraf, Vali’ye karşı gerçekleştirmiş oldukları darbenin başarısıyla kudretlerinin arttığını fark ettiler. Gündelik tartışmalarında, eğer Hükümet reformlar –Avrupa devletleri tarafından dayatılan reformlar değil, kendilerince tatmin edici bulunan reformları– yapmayacak olursa kendi reformlarını kendileri yaparak uygulayacaklarını açıkça söylemeye başladılar. Söylentilere göre, Bitlis eşrafı, Erzurum ve Van eşrafı ile yakın işbirliği halinde çalışmaktaydı. Van ve Bitlis’in Müslüman ve Ermeni halkları, zalim mutlakıyetçi rejimi devirme faaliyetlerinde birlikte hareket etmekteydiler.
Paris’teki İttihat ve Terakki Cemiyeti merkezi, Bitlis’te meydana gelen olayları yakından izlemekteydi. Paris’ten Şam Şubesi’ne yazılan bir mektupta, Şam halkının Erzincan ve Bitlis’teki vergi ayaklanmaları hakkında bilgilendirilmesi ve Şam’da da benzer ayaklanmalar çıkartmak için devrimci propagandanın arttırılması istenmekteydi. İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin ümidi, Suriye de dahil olmak üzere, Türkiye’de güçlü bir örgüt kurulabilirse, Iran ve Rusya örneklerine benzer bir meşruti devrimin Türkiye’de de gerçekleştirilebileceği yönündeydi.
Erzurum görünüşte sakindi, fakat devrimci örgüt heyecanından hiçbir şey kaybetmemişti. Devrimci örgüt o denli tanınmış ve sevilmişti ki taraftarları açıkça İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesi olduklarını söyleyebilmekteydi. Bu, devrimci hareketin Erzurum’da ne kadar kurumsallaşmış olduğuna işaret eden önemli bir noktaydı. Ayaklanmalar sonucu vergilerin kaldırılması, halkın kendi rızası olmadan konulan vergilere itiraz edebileceğine emin olmasını sağlamıştı. Artık rızaları alınmadan vergilendirilemeyecekleri hakkında oldukça özgürlükçü sayılabilecek bir söylem içindeydiler. Meslek ve ticaret erbabı için getirilen yeni temettü vergisi hakkında da iyi konuşulmuyordu. Erzurum’daki genel kanı, verginin tahsil edilmek istenmesi durumunda, bunun yeni bir ayaklanmaya neden olacağı ve hükümetin başına bela olacağı yönündeydi. 1907 yazında Saray casuslarının da saklanmak zorunda kalmasıyla birlikte Erzurum’da Sabah-ül-Hayr adında hayli revaçta olan aylık bir devrimci dergi yayınlanmaya başladı.
Çok sayıda İttihad ve Terakki Cemiyeti üyesi, 1907 Baharı’nda Erzurum’dan Van’a giderek burada devrimci etkinliklerde bulunmaya başladılar. Hatta burada, yayınladıkları birkaç taşbaskı gazete ve broşürü dağıttılar; ancak Müslümanlar Van’da küçük bir azınlık oluşturduğu için, o zaman resmi makamlar bu konuyla fazla ilgilenmediler. Nisan ayında, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Van’daki üyeleri, mutlakıyetçi rejime karşı güç birliği yapma olasılığını tartışmak üzere Ermeni Devrimci Federasyonu üyeleriyle ortak bir toplantı yaptılar. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne mensup fedailer, Müslümanlar arasında taraftar bulmak ve birliği tesis etmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Başlarında komutanları olmadığı zamanlarda bu yokluktan faydalanarak, erler arasında da aktif bir ittihatçı propaganda kampanyasına giriştiler. Hiç kuşku yoktu ki bu propaganda faaliyetinin bir sonucu olarak halk artık İttihat ve Terakki Cemiyeti fedailerine az-çok sempati duyduğunu ifade etmeye ve hükümet politikalarını açıkça eleştirmeye başlamış, fedailerin propagandası halk arasında bir hayli etkili olmuştu.
Van’daki hükümet temsilcileri, Haziran ayı başlarında yaptıkları bir aramada silah ve cephane buldu. Ermenilerin evlerinde yapılan daha sonraki aramalar ise bir sonuç vermedi. Arama sırasında bir İttihad ve Terakki Cemiyeti fedaisi ele geçirildi. Van Valisi, İttihatçı fedailere karşı derhal harekete geçti ve devrimcilerin takip edilip yakalanması için bir askeri birliği görevlendirdi. İttihat ve Terakki Cemiyeti destekçisi devrimcilerin yolu hükümet kuvvetleri tarafından kesildi ve silahlı çatışma çıktı. Bin kadar Türk devrimcinin elinde iki top vardı: bütün gün boyunca hükümet kuvvetleri ile aralarında süren çarpışma sonucunda, hükümet kuvvetleri geçici olarak çekilmek zorunda kaldılar. Askerler, aylardır tayın almamış olmalarının getirdiği isteksizliğin yanı sıra, Müslüman ve Ermeni devrimcilerin birleşik gücü karşısında yetersiz kalmaktaydılar. Sırtını artık askeri birliklere dayayamayacağını anlayan Vali, Ermeni devrimciler ve Ittihat ve Terakki Cemiyeti fedaileri karşısında güçsüz kalmıştı. Müslüman devrimcilerle işbirliği yapmakta olan Ermeni Devrimci Federasyonu üyeleri, Vali’ye gönderdikleri tehdit mektuplarında, müttefikleri olan Türk devrimcilere karşı yürütmekte olduğu askeri harekatı durdurmazsa öldürüleceğini, diğer tercihinin istifa olduğunu yazmaktaydılar. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin fedaileri de Valiye gönderdikleri benzeri mektuplarda Bitlis Valisi’nin başına gelenleri hatırlatmaktaydılar. Van’daki İngiliz Konsolosu’nun 4 Ağustos’ta elde ettiği bilgiye göre, Vali’ye karşı on gün içinde bir suikast girişimi yapılacaktı. Nitekim Van Valisi Ali Bey, kısa süre sonra Ermeni devrimciler tarafından İstanbul yolunda pusuya düşürülerek öldürüldü.
Van’daki çeşitli devrimci gruplar, Ağustos ayında bir toplantı yaparak, İttihad ve Terakki Cemiyeti ile birlikte ortak hareket ederek Hükümet’e karşı silahlı bir ayaklanma olasılığını tartıştılar. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin fedaileri geniş çaplı bir propaganda faaliyeti yürütmekteydiler. Söylentiye göre, kendi halk mahkemelerini kurmuşlardı bile. Gazete yayınlıyorlardı ve Paris’teki İttihat ve Terakki Cemiyeti merkezi ile sürekli haberleşme içindeydiler.
Türk devrimciler, Erzurum’da Sabah-ül-Hayr tarafından yayınlanan ve kaçak olarak Van’a getirilmiş olan siyasal programları Van’da dağıttılar. Ülkedeki genel durumu eleştiren ve isteklerini tekrarlayan devrimcilerin temel dayanak noktası Şahsi Vergi’nin kaldırılması isteğiydi. Ancak dağıtılan bu çok önemli siyasal programda, adaletsiz vergilendirmeden daha geniş çaplı meselelere de değinilmekteydi. Kanun-u Esasi’nin ilanı, ırk ve din ayrımı gözetmeksizin kurulacak bir Meclis’in bulunacağı meşruti bir rejimin ve adil bir biçimde halkın çıkarları doğrultusunda çalışacak temsili bir hükümetin kurulması istenmekteydi. Programda ayrıca, Hükümet müdahalesinden masun bir yargı sisteminin kurulması da belirtilmişti. Vilayet Şuralarının oluşturulması, üyelerinin din veya ırk farkı gözetilmeksizin seçilmesi ve bu Şuraların vilayet bütçelerini denetlemesi de teklif ediliyordu. Paris’teki İttihat ve Terakki Cemiyeti merkezi ile temas halindeki bu devrimci grupların propaganda faaliyetleri oldukça başarılıydı. Ekim ayı sonuna gelindiğinde, Van’ın Müslüman halkı devrimci saflara geçmiş bulunuyordu.
1907 yılının yaz ayları boyunca, Erzurum’daki devrimci faaliyet yeni bir ivme kazanmıştı. Devrimcilerin yayınladığı Sabah-ül-Hayr gazetesi bir an önce meşruti rejiminin kurulmasını savunuyordu. Binlerce devrimci broşür ve el ilanı sokaklarda dağıtılıyordu. Dağıtılan bildirilerde Abdülhamid yönetiminin despotizminden, yüksek rütbeli memurların satılmışlığından söz edilerek şöyle deniliyordu: “Onlar ülkenin zenginliklerini yabancılara –demiryolu inşası hakkı, kömür ve maden yataklarını işletme hakkı gibi isimler altında açıkça satıyorlar.” Sarayda söz sahibi Arab İzzet Paşa, Tahsin Paşa gibi yüksek rütbeli paşaların yağmacılığı ve rüşvetçiliğinden dem vuruluyor: fakir halktan, zorla –amansız jandarmaların kamçısıyla– alınan paralardan bahsediliyordu. Bildiride, “rejimi yıkalım… [ülkeyi] alçak zalimlerden kurtaralım,” deniliyor ve “bu despot rejimden ancak Müslüman ve Hıristiyanlar arasındaki dostluk ve kardeşliğin güçlenmesiyle kurtulunabileceği” savunuluyordu. Rusya’daki olaylardan ve İran halkının başarısından söz edilerek, devletin güçlü ve halkın mutlu olabilmesi için Kanun-u Esasi ve Millet Meclisi’nin gerekli olduğu belirtiliyordu.
Devrimciler, Vali Mustafa Nuri Bey’in azledilmesi için de kamuoyu oluşturmaya çalışıyorlardı. Eylül ayına denk gelen Ramazan’da halk, geceleri kahvehanelerde, kurulu düzene karşı girişecekleri faaliyetleri tartışırken, Vali’nin casusları bu konuşmaları dinleyip kaydetmekteydiler. Mustafa Nuri Bey İstanbul’a gönderdiği raporlarda şehirdeki cami ve kahvehanelerde yürütülen devrimci faaliyetlerle ilgili bilgi veriyor, şehirdeki devrimcilerin merkezi Paris’te olan İttihat ve Terakki Cemiyeti ile sürekli ilişki içinde bulunduğunu ve şehirde İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin onayıyla gösteriler düzenlemekte olduğunu, devrimcilerin askerleri de saflarına kazanmaya çalıştıklarını bildiriyordu. Gerçekten de, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Paris’teki merkez örgütü Erzurum’a yazdığı mektuplarda devrimci faaliyetin örgütlenmesi ve gerekirse silahlı direnişe girişilmesi yönünde talimat vermekteydi.
Devrimciler, yaptıkları sürekli baskı sonucu Eylül ayı sonunda Mustafa Nuri Bey’in istifa etmesini ve Erzurum’u terk etmesini sağladılar. Ancak, Valilik makamına Abdül Vehab Paşa’nın tayinine muhalefet ettilerse de, bu konuda başarı sağlayamadılar. Tek niteliği Saray’a olan koşulsuz bağlılığı olan Abdül Vehab Paşa, söylendiğine göre adını bile doğru-dürüst yazamayan birisiydi. İstanbul’dan 19 Ekim’de ayrılan yeni Erzurum Valisi, 30 Ekim’de göreve başladı. Şehir halkı yeni Vali henüz Erzurum’a gelmeden Saray’a telgraf çekerek Vali Vekili Ali Bey’in vergileri tahsil etmekte ısrarı ile adaletsiz tutumunu ve memurların zalimane hareketlerini protesto etmişler, ayrıca, Müftü’nün Erzurum’dan sürülmesine de sert tepki göstermişlerdi. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Erzurum Şubesi Kasım ayında şehir sokaklarında bir bildiri dağıtarak mevcut “baskıcı ve mutlakıyetçi hükümet şeklini” devirmek için her dine mensup Osmanlı vatandaşlarını birleşmeye davet etti. Bildiride halk, kurulu düzene –artık başka çare kalmadığı için– zor kullanarak karşı çıkmaya çağrılıyordu. Devrimcilerin amacı ‘yeni bir anayasa, özgürlük, adalet ve bir temsili meclis’ idi. Benzeri bildiriler Anadolu’nun diğer kasaba ve şehirlerinde de daha önce dağıtılmıştı. Dağıtılan bildirinin bir diğer önemli özelliği de halkın ırk ve din ayrımı gözetmeden kurulu düzene karşı birlik içinde hareket etmesinin yeni bir kanıtını oluşturmasıydı. Aslında bu bildiri, Anadolu’nun diğer yerlerinde de görülmeye başlanmış olan örgütlü bir başkaldırının gözle görülen önemli belirtilerinden biriydi.
Abdul Vehab Paşa’nın daha önce meydana gelmiş olaylar ve son olarak da dağıtılan bu bildiri üzerine yoğun bir soruşturmaya başlamasıyla, 25 Kasım günü elli-altmış kişi devrimci propaganda faaliyetinde bulunmakla suçlanarak tutuklandı. Tutuklananlar arasında Erzurum’un önde gelen, tanınmış ve zengin, dava vekillerinden Seyfullah Efendi, ulemadan liberal fikirleriyle bilinen Hacı Şevket Efendi, eski bir ordu müteahhidi olan Faruk Bey, Erzurum Belediyesi’nde görevli Durak Bey, Ziraat Bankası Erzurum Şubesi’nin eski müdürlerinden Uzun Osman Efendi, Erzurum Müftüsü Hacı Akif Efendi, şehrin tanınmış celeplerinden Şeyh Ahmed Efendi, araba tekerleği imalatçısı Marancı Tevfik ve Marancı Abdullah kardeşler, babası Erzurum’un en zengin kişisi olduğu söylenen tacir İzzet Efendi ile devrimci harekete katılmak için Avrupa’ya kaçmadan önce Harbiye’de Fransızca öğretmenliği yapan ve sonra Türkiye’ye gizlice girerek Erzurum’da faaliyette bulunan Hüseyin Tosun Bey de vardı. Bütün bu tutuklular yasadışı İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesi olmakla suçlanmaktaydı. Tutuklananlar arasında bulunan Seyfullah Efendi’nin üzerinde yeni bir anayasanın ilanından ve bir Meclis kurulması gereğinden bahseden çeşitli devrimci belgeler ele geçmişti.
Erzurum‘daki arama ve tutuklamalar büyük bir hızla devam etti ve kısa sürede toplam tutuklu sayısı doksan ikiyi buldu. Tutuklananlardan seksen tanesi Erzurum’un tanınmış eşrafından büyük celep ve tacirlerdi. Erzurum’daki ayaklanma ile ilgili olarak yakalananların toplam sayısı yapılan yeni tutuklamalarla yüz yetmişe vardı. Ayaklanma, ancak hareketin tüm liderlerinin tutuklanması ve Hükümet’in Erzurum’a takviye birlikler sevk etmesiyle bastırılabildi. Polisin tutuklulara işkence yaptığı ve gözaltında bulunan iki kişinin bu yüzden öldüğü haberlerinin yayılması üzerine, yüz kadar Erzurumlu kadın ellerinde sopa, balta ve satırla sokağa döküldü ve bir protesto gösterisi yaparak yabancı devletlerin Erzurum’daki Konsoloslarıyla görüştü. Erzurumlu kadınların bu girişimi sonucunda seksen tutuklu salıverildi ve polisin gözaltındakilere yaptığı işkence durduruldu.
Tutuklamaların ardından Hükümet devrimciler aleyhine düzeni yıkmaya teşebbüsten dava açtı. Erzurum’da, Hakim Salim Bey’in başkanlık ettiği olağanüstü mahkeme Erzurum Vilayeti’nde devlete karşı işlenen suçlar davasına 28 Ocak 1908’de başladı. Açılan davada, sanıklar, polisleri öldürmek, Vali Mehmed Ata Bey’i yaralamak, Şahsi Vergi ve Hayvanat-ı Ehliye Rüsumu’nu kaldırmaya çalışmak. Devlet düzenini yıkmaya yönelik hareketlerde bulunarak parlamenter rejim lehinde propaganda yapmak, bu amaçla halk arasında yasadışı yayın, devrimci gazete ve bildiri dağıtmakla suçlanıyordu. Sanıklardan Mezararkalı Mevlüd Ağa’nın savunması durumu tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyordu:
“”Madem ki adaletin huzurundayım, o halde günahı, vebali bana ait olmak üzere olanı-biteni söyleyeyim. Fakat neresinden başlayayım? Şimdi de onu kestiremiyorum. İki sene, belki de yirmi sene çekilen dertleri, acıları bir araya getirip de bir saat, nihayet iki saat içerisinde onları nasıl anlatayım? Bu memlekette konuşacak şey mi yok? İşte bunları konuşuyorduk, Hakim Efendi: Bu rezaletlere son verilmesi çarelerini konuşurduk… Fakat rica ederim, Hâkim Efendi; bu bahsi burada kapayayım, çünkü çok ayıp, Evet; bu memlekette konuşulacak şey mi yok ki? Mesela: Bunların, Hâkim Efendi, bunların hangisi bu memleketin namusunu satarak casusluk yapmıştır? Bunların hangisi milletin hazinesini soymuştur? Bunların hangisi milletin çömleğine, tenceresine, çuluna, yorganına, sırtındaki yırtık gömleğine göz koyup sattırmıştır? Orduyu aç, memuru muhtaç, hasta askeri alakasız, ölen askeri kefensiz bırakıp, cariyelerle saraylarda vur patlasın, çal oynasın diye cümbüş yapanlar bunlar mıdır? Şunlar ki, daha düne kadar hududların en kahraman bekçileriydiler. O mübarek Erzurum’un ki, her ailesinin mutlaka birkaç şehidi vardır. O mübarek Erzurum’un ki, icab ettiği zaman gene her ailesi birkaç kurban vermekten çekinmeyecektir. Bunlara böyle zulümler, böyle hakaretler yapmak yakışık alır mı? Bunlar birdenbire dinlerini mi değiştirdiler, bunlar birdenbire deli mi oldular? Bunlar ne yaptı? Hangi haksızlığı yaptılar ki, böyle zincirlere vurulup, zindanlara atıldılar? Bu şehitler ocağı niçin söndürülüyor? Bu zincirler, bu laleler, bu mahkemeler, bu hâkimler, bunlar niçin? Bunlar ayıp değil mi, Hâkim Efendi? Nihayet hâkimlere şeref, mahkemelere adalet, orduya kuvvet, memlekete selamet –hulasa, huzur ve istirahat– lazım olduğunu, bunlarsız hiçbir memleketin ve hiçbir milletin yaşayamayacağını ve farz-ı muhal yaşasalar da, bu kelepçeli, bu zincirli neslin, bunları bir gün kırıp batıracağını konuşuyorduk. Ayıp be! Günahsızlığımızı, masumluğumuzu bir tarafa atın: insan hayvan olsa, köpek olsa bile böyle yapılmaz.“
10 Şubat 1908’de sona eren davalarda, sanıklardan doksan kişi mahkeme önüne çıkarıldı; sekiz kişiye idam, on sekiz kişiye müebbet hapis cezası verildi. Diğer sanıklar daha küçük cezalara çarptırıldılar. İdamla cezalandırılanlar Ser Komiser ve oğlu ile diğer polis memurlarını linç ederek öldüren zarıaatkarlardı. Hüseyin Tosun Bey Hükümet’in emri ile cezasını çekmek üzere İstanbul’daki Umumi Hapishaneye gönderildi. Müebbed kalebendlikle Sinop’a sürgün cezasına çarptırılan yirmi üç kişi arasında ise şehrin tanınmış simaları –Seyfullah Efendi, Faruk Bey, Hacı Akif Ağa, Hacı Şevket Efendi, Durak Bey ve Tahsin Efendi ile Mezararkalı Mevlud Ağa– vardı.
Paris’teki Ittihat ve Terakki Cemiyeti merkezi 1907 yılı Ekim ayında, bir yıl önce Erzurum’da meydana gelen olaylarda ‘tarafsız’ kalan ve böylece devrimcilere ‘dolaylı destek’ veren Çerkes Mehmed Zeki Paşa’ya bir mektup göndererek Dördüncü Ordu’da bir İttihat ve Terakki Cemiyeti Şubesi kurulması ve Cemiyet yayınlarının bölgede düzenli olarak dağıtımı için yardımlarını rica etti. 1906 yılı Ekim ayında olduğu gibi Zeki Paşa, Kasım’daki ayaklanmayı bastırmakta da yine Hükümet’le işbirliğine yanaşmamıştı. Zeki Paşa komutasındaki askeri kuvvete güvenemeyeceğini anlayan Hükümet, bunun üzerine ayaklanmayı bastırmakta başarısız olan birlikleri Bağdad’a sevk etmeye ve Trabzon’daki güvenilir birlikleri Erzurum Garnizonu’na göndermeye karar verdi.
İzmir’de ise, yetkililer, Hükümet hesabına çalışan casusların topladığı bilgiler sayesinde Ekim ayında pek çok kimseyi devrimci etkinliklere katıldıkları gerekçesiyle tutukladı. Tutuklamalardan az sonra ihbar üzerine yapılan bir aramada, İzmir limanına yanaşan bir gemide otuz kilo dinamitle yüz elli kilo barut ve mühimmat ele geçirildi. Anlaşılan, İzmir’de de durum sakin değildi. Diğer bölgelerde olduğu gibi burada da yeni vergilerin tahsilinde zorluklar vardı. Yeni vergiler halkın –özellikle de İzmirli Ermenilerin– ekonomik durumunu güçleştirmekte ve bu nedenle İzmir bölgesinde sürekli bir huzursuzluk havası hüküm sürmekteydi. Sultan Abdülhamid’in tahta çıkışının yıldönümünün kutlanacağı günlerde devrimci propagandanın artması üzerine, Ekim ayı ortalarında geniş çaplı operasyonlar başlatılarak, İzmır ve civarında özellikle Ermenilerin evlerinde aramalar yapıldı; pek çok kişi tutuklandı.
Kasım ayında, Batı Anadolu’nun ekonomik açıdan en önemli vilayeti olan Aydın’ın pek çok yöresinde, halkın Doğu Anadolu’dakilere benzer istek ve tepkilerle vergi ödemeyi reddetmekte olduğu haberleri İstanbul’a ulaştı. Batı Anadolu’da da vergi ayaklanmalarının yayılması haberi, Hükümet’i alarma geçirdi; 10 Kasım 1907 tarihli Heyet-i Vükela toplantısının gündemi buydu. Vergi ayaklanmaları, Aralık ayında Muğla’ya kadar yayıldı. Muğla’nın çoğunluğu Müslüman olan halkı, vergi ödemeyi reddederek kitle halinde Hükümet Konağı’na yürüdü. Kalabalık ancak polis müdahalesiyle kontrol altına alınabildi. Gösteriyi düzenleyen liderlerin tutuklanması ise olayı yatıştıracağına tırmanmasına neden oldu. Halk, hem isteklerinin yerine getirilmesi hem de tutukluların hemen serbest bırakılmaları için gösteriye devam etti. Muğla’daki ayaklanma, açık bir şekilde, Aydın, Konya ve Ankara ayaklanmalarından ilham almaktaydı.
Halep’te ise, Ekim ayı sonlarında yiyecek maddelerinin kıtlığı yüzünden ciddi bir ayaklanma patlak verdi. Müslüman erkek ve kadınlardan oluşan aç kalabalık, fırınlara ve tahıl depolarına saldırdı ve talana girişti. Tüm dükkânlar, hanlar, kahvehaneler ve lokantalar derhal kapandı. İki yüz kişilik bir kalabalık, Beyrut limanına tahıl taşımak üzere hareket edecek bir trene saldırdı. Yaklaşık üç yüz kadından oluşan başka bir kalabalık da Vali Nazım Paşa’nın konağına yürüdü. Ne polis ne de jandarma yürüyüş yapan kadınların üzerine saldırmaya cesaret edebildi. Daha sonra, kanun ve nizamı tesis etmek üzere Şam ve Antep’ten asker çağrıldı. Çıkan silahlı çatışmada pek çok kişi yaralandı, bir o kadarı da tutuklandı. Tutuklananlara yapılan işkenceler sonucu ölenler oldu. Halep’de meydana gelen olay, Beyrut’ta da yankı buldu. Burada da, kalabalık bir kitle tahıl taşıyan bir yük trenine saldırarak talan etti. Kamu düzeni, ancak kaba kuvvete başvurularak –ve bu arada halktan birçok kişi yaralanarak– sağlanabildi. Meydana gelen her ayaklanma ve sivil itaatsizlik olayında olduğu gibi, İttihat ve Terakki Cemiyeti merkezi Beyrut’taki devrimci liderlerle de sürekli ilişki içindeydi. Paris’ ten Cemiyet’in Beyrut Şubesi’ne gönderilen bir mektupta, Makedonya ve Anadolu’da –özellikle Erzurum, Bitlis, Van ve Trabzon’da– yaygın şekilde örgütlenen İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin birçok şubesi olduğu anlaşılıyordu. Bu hatırlatmalar yapılarak ve mutlakıyetçi rejimi devirmek için silahlı ayaklanmanın gerekli olduğu ifade edilerek, Beyrutlu devrimcilere cesaret verilmekteydi.
Daha ciddi olaylar yine Kasım ayında, Diyarbakır’da meydana geldi. Diyarbakırlı vatandaşlar, İbrahim Paşa kumandasındaki birliklerin taciz ve talanlarına karşı ayaklandılar. Bir Kürd aşiret reisi ve kötü şöhretli Hamidiye alaylarının kumandanı olan İbrahim Paşa, halkın Paşa’nın azli için İstanbul’a ardı ardına yolladığı heyetlere rağmen, mutlakıyetçi rejim tarafından açıkça desteklenmekteydi. İbrahim Paşa’nın on altı bin kişiden oluşan birlikleri, Kasım ayında Diyarbakır’ı kuşattı. Şehrin yağmalanacağından korkan halk, işyerlerini ve dükkanlarını kapatarak önlem aldı. Hükümete muhalif hareketin liderleri, Cemilpaşazade Mustafa Bey, Faik Bey, Nessi [Nesih?] Efendi, Pirinççizade Arif Efendi gibi eşraftan tanınmış kimselerdi. Halk, Hükümet Konağı’nı ve Telgrafhane’yı işgal ederek, Valinin azli ve İbrahim Paşa’nın bastırılması için Saray’a telgraflar çekti. Bu arada, Diyarbakır Valisi Fehmi Bey, yabancı bir Konsolosluğa iltica ederek halkın eline geçmekten zor kurtuldu. Diyarbakır halkı, Telgrafhane’yi on bir gün boyunca işgal etti. Dört yüz kişilik bir milis kuvveti Telgrafhane’nin Hükümet kuvvetlerinin eline geçmesine engel oldu. Hükümet, nihayet halkın isteklerini kabul ederek İbrahim Paşa hakkında soruşturmaya başlanacağını ve Vali’yi azledeceğini vaad etti. Halk ayaklanması ancak bu vaadlerden sonra yatıştı. Musul Valisi Mustafa Bey, Diyarbakır Valiliği’ne tayin edildi. Mustafa Bey gelene kadar da Erzincan Valisi Mahmud Arif Paşa Valilik görevini vekaleten yürüttü. Böylelikle, sükunet sağlanabildi.
Görünürde İbrahim Paşa’nın yaptıklarını soruşturmak üzere İstanbul’dan gönderilen General Talat Paşa, bunun yerine ayaklanmanın elebaşlarını kovuşturmaya başladı. Mehmed Abdül Fazıl adlı bir derviş yakalandı ve üzerinde devrimci hareketle ilgisi olduğunu kanıtlayan belgeler bulundu. Derviş, Talat Paşa’ya bilgi vermeyi reddetmesi üzerine İstanbul’a gönderildi ve burada işkence altında –başka devrimcileri ele vermeden– öldü. Şüpheli birçok kimse ise TrablusGarp’a sürgün edildi. Talat Paşa’nın elde ettiği bilgilere dayanan Hükümet, eşraftan Pirinççizade Arif, Cezirelioğlu Aziz ve kardeşi, Hacı İbrahim ve Hacı CircisOğlu [?] Gani’yi suçlu buldu. Buna rağmen, Hükümet, 30 Mart 1908’de gönderdiği bir telgrafta yenilgiyi kabul etti. Bu kimseler, suçlu bulunmalarına rağmen Sultan’ın merhametine mazhar oldular: özellikle aleyhindeki bütün suçlamalara rağmen İbrahim Paşa’nın daha önce affedilmiş olduğu düşünülürse, bu gerekliydi de.
1908 yılının ilk aylarına gelindiğinde, kurulu düzene karşı duyulan memnuniyetsizlik o kadar büyük boyutlara ulaşmıştı ki, yalnızca Anadolu ve Makedonya’da değil, İmparatorluğun en ücra köşelerinde bile, her şehir ve kasabada çeşitli sivil itaatsizlik olayları meydana gelmekteydi. Devlet otoritesinin temsilcilerine karşı girişilen sürekli devrimci kışkırtma ve gösteriler sonucu idari otorite ciddi bir şekilde sarsılmıştı. Gösteriler görünürde mahalli olarak örgütlenmiş olmakla birlikte, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin iyi örgütlenmiş haberleşme ağı sayesinde diğer bölgelerle yaygın bir koordinasyon ve işbirliği yapılmakta olduğu su götürmezdi: İttihat ve Terakki Cemiyeti, merkezi Paris’te olmakla birlikte, İmparatorluğun bütün önemli şehirlerinde örgütlenmeyi başarmıştı. Çıkan bazı olaylarda işin alevlenmesine mahalli huzursuzluklar neden olmuşsa da gösterilerin adil olmayan vergilendirmenin kaldırılması veya istismarcı düzenlenmesinde veya merkezi hükümete yapılan isteklerde bir gelişigüzelliğe rastlamak mümkün değildir. 1906 yılı başlarında adil olmayan vergilendirmenin kaldırılması veya istismarcı memurların azledilmesi isteklerinden yola çıkan halk gösterileri ve ayaklanmalar, kurulu düzene karşı duyulan genel hoşnutsuzluğun dışavurumu haline geldiler. İlk önceleri bu genel isteklerle ortaya çıkan gösteri ve ayaklanmalarda, 1907 yılı sonları ile 1908 yılı başlarına doğru, seçimler yolu ile oluşturulacak temsili bir Meclis kurulması ve ülke yönetiminin kökten değiştirilmesi yoluyla anayasal bir düzenin kurulması yolunda istekler ileri sürülmeye başlandı.
İmparatorluğun hemen her şehrinde kurulu düzene karşı yapılan yaygın ayaklanma hareketleriyle kuvvet kazanan ve cesaretlenen İttihat ve Terakki Cemiyeti, Sultan Abdülhamid’in mutlakıyetci rejimini yıkma çabalarını hızlandırdı. 1907 yılının son günlerinde, İttihadcılar ve Ermeni devrimcilerinin Türkiye’deki kurulu düzenin devrimci bir şekilde değiştirilmesi isteği çerçevesinde resmi bir işbirliğine gitmeleri, böyle bir durumda ve bu şartlarda gerçekleşmişti. İttihadcılar, artık kurulu düzeni silahlı direniş yoluyla ve gerekirse kan dökerek yıkmaları ve yeni bir siyasal düzen kurmaları gerektiğinden ve bunu yapmaya muktedir olduklarından emin bir hale gelmişlerdi. 1908 yılı baharına gelindiğinde, liberal demokratik rejim istekleri her zamankinden daha güçlü bir biçimde seslendiriliyordu.
Eski rejimin son aylarında, devrimcilerin işini kolaylaştıran, orduda askerler arasında yayılan hoşnutsuzluk ve askeri itaatsizlik olaylarının gittikçe artması olmuştu; bu durum, Hükümet otoritesinin vilayetlerde daha da zayıflamasına yol açmaktaydı. Mutlakıyetçi rejiminin baskı yapma gücü, 1908 Temmuzuna doğru –haftadan haftaya, aydan aya– gittikçe zayıflamaktaydı.
İstibdat rejimine öldürücü darbenin vurulmasında önemli bir rol oynamış olan ordu alt kademelerindeki hoşnutsuzluk, askeri itaatsizlik –ve nihayet askeri ayaklanma– rejimin geniş halk kesimlerini baskı altında tutma gücünü neredeyse bütünüyle ortadan kaldırmıştı. Böyle bir ortamda ise devrimcilerin artık devlet gücünden korkması ve gizlenmesi için bir neden kalmamış, her şey daha açık bir biçimde gelişmeye başlamıştı. İşte 1908 yılının Temmuz ayına yaklaşıldığında Osmanlı’da durum bu merkezdeydi.