Ucube

Zeitgeist / Denemeler | | Ekim 20, 2022 at 8:43 am

Birinci İznik Konsülü MS 325 yılında, İmparator Konstantin’in inayetiyle İznik’te resmi din olması planlanan Hıristiyanlığın içerisinde tartışmalı bazı konulan netleştirmek amacıyla topIandı. İznik Konsülü, bir Konstantin organizasyonuydu, çünkü İmparator Hıristiyanlığı resmi bir dine dönüştürme niyetindeydi.

I. Konstantin veya Büyük Konstantin (Gaius Flavius Valerius Aurelius Constantinus; 22 Şubat 272 – 22 Mayıs 337)

İznik Konsülü toplanıp dine yeni bir şekil vermeden önce Hıristiyanlığın bir din olduğu da kuşkuludur. Ortalıkta bir inanç vardı fakat bu inancın devletin ihtiyacına göre törpülenmesi gerekiyordu; henüz hamdır, Konstantin, bu ham inancı beğenmemiştir ve İznik Konsülü’nü devlete uygun bir yeni tanrı yaratması için görevlendirmişti. Demek ki yeni inancın olgunlaşmak için İmparator’un sihirli dokunuşuna ihtiyacı vardı.

İznik Konsülü’nün temel tartışması da anlaşılacağı gibi Mesih İsa’nın gerçek tanrı olup olmadığıydı, İznik’te toplanan kilise önderlerinin büyük çoğunluğu İsa Mesih’in gerçek tanrı olduğunu kabul etti. Konsülde onaylanan “”İznik İnanç Bildirisi”” yeni bir dinin kurulduğunu müjdeliyordu.

Demek ki İsa, devlet kararıyla tanrı olmuştur.

Aynı soruları İslam için de sorabilir miyiz?

Muhammed’in vefatından sonra, İslam dünyasını seçimle iktidara gelen devlet başkanları yönetti. Daha Halife Ömer zamanında cemaat içinde çok hızlı bir zenginleşme ve lüks bir yaşam baş göstermişti Ömer’in bir suikasta kurban gitmesinin ardından koltuğuna oturan Osman, Muhammed’in düşmanı olan Emevi kabilesindendi. İslam’a direnenler de böylece din adına iktidar oldular.

Devlet yönetimi kavgası da böyle başladı. Muhalif Ali ve taraftarları bertaraf edilince Arap devleti bir Emevi organizasyonuna dönüştü. Devlet artık dinin önündeydi ve içinde dinin yeri pek azdı, ülkenin sınırlarını genişletmeyi ve devleti güçlendirmeyi İslam olarak anladılar ve öyle anlattılar. Bunun ötesindeki kurallar önemsizleşmişti ve pek az Müslüman görünüyorlardı. İnanç, devlette birleşerek din olmaya doğru ilerliyordu.

Şehrazad , Wilhelm Vita (Austrian, 1846–1919)

Sonra Muhammed’in soyundan gelen Abbasiler Emevileri devirdi; Abbasi devleti Halife Mansur’un torunu Harun Reşit döneminde en geniş sınırlarına ulaştı. Harun Reşit’in görkemli saltanatı da “Binbir Gece Masalları’na ilhamını verdi. İslâm’ın “Lale Devri”dir.

Türkler Lale Devri’nin yarattığı fırsatları değerlendirdiler, devlet ve orduda Arapların yerini almaya başladılar. Halifelik, din, iktidar her şey yavaşça onların kontrolüne geçti. Devlet geleneğimiz işte budur.

Şimdi soruyorlar, nasıl oldu da bir cemaat, devleti kimse duymadan ele geçirdi? Oysa bizde gelenektir, devlet ele geçirmek içindir.

Bir milat mı? İslam, Ali ve yandaşlarının bertaraf edilmesiyle devlet olmuştur. Devlet olmadan önce sadece bir inançtır ve demek ki din ile devlet arasında sembiyotik bir ilişki vardır.

Demek ki dini devletten ayıramıyoruz. İlişki hep var ve laiklik, devletin din devleti haline gelmesi yerine, dinin devlet dini haline gelmesi içindir.

Cumhuriyet, Diyanet İşleri aracılığıyla bir devlet dini oluşturmaya girişmişti. Olmadı, yönetmek için devlette dinin dozunu arttırmak bir ihtiyaç oldu. Türkiye Cumhuriyeti, şimdi, hızla bir din devletine dönüşmektedir. “Din-İmam Düzeni” işte bu ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır.

“Devrimci Cumhuriyet”in “ölü ele geçirilmesi”nin tarihi budur; Cumhuriyet dini kullanmak istiyordu ve din cumhuriyeti kullanmıştır.

Marx, Hıristiyan reformatör Martin Luther için “Bütün papazları laik yapmak istiyordu ama sonunda bütün laikleri papaz yaptı” diyor. Cumhuriyet de bütün imamları laik yapmak için yola çıkmıştı, sonunda bütün laikleri imam yapmıştır.

Yalnız bu hal yenidir ve her yeni devletin yeni bir dine ihtiyaç duyduğu da biliniyor. Öyleyse yeni bir İslâm veya yeni bir tartışılmalıdır ve bu yeni dinin kökleri AKP’de olduğu kadar “Yeni CHP’de” de aranmalıdır.

Yeni mi?

Her şeyi yıktılar, yıktıkları her şeyin üzerine yeni ve tuhaf yapılar inşa ettiler. Yola çıkarken muhafazakâr olduğunu söyleyenler, yolun sonunda tanımı zor tuhafazakârlara dönüştüler.

Tuhafazakâr Cumhuriyet, böylesine garip bir dönemde kaleme alındı. Yazmama Barış Terkoğlu ve Hocam Yalçın Küçük vesile oldu. İkisi de şimdi, yeni devlete darbe yapmak iddiasıyla tutukludur. Katılıyorum, din devletinde devlete her itiraz artık bir darbedir.

Ben ise sadece milliyetçi faşizmden dinci faşizme geçişin izlerini gördüm. Gördüklerimi paylaşıyorum.

Orhan Gökdemir, Eylül 2012

***

Yıl milattan sonra 37. Tiberius’u indirdiler ve yerine evlatlık Caligula’yı bindirdiler. Çaresiz halk, aradığı kurtarıcıyı nihayet bulmuştu. Sevinç sokağa taştı, kurbanlar kesildi, çılgın danslar edildi. Cumhuriyetin sakillikleri nihayete eriyordu, öyle umdular.

Beklendiği gibi Caligula’nın iktidarının ilk yılları pek parlak geçti. Kurtarıcı, halka buğday dağıttı, eğlenceler düzenleyip kalabalıkların gönlünü hoş tuttu. Görünüşe göre Senatoya da saygılıydı yeni Sezar. Cumhuriyet yıkılalı çok olmuştu ve senato onun bir kalıntısından ibaretti gerçi ama olsun. Saygı önemliydi.

Ama bunlar evlatlık Sezar için yeterli değildi. O gerçek bir Mısır hayranıydı. Firavun olmak istiyordu. Aklında sınırsız yetkilere sahip olmak ve mutlak bir monarşi kurmak vardı. Ne yapsın? Küçük başarılarını abarttı. Kalabalıkları hediyelerle, önemsiz fetihlerle kandırdı. Halkın desteğini arkasında hissettikçe İyice kontrolden çıktı. Tiberius zamanında yasaklanan İsis dinini serbest bıraktı. Mısır’dan dikilitaş getirtti, şehrin ortasına diktirdi. Firavunlar kız kardeşleri ile evleniyordu, o da niyetlendi ama kız kardeşi vakitsiz ölünce hevesi kursağında kaldı. Kaderin bu oyununun altında kalmayıp kız kardeşini tanrı ilan etti. Zaten kendisi de bir tür tanrıydı artık. Atını da kız kardeşi kadar severdi. Ona da özel ve pek lüks bir saray yaptırdı. Zavallı hayvanı konsül seçtirmeyi planladığı da iddia ediliyor ki, doğru olsa şaşırmazsınız. Nihayetinde sarayında her türlü sapkınlık olağan bir davranış biçimine dönüşmüştü.

Elbette bütün bunlar büyük harcamalar gerektiriyordu. Caligula çaresiz vergilere yüklendi. Öyle olunca tepkiler de, baskılar da karşılıklı yükseldi. Bu hasta hedonist adam ölçüsüz bir despota dönüştü. Eee, tanrı manrı bir yere kadar, bıçak kemiğe dayanınca 41 yılında sarayın karanlık koridorlarından birinde subayları tarafından öldürüldü. Yerine başka bir kukla bulup oturttular. Fakat buldukları kukla korkudan akıl sağlığını yitirmişti, Onlar da sonradan zalimliği ve sapkınlığı ile meşhur olacak Neron’un kapısını çaldılar. Caligula’yı indirdiler Neron’u bindirdiler. Dağ taş Caligula’dır ve başka türlüsünün imkânsız olduğu bir zaman aralığıdır.

Muhalifleri aşağılamak için atını senatör yapan İmparator Caligula

Bu tuhaf adamların iktidarı altında Roma içten içe çürümekteydi. İnsan aklına güven yitip gitmişti. Fal, büyü, gizem, mistisizm, her türden tuhaf inanç hızla yayılıyordu. Sihirbazlar, büyücüler, müneccimler, kâhinler Roma sokaklarında kaynaşıp duruyordu. Arada nevzuhur peygamberlere, adı duyulmamış din kurucularına, ahlaki sorumluluğunu çoktan yırtıp atmışların toplandığı tapınaklara da rastlanıyordu. Roma sosyetesi Caligula’nın sofrasından kalkıp yeniden canlanan dinsel derneklere akın ediyordu. Arkaik dualar vahşi danslara karışıyor, her köşede sapkın tanrılar türüyordu. Tam bir “manevi hazırlık” dönemiydi bu. Hıristiyanlık işte bu hayhuy içinde doğdu ve karşısında her türlü doğaüstü zırvayı büyük bir iştahla tüketen büyük kalabalıklar buldu. Romanın milattan sonraki ilk yüzyılı bu açıdan büyük bir laboratuardır. Ortadoğu’nun bütün dinleri Romanın üzerine yığılmış gibiydi. Sanki Caligula sapkınlıklarıyla onların yeşerip büyümesi için doğal bir habitat yaratmıştı. Hıristiyanlık onların içinde en siliklerinden biridir. Yüz elli boyunca çevrede dal budak salan o inanışlarla mücadele edecek, ayakta kalmaya çalışacaktır.

***

İslam tarihinin farklı olduğunu sanmayın. Emevi – Abbasi dönemi her ne kadar askeri başarıları nedeniyle kutsansa da, ahlaki açıdan pek sıkıntılı bir dönemdi. İslam her yerde ve fakat ahlak hiçbir yerdeydi.

Kısa halifeler döneminin ardından Arap devletini Emeviler yönetti. İslam cumhuriyetini yıkarak geldiler. Daha doğrusu dini bir devlete dönüştürdüler ve din devlete dönüşürken ahlak pek azaldı. Fetih, en çok önemsedikleri din kuralıydı. Diğer kurallara pek aldırış etmedikleri ve pek az Müslüman göründükleri not ediliyor.

Din çoğaldıkça ahlak azalır. Dinin çoğalmasının nedeni zaten ahlakın azalmasıdır. Din hemen her zaman büyük insani yıkımların ortasında gelişir. Bir ahlak olma iddiasındadır ama yapabildiği tek şey içinde geliştiği derin ahlaksızlığı makul kılmaktan ibarettir. Din ile toplumların çözülmesi arasında doğrudan bir ilişki saptayabiliyoruz. Din yükseliyorsa toplum çözülüyor, dağılıyor ve bir çöküşe doğru sürükleniyor demektir. Sürükleniyoruz…

Anlattıklarımın pek tanıdık geldiğine eminim. Doğaldır, çünkü her çöküş kendi Caligulasını yaratır ve bütün Caligulalar az çok birbirini andırır. Çıkın sokaklara, başınızı kaldırıp bakın; Caligula’nın Roma’sından hiçbir farkı yok. Dağ taş din, dağ taş ahlaksızlık. TV kanalları dini sohbet ve evlendirme programlarından başka bir şey yayınlamıyor. Baktığınız ekranda insanların içki içtiğini görmemiz yasak ama yalan söylemek serbest. Kadınlar kitleler halinde örtünüyor ve kitleler halinde fuhşa sürükleniyor. Din ulemaları çocuklarla evlenme yaşını 6’ya, cinsel obje sayılma yaşını 3 e indirdi. Şaka değil, pedofili bile suç olmaktan çıkıyor artık.

Dini çoğaltırlar: ahlakı söküp atar, cumhuriyeti yıkarlar. Ama bunlar hiçbir nevzuhur Sezar için yeterli değildir. Firavun olmayı istemek onların fıtratındandır.

Ama bir gün mutlaka ezilenlerin duvarına çarpıp devrilirler. Tarihin fıtratıdır bu da…

***

“Ucube” ilk baskısını 2012 yılında yaptı. Kitabın ilk iki bölümü 2012 tarihinin öncesinde yazılmıştır. Üçüncü bölümü bütünüyle yenidir ve düzenin yeni halini anlatmaktadır. Haliyle kitabın üçte biri yenilenmiştir. Bununla birlikte adı geçen kişilerin yaptıkları işte bir düzeltmeye gitmedim. Ne fark eder ki? Ha Ali Veli ha Veli Ali. Esası Ortaçağ karanlığına kesin dönüştür.
Zaten ilk iki bölümü ile son bölümünün yazılışı arasında geçen zamanda eğilimler netleşti ve pür AKP diktatörlüğü ortaya çıktı. Şimdi ülke OHAL ve KHK’lar eliyle yöneltilen tipik bir dikta döneminin içinde. Anayasası askıda. Yargısı saraya bağlanmış. Hatta AKP kaynaklı hükümeti bile dağıtılmış ve başbakanı sarayın bir memuru derecesine düşürülmüş.
7 Haziran’da AKP’nin kaybedeceğinin anlaşılması ve 15 Temmuzda dincinin dinciye darbeye kalkışması ile nihayete ermiş bir süreç bu. Cumhuriyeti el birliği ile yıktılar fakat yerine kura kura bir ucube kurdular. Malum, Mehmet Aksoy’un heykelini böyle tanımlamıştı muktedir. Hâlbuki bir barış heykeliydi ucube dediği şey.

Bu ülkeye barışı, sanatı, hayatı, bilimi, aşkı, insanlığı yeniden getirmek artık boynumuzun borcu. Bunun için de olup biteni anlamamız, bilince çıkarmamız gerek.

Ucube bu kaygıların ürünü. AKP’li yıllarda Türkiye’nin yeni düzenini anlatıyoruz. Din çok ancak ahlak hiç yoktur. Yenidir ve ucubedir…

“Ucube” unutuldu. Bu nedenle kitabın adı “AKP’li Yıllarda Türkiye’nin Düzeni” oldu. Bu düzen hala “ucube” olmakla birlikte, kitap “ucube’siz daha açıklayıcıdır…

Orhan Gökdemir, 4 Ocak 2018

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.