Vatandaş Zincirsiz Kalırsa Ne Olur?
Sürekli Söyleşi | Cumhur Baskan | Ekim 15, 2022 at 4:43 pmBen doğduğumda 16. Cumhuriyet hükümeti iktidardaymış, şimdiki 66. mıdır? Yani 50 hükümet gördüm. Acaba bunların hangisi döneminde halk hayatından memnundur? Tatminkâr hayat şartları olabilmiş midir? En temel insan haklarımızı çiğnemeyen bir hükümet olabilmiş midir? Bence hayır. Diğer ülkelere, geçmişe bakıyorum. İmparatorluklar dönemi korkunç. Hiçbirimiz o imparatorluklardan birinin içinde yaşamayı istemezdik. Ama insanlık sonunda birer birer tüm imparatorlukların hepsinin hakkından gelmesini bilmiş.
İmparatorlukların sonuncusu, en modernize ve evrimleşmiş biçimde kurulanı (SSCB) da yıkıldı gitti. Bir Çin kaldı belki… Ama bilirsiniz Çin; Orta Dünyadır. Öyle Osmanlı gibi altı yüzyıl filan değil 5000 yıldan fazla süren hanedanlıkları olmuş. Son hanedan yıkılıp Mao’nun (PRC) nin iktidara gelmesi (1949-1987) 76 milyon 702 bin vatandaşın katledilmesiyle mümkün olmuş. Dikkat buyurunuz, 20. yüzyılda devletlerin (savaş zayiatları dışında) iç karışıklıklar nedeniyle kendi halklarından öldürdükleri insan (demosid) sayısı 262 milyon. Çin’de gerçekleşen vatandaş katliamı dünya toplamının neredeyse üçte biri. Esas itibariyle hâlâ her sene 3000’den fazla vatandaşını idam eden bir imparatorluk konumunda bulunan Çin’in de henüz gerçekten sürdürülebilir bir sosyal düzeni olduğunu söylemek güç.
Peki, imparatorlukların yıkılmasıyla ortaya çıkan 200 küsur siyasal birim (ulus devlet) istikrarlı bir siyasal /sosyal düzene kavuşabilmiş mi? Ne gezer! Eğer öyle olsa idi dünyanın dört bir tarafında üç yüzden fazla noktada devletler kendi halkları ile bir tür sıcak savaş konumunda bulunurlar mıydı? Refah ve insani gelişmişliğin en üst noktalarında görünen ülkelerde bile halklar huzursuz…
Devletler, üstlerine düşen hiçbir işi doğru dürüst yürütememektedirler.
D. Acemoğlu ve J. A. Robinson’un konuya ilişkin konuya ilişkin neredeyse dünyanın 208 ülkesinin hepsini incelemişler. Tarihlerine giden geniş bölümler hangi olayların ülkelerin ileri gidişini, hangilerinin geriye gidişinde nasıl etkili olduğunu anlatıyor. Çalışmalarının doruk noktası da son kitapları; Dar Koridor’da. “Alice Harikalar Diyarında” romanından bahisle şöyle anlatılıyor;
‘Alice, Kızıl Kraliçe ile tanışır ve bir yarışa girerler. İkisi de bütün güçleriyle koştukları halde “etraflarındaki diğer ağaçlar ve nesneler” sabit kalmaktadır. Ne kadar hızlanırlarsa hızlansınlar arkada bıraktıkları bir şey yoktu. Nihayet, Kızıl Kraliçe durmalarını söylediğinde Alice etrafına şaşkınlıkla bakar ve ‘bütün bir süre boyunca aynı ağacın altında olduğumuza nasıl inanayım, her şey aynı’ dedi. ‘Tabi ki öyle’ dedi Kraliçe ‘ne bekliyordun ki’…Alice hala nefes nefese ‘çünkü bizim ülkemizde bizim yaptığımız gibi uzun süre koşarsan başka bir yere ulaşırsın’ dedi. ‘Yavaş bir ülke’ dedi Kraliçe, ‘Gördüğün gibi burada ancak bütün gücünle koşarsan olduğun yerde kalabilirsin’…
Kitapta, Kızıl Kraliçe Etkisi diye açıklanan şey “hem sivil toplumun hem de devletin (Leviathan) sadece mevcut konumunu korumak için bile sürekli tüm gücüyle koşması gerekliliği”dir. Eğer, devletin gücü sivil topluma baskın gelirse (Hobbes’un Leviathan’ı) ‘Despotik Leviathan’ versiyonu ortaya çıkıyor. Eğer sivil toplumun gücü baskın gelirse Kağıttan Leviathan… Bir ülkenin devletler arasında geri konuma düşmemesi ikisinin birbirini sürekli tartıp dengeleyebilecek biçimde son hızla koşmaları gerek. Bu durumda, Prangalanmış Leviathan ile ülke-dar koridorun içinde kalarak- normal gelişmesini sürdürebiliyor. Kağıttan Leviathan da Despotik Leviathan da ülkeyi geriletiyor. Yani her ikisi de ekstraktif kurumların güçlenmesine inklusif kurumların zayıflamasına yol açıyor.
Tabii; her bir ülke diğerlerinden sonsuz şekilde farklı da olsa ne olacağına ilişkin her ülke için geçerli ortak dinamikler genel olarak biliniyor.
Şu an eskisinden çok farklı parametreler devrede, eskiden mevcut olmayan dinamikler geçerli. Küreselleşme, Endüstri 4.0, teknolojinin geldiği noktada yeni ortaya çıkan fırsat ve olanaklar eskiden beri geçerli her türlü hesabı tümden değiştirdi.
Şimdilerde “hiyerarşik merkezi yönetim olmazsa olmaz” diyorlar. Hayır, pekâlâ da olur. Dağıtık ağlar, merkezi ağlara göre çok daha sağlıklı ve verimli çalışıyorlar. En basitinden, internet merkezi yönetimsiz bir dağıtık ağdır. Umum müdürleri, departman şefleri yönetim şeması yoktur. Hatta hiç yöneticisi yoktur. “”Devlet İletişim başkanlığı”” gibi yapılar kuruluyor. İnanın, o kurulanların hiçbiri işleyişine yararlı gerekli şeyler değildir. Tamamen paraziter yapılardır. Onlar, internetin bize sağladığı yararı sadece eksiltiyor, kısıyor. Hiçbir şeyi arttıramıyor.
Bize gerekli olan kısım sadece dağıtık ağın kendisidir. Onun içindeki her unsur kendisi (yöneticisiz olarak) hayat bulabiliyor. Bir “Search Engine” kendi başına paylaşımcı bir yapıdır. GPS (küresel konumlandırma uydu ağı) kendi başına paylaşımcı bir yapıdır. Artık zaman ve mekân bağımlılığımız kalmadı. Dünyanın her yerinden her yerin ihtiyaç duyduğu mal ve hizmeti yapıp götürebiliyoruz. Eğitim, sağlık, güvenlik artık eski üretim tüketim modellerinden tamamen daha farklı hale geldi. Bunun için umum müdürlüklere, yönetim şemalarına ihtiyacımız yok. Devletin parasına moneter idaresine, para kredi kurullarına ihtiyacımız yok. Devletin doğrudan ve dolaylı olarak idare ettiği bankalar bir bakıma tamamen ihtiyaç dışı kalma yolunda. Gerçek emniyet ve güvenlik ihtiyaçlarımız sınırda askerlerin beklemesiyle, tanklarla ve toplarla sağlanamıyor. Bunlara kendini vatandaştan korumak için devletin ihtiyacı olabilir ama vatandaşa hiçbir yararı yok. Vatandaşın üretim tüketim ağlarına, iletişim ağlarına, dile ihtiyacı var. Tabii ki siber sistemlere yapay zekalara, blokzincir altyapılarına ihtiyacı var, ama bunların hiçbiri bir devlete -bildiğimiz anlamda- ihtiyaç duydurtan şeyler değil.
Kuşkusuz ki, inkluzif yapıların kurulması ve sağlıklı çalıştırılması lazım, ekstraktif yapıların oluşumunun ve güçlenmesinin engellenmesi gerek. Eğer bu “devlettir” derseniz; devlet lazım; hem de kuşkusuz olabildiğince güçlü ve akıllı olması lazım. Bugün bildiğimiz devletler, büyük ölçüde bizim ihtiyaçlarımızın tersine çalışıyor. İhtiyaçları karşılamanın çok uzağında üstelik ekstraktif yapıların sahibi, kurucusu ve işleticisi. Yasama, yürütme, yargı, yapılanma ve işletilme biçimleri tümden sakat.
Bir insanın network’ü (yani sosyal çevresi ve birlikte çalıştığı iş ortakları arkadaşları) hepsi 250-300 kişidir. Daha geniş bir ağda iletişim, etkileşim, ağdaşım kurması mümkün değil. Bir insanın 80 milyonluk görmediği bilmediği tanımadığı 80 milyonluk bir sosyal ağı olması mümkün değil. Bugünkü ulus devlet statüsünün ayakları yere basan bir mantığı yok. Sevinçte bir, kederde bir olması mümkün değil. Ortak yasalara tabi olması mantıklı değil, fizibil değil. Yasamanın ürettiği yasalar, yürütmenin işleri yürütüş biçimi ve yargı berbat. Ekonomi, en az üç kat verimsiz çalışıyor. 3 üretip ancak 1 yiyebiliyoruz. Yargı, sürekli adaletsizlik; kolluk güçleri ise emniyetsizlik, güvenliksizlik dağıtıyor. Eğitim yapılanması bizden aldığı on misli kaynakla ihtiyacımızın onda birini verebiliyor. O yüzden yaratan üreten insanlar olamıyoruz…
Tüm bunların üzerinde bir düşünelim derim!